![]() |
|||||
|
Yasemin IŞIKTAÇ |
Konuyu ele alış biçimimizden de anlaşılacağı gibi üç ayrı boyutun ortaya konulması gerekiyor Birincisi sosyolojik açıdan çocuk suçluluğu kavramı ne anlama geliyor? Ortaya çıkışını etkileyen faktörler nelerdir? Neden yetişkin suçluluğundan farklı ele alınmalıdır? Belirli bir devlet tipinde “hukuk devleti” kabul gören genel hukuk prensipleri, somutlaştırılmış bir alanda yani çocuk suçluluğu alanında nasıl bir görünüm alıyor? Özellikle bu alanda “somut olay adaleti” nin gerçekleşmesi hukuk devleti ilkeleri açısından nasıl anlamlandırılabilir? Sosyolojik konumu saptanmış olan çocuk suçluluğu konusu nasıl ele alınmalıdır? Hukuk Devletinin genel ilkeleri ve yapısı bu tip somutlaştırılmış bir alanla nasıl bağdaştırılır? Üçüncü olarak Türkiyede bu konu ceza hukuku açısından nasıl ele alınmaktadır ? Burada ceza hukuku açısından çok önemli olan “kusur” kavramı ve suç ilişkisi ayrıca da “ hukuka aykırılık bilinci” kavramları karşımıza çıkmaktadır. Bu teknik konulara verilecek cevap çocuk suçluluğu kavramının teknik-hukuk açısından genel suç kavramından farklı oluşunu da açıklama olanağını tanıyacaktır. Bir başka sorunda pozitif hukuk uygulamaları hukuk devleti kavramı ile ilişkilendirildiğinde ortaya çıkan sorunlardır. Özelliklede verilen cezanın infazı ve infazın uygulanış biçimleride ayrı bir önem taşımaktadır. Bütün bu soruların cevaplandırılması “somut olay adaleti” açısından bir bütünsel değerlendirmeye de zorunlu kıldığı için adalet sorununun felsefi bir değerlendirmesi ile sonuç aramaya götürecektir. Suçlu cocuğun, suçlu yetişkinlerden ayrı olarak değerlendirilmesi ve onları yeniden eğiterek topluma kazandırma düşüncesi oldukça yenidir. İngilterede 19. yüzyılda yaş ve suç ayrımı gözetmeksizin suçlu çocuklar en ağır cezalara çarptırılıyordu. Çocuk suçluluğunun sosyal tehlike oluşturacak kadar artış göstermesi bu konuya eğilme gereksinimlerini doğurmuştur. Çocuk suçluluğu olgusunun ortaya çıkış biçimleri ve önleme yolları araştırılmış, diğer yandan çocuğun zeka ve kişiliğindeki özellik ve farklılıklarla onun topluma yeniden uyumunu sağlıyabilmek için uygulanması düşünülen önlemler incelenmiştir. Daha sonraki aşamalarda ise çocuk suçlarına ilişkin özel mahkemelerin kurulması zorunluluğu ortaya konulmuştur. Çocuklar tarafından işlenen suçlar gerek türleri gerekse nedenleri açısından yetişkinlerden farklıdır. Bu dönemdeki suçluluk kavramını, klasik ceza hukuku kitaplarındaki “kanunların gösterdiği suç, bu suçu işleyen kişi de suçludur” şeklindeki tanımlamalarla açıklamak oldukça güçtür. Zira çocuk suçluluğu derinlemesine incelendiğinde sorunun salt hukuksal bir problem olmadığı görülecektir. Hukuksal boyutun yanında psiko-pedogojik ve sosyal bir olgu olduğu açıkça görülür. Bu dönemde işlenen suçu, yetişkin dönemde işlenen suçtan ayıran en büyük özellik, kişiliğin oluşma aşamasını içeriyor olmasıdır Yeterince olgunlaşmamanın sonucu olarak çocuk belirgin bir dengesizlik içindedir. Çocuğun, gerek kendi kişisel durumundan gelen etkenler gerekse çevresel etkenler onun bu uyumsuz davranışı göstermesinde önemli vektörler olarak gözükmektedir. Bu noktada sosyo-psikolojik veriler olayı daha net bir biçimde anlamamıza yardımcı olacaktır; II-Sosyolojik Açıdan Çocuk Suçluluğu
A- Çocuk Suçluluğu
Doktrinde çocuğun suçluluğa yönelmesinin nedenleri konusu genel olarak üç başlık altında ele alınmaktadır Çocuk suçluluğunda bu etmenler bir biriyle çok yakın ilişki içinde olup, suç bu etmenlerin olumsuz etkisinin bir bileşkesi olarak ortaya çıkmaktadır. Yapılan araştırmalar, çocuğun yetiştiği aile yapısının tipi, oluşturulan kontrol mekanizmaları, çocuğun sosyal çevresi, içinde bulunduğu grubun normları,değer yargıları suça ortam hazırlayan faktörlerdir. Şimdi bu faktörlerin etkisini daha detaylı olarak inceleyelim; 1-Çocuk Suçluluğunun Nedenleri a) Kişiye ve Kişiliğe Bağlı Nedenler Çocuğun fizik özelliklerinin ya da psikolojik durumunun suçla olan ilişkisi bir çok araştırmaya konu olmakla beraber her iki etkende tek başına suçlulukla ilişkilendirmek için yeterli görülmemektedir. Fizik ya da psikolojik rahatsızlıklar kalıtımsal olarak ortaya çıkabileceği gibi sonradan da ortaya çıkabilir. Türkiye’de kalıtım ile suçluluk arasındaki ilişkiyi saptamak için yapılmış araştırma yoktur. Sadece bazı araştırmalarda suçluların ailelerinde görülen ruhsal ve bedensel aksamalara ait sayılar bulunmaktadır.1 İzmir çocuk Islah evinde yapılan çalışmalarda psişik duruma ilişkin eğilimler % 12 çocuğun normal, %73’ ünün hafif nevrotik olduğu şeklindedir.
Çocukların % 52’sinde uyum ve endişe problemleri, %70’inde ise depresyon,
%40‘da ise nevrozite ve anksiyete, %54’ünde korku reaksiyonları görülmüştür.
Bu etkenlerin içinde suçla doğrudan bağlantısı en çok olan psikopatik belirtiler
ise %45 oranındadır.
b)Zeka seviyesi ve suç ilişkisi Suçlu çocuk araştırmalarının akıl hastalığı, uyuşturucu madde ve alkol kullanımı ile suç ilişkisinin yanı sıra, üzerinde durulan diğer önemli bir alanda zeka seviyesi ile suç ilişkisidir.
Bu araştırmanın değeri, aynı yaş guruplarındaki suç işlememiş çocuklara ilişkin zeka testleri ile karşılaştırma ile ortaya çıkacakır. Zeka azlığının suç işlemede bazı potansiyel özelliklerde yatkınlık gösterdiği bilinmektedir. Zeka azlığının etki altında kalmayı kolaylaştırması, uyum problemleri yaratması, suçlarını ve suça ilişkin delilleri karartmadaki başarısızlıkları da suç açısından oran arttırmaktadır. Buna rağmen sözgeçen araştırmada %63’e varan zeka geriliği anlamlı bir korelasyon olarak görülmektedir. 2- Çevresel sebepler a) Ailenin çocuğun suça yönelmesindeki etkileri Kişiye ve kişiliğe bağlı nedenlerden daha yoğun olarak çevrenin, özellikle de en belirleyici olarak ailenin suça yönelmede önemli bir etken olduğu bir çok çalışmada saptanmıştır. Aileyi “bireyin en yakın olduğu ve toplumsallaşma süreci içinde birey üzerinde en etkili olan toplumsal gurup” olarak tanımlayabiliriz.2 Çocuk, ilk ve en yakın çevresi olan aileden oldukça yoğun bir biçimde etkilenir. Fiziksel psikolojik gereksinimlerin yanında, aile ortamı çocuk için vazgeçilmez olan güvenlik ve sevgi gereksinimleri karşılar. Bu da çocuğun suça yönelmesini engeller. Bunun yanında aile ortamını oluşturan diğer bireylerin özellikle de anne ve babanın hem evliliğin getireceği sorumlulukları karşılayabilecek kadar olgun hem de çocuklar için birer model olabilecek yetkinlikte olması gerekir. Evlilik içi doğan çocukların yanında, nesebi gayrisahih olan çocukların suç işleyen çocuklar içindeki rolü önemsenecek oranlardadır. Evilik dışı doğan çocuklar özellikle geleneksel toplumlarda çok kolay kabul edilmezler. Onların toplum dışına itilmesine ve topluma karşı kin ve nefret dolmasına sebeb olmaktadır. Böyle bir ilişkiden doğan çocuklar aynı zamanda bir günah ürünü sayıldıklarından anneleri tarafından da horlanmaktadırlar. Bu da çocuğun kişilik yapısını temelden sarsan bir olay olarak görülmektedir. Ülkemiz açısından konu incelendiğinde gayrisahih nesepli olma ile suç arasındaki ilişki net değildir. Eldeki suçlu çocuk anketlerinde bu konuda anlamlı bir korelasyonu sağlıyacak oranlara erişilmemiştir. Ancak, bunun yanında konu ülkemiz açısından bir başka noktayı daha ortaya çıkarmaktadır. Hukuki anlamda kabul görmemekle birlikte sosyolojik olarak normal evlilik olarak kabul edilmekte olan imam nikahlı evliliklerden doğan çocuklara ilişkin rakamlar bu noktayı etkileyecek yoğunluktadır. Bu çocuklar gayrisahih nesebli çocukların psikolojik etkileri altında kalmamaktadırlar, çocuklar toplum dışına itilmemekte ve aileleri tarafından terk edilmemektedir. Bunun yanında aile yapısına ilişkin olarak ortaya çıkan bir önemli konuda ailedeki birey sayısı ile suçluluk arasındaki ilişkilerdir. Geniş aile, çekirdek aile farklılaşması kadar aile içindeki çocuk sayısı ve gene bununla paralel giden gelir seviyesi düşüklükleri de önemli nedenler olarak görülmektedir. Geniş ailenin en temel sakıncalarından birisini, aile içinde anne babadan başka yetişkinlerin de bulunmasının çocuğun değer kavramlarını, suç ve suç olmayan konusundaki düşüncelerini netleştirememesine ve pedagojik problemlerle karşılaşmasına neden olmaktadır. 1970 yılında yapılan bir sayımda tüm aileler içinde 7 ve daha fazla çocuk sahibi olan aileler %33.6 civarındadır. Bu sayının değişme oranına ilişkin yeni çalışmalara ulaşamamış olmakla birlikte çok çocuk eğiliminin devam ettiği gözlemlenebilmektedir. Çocuğun aile içindeki yeri ile çocuk suçluluğunun ilişkisi hakkında kesin veriler bulunmamaktadır. Bir çok anket ülkemizde tek çocuklu ailelerin çocuklarının suçlulukla bağlantılı korelasyonlarda sıfıra yaklaştığını görmekteyiz. Ancak, bu tek çocuğun aile tarafından fazlası ile kuşatılmasının yanında tek çocuklu aile sayısının ülkemizde çok az olmasınında payı bulunmaktadır. Birden fazla sayıda çocuklu ailelerde suç işleme oranının en büyük çocuklarda daha fazla görülmesi ise daha çok, büyük çocuğun daha fazla ihmal edilmesi, aşırı yüklenme ile karşı karşıya kalması ailenin yükünü daha erken yaşlarda taşıması gibi faktörlere bağlanmaktadır3. Ailenin dağılmasının yani boşanma ve ayrılık yada ebeveynden birisinin ölmüş olması durumlarının suç ile ilişkisi ele alındığında şu sonuçlar ortaya çıkmaktadır.
Çocuğun fizik ve psikolojik gelişimini etkileyen onu anti sosyal davranışlara
iten en temel sebeplerden biriside ailenin ekonomik durumudur. Suçlu çocukların
büyük bir kısmı fakir ailelerden gelmektedir. Ancak, bunun yanında normal
ya da normal üstü gelir sahibi alilelerden aile içinde daha önce suç işlemiş
olanların bulunduğu ailelerde bu oranın artması gelir durumundaki düşüklüğün
tek başına suça yöneltici bir faktör olmadığını göstermektedir.
Tablo III de gösterilen babanın meslek gurubu ve çocuk suçluluğu arasında ilişkisinde doğrudan bir ilişki kurma olanağı bulunmamakla birlikte kırsal kökenli ailelerde çocuk suçluluğunun daha yoğun olduğu görülmektedir. Ancak, gelir seviyesi ve çocuk suçluluğu arasındaki ilişki daha açıktır. Ekonomik zorunluluklar nedeniyle ailelerin bölünmesi ve suçluluk arasındaki ilişki ülkemiz açısından iki önemli göstergeye bağlanabilir. Birincisi, başta Almanya olmak üzere yurt dışına çalışmak için giden ailelerin çocukları diğeride büyük şehirlere ya da mevsimlik işçi olarak farklı bölgelere giden ailelerin çocukları. Tarımda verimliliğin azlığı, toprağın dengesiz dağılımı, iklim koşulları, ulaşımın gelişmesi, büyük şehirlerde daha kolay iş bulunacağı umutları göçü teşvik etmektedir.4 Ailede gerçekleşen toplumsallaşma temel olup, bireyin daha sonra diğer guruplar içinde öğrendikleri, bu temele göre biçimlenir. Ailenin her hangi bir nedenle bütünlüğünün bozulması, ya da aile içi etkileşimin yeterli olmaması, toplumsallaşma sürecini önemli ölçüde engellenerek, çocuğun hatalı ya da yetersiz toplumsallaşmasına ve uyumunun bozulmasına yol açar 5 a)Aile Dışı Çevre aa) Okul Çocuk büyüdükçe toplumsallaşma sürecine aile dışında kalan faktörlerin etkisi artmaktadır. Çocuğun aile içinde kazandığı tutumlar, onun diğer guruplara katılma biçimini de etkilemektedir. Aile içinde edinilen tutum ve alışkanlıklar, oterite figürlerine düşmanlık ya da uyma, liderlik yada edilgen tutum alış biçiminde kendini gösterecektir. Okul aynı zamanda çocuk için, toplum tarafından oluşturulan ilk kendini deneme yeridir. Toplumun örgütlü bir kurumu olarak okulda roller, sorumluluklar ve uyulması gereken yazılı kurallar vardır. Okul, toplumun ve yetişkinlerin çocuk üzerinde doğrudan doğruya etkisinin görüldüğü bir ortam oluşturur. Böylece toplumsal değerlerin ve normların biçimlenmesinde katkıda bulunur. Okulun çocuğun toplumsallaşmasında ikinci önemli katkısı, akran gurupları ile etkileşim olanağıdır. Okulun, çocuğun toplumsallaşmasında ve uyumlu bir birey olarak var olan değerlerin kabulünü sağlamada gösterdiği olumlu etki, okul başarısızlığı ile tamamen ters orantıldır. Yapılan pek çok araştırma ile okul başarısızlığı ile suç arasındaki ilişkiyi açık olarak ortaya koymaktadır.6 Okul ve suç arasındaki ilişkinin en önemli göstergelerinden biri de okuldan kaçma eylemi ile ortaya çıkan durumdur. Okuldan kaçma ve suç işleme arasında çok anlamlı korelasyonlar bulunmuştur. Bizim ülkemizde bu konuda kapsamlı araştırmalar olmamakla birlikte özellikle İngiltere ve Amerikada bu korelasyonların %94,8’lere ulaştığı saptanmıştır.7 bb) Akran Gurubu ve Suçluluk Aileye göre çocuğun kendisini daha yansız tanıyabileceği, kişiler arası ilişkiler açısından gerçeklerle yüzyüze gelebileceği bir ortam ancak akranları ile birlikte iken çocuk için sözkonusudur. Akran guruplarının etkisi özellikle ergenlik çağında en üst noktasına ulaşır. Çünkü, ergen için gurup yaşamı, başarmak zorunda olduğu bireysel bağımsızlığını kazanması için bir olanak sağlar. Aile ilişkisi yetersiz olan suç işleme eyilimindeki çocuklar için akran gurubunun olumsuz etkileri daha baskındır. Özellikle çete görünümündeki akran guruplarının suçluluğa etkileri bir çok araştırma ile kanıtlanmıştır.8 cc) İş Yaşamı ve Suçluluk İş yaşamının çocuğun belirli bir sanatı kazanması ve sorumluluk duygusunun gelişmesi açısından olumlu etkisi olabilir. Ancak, iş ortamı çocuğun yeni model arayışlarına ve yaşamında büyük yer tutan oyuna olan gereksinimlerine ket vurulması ile olumsuz sonuçlara yol açabilir. Ayrıca, iş yaşamının getireceği sınırlıda olsa ekonomik özgürlük, çevrenin olumsuz etkisine denetimsiz olarak kendisini bırakmasına da neden olabilir. Bunun yanında çocuklar tarafından yapılan çoğu işin yetişkin koruması ve denetimi nisbeten daha az olduğu için çocuklar denetim dışı kalabilmektedir.
B- Çocuk Suçluluğu Açısından Sosyolojik Verilerin Bütünsel Değerlendirilmesi;
Bu temel gereksinimlerin karşılanmaması, toplumun geleceğini oluşturan çocukların uygar yetişkinler haline gelmelerine olanak vermeyecektir. Ailenin bu derece etkin olması çocuk suçluluğuna gelmeden önce aile yapısının demokratikleşmesi ve eğitim olgularına gereken önemin verilmesi gerektiği gözden kaçırılmamalıdır. Ailenin çocuk yaşamı üzerindeki bu derin etkisini gözden kaçırmamakla birlikte bireyin kendine özgü oluşu ve bütün şartlara rağmen, bütün olumsuzluklara rağmen kendisini ortaya koyuş olanaklarının bulunduğunu da unutmamak gerekir. Bu yargı, kişiliğin tanınmasının yanı sıra hukukun gerçek hareket noktası olan “irade özgürlüğü” kavramının önemine de işaret etmektedir. Çevrenin ilk basamağını oluşturan ailenin yanında okul, iş ve akranlar arası ilişkilerin çocuk üzerindeki yoğun etkisi, çocuk suçluluğunun yetişkin suçluluğundan ayrılmasının ne kadar zorunlu olduğunu da ortaya koymaktadır. III- Hukuk Devletinin İlkeleri Açısından Çocuk Suçluluğunun Değerlendirilmesi A- Genel olarak “Hukuk Devleti” devlet ve hukuk terimlerinin sıkı bir biçimde bir birine bağlar. Hukuk, ”ide”si olan adalet’i gerçekleştirmede,”dava” yoluyla toplumsal ilişkileri düzenlemede veya normatif gücünü uygulamaya geçirmede, devlete başvurur. Öte yandan devlette hukuka gereksinir. Devlet hukuk kalıbında yoğrulmuştur. Bu hukuksallaştırma (juridicisation) siyasal örgütlenme biçimi olarak devletin ayırtedici çizgilerinden biridir. Hukuk devleti hukuka saygı sağlar,ancak buna karşılık iktidarın otoritesini, yani kullanmakta olduğu maddi gücü meşrulaştırır. Aksi takdirde bu güç kaba güç olmaktan kurtulamaz, devletin çeteden farkı kalmaz 11 Devlet-hukuk ilişkisi, “hukuk devleti” başlığı altında ele alındığında genel olarak kabul gören şu ilkeleri içermek zorundadır;
C-Hukuk Devleti ve Çağdaş Ceza Hukuku İlkeleri Açısından Çocuk Suçluluğu Çocuk suçluluğu kavramı,hukuk devleti üst başlığı altında ele alındığında, hukuk devletinde ceza hukuku ilkelerinin nasıl olması gerektiği sorusununda cevaplandırılmasını gerektirir. Burada da karşımıza bellirli ilkeler çıkmaktadır. Bunlar;
Suç genel teorisinde, suç; ”kusur yeteneği olan bir kimsenin kanuni unsura uygun, hukuka aykırı, kusurlu davranış” şeklinde tanımlanmaktadır. kusurlu davranma yeteneği bulunmayan bir kimsenin cezalandırılması hukuk devleti ilkesine ve insan haysiyetinin dokunulmazlığı ilkesine de aykırıdır. Burada davranışa konumuz açısından bir sınırlandırma getirmek gerekir. Bu sınırlandırma da çocuk suçluluğunun faili olarak çocuktur. İşlediği fiilden dolayı kişiyi kovuşturabilmek için, öncelikle failin sözkonusu fiilin suç olduğunu bilmesi gerekir. Buna ceza hukukunda “hukuka aykırılık bilinci” (Unrechtsbewustsein) denilmektedir. Ancak, buradaki bilinç kasta yönelik bir bilinç olmayıp fiilin haksızlık olduğuna ilişkindir.15 Bu noktada karşımıza iki kavram çıkmaktadır;
Çocuk, gerek biyolojik ve psikolojik gerekse toplumsal yapı göz önüne alındığında kusur yeteneği açısından özenle ele alınmalıdır. Gerçi normatif düzenle, sosyal düzenin farklılığı açıktır, ancak normatif düzen, hukuk düzeni, içten onama ve yürürlük kazana bilme açısından sosyal gerçekliklere gözlerini kapatamaz.18 Bu nedenle insan onuruna yakışır hukuk, suç ve kusur arasında bir dengenin bulunması, cezanın iyleştirici ve topluma yeniden kazandırıcı işlev taşıması gibi ilkeler yasa koyuculara yol gösterir. Olması gereken hukuka ilişkin bu ilkeler bizi pozitif hukuk düzenlemelerinden ayırmamalıdır. Varolan hukuk düzenlemelerinin ele alınmasındada bu ilkelerin elden geldiğince göz önünde tutulmaı yargıçların en önemli işlevlerindendir.19 Türk pozitif hukuku bu konudaki asıl düzenlemeyi Çocuk Mahkemeleri Yasası ile getirmiştir. Bu yasaya ilişkin detaylı açıklamalara geçmeden önce uluslararası alanda çocuk yargılamasına ilişkin kabul edilmiş olan iki önemli andlaşmanın, çocuk yargılamasına ilişkin önemli genel ilklererine değinelim; C-Türkiye’de Çocuk Suçluluğu Nasıl Ele Alınmaktadır Pozitif Hukuk Değerlendirmesi 1 - Uluslararası İlkeler Açısından Bu belgelerden birincisi, 1985 yılında Birleşmiş Milletler Genel Kurulu tarafından kabul edilen çocukları yargılayan organların yönetimine ilişkin asgari standart kurallarıdır. Beijing Kuralları olarak anılan bu kurallar, 1960”lı yıllardan sonra çocuk yargısı alanında görülen hızlı değişmeyi önemli ölçüde yansıtmaktadır. Sözkonusu değişmeyi yansıtan ilkelerden bazılarını şöyle sıralayabiliriz;20 Çocuğun gereksinimlerinin, temel haklarının korunması da sağlanarak karşılanması (2.md).
Çocuğun gereksinimleri yanında, toplumun gereksinimlerinin karşılanmasına
da özen gösterilmesi (2.md).
Çocukların çok farklı gereksinmeleri olduğu dikkate alınarak, bu gereksinimlerin karşılanmasına olanak verecek çeşitli önlemlerin mevzuatta yer alması ve yargılamanın her aşamasında, yetkililere bu önlemler arasında seçim yapabilme olanağı veren takdir yetkisi tanınması (6.md) Takdir yetkisinin kötüye kullanılmasını önlemek ve çocuğun ve ailenin haklarını güvence altına almak amacıyla, bu yetkiyi kullanacakların özel olarak eğitilmesi (6.md). Yargılamanın her aşamasında, çocuğun; Hakkındaki iddiayı öğrenme hakkı, susma hakkı, masumiyet karinesi, savunma hakkı, tanık gösterme hakkı, ana-baba ya da yasal temsilcisini yanında bulundurma hakkı, özel hayatın gizliliğine saygı ilkesinden yararlanma hakkı, temyiz hakkı, gibi temel hakların güvence altına alınması (7-8 md). Özğürlüğü bağlayıcı ceza veya önlemin en son başvurulacak çare olması (17 md). Çocuk suçluluğu ve Çocuk Mahkemeleri konusundaki gelişmeleri yansıtan ikinci belge ise 20 Kasım 1989 tarihinde Birleşmiş Milletler Genel Kurulu tarafından kabul edilen Çocuk Hakları ona dair Sözleşmedir. Beijing Kuralları”nda yer alan ilkelerin hemen hemen hepsi bu sözleşmede de yer almaktadır (37-40 md). Sözleşmede ayrıca; Çocuk hakkında alınacak tüm kararlarda ve yürütülecek tüm etkinliklerde çocuğun yararının ön planda tutulması (3 md). Ana-baba veya çocuktan sorumlu kişilerin haklarına saygı gösterilmesi (5 md) Çocuğun zorunlu haller dışında ailesinden ayrılmaması (9 md). Aynı zamanda çocuğun bakımından ve korunmasından sorumlu olan kurumların, güvenlik, sağlık, nitelikli personel ve yönetim açısından yeterli ve uygun olmasının zorunluluğu gibi esasları içermektedir 21. Çocuk Mahkemeleri yanlız suçlu çocukları yargılayan mahkemeler olmayıp, aynı zamanda korunmaya muhtaç çocuklar hakkında önlem alan mahkemeler oldukları için genel nitelikteki ilkeler söz konusu mahkemeler açısından önemi böyüktür. Bu ilkelerin bir bölümü Ceza Kanununda, Ceza Mahkemeleri Usulü kanununda, Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu kanununda ve halen yürürlükte olan Çocuk Mahkemelerinin Kuruluş Görev ve yargılama Usulleri Hakkında Kanunda yer almaktadır. Ancak, Mevzuatımızın yukarıda sözü edilen uluslararası belgede yer alan ilkelerle uyumlu hale getirilmesi için, başta çocuk mahkemelerinin Kuruluş ve Görevleri hakkındaki yasa olmak üzere, bir çok değişiklik yapılması gerekir. 2- Ceza Hukuku ve Çocuk Mahkemeleri Kanunu Açısından Türk hukukununda, yetişkin için suç oluşturan davranışlar çocuklar için de suç oluşturur. Buna ek olarak çocukta suç işleme eyilimlerini arttıracak olan evden kaçma, okuldan kaçma içki içmek vb gibi davranışlar suç kavramı dışında tutulmaktadır. Ancak, 1979 tarihli 2253 sayılı Çocuk Mahkemelerinin Kuruluşu, Görev ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’22un 14. maddesinde yer alan bir ifade, bu konuya işaret etmekte ve korunmaya muhtaç çocuklar kavramından hareketle “ebeveynine karşı vahim itaatsizlikte bulunan küçükler için de tedbir uygulamasına” gidebilme olanağı tanımaktadır. Suç oluşturan davranışlar açısından çocuk ve yetişkin arasında yapılmayan ayrım, ceza sorumluluğu açısından yapılmaktadır. Türk Ceza Kanunu’nun 53.md ile “ fiili işlediği zaman 11 yaşını bitirmemiş olanlar hakkında kovuşturma yapılamıyacağı ve ceza verilemeyeceği” belirtilmiştir. Ancak, suça konu olan davranış bir yıldan çok hapis cezasını veya daha ağır bir cezayı gerektiriyorsa, çocuğun devlet yönetimi ya da denetimindeki bir kuruma, tekrar suç işlemesi halinde kendilerinden para cezası alınacağı uyarısıyla anababa veya vasiye teslim edileceği belirtilmektedir. Türkiye’de 11 yaşından küçüklerin suç oluşturan davranışlarına ilişkin hiç bir düzenleme yoktur. Çocuk Mahkemelerinin Kuruluşu, Görev ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanunun 11. maddesi Türk Ceza Kanunu’nun 53.md. sinden farklı olarak 11 yaşını birtirmemiş, ancak bir yıldan çok hapis cezasını gerektiren bir suç işlemiş küçük için, yasanın 10. maddesinde yazılı tedbirler uygulanır denilmektedir. Bu tedbirler, ”veliye, vasiye ya da bakıp gözetmeyi üstüne alan akrabalarından birine teslim”. Çocuğun ihtiyaçları doğrultusunda “bir çocuk bakım yurduna ya da devlet ya da özel sektöre bağlı fabrika, kurum, ziraat işletmeleri içinde bir iş yeri” ya da ”bir tedavi veya eğitimi güç çocuklar kurumu”na yerleştirilmesi şeklindedir. Aynı yasanın 29. md. ile de uygulanan bu tedbirlerin 3 sene boyunca denetlenmesine olanak tanımaktadır. Bu duruma karar verildiğinde denetim delegesi, çevrede gözetim süresince çocuğun aile çevresi, ilgili kurumlar ve kendisiyle çalışarak yasalara uyma alışkanlığı kazanmasında ona yardımcı olur. Türk Ceza Kanunu’na göre cezalandırma açısından ikinci bir kategori 54. md. ile düzenlenmiştir; ”fiili işlediği zaman on bir yaşını bitirmiş olup da onbeş yaşını doldurmamış olanlar farik ve mümmeyiz olmadıkları surette haklarında hiç bir ceza tertip olunmaz”.11-15 yaşları arasındaki çocuk işlediği fiilin suç olduğunu bilmiyorsa (yani temyiz kudreti yoksa) ona hiç bir ceza verilmez. Ancak, suç fiili bir yıldan çok hapis cezasını gerektiriyorsa, aynı yasanın 53. mad.si hükmü burada da geçerlidir. Türk Ceza Kanunu’nun 54. md’sinin ikinci fıkrası; “... işlediği fiilin bir suç olduğunu fark ve temyiz ile hareket etmiş” çocuğun suçunun cezasının indirim biçimlerini açıklamaktadır. Buna göre, 11-15 yaş arasında işlediği fiilin suç olduğunu bilen çocuklara, ”idam cezası” yerine “onbeş yıldan az olmamak üzere geçici ağır hapis cezası”, “müebbet ağır hapis cezası” yerine” on yıldan on beş yıla kadar ağır hapis cezası” verilir. ayrıca diğer cezalar da yarıya indirilir. Cocuk Mahkemeleri Kanunu.23 24 12. md. si Türk Ceza Kanunu’nun 54. md. bu düzenlemeden farklı olarak sadece, çocuk hakkında bir ön inceleme yapılmasını öngörmektedir. Bu inceleme Cocuk Mahkemeleri Kanununun 20 md. çerçevesinde “ küçüğün, aile, terbiye, okul durumu, gidişatı, içinde yetiştiği ve bulunduğu şartlar veya bunlar gibi gerekli görülen sair hususlar...” gözönünde tutularak yapılacaktır. Bu inceleme Çocuk Mahkemesi tarafından görevlendirilen sosyal hizmet uzmanı, pedegok,psikolog ve psikiyatrlar tarafından yapılır. Bu incelemenın sonucunda çocuğa aynı yasanın 12.md. belirtilen cezalar uygulanır. Bu da Türk Ceza Kanunu’nun 54.md. gösterilen düzenlemenin aynısıdır. Türk Ceza Kanunu’nun 55. maddesi “fiili işlediği zaman 15 yaşını bitirmiş olupta 18 yaşını bitirmemiş olan” ların cezaları belirli oranlarda indirileceğini hükme bağlamıştır. Bu indirim idam cezalarının yirmi yıldan az olmamak üzere ağır hapis cezalarına, müebbet ağır hapis cezalarının, on beş yıldan yirmi yıla kadar ağır hapis cezalarına, diğer cezalarında üçte bir oranına indirileceğine ilişkindir. Çocuk Mahkemeleri Kanunun da 41.madde ”küçük, suçu işlediği tarihte henüz 15 yaşını bitirmemiş olan kimsedir” tanımını verirken 15-18 yaş arasındaki küçükleri kapsam dışında bırakmıştır, daha sonra bu eksiklik, 2552 sayılı 1981 değişikliği ile 15 ve 16 madde de yaptığı düzenlemelerle küçükler hakkında uygulanacak tedbirlerin 18 yaşın bitimi ile sona ereceğini düzenleyerek 15- 18 yaş arası küçükleri kapsam içine almıştır. Türk hukuk sisteminde çocuk, temyiz kudreti, yaş ve suçun ağırlığına bağlı olarak cezalandırılmaktadır.25 3- İnfaz Uygulamaları Açısından Türk Ceza Kanunu’nun 54. madde ile,11-15 yaş arası çocukların cocuk ıslah evinde, 55. madde ise 15-18 yaş arası küçüklerin çocuk cezaevlerinde cezalarını çekeceklerini hükme bağlamıştır. Bu böyle olmakla birlikte adli sistemimizdeki aksaklıklar oldukça uzun süren bir yargılama sürecinde bu küçüklerin nerede muhafaza edilecekleri önem taşımaktadır. Türkiye’de suç işleyen çocuğun ilk karşılaştığı ve tutuklama aşamasına kadar sık sık birlikte olduğu resmi görevli çocuğun yaşadığı yerleşme birimine göre- kentte polis, kırsal yörede jandarma olmaktadır. Polis ve jandarma, suç haberini alır almaz suç işleyen çocuğun kimliğini saptar ve daha sonra hazırlık soruşturmasına temel olan ifadeleri alır. Suçu işlediğinde11-15 yaş arasındaki çocukların suçun anlamı ve sonuçlarını kavrayabilme yönünden “bedeni, ruhi ve akli” durumlarını uzman kişilerce saptanması işi de “Cumhuriyet Savcısının isteği doğrultusunda-polis ve jandarma tarafından yürütülür. Hazırlık soruşturması sonunda cumhuriyet savcılığı kamu davası açılmasına gerek görmediği takdirde takipsizlik kararı verir. Kamu davası açıldığı takdirde çocuk, işlediği suçun türüne göre, tutuklu ya da tutuksuz olarak yargılanma süreci içine girer. Çocuk, işlediği suçun türüne göre, tutuklu ya da tutuksuz olarak yargılanır. Tutuklanan çocuklar bulunduğu ilin veya ilçenin cezaevine, yetişkin tutuklu ya da hükümlülerle bir araya, eğer varsa o ceza evindeki çocuk kovuşuna yerleştirilir. Bu uygulamanın, Türkiye’de çocuklara ilişkin islah sisteminde, suçlu çocuğun yeniden toplumsallaşmasını olumsuz yönden faktörlerin en başında geldiği söylenebilir. Uygulamanın en çok eleştirilen yanlarından biri, bu yolla tutuklu ve hükümlü çocukların yetişkin suçlularla ilişki kurabilmesine olanak tanınmış olmasıdır. Araştırmalar, cezaevlerindeki tutuklu ve hükümlü çocukların en az yarısının, ayrı bir koğuş olmadığından gece gündüz yetişkinlerle bir arada bulunduklarını, diğer yarısının ise çocuk koğuşunda kaldıkları halde, koğuşlarda, bahçede, iş yerinde, görüş sırasında, kantinde ya da her hangi bir sosyal etkinlikte yetişkinlerle karşılıklı görüştüklerini göstermektedir26. Her ne kadar çocukların bir bölümü (%21-8) yetişkin hükümlülerden cezaevi kurallarını öğrendiklerini ve onlardan maddi-moral yardım aldıklarını belirtmekte ise de, %12.3 oranında bir çocuk gurubunun “ yetişkin mahkümların kendilerine kötü gözle baktıklarını ve onları cinsel ilişkide bulunmaya zorladıkları” açıkça bildirmeleri, çocukların yetişkin suçluların bulunduğu ceza evlerinde yerleştirilmesinin ne ölçüde sakıncalı olduğu verilerle desteklenmektedir. Cezaevi infaz ve koruma memurlarına göre, yetişkin hükümlüler çocukları sadece cinsel alanda istismar etmekle kalmayıp, onları başka suçlar işlemek üzere hazırlamakta, siyasi yönden kendi tarafına çekmekte, sigara v.b. gibi kötü alışkanlıklar edinmelerinde etkili olmakta ve görevlilere karşı kışkırtmaktadırlar. Suçlu çocukların cezaevlerine yerleştirme uygulamasının bir diğer sakıncalı yanı cezaevlerinde çocuklar için ayrı bir tretman proğramının olmayışı ve çocuk tutuklu ve hükümlülerin yetişkinlerle aynı işlemlere tabi tutulmasıdır. Örneğin, çocuklar cezaevlerinden mahkemelere kelepçeli olarak götürülmektedir. Tutuklu çocukların çoğunluğu 21-50 gün arasında ilk mahkemelerine çıkmaktadır. İkinci ve üçüncü duruşma arasındaki süre de gözönüne alındığında, yargılama süresinin en az altı ayı bulduğu, sonuç olarak çocukların en az bu süre kadar cezaevlerinde tutuklu kaldıkları anlaşılmaktadır. Bu kurumlarda, tüm tutuklu ve hükümlülerin yaş ve eğitim düzeyine bakılmaksızın katıldıkları sosyoloji, psikoloji, tarih, türkçe ve sanat tarihi gibi derslerin dışında, çocukların yeniden toplumsallaşması amacına yönelik, sistemli bir rehabilitasyon programından söz etmek mümkün değildir. Genellikle cezaevinin temizlik, bakım ve onarım işlerinde çalışarak, bazı spor etkinliklerine katılarak ve televizyon seyrederek günlerini geçiren bu çocuklar, kapalı cezaevi ortamında sıkı bir kontrol altında yaşamalarına karşın profesyonel bakım ve yardımdan yoksun oldukları için bir anlamda “gözden ırak” düşmekte, gerek kendi aralarında, gerekse infaz ve koruma memurları ve yetişkin suçlularla kurdukları yetersiz- olumsuz ilişki sisteminin zararlı etkilerine sürekli açık bulunmaktadırlar. Sonuç olarak, cezaevinde geçirilen bu dönem, çocuğun kendisine saygısının iyice azaldığı, ailesiyle ilişkisinin bozulduğu, yeni suçlar için “eğitildiği” ve topluma karşı düşmanlık duygularının pekiştiği bir süreç haline dönüşmektedir. Çocuk mahkemelerine ilişkin yasanın 37. maddesi, çocuk tutukluların “küçüklere mahsusu cezaevlerine konulacaklarını” ancak, “küçüklere mahsus cezaevlerine bulunmayan yerlerde büyüklere ait cezaevleri ayrı kesimlerinede bulundurulacaklarını” hükme bağlamıştır. Böylece, çocuk mahkemeleri yasası da “ çocuk tutukevleri” konusunda bugünkü uygulamayı değiştirmeye yönelik açık ve kesin bir yenilik ortaya koyamamıştır. Ancak, 2253 sayılı çocuk mahkemeleri yasasının 3412 sayılı ve 1988 tarihli yasayla değiştirilen 19. md. gereği “... aşağı haddi 3 yılı aşmayan hürriyeti bağlayıcı cezayı mültezim fiillerden dolayı, kovuşturma ve yargılama safhasında küçükler hakkında tutuklama kararı verilemez” hükmü getirilmiştir. Böylece yasa koyucu, bir gurup çocuğu cezaevlerinin olumsuz etkilerinden korumak istemiştir. Bu, tutuklanarak cezaevine konulacak çocukların sayısını azaltacağı için yerinde bir değişiklik olmuştur. Çocuk içinde yaşadığı toplumdan kopmadan, evinden, okulundan ya da işyerinden uzaklaşmaksızın, kovuşturma ve yargılama aşamalarını geçirerek, hüküm giydiği taktirde çocuk ıslah kurumuna doğrudan gelecektir. Ancak, öyle çocuklar vardır ki, aileleri tarafından ihmal ve istismar edildiği ya da aile parçalandığı ve tek başına kaldıkları için suç işlemişlerdir ve tutuksuz olarak yargılanırken onları suça yönelten bu koşullar sürecektir. Bu durumda olan çocuklara, çocuk mahkemeleri yasası çerçevesinde, korumaya muhtaç çocuk olarak değerlendirmesi ve gereken önlemler alındıktan sonra, tutuksuz olarak yargılanmaları uygun olacaktır. Bugünkü Türk hukuk sisteminde suçlu çocukların çocuk mahkemeleri yasası çerçevesinde yargılamaları zorunludur. Yasada yargılama ve hüküm verme aşamasının en can alıcı noktası ise, çocuk hakkında bir “psiko-sosyal inceleme raporu”nun hazırlanması gereğidir. Çocuk mahkemeleri yasasının 2252 sayılı ve 1981 tarihli yasayla değiştirilmiş 20. nmaddesi uyarınca, ceza ve tedbirlerin uygulanmasından önce “... küçüğün işlediği suçun anlam ve sonuçlarını kavrayabilme yönünden bedeni, akli ve ruhi durumu uzman kimselere tesbit ettirilir” ve “.. gerekirse küçüğün aile, terbiye, okul durumu, gidişatı, içinde yetiştiği ve bulunduğu şartlar veya bunlar gibi gerekli görünen sair hususlar”, çocuk mahkemelerinde görevlendirilmiş sosyal hizmet uzmanı, pedegok, psikolog veya psikyatristler tarafından araştırılır. Bu araştırmanın bir rapor biçiminde sonuçlandırılması gereği, yasanın işlerliğini sağlamak üzere hazırlanmış 1982 tarihli Çocuk Mahkemeleri kanununa ilişkin yönetmelik “inceleme raporu” tanımı olarak, “sosyal hizmet uzmanı, sosyal hizmet uzmanı yardımcısı, pedegok, psikolog ve psikyatr ... ayrı ayrı yapacakları inceleme ve sosyal araştırma sonucunda elde edecekleri verilere dayanarak birlikte hazırlayacakları ve ... küçüklerin psikolojik özelliklerini, içinde bulundukları çevre şartlarını ve uygulanması gereken tedbirlere ilişkin önerileri kapsayan belgeyi” ifade etmektedir. Yargılama aşamasının sonunda hüküm giyen ve hürriyeti bağlayıcı ceza alan çocuklar, Türkiye’de bulunan dört çocuk islah kurumundan birine gönderilir Şimdiki durumda tutuksuz olarak yargılanıp doğrudan çocuk ıslah kurumuna gelen çocuk hükümlülerin oranı çok düşüktür. Bunun yanında tutuklu olarak yargılanarak hüküm giyen çocukların bir gurubu da, ceza süresinin kısalığı, ıslah evlerinin az sayıda oluşu ve kapasitelerinin sınırlılığı gibi nedenlerle ıslahevlerine gönderilmeyerek ceza evlerinde bırakılmaktadır. Devlet İstatistik Enstitüsünün verilerine göre, 1980-1985 yılları arasında cezaevlerine giren 11-18 yaş arası çocukların sayısı 1267 iken, çocuk ıslah kurumlarına kabul edilen hükümlü çocuk sayısı 4485’te kalmıştır (Türkiye İstatistik Yıllığı 1987:137). Çocuk suçluluğunun en aza indirgenmesi için gerekli sistem modellerinin oluşturulması politika ve stratejilerinin belirlenmesi, ölçümlenmesinin doğru yapılmasına bağlıdır. Dolayısıyla ölçümleme, sorunun tedavisine direkt yardımcı olacak teşhisin konması açısından oldukça önem arzetmektedir.
Çocuk suçluluğunun ölçümlenmesinde suç-çevre, suçluluk trendi, suç-yaş
ve suç- eğitim gibi kombinasyonların analiz ve ilişkileri, belirleyici
faktörlerdir.
KAYNAKLAR :
1 1980-1992 yılları arasında Türkiye'de çocuk suçluluğu ve istatistikleri konusunda bkz. Yücel s.155-177. Suç tipleri açısından mala karşı işlenen suçlar %34,6, cinsel suçlar %26,7, diğer suçlar %23,7 ve adam öldürme %15,1 biçiminde sıralanmaktadır. Ayrıca, bu istatistik verilerden nüfus artışı ile, öğretim durumu ve zeka sevyesindeki düşüklükle, suçlu çocuk yaşının büyümesi ve suç arasında olumlu bir korelasyon olduğunu görmekteyiz.BİBLİYOGRAFYA UNICEF, 1990 Çocuk Politikası Ulusal Kongresi raporu 1989. |