![]() |
|||||
|
Her zaman fail "kişisel" olarak sorumludur "cana verilen zarar"
dan.
Roma Hukukunda giderimlerin, tazminat içeren ceza davaları ile sağlanmaya
çalışıldığı görülür. "Cana verilen" zararlarda "şahsi öç"
ilkesi temeldir. Ancak kişiler anlaşarak (practum) şahsi öç yerine bir
miktar para belirleyebilirlerse ceza davası ortadan kalkar.
İslam öncesi Arap toplumunda, kan dökmenin karşılığı olarak ödenen bir bedel vardır, "diyet". İslam Hukuku'nda da "kısas" kurumunu görürüz. "Kasdi" fiiller ile beden bütünlüğünün bozulması yada öldürme halinde "kısas" esastır. Ancak "kısas'ın olamayacağı" kan bağı gibi sınırlı hallerde "diyet" söz konusu olur. "Hafif ihmal" durumunda ise "kısas" mutlak değildir, artık "diyet"ten söz edilir. "DİYET" bir "can borcu" dur; kısas olanaksız ise ölenin akrabalarına yada yaralanana, temelde "mal olarak" verilen "bedel" dir. "Diyeti'i kamile" yada "diyet'i mugallaza" (ağırlaştırılmış diyet) türleri olan bu giderim biçimi, şeriat kuralları ile yönetilen Müslüman ülkelerde halen de uygulanmaktadır. (Prof. Dr.Coşkun Üçok-Prof. Dr.Ahmet Mumcu) İslam Hukuku'nda Yaralama halleri ayrıntılı kurallar biçimin de düzenlenmiştir. İLKE, yaralanmayla BEDENİ BÜTÜNLÜĞÜ BOZULAN kişinin "KÖLE VARSAYILMASI" dır. KİŞİ, YARALANMA'DAN ÖNCE KÖLE OLARAK KÖLE PAZARINDA KAÇ AKÇA (yada dinar) EDECEK İDİYSE ve ARAZLI HALİ İLE KAÇ AKÇA EDİYOR İSE, İKİSİ ARASINDAKİ KÖLE DEĞER FARKI "DİYET" olarak ödenir. Kadının diyeti erkeğin yarısı kadardır. Erkeğin bilinen "KURAL" diyeti ise 35 adet D E V E' dir. Kadınlar ile çocuklar diyet ödemez. Çağdaş hukukta bedensel zararların gideriminin ulaştığı nitelik farklı. Kişinin bedensel (pisişik ve fiziki) bütünlüğünü her şeyden değerli görülür. Onun korunarak geliştirmek için toplumsal işbölümünü zorunlu kılınır. Beden, insan için sadece fiziki olarak iş üreten, "enerjiyi işe dönüştürme aracı" değildir. İşin gerektirdiği enerjinin yüz binde birini dahi harcamadan; kimi hallerde sadece "seslenme" ile enerji ve iş üretir. İnsan bedeni;çağdaş bilim ve teknolojinin ulaştığı bu düzeyde artık fiziksel (hayvani) bütünlüğün ötesinde bir nitelik kazanmıştır. "Dil"i bile insan için sadece konuşma aracı değil, enerji ve iş üretme aracıdır. Ancak Türk Hukuku bu gelişmeyi yakalayabilmiş değil. Hatta eskiye yönelen eğilimlerin ağır bastığı görüldü son yıllarda. Bedeni bütünlüğün tamamen yada kısmen bozulduğu (ölüm-yaralama) hallerinde kişilerin zararlarının "fiziksel bütünlükteki fiziki-hayvani eksilme" ile denkleştirilmesi anlayışına yoğun bir yöneliş var. "Tazminat" konusunda yapılan iki önemli toplantıda bu eğilim çarpıcı bir biçimde dile getirildi ve yargı kararlarında da haylice yankı buldu. Sempozyum'a Prof. Dr. Tahir Çağa tarafından sunulan ve bir süredir onun tarafından savunulur olduğunu bildiğim, kendileri ile birlikte Prof. Dr. A. M. Gökçen ve Prof. Dr. T. Güran'ın hazırladıkları görünen tebliğe göre; "BORÇLAR KANUNUMUZUN 45. MADDESİNE GÖRE ÖLÜM HALİNDE (..) TAZMİNAT TALEP EDEN DAVACI ....YOKSUN KALACAĞI İRADIN TAZMİNİNİ talep etmektedir. (..) BU, CİSMANI ZARARA MARUZ KALANIN ÇALIŞMA GÜCÜNÜ KAYIP DERECESİ İLE GELİR DURUMUNA, ÖLÜM HALİNDE ...BUNDAN YOKSUN KALANA YARDIM İÇİN AYRILABİLECEK MİKTARA BAĞLIDIR."
Nitekim tebliğde başkaca bölümlerde
Nitekim bu görüşe bağlı olarak Yargıtay 9. Hukuk Dairesi "faize başlangıç
tarihi" konusundaki görüşünü değiştirirken yaptığı değerlendirmeyle; "...
bu tür zararlar olayın vukuu ile birden doğmamakta ve fakat olaydan
itibaren işleyecek süre içinde tecriden gerçekleşecek gelirden mahrum
kalınması itibarıyla belirli aralıklarla oluşmaktadır" İçtihadında
bulundu. (Yargıtay Hukuk Genel Kurulu bu görüşü faize başlangıç tarihi
yönünden uygun görmedi.)
Borçlar Yasası'ndaki düzenleme ile ulaşılan çağdaş hukukta, kişinin beden bütünlüğünün bozulması veya sona erdirilmesi hallerinde giderilmek istenen zarar "GELİR KAYBI" değil." Gelecekte desteğin gelirinden yoksun kalınacağı" yada "daha fazla efor harcanarak gelir elde edileceği" anlayışları da yetersiz ve çarpıtıcı. Çünkü tazmin ettirilen şey, rant kaybı değil; "CAN BEDELİ-ORGAN BEDELİ" yada "KAN BEDELİ". GÖZ'e GÖZ',DİŞ'e DİŞ yada "KISAS" kuralları toplumsal gelişmeye bağlı olarak "İNSANİLEŞTİRİLMİŞ"; yiten can yada giden kan yerine "hak sahibi" görülenlere "bedelleri" ödenmesi yolu seçilmiştir Bunlar benim sübjektif değerlendirmen değil. Aşağıda objektif hukuk normları ile de bunu açıklayacağım. Ancak kişinin işgücünü yitirmesi, gelir elde etmesinde daha fazla efor harcamasını gerektireceği, desteğin gelirinden yoksun kalınacağı tespitleri de doğru. Bunlar "can bedeli" yada "kan bedeli" olarak verilmesine karar verilecek paranın "HESAPLANMASI İÇİN" gerekli ve önemli unsurlar. İnsan vücudunun en önemli özelliği, yaşamın sürdürülmesi için gerekli çabayı göstererek "irad" elde edebîlmesi. Ama bu işlev, bir inşaat işçisi gibi kol gücü, bir mimar gibi tasarım gücü, bir bilgisayar mühendisi gibi beyinsel faaliyet, yada banker-borsacı gibi para alım satım yoğunluklu işlevle yerine getirilir. İşte vücudun belirli organlarının belirli işlerdeki işlevsel yoğunluğu nedeni iledirki S.S. Sağlık işlemleri Tüzüğü ile aynı organın, (örneğin bir parmağın) kaybı farklı oranlarda işgücü kaybı miktarı gerektirir. "Bir devlet başkanının gözünün yayladaki çobanın gözünden insani değer (..) bakımından aslı farklı değildir" anlayışı, mevcut bu "NORMATİF DÜZENLEME" bakımından katılamayacak bir anlayış. Gerçekten de bütün unsurları ile insanlar "fizik" olarak "eşittirler",olmalıdırlar. Ancak dünyanın bilinenden beri süregelen toplumsal yaşam düzeni içerisinde insanlar hiçbir zaman birbirlerine eşit olamamışlardır. Yaşama olanakları, babalarından taşıdıkları kültürel genler onları farklı kılmıştır hep. "İnsanlığın özlem ve çabası" her zaman, bu toplumsal eşitsizliği giderme, en azından bütün insanların eşit olanaklardan yararlanabilme koşullarına kavuşmalarını sağlama yönündedir. İşte "EŞİTSİZLİK" temelinde kurulu bulunan "normatif" düzenlemeler de bu dengeyi koruyucu nitelikte olmuştur. Ülkemizde beden bütünlüğünün bozulması (maluliyet) derecesini belirlemenin BİRİCİK normatif düzenlemesi olan Sosyal Sigorta Sağlık İşlemleri Tüzüğü. Buna göre el, kol yada ayak, vücut derisi, burun, saç ve yüz estetiğini de farklı iş ve meslek grupları bakımından FARKLI DERECELERDE MALULİYET TESPİTİNİ GEREKTİREN hükümler taşır. Hatta bu eşitsizlik Erkek-Kadın ayırımında bile ayrıca var. İnsanların eşit olması, "insan olan" her bireyin özlemi. Hele hele insanlar "insan olma nedeni ile sahip oldukları yaşama haklarını" bile kullanamıyor, birileri "cennette imişçesine" beslenebiliyorken birileriyse "açlıktan ölebiliyor" ise nerede "insanların eşitliği"?. Hukuk sistemiz de böyle; EŞİTSİZLER arasındaki EŞİTSİZLİĞİ KORUYUCU. Hiç bir davada, hele hele kişilik haklarına saldırı hallerin de "TARAFLARIN EKONOMİK VE SOSYAL DURUMLARI" kolluk kuvvetlerine araştırıltmadan hüküm kuruluyor mu ? Yada aynı sözle hakarete uğramış BİR ÇOBAN İLE BİR DEVLET BAŞKANI'na aynı miktarda tazminat verildiği görüldü mü ? İşte "eşit gruplar" bakımından beden bütünlüğü bozulması derecelerini belirlemede kullandığımız ANILI TÜZÜK de, kesinlikle zararlandırıcı olay ile yiten yada arızalanan organ nedeniyle İŞGÜCÜ YOKSUNLUĞU DERECESİ yada MALULİYET derecesini; "DAHA FAZLA EFOR GEREKTİRECEĞİ İÇİN öngörmüyor. Yada, en azından bu maluliyet dereceleri aynı işi yapabilmek için belirlenecek oranda "İŞGÜCÜNDEN YOKSUN KALMAYI GEREKTİREN" ölçütler değil.
Uygulamada karşılaştığımız anlatımları ile YÜZDE esaslı BÜYÜK MALÜLİYET'ler
gerektiren bir çok hal ise FAZLA EFOR'U HİÇ GEREKTİRMEZ. Örnekler
mi ?
Örnekler çarpıcı değil mi ? Köylü çocuğuyum ben; öküzümüzü daha verimli çalıştırmak için testislerini "kırdırırdık". Bilebildiğim kadarı ile "testislerin olmaması", en azından "hayvani-fiziki" çalışma gücünü azaltmaz. Enerjisini cinsellikte kullanmayan kişi daha az efor harcayarak iş yapar. Oysa o organların bir "insan" için önemli olmaları ölçüsünde maluliyet derecelerini saptandığını görürüz. Penis ve testislerin erkek; overlerin kadın için İNSAN OLARAK ÖNEMLERİNİN BÜYÜKLÜĞÜNÜ saymaya kalkışmak yanlış olmaz mı? O zaman, örneğin "burnunu" yitiren bir kişiye, yada yukarıda örneklediğim olaylar gibi olaylarda, neden bunca maluliyet derecesi belirleriz. Neden onlara beden bütünlüklerinin böylesine bozulduğu hallerde örneğin iki testisini yada burnunu yitirmiş ise "%45 daha fazla efor harcayarak gelir elde edecektir" diye tazminat verdiririz. Beden bütünlüğü bozulan "insan"a; yiten organı yada beden parçasını yerine koyamadığımız içindir ki onun yokluğunu parayla tatmin etmeye uğraşırız. Tazminat (giderim) olarak kendisine ödettirdiğiğimiz şey, onun "YİTEN BU CANI'NIN BEDELİ"dir. Bu, biraz da insanlık kültürünün gelişmesinin bir doğal sonucudur. Ödettirilen tazminatın "fail" bakımından bir "ceza" niteliği de vardır. Cezalandırma "kişisel hak" olduğu için, yada "kısas" bedeni zarara uğrayan kendini tatmin ettiği için de "tazminat" adlı "para cezası" da bedeni bütünlüğü bozulanı tatmin edici olacaktır. Bütün ilahi dinler beden bütünlüğü bozulan insana, onun bedeni bütünlüğünü bozanın, bedeni bütünlüğünü bozma hakkını (kısas gibi) verir. Gelişen insanlık kültürü ise "fizik olarak insana" verdiği önem ile bedeninin bütünlüğünü her koşulda korumayı gözetmekte. Kendi bedeni bütünlüğünü bozanın bedeni bütünlüğünü bozma hakkı, (kısas) "insana" bir şey kazandırmayacaktır. Dinler ile kendisine tanınan bu hak, "toplumsal uzlaşma" kurallarıyla çağdaşlaştırılarak "para-mal isteme" hakkı olarak değiştirilmiştir. Eski kuralı uygulayan "kamu tarafından" cezalandırılır da.
Bu değişim de "çağdaş biçimde" olmuştur. Çağ, bir yandan da "eşitsizlik"
çok parası olanın, "fazla irat elde edenin" daha güçlü olduğu bir çağdır.
O zaman her insanın vücut bütünlüğü, vucudunun her bir parçası, "elde etmekte
olduğu irad" ölçüsünde değerlidir. (Bu benim değil, sistemin mantığı aşağıda
açıklayacağım).
Hepsi de insan olmalarına, bedenlerini gelir elde etmede kullanmalarına karşın aynı işi yapan işçilerin aynı parmakları dahi ücretlerindeki orana göre daha az yada çok değerdedir. İşte bu nedenledir ki aynı organlarını yitiren kişilerin "maluliyet dereceleri" yaptıkları işe göre de farklıdır. Değil ki eşitlik, denklik bile izafîdir. Yiten beden yada parçası, o beden tam iken elde edilen gelire göre kuruşlandırılır. Belki "benzetme" tamamen uyumlu olmayacak ama bunun gibi bir "değer belirleme" biçimi de kamulaştırma davalarımızda görülür. Kamulaştırılan "yer" tarım arazisi ise ondan elde edilen ürünlere göre "net yıllık geliri" belirlenir önce. Belirlenen bu miktar "binde üç-beşyedi" gibi oranlardaki kapitilizasyon faizi oranları esas alınarak (net gelir belirlenen orana bölünüp) "yerin değeri" bulunur. O yer, "kişinin iradesi olmadan" (kamu adına da olsa) elinden alınmıştır. Onun için bu yer "ziyan"olduğundan "değeri" ödenir öyle ise öncelikle kabul edilmesi gereken şey şudur. TAZMİNAT OLARAK ÖDETTİĞİMİZ ŞEY, onu yitiren insanın yiten ve yerine konulamayan beden parçasının "EDERİ'dir". Kişinin elde etmekte olduğu "GELİR" bu "EDERİ" saptar iken hesap unsurlarımızdan sadece biridir. Kazalının zararlandırıcı olaydan sonra da aynı geliri elde etmeye devam etmesini "maluliyeti oranında daha fazla efor harcayarak bu geliri elde edeceği" nitelemesi "tazminat" taktiri için yetersiz. Bu sadece sonucun bir bölümünü içeren bir değerlendirme. Tazminat hesabına dayanak olmaması gereken bir ölçüt. Çünkü bu tür tazminatın niteliği; (eskiden "cismani zarar tazminatı" yada "beden bütünlüğü bozulması zararı" olarak da adlandırılırdı) BEDENİ KAYIP karşılığı olduğudur. Zararlandırıcı olay sonucu bozulan beden bütünlüğü ile yitirilen şey, güç kaynağı kaybı, bedensel gücü işe çevirmede etken organlardan biri olabilir. Fakat "ZAYİ OLAN" bu organ İŞGÜCÜ KAYBINA NEDEN OLMAYABİLİR de. Beden bütünlüğü bozulan kişinin zararını, bedeni bütünlüğünün bozulduğu ölçüde "gelir kaybı" ile denkleştirmemek gerekir. Böylesi zarar kavramı çok dar. Zararın bir parçası, asıl zararı "tespit ve tayin etmede" unsurlarından sadece biridir gelir kaybı. Bu hallerde "haksız fiilin doğrudan yöneldiği nesne beden." "Beden tamlığında yapılan YAPILAN TAHRİBAT" doğrudan zararı oluşturur. Bu tahribatın beden sahibi veya kişi için oluşturduğu olumsuz sonuçlar ise DOLAYLI ZARAR'ı. (TEKİNAY- Borçlar Hukuku sh-759-762) Örneğin bir iş kazasında gözünün biri kör olan bir işçinin zararı (yok olan, işlev yapmaktan yoksun kalan) bir organıdır. Zayi olan şey ise GÖZÜDÜR. Ama gözü yiten beden için doğacak olumsuz sonuçlardan biri de "gelir kaybı" olur. Hukuk Genel Kurulu'nun tamamen katılmadığım bir kararındaki niteleme ile kazalı, "eski gelirini elde etse bile onu " DAHA FAZLA EFOR HARCAMA" suretiyle elde edecektir. İşte bu Tekinay Hocamızın tanımlaması ile gelir kaybı kazalının "dolaylı zararı" dır. Esas, temel zararı ise ; G Ö Z K A Y B I D I R. (ZİYANID I R) Fiziki ve sosyal gerçekleşmede, ÖLÜM İLE İNSAN BEDENİNİN HİÇ BİR ŞEYE YARAMAYACAK HALE GELEREK Z İ Y A N O L M A S I " yanında "o insan bedeninin doğal işlev olarak elde ettiği gelir" den pay (yardım) alan kişilerin bu yardımlarını artık a l a m a m a s ı da bir fiziki ve ekonomik gerçek olarak ortaya çıkar. Ama "destek verenin" verdiği destek, sadece gelirinden ayırdığı pay değildir. Örneğin bir kadının eşi sadece ona para getiren bir kaynak değildir. Yaşamını bağladığı kişi,aile bütünlüğünün bir yarısı, en küçük nüvenin dışa karşı temsilcisi, birleştirici, koruyucu yönlendiricidir. Anadolunun kültürel deyişi ile "gölgesine sığınılan ulu çınar aç kurtlardan korur kale burcu"dur koca. Nitekim hiçbir aile eşi ölen kızının yalnız yaşamasını kabul edemez veya evine alır yada annesi onun yuvasına taşınır. Yitirilen eş kadın ise "yarattığı boşluk" daha büyük olur. "Yuvayı yuva yapan", yoktur artık. Bağnaz Arap kültürünün etkisi ile komşuları bile "dul" komşuyu "güvenilmez" görmeye başlar. Arkadaşları evine "bir çay içmeye dahi" gidemez olur. Evlat bakımından da ana ve babanın yitirilmesi "yaşamında doldurulmayacak bir boşluk" yaratır. "Üvey"ini edinse dahi "YETİMDİR" o artık. Kız ise anasız babasız büyüyeni "gelin" edilmek istenmez, oğlan ise kız verilmez. Bundan da öte yitirdikleri "karın, kışın fırtınaların gazabını" atlatmış, "feleğin çarkından geçmiş" çınarlardır. Arkadaş ve dost çevreleri, yaşam deneyimleri, toplumsal yapıda üstlendikleri işlev, kazandıkları saygınlık YAVRULARA EN BÜYÜK DESTEKTİR. İş yaşamına geçtiğinde sağ olan bir yargıcın , doktorun, mühendisin, tüccarın, esnafın yada bir fabrikatörün çocuğunun iş ve meslek edinmede karşılaşacağı kolaylık, başarı ve diğer olanaklar baba öldüğünde OLAMAZ ARTIK. Yani destek ana veya baba öldüğünde "ekonomik ve sosyal gelecekte"de kaybı oluşur.
İşte BEDENİN ÖLÜMÜ İLE ZİYAN OLAN DA BU DESTEKTİR. Bu nedenle de desteği
sadece "desteğin gelirinden alınabilecek pay" olarak değerlendirmek onun
kaybının en önemli kısmını gözardı etmek olur. Gelir ve ondan ayrılacak
pay, sadece yiten canın, onu yitiren insanlar için değerini hesaplada unsurlardan
biridir. Giderilecek şey, ödettirilecek tazminat, "ÖLÜM OLAYI MEYDANA GELMESEYDİ
HAK SAHİBİ NE DURUMDA BULUNACAK İDİYSE O DURUMUN GERÇEKLEŞMESİNİ
SAĞLAMAKTIR." (9. Hukuk Da. Bşk. Aydın Bey'den)
Ancak "insanın fiziki ve psişik" bütünlüğüne yönelen eylemler hakkındaki düzenlemeyi içeren 45-46 ve 49 maddeler ile ise "tazmin" edilecek şeyin "ZARAR VE ZİYAN" olduğu vurgulanmıştır.
ZARAR,genel anlamda; "MAL VARLIĞINDA MEYDANA GELEN AZALMAYI ifade
eder" yada "MAL VARLIĞININ ZARAR VERİCİ OLAYDAN SONRAKİ DURUMU İLE BU OLAY
MEYDANA GELMEMİŞ OLSA İDİ MEVCUT OLACAK DURUM ARASINDA para ile değerlendirilebilecek
FARK"tır. (Y.4.HD.3.12.1982 gün 7190 Esas 11367 Karar s. karar ve karşı
oydan)
İNSANIN BEDENİ, "MAL" yada META değildir. Kişilik hakları da öyle. Beden
insanın "mal varlığı edinmesinde" temel değerdir,unsurdur. Onun içinde
BK 45-46 ve 49. maddelerinde; "özel hal" olarak, ona yönelmiş haksız fiillerin
varlığında ilgililer;
Kanımca hukumuzda "TAZMİNAT DAVALARI"nın hukuka uygun bir biçimde sonuçlandırılması için temel olarak bu kavramlarda anlayış birliği TEMEL KOŞULDUR. Halkımızın "camiin minaresinde bulgur dövmeye kalkışmak" misali gibi hesap unsurlarından birini,"elde edilecek iradın sermayeleştirilmesi" gibi tanımlamalar ile "iradı" "YİTEN BEDEN PARÇASININ YERİNE KOYMAYA KALKIŞMAK" doğru olmaz; ürkütür. Sonuçları da geriye dönüştür;"DİYET"e dönüşü getiricidir.
GEÇMİŞİN ARABİSTAN'INDA "TİCARET KERVANLARINA KATILARAK İRAT GETİREN "
" D E V E " nin yerine "SERMAYE OLARAK YATIRILIP TAKSİT TAKSİT
OLARAK ÖDENEREK ELDE KALAN BAKİYENİN FAİZ GELİRİ GETİRECEĞİ FAİZLERİNİN
SERMAYEYE EKLENEREK
Öyle ise uğranılan zarar sonucu beden bütünlüğünün bozulması hallerinde;
kişinin bedeni bütünlüğünün bozulmuş haliyle de eski gelirini aynı miktarda
alması, almaya devam etmesi olgusu, tartışılmaz gerçek olsa bile, bu gözetilmeden,
zararlandırıcı olayın yarattığı bedeni kayıp nedeniyle, beden kaybın giderimi
düşünülmelidir. Bu da gerek pozitif bir hukuk normuna dayanması, gerek
ise "gücün" somuta dönüşümü olarak "işgücü kaybı" olmakla bunun değerlendirilmesi
hesapta gözetilerek tazmin hükmü kurulmalıdır. Bu anlamda da artık kazalının,
kazadan sonraki dönemde, önceki dönem gelirini elde edebilmesi için "DAHA
FAZLA EFOR HARCAMASI GEREKTİĞİ" saptamasının önemi yoktur.
Avukat |