![]() |
|||||
|
Çağdas Evrim ERGÜN |
GİRİŞ : "
NATO’nun hedefi artık ‘en kötü’yü önlemek değil, Avrupa-Atlantik bölgesi
için yeni bir güvenlik mimarisinin sağlanması suretiyle, ‘en iyi’yi gerçekleştirmek
olacaktır.1 "
Geride bıraktığımız on yıl, Berlin duvarının yıkılması, Sovyetler Birliği’nin dağılması ile yeni bağımsız devletlerin ortaya çıkması ve doğu ile batı arasındaki askeri, siyasi ve ideolojik alanlardaki çekişmelerin yaşandığı ‘soğuk savaş dönemi’nin son bulması gibi konjonktürel dengelerdeki önemli değişikliklere sahne olmuştur. NATO’nun tüm bu değişim sürecinde, koşulları hazırlamak suretiyle oynamış olduğu önemli rol gözardı edilemez. Sözkonusu koşulların hazırlanmasında NATO’nun benimsediği temel ilkeler, Kuzey Atlantik İttifakı’na üye ülkelerin güvenliklerini ve bağımsızlıklarını korumaya yönelik olarak, Avrupa’daki stratejik dengelerin oluşturulması, demokratik kurumların tesis edilmesi ve doğu ile batı arasındaki ilişkilerde istikrarın sağlanması olmuştur. Bu çalışmanın amacı, NATO’nun yeniden yapılanma sürecini ve yeni Avrupa güvenlik mimarisini incelemek suretiyle, ittifakın 21. Yüzyılda oynayacağı rolü ve dünya barışına katkılarını ele almaktır. Bu amaç doğrultusunda konuyu şu plan çerçevesinde irdeleyeceğiz: Konuyu bu şekilde irdelemek suretiyle cevaplandırmaya çalışacağımız sorunsalları şu başlıklar halinde sıralayabiliriz : -1989
sonrası konjonktürel yapıdaki değişimler, Birleşmiş Milletler Güvenlik
Konseyi’nin üstlenmesi gereken ‘Uluslararası Jandarma’ misyonun NATO’ya
devredilmesi sürecini mi başlatmıştır ?
-NATO’nun genişleme stratejisi tek yönlü olarak A.B.D.’nin istekleri doğrultusunda mı şekillenmektedir ? -NATO-Rusya yakınlaşmaları, Fransa’nın ‘Otonom Avrupa’ politikasına mı yoksa A.B.D.’nin ‘eski kıta üstünde hegemeonya sağlama’ düşüncesine mi katkıda bulunmaktadır ?
-Post-Modern Çağ’da NATO’nun rolü ne olacaktır ?
NATO, Doğu Blokundan gelecek olası saldırılara karşı batılı devletlerin, güvenliklerini sağlamak amacıyla oluşturdukları bir ittifak olmasına rağmen, soğuk savaş dönemi sonrası esen barış rüzgarları ve konjonktürel yapıdaki farklılaşmalar ittifakın bu misyonunda bir takım değişikliklere yol açmıştır. NATO’nun yeni amacı, yalnız belli bir bloktan gelebilecek saldırılara karşı, ittifak üyesi ülkeleri korumak değil, kural olarak Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyince yürütülmesi gereken uluslar arası jandarma misyonunu da üstlenerek, global anlamda tüm dünyada barışın sağlanması olarak değişme eğilimindedir. NATO’nun bu yeni politikasına dayanak teşkil eden ve uluslararası jandarma misyonunu yükleyen unsurlar, ittifakın hukuki veya siyasi statüsündeki bir farklılaşma değil, tamamen konjonktürel yapıdaki değişiklikler olmuştur. Bu unsurları, NATO’nun genişleme stratejisi ve Rusya ile yakınlaşma süreci olarak iki başlık altında inceleyecek ve ardından da ittifakın bu uluslararası jandarma misyonunu yürütmesinde karşılaşacağı engelleri tartışacağız. I.A- NATO’nun genişleme stratejisi ve Yeni NATO konsepti : NATO’nun etkinlik alanının artabilmesinin ilk koşulu, Kuzey Atlantik Antlaşmasının 6. Maddesinde belirtilen "NATO’nun coğrafi çerçevesi" nin genişletilmesidir. Bu madde kapsamında yer alan ‘ittifak üyesi ülkelerin egemenlikleri dahilindeki alanlara yönelik silahlı bir saldırı...’ifadesinden de anlaşılacağı üzere, ittifakın etkinlik alanının arttırılması için üye ülkeleri sayısının da artması gerekmektedir. Her ne kadar, Yeni NATO politikasının gereği olarak, Dünya’nın herhangi bir köşesinde meydana gelen ve üye ülkelerin güvenliğini tehdit eden bir olaya ‘ortak meşru müdafaa hakkı’ gerekçe gösterilerek NATO’nun müdahale etmesinden söz edilebilirse de, gerçek anlamda etkili bir genişleme için ittifaka üye ülkelerin sayısının artması gerektiğine de şüphe yoktur. İşte bu üye ülkelerin çoğalması sürecinde, NATO’nun Doğu ve Orta Avrupa ülkeleriyle olan ilişkilerinde izleyeceği siyaset genişleme stratejisine de yol çizecektir. Zira NATO’nun tüm Dünya’da barışı tesis etme idealine giden yol eski Doğu Bloku ülkeleriyle kurulacak iyi ilişkilerden geçmektedir. Bunun aksine bir politikanın izlenmesi, soğuk savaş dönemi sonrası işlemeye başlayan barış sürecini tersine çevirerek yeniden bloklaşmaların meydana gelmesine zemin hazırlayabilir. I.B- Yeni NATO’nun askeri yapılanması : Yeniden yapılanma süreci, soğuk savaş sonrası yaşanan gelişmelere paralel olarak, askeri gücün azaltılması ve barışı sağlamaya yönelik işbirliklerine hız verilmesi şeklinde kendini göstermektedir. Bu
bölümde, Yeni NATO’nun ‘stratejik kavram’ düşüncesinin gerekleri olan,
yeni askeri yapılanmasını ve Dünya barışına yönelik girişimlerini inceleyecek
ve ardından da Post-Modern Çağ’da NATO’nun rolünün ne olacağını tartışacağız.
Yeni askeri yapılanma çerçevesinde öngörülen bir başka husus da, NATO’nun düzenlemekte olduğu hareketlrde etkililiğin ve insancıllığın birarada yürütülmesidir. Bu unsurların gereği olarak NATO askeri kuvvetleri gerektiğinde diğer uluslar arası kuruluşlarla birlikte hareket ederek, ittifak üyesi olmayan ülkelerde de barışı sağlayacaktır. Bu bağlamda, NATO askeri kuvvetleri ‘Barış için Ortaklık’ta (Partnarship for Peace) da öngörüldüğü üzere, koşulların gerektirdiği askeri hareketlere, ittifaka üye olmayan fakat BİO (PfP) üyesi ülkelerle de işbirliği yaparak katılabilmelidir. Sonuç olarak, NATO’nun 21. Yüzyılda da şekillenmeye devam edeccek olan yeni askeri yapısı, ‘Çok Uluslu Silahlı Kuvvet Grupları’ kavramının doğmasına yol açmıştır. Bu yeni yapı, adından da anlaşılacağı üzere, etkinliğin ve hareketliliğin (mobilité) sağlanmasına imkan verecektir. I.C- POST-MODERN ÇAĞ ve NATO : İncelememizin bu bölümünde, Postmodern Çağ’da NATO’nun rolünün ne olacağını tartışacağız. Konuya siyasi anlamda postmodernizmin ne olduğunu açıklayarak başlamak uygun olacaktır: Modern anlamda devlet düşüncesinin doğuşu, günümüzden 5 yüzyıl öncesine, Makyevelli ve Bodin gibi düşünürlere rastlamaktadır. Zira meşruiyetini tanrıdan veya doğa üstü bir kaynaktan almayıp, kendi kendinin sebebi olan bir devlet düşüncesini 16. Yüzyıla kadar görebilmek mümkün olamamıştı. Başka bir ifadeyle, laik devlet anlayışının doğuşu modern devlet ile çakışmaktaydı. Modernitenin siyasetteki yansımasını, devletin meşruiyetinin kaynağının kendisi olması ve yine devletin egemenliğinin ve iktidarının tanrı kökenlilikten kurtularak bir araya gelmesi olarak ifade edebiliriz. Halen içinde yaşamaktda olduğumuz modern çağın en belirleyici özelliği olan ‘ulus-devlet’ ve ‘gücün kendindenliği’ niteliklerinin değişmesi postmoderniteye geçişin de işareti olacaktır. Siyasi anlamda Postmodern Çağ’da karşılaşılacak olan gücün kendindenliği ilkesindeki değişiklik, bu gücün Tanrı’ya geçmesi olarak ortaya çıkamaz. Zira o takdirde modern öncesi (premodern) ve modern sonrası (postmodern) ayırımını yapmaya, her ikisi de aynı şeyi ifade edeceğinden dolayı gerek kalmazdı. O halde Postmodern Çağın en önemli belirleyicisinin ulus-devlet anlayışında meydana gelecek olan değişiklik olduğunu söyleyebiliriz : Bu değişiklik devletleri birbirinden ayıran sınırların yavaş yavaş ortadan kalkması ve tüm bloklaşmaların yok olması şeklinde kendini gösterecektir : Küreselleşme. Bu türden bir değişimin adımlarının şimdiden atılmış olduğunu gösteren işaretler de yok değildir : Soğuk savaş döneminin sona ermiş ve blokların sınırlarındaki netliğin ortadan kalkıyor olması, Avrupa Birliği üyesi ülkeleri birbirinden ayıran sınırlarının önemini yitiriyor olması, ekonomik anlamda küreselleşmenin daha hızlı biçimde kendini göstermesi ve nihayet NATO’nun tüm Dünya’da barışı ve güvenliği sağlama amacı doğrultusunda yeniden yapılanması ve genişleme stratejisini bu yönde belirlemesi hep sözünü ettiğimiz küreselleşmenin ve dolayısıyla siyasi anlamda Postmodern Çağ’ın da habercileridir. Burada
üzerinde duracağımız konu, NATO gibi 2. Dünya Savaşı sonrası, belirli ülkelerin
çıkarlarını korumaya yönelik kurulmuş bir örgütün tüm Dünya’ya hitap edebilen
bir yapıya kavuşmasının ne oranda mümkün olacağıdır. Daha açık bir ifadeyle,
bilindiği üzere NATO, muhtemel bir Doğu Bloku tehlikesine karşı, batılı
ülkelerin güvenliklerini temin etmek amacıyla oluşturdukları bir örgüttür
ve dolayısıyla ideolojik açıdan birbirlerine yakın olan, A.B.D., Kanada,
Batı Avrupa Devletleri gibi belli bir düşünceyi temsil eden ülkelerden
meydana gelmiştir.
NATO’nun tüm Dünya’yı çatısı altına alması süreci ya Batılı ülkelerin ideolojilerinin diğer ülkelere kabul ettirilmesi yoluyla ya da ideolojilerin uzlaşması ile ideolojiler üstü bir yapılanmanın sağlanması yoluyla gerçekleştirileblir. Ancak bu 2 yoldan hangisinin seçileceği, NATO’nun sürekliliği açısından belirleyici olacaktır. Zira Batılı ülkelerin düşünce yapısının tüm Dünya ülkelerine empoze edilmesi kalıcı bir barış ortamı yaratmayacağı gibi yeni bir Doğu Blokunun gizliden gizliye gelişmesine de zemin hazırlayabilir. Oysa ki, eski Doğu Bloku ülkelerinin bastırılması yerine, geliştirilecek işbirlikleriyle farklı ideolojilerin uzlaştırılması suretiyle NATO^nun onları da kapsar hale getirilmesi kalıcı bir çözüm olacak ve 21. yüzyılda Dünya barışın sağlanmasında önemli bir rol oynayacaktır. Postmodern bir yapılanmanın tüm Dünya’da hakim olması ve Ulus-Devlet’ten, sınırların kalktığı bir siyasi yapıya geçilmesi belki de 21. Yüzyılda dahi tamamlanamayacak bir süreçtir ama Dünya’nın o yöne doğru gittiği ve Postmodern siyasi yapının bir gün hakim olacağı da kaçınılmaz bir gerçektir. NATO’nun Postmodern çağdaki rolünden sözedebilmenin ön koşulu da yukarıda açıkladığımız üzere bloklaşmaların uzlaşma tamamen ile ortadan kaldırlmasıdır. Şu halde NATO’nun tüm Dünya ülkelerini çatısı altında toplayarak Dünya barışını sağlayan bir yapıya kavuşturulması, Postmodern Çağ’a geçişi hızlandıran en önemli faktörlerden birisi olacaktır. KISIM III: 21. YÜZYILDA TÜRKİYE-NATO İLİŞKİLERİ İncelememizin bu bölümünde, Türkiye-NATO ilişkilerinde günümüzde yaşanan ve gelecekte yaşanması muhtemel sorunları incelemek suretiyle, ilişkilerin 21. yüzyılda ne yönde şekilleneceğini tartışacağız. Bu sorunlara ve ilişkilerin gelecekteki seyrine geçmeden önce, Türkiye-NATO ilişkilerinin yaklaşık yarım yüzyıllık geçmişine kısaca göz atmak yerinde olacaktır: Türkiye’nin 2. Dünya Savaşı sonrası izlediği dış politikanın temel çizgilerinden birisi olan "Batı Bloku’nun bütün örgütlenmelerine katılma" politikası doğrultusunda 1952 yılında Türkiye de ittifaka üye ülkeler arasına katıldı. Bu tarihten günümüze kadar geçen süre zarfında, Türkiye’nin kimi zaman A.B.D. yandaşı bir politika kimi zaman ise Avrupa kandıyla A.B.D. arasında daha dengeli bir siyaset izlediğini görmekteyiz. Bu yaklaşık yarım yüzyıllık süreci, 1960’a kadar, 1960-1980 arası ve 1980 sonrası olmak üzere üç bölümde inceleyecek olursak izlenen politikadaki bu farklılaşmaları daha yakındantakip edebiliriz. : Türkiye-NATO ilişkileri, 1952-1960 yılları arası hemen hiç anlaşmazlık yaşanmaksızın sürmüştür. Bu dönemde izlenen A.B.D. yandaşı politikalar, Türkiye topraklarında A.B.D.’nin tesis ettiği üsler, Türk Silahlı Kuvvetlerinin A.B.D. ordusu normlarına uydurulması türünden yoğun ikili ilişkilerle kendisini göstermiştir. Buna karşılık, 1960 sonrası Türkiye’de gelişen A.B.D. karşıtı tepkiler ve Kıbrıs meselesine A.B.D.’nin yaklaşimi gibi sebeplerle Türkiye’nin NATO üyeliği tartışılır hale gelmiştir. Bu tarihten itibaren Türkiye artık A.B.D. VE Avrupa arasında daha dengeli bir siyaset izlemiştir. 1980 sonrası yeniden düzelme yoluna giren Türkiye-NATO ilişkilerinde, Turgut ÖZAL’ın da etkisiyle ibre yeniden A.B.D.’ye yönelmiştir. Bu
kısa tarihi bilginin ardından, asıl konumuz olan Türkiye-NATO ilişkilerinde
günümüzde yaşanmakta olan ve gelecekte yaşanması muhtemel sorunları irdeleyelim.
Bu sorunları, NATO’nun genişleme stratejisinden kaynaklanan ve petrol boru
hattına ilişkin sorunlar olmak üzere iki başlık altında inceleyeceğiz :
III.A- NATO’nun genişleme stratejisinin Türkiye üzerinde yarattığı sorunlar : Soğuk savaş döneminin sona ermesi ve Avrupa’ya yönelik muhtemel Doğu Bloku tehlikesinin ortadan kalkmasıyla birlikte NATO da güvenlik stratejisinde yeni değerlendirmeler yapmaya başlamış ve bunun sonucunda ‘stratejik kavram’ (le concept stratégique) ortaya çıkmıştır. Bu yeni stratejiye ilişkin olarak süregelen belirsizlikler nedeniyle Türkiye-NATO ilişkileri de belirsizliğini korumaktadır. A.B.D. dış politikasında son on yıla hakim olan ‘önce Rusya’ düşüncesi gereği, Rusya ile olan işbirliklerinin çoğaltılması yoluyla bu eski süper gücün yeniden canlanmasına fırsat vermeme siyaseti uygulanmaktadır. Bu siyaset gereği, A.B.D. ve diğer Avrupa ülkelerinin Rusya’ya çeşitli konularda tavizler vermelerinin Türkiye’nin çıkarlarını da olumsuz etkilediği bir gerçektir. Özellikle 1993 sonrası Rusya’da batı taraftarı politikalar izleyen reformculara tepki olarak merkkezi yönetim de batı karşıtı politikalarınr hız vermiştir. Böylece Rusya Federasyonu hem A.B.D. ve Avrupa ülkelerini hem de Türkiye’yi rakip güç olarak karşısına almış ve Batıyı ‘soğuk Barış’ ile tehdit etmiştir. NATO’nun izlemekte olduğu genişleme stratejisinin Rusya aleyhine işletilmesinin doğuracağı olumsuz sonuçlardan en çok etkilenecek olan ülkelerden birinin de Türkiye olacağı şüphesizdir. Zira Rusya Federasyonu bu stratejiye karşı tedbir olarak AKKA’yı (Avrupa’da Konvansiyonel Silahların Azaltılması Anlaşması) ihlal edebileceği ve Bağımsız Devletler Topluluğu’nu NATO karşıtı bir savunma paktına dönüştürebileceği tehditlerinde bulunmuştur. Bütün bunlar NATO’nun genişleme stratejisine bağlı olarak ortaya çıkan sorunlar ve çözüm yolları, Türkiye ile Rusya’yı doğrudan rekabet içine sokabilecek niteliktedirler. Ankara’nın
tüm bu sorunlar karşısında izlemekte olduğu strateji ise, genişlemeye karşı
olmamakla birlikte üyelik sürecinde acele edilmemesi yönünde olmuştur.
Bu süreçte Ankara’yı tedirgin eden ve 21. yüzyılda da karşılaşılması muhtemel
sorunlar, tam üyelerin sayısının artması sonucu NATO kaynaklarından Türkiye’nin
payına düşenin azalacağı endişesi ve Rusya’ya verilecek tavizlerin Türkiye’nin
güvenliğini tehdit etmesi olasılığıdır. Ankara’nın, NATO’nun genişleme
sürecine ilişkin olarak, 21.yüzyılda izleyeceği politikayı bu etkenler
belirleyecektir.
Hazar Petrollerinin batıya sevki meselesi, özellikle Türkiye ve Rusya’nın çıkarlarının çatışması itibariyle, NATO’nun izleyeceği politikayı belirlemekte güçlük çektiği konulardan biridir. Zira A.B.D.’nin soğuk savaş dönemi sonrası dış politikasına hakim olan ‘önce Rusya’ politikası çerçevesinde konuya bakılırsa farklı ve şayet bir NATO üyesi olan Türkiye’nin çıkarları ön planda tutulursa daha farklı bir politika izlemek icap edecektir. Ankara hükümetinin petrolün batıya sevkine ilişkin öne sürdüğü Bakü-Ceyhan boru hattının daha ekeonomik ve güvenli olması, Türkiye’nin güney güzergahını savunmasındaki en önemli gerekçelerden birisidir. Buna karşılık batılı ülkelerin ve özellikle A.B.D.’NİN nato’nun genişlemesi amacıyla Rusya’ya vermekte olduğu tavizlerin, boru hattı meselesinde de kendisini göstermesi halinde, ibrenin Rusya’nın lenine hareket edeceği de bir gerçektir. Rusya’nın önermekte olduğu petrol oru hattı güzergahının, Çeçenistan gibi istikrarsız ve güvenli olmayan bir bölgeden geçiyor olmasına ve 1993 sonrası A.B.D.-Rusya ilişkilerindeki stratejik ortaklığın bazı konularda zorlanır olmasına bağlı olarak, Bakü-Ceyhan boru hattı Amerika’nın da desteklediği güergah haline gelmiştir. Tüm bu çıkar çatışmaları sürerken ortaya atılan ‘çifte nakil hattı’ formülü de menfaatlerin dengelenmesine en uygun formül olarak karşımıza çıkmıştır. Nitekim 1995 kışında, erken üretime ilişkin olarak bu formül kabul edilmiştir. Bu formül Rusya’nın Hazar petrollerindeki tekelinin sona erdiği görüntüsünü vermekteyse de henüz böyle bir şey söyleyebilmeye imkan yoktur. Ankara’nın Hazar petrollerinin batıya sevki meselesinden en akılcı biçimde faydalanabilmesi için izlemesi gereken politika, Moskova ile doğrudan rekabet içine girmemek olmalıdır. Aksine, Rusya Federasyonu ile işbirliği içinde hareket ederek, ekonomik çıkarların dengelenmesi suretiyle daha akılcı bir siyaset izlemek durumundadır. Böylece Türkiye’nin yapması gereken, Ankara ile Moskova’nın petrol boru hattı meselesinde rekabet yerine işbirliğine gitmelerinin her iki ülkenin de ekonomik ve siyasi çıkarlarına daha uygun olduğunu vurgulamak olacaktır. Ancak bu suretledir ki, Türkiye-Rusya ilişkilerinin geliştirilmesi ve 21.yüzyılda bölge barışı ile güvenliğinin sağlanması mümkün olacaktır. Dipnotlar : KAYNAKLAR : 1-BOLAND, Franc, Les plans de forces dans la nouvelle OTAN, Revue de l’OTAN, No.3, Sonbahar 1998, syf.32-35 |
|