YIL: 2
SAYI: 19
TEMMUZ 1999
 

önceki

yazdır

 
Çağdas Evrim ERGÜN
 
MODERN VE POSTMODERN ÇAĞLARDA KÜLTÜR ZENGİNLİKLERİMİZ
Plan :

GİRİŞ : 

a-  Kültürel anlamda modern ve post-modern çağ kavramları
b- Sorunsalın ortaya konması : Post-modern çağda kültürden ve kültür zenginliklerinden söz edebilecek miyiz ? 

I- Kültürel Anlamda Modern Çağ ve Kültürümüze Yansımaları

A- Modern Çağda Kültürel Yapı
B- Modern Çağda Türk Kültürü : Cumhuriyet Sonrası Türk Kültürü

II- Kültürel Anlamda Post-modern Çağ ve Kültür Zenginliklerimiz

A- Post-modern Çağda Kültürel Yapı
B- Post-modern Çağda Türk Kültürü

  
   

            GİRİŞ :

            Kültürel anlamda modernitenin ne olduğunu anlayabilmek için, modern çağın en önemli belirleyicisi olan ve temelleri Makyavelli ve Bodin gibi düşünürlere kadar uzanan ulus-devlet anlayışının incelenmesi gerekmektedir. Zira, 15. Yüzyıl sonlarından itibaren düşünce olarak filizlenmeye başlayan ve sonraki yüzyıllarda tüm dünyaya hakim olarak modern çağın habercisi olan ulus-devlet anlayışı sadece siyasi bir anlam değil aynı zamanda kültürel ve toplumsal bir anlam da ifade etmektedir.

            Pre-modern çağ olarak adlandırılan ulus-devlet öncesi devirlerde, devletin meşruiyetinin kaynağının Tanrı olması, yalnız siyasi alanda değil, başta toplumsal ve kültürel olmak üzere birçok alanda din hakimiyetini gerekli kılıyordu. Bu itibarla, kendi kendisinin sebebi olan ve egemenliğin kaynağına Tanrı yerine halkı koyan modern çağ düşüncesi, laik devlet anlayışını getirmekle, din baskısının eskisine oranla daha az olduğu bir kültürü de müjdelemekteydi.

            Bir uygarlığın kültürünün temelini, o uygarlığın entelektüel yönlerinin bütünü oluşturduğuna göre, tüm siyasal ve toplumsal alana hakim olan bir din baskısının, o uygarlığın kültürünü de şekillendirmemesi düşünülemez. İşte pre-modern çağ olarak adlandırılan ve laik devlet anlayışı öncesine rastlayan devirlerde karşımıza çıkan bu din baskısı, kültür ile dinin birçok alanda iç içe geçmesine sebep olmuştur. Bu din-kültür birlikteliğini önemli ölçüde sınırlandırılmasını ifade eden modern çağ düşüncesi, kültürel anlamda bir laikliği de beraberinde getirmiştir.

            Yazımızın birinci bölümünde, halen içinde yaşamakta olduğumuz ve temel belirleyicisinin her alanda laiklik olduğu modern çağın genel olarak kültürlere ve özellikle Türk kültürüne etkilerini inceleyeceğiz.

            İçinde bulunduğumuz modern çağda kültürün incelenmesi, gelecekte kültürümüzün nasıl şekilleneceği hakkında düşünceler ileri sürebilmemiz için yeterli olmayacaktır. Zira, modern çağ sonrası devri ifade eden ve insanlığın gitmekte olduğu yön olarak karşımıza çıkan post-modernitenin incelenmesi, modern çağ sonrası kültürümüz hakkında tahminlerde bulunabilmemiz için zorunludur. 

            Yazımızın ikinci bölümünü oluşturan, post-modernite ve kültür ilişkisi çerçevesinde özellikle, küreselleşmenin genel anlamda kültürü ve özellikle Türk kültürünü ne şekilde etkileyeceğini araştıracağız.

            Post-modern çağda farklı kültürlerden ve kültür zenginliklerinden söz edebilecek miyiz ve eğer küreselleşmenin sonucu olarak, farklı kültürler birbirlerine yaklaşacaklarsa, bu etkileşim ne şekilde olacak, hangi sonuçları doğuracaktır ? Ve nihayet tüm bu post-modern farklılaşmaların Türk kültürüne yansımaları nasıl olacaktır ? İşte tüm bu sorular çerçevesinde kültür zenginliklerimizin bugününü incelerken, yarını hakkında da görüşlerimizi sunmaya çalışacağız.
 

            I- KÜLTÜREL ANLAMDA MODERN ÇAĞ VE KÜLTÜRÜMÜZE YANSIMALARI

            Siyasal anlamda, 16. Yüzyıldan itibaren önce düşünce bazında ve ardından eylemli bir biçimde kendini gösteren laik devlet anlayışı, yalnız politik anlamda değil, kültürel anlamda da modernitenin habercisiydi. Zira, modern öncesi devir (pre-modern) olarak adlandırılan dönemlerde, yaşamın her alanında olduğu gibi, din etkisi görülmekteydi.

            İşte laik devlet anlayışının zaman içinde şekillenmesi, modern devlet sistemini getirmenin yanısıra, kültürel anlamda da modernitenin başlangıcını ifade etmekteydi.

            Modernite ile kültür arasındaki ilişkiyi, modern çağın genel anlamda kültürlere ve özel olarak Türk kültürüne etkilerini incelemek suretiyle iki ayrı bölümde ele alacağız :

            A- MODERN ÇAĞDA KÜLTÜREL YAPI

            Modernitenin en önemli belirleyicisi olan laiklik ilkesinin siyasal alandaki yansımasının ulus-devlet anlayışı olduğuna ve bu anlayışın politik anlamının ötesinde kültürel bir anlam ifade ettiğine daha önce değinmiştik. Gerçekten de siyasal alanda dünyevi olana özerklik tanıyabilmiş bir toplumun kültürünün de din baskısında kurtulmuş olması gerekmektedir.

            Dinin her dönemde ve her coğrafyada kültürler üzerindeki etkisi göz ardı edilemez bir gerçektir. Ancak pre-modern devir olarak adlandırılan, özellikle 16. Yüzyıl öncesi Avrupa’sındaki kültür üzerindeki din hegemonyası o denli ağırlaşmıştır ki başta Makyavelli, Bodin ve Suarez gibi düşünürler ve burjuva sınıfı, yaşamın her alanında laiklik ilkesinin gereğine inanmışlardır.

            İşte bu halk hareketinin doğal bir sonucu olarak, kültürel alanda da, dinin katı kurallarına itaat etmeyi reddeden bir yapılanmanın ilk adımları atılmıştır. Bu cümleden olmak üzere, sanat eserlerinden hukuk sistemine kadar hemen her alanda dünyevi olan ön plana çıkarılmıştır.

            Modern çağın genel anlamda kültürel yapıya olan etkisini sadece din baskısının azalması ve dünyevi olanın öneminin artması olarak izah  etmek yeterli olmayacaktır. Zira, modern çağın başlangıç noktasını ifade eden ulus-devlet anlayışının doğal bir sonucu olarak, millet kavramı ve milliyetçilik ilkesi de önem kazanmaya başlamıştır.

            Tüm bu gelişmelerin kültürel alandaki yansıması ise, milli kültürlerin gelişmesi olarak karşımıza çıkmaktadır. Önceleri daha geniş bir üst kimliğin içinde eriyen milli kültürler artık kendi öz karakterlerine kavuşmuşlardır. Tıpkı Türk, Arap ve Batı kültürleri gibi birçok kültürün Osmanlı üst kimliği içinde erimeleri gibi.

            İşte laik devlet anlayışı sayesindedir ki hem ulusların kendi öz kültürleri belirginleşmeye başlamış hem de kültür üzerindeki din baskısı azalmıştır. Bu sürecin doğal bir sonucu olarak ise, realist ve pozitivist akımlar başta sanat ve düşünce alanları olmak üzere tüm kültürel alanlarda etkili olmuşlardır.

            B- MODERN ÇAĞDA TÜRK KÜLTÜRÜ : CUMHURİYET SONRASI TÜRK KÜLTÜRÜ

            Türkiye’nin modern çağ ile tanışması, Avrupa’nınkinden yaklaşık iki yüzyıl sonra gerçekleşebilmiştir. Zira, Avrupa’da modernitenin eylemli biçimde başlangıcı olarak kabul edebileceğimiz Aydınlanma Yüzyılı’nın bir benzeri olan Türk Aydınlanma Devrimi ancak20. Yüzyılın başında gerçekleşebilmiştir. Atatürk, ‘ülkeler çeşitlidir fakat uygarlık tektir’ görüşü doğrultusunda, batı uygarlığını yakalamayı ve hatta geçmeyi hedeflemekteydi. Bu amaçla gerçekleştirdiği Türk Aydınlanma Devrimi, Türkiye’de hem siyasi hem de kültürel anlamda modernitenin başlangıcı sayılmaktadır.

            Modernitenin temel belirleyicisi olan laiklik ilkesi, Türk Aydınlanma Devrimi’nin de vazgeçilmez bir unsurudur. İşte bu ilke sayesindedir ki, Türkiye modern çağın gereklerine siyasal ve kültürel alanlar başta olmak üzere tümalanlarda uyum sağlayabilmiştir.

            Modern çağın hazırladığı kültürel yapının din baskısından ne denli uzak olduğuna daha önce değinmiştik. İşte Türk kültürünün de moderniteye geçişi ancak dinin kültür üzerindeki bu baskısının azaltılmasıyla mümkün olabilmiştir. Cumhuriyet öncesi Türkiye’sinde dinin oynadığı rolün cumhuriyet ile birlikte değişmesine paralel olarak, Türk kültüründe de farklılaşmalar meydana gelmiştir. Kültürümüzde devrim niteliği taşıyan bu hızlı ve kesin değişiklikler, günümüz Türk kültürünü şekillendirmişler ve onu modern çağın kültürel yapısına uygun hale getirmişlerdir. 

            II- POSTMODERN ÇAĞ VE KÜLTÜR

            Post-modern çağın, özellikle siyasi ve kültürel alanda, ne tür belirleyicilerle modern çağdan ayrılacağı üzerine yapılabilecek tahminlerden en önemlisi, modern çağ sonrasında ulus-devlet anlayışının terkedilerek, küreselleşmenin gerçekleşeceğine ilişkin olanıdır.

            Gerçekten de, devletleri birbirinden ayıran sınırların öncelikle ekonomik ve  kültürel alanlarda önemini kaybetmesini takiben, siyasi alanda da küreselleşme dünyanın yönelmiş olduğu bir gidişat olarak karşımıza çıkmaktadır.

            Yazımızın bu bölümünde, bu kaçınılmaz sonucun genel anlamda kültürlere ve özel olarak Türk kültürüne ne şekilde tesir edeceğini inceleyeceğiz. 

            A- POSTMODERN ÇAĞDA KÜLTÜREL YAPI

            Devletler arasındaki sınırların önemini yitirmiş olacağı bir post-modern çağda, kültürler arasındaki sınırların kalkmaması ne kadar mümkündür? Siyasal anlamda sınırların kalkmasına kadar varacak olan bu sürecin belki de yüzyıllar boyunca sürmesi mümkünse de, kültürel anlamda küreselleşmenin daha önce gerçekleşeceği de bir gerçektir. Zira, tüm iletişim ve haberleşme teknolojisindeki gelişmeler buna zemin hazırlamakta ve kültürel kaynaşmayı hızlandırmaktadır. 

            Günümüz sanat eserlerinde de gözlemleyebileceğimiz gibi, farklı kültürlerin öğeleriyle süslenen ve fakat alt yapı itibariyle kendi kültürünü muhafaza eden birçok eser ortaya çıkmakta ve bunlar bir sentez olarak insanların beğenisine sunulmaktadır. Günümüz Türkiye’sinin bir gerçeği olan ve hemen her alanda ileri sürülen ‘doğu-batı sentezi’ kavramı bunun çarpıcı bir örneğidir. Bu kavram bölgesel bir kaynaşmayı ifade etmesine karşın, post-modern çağdaki kültürlerarası kaynaşma hakkında fikir vermesi itibariyle önemlidir.

            Bu noktada karşımıza çıkan sorun, kültürler arası yakınlaşmanın ne şekilde geçekleşeceğidir. Bu konuda çeşitli fikirler ileri sürülebilir :

            Bir görüşe göre, modern çağ sonrası, küreselleşmiş bir dünyanın farklı kültürlerin kaynaşmasını ifade ettiğini düşünecek olursak, post-modernitenin tek bir dünya kültürüne doğru gidişi hazırladığını da söyleyebiliriz. Ancak önemli olan, bu tek kültürlülüğün, bir kültürün diğer kültürlere empoze edilmesi yoluyla mı yoksa tüm kültürlerden parçaların bulunduğu yeni bir kültürün doğması şeklinde mi gerçekleşeceğidir. 

            Ekonomik, askeri ve siyasal açıdan güçlü bir devletin kültürünün hızla yayılması ve bu kültürün kendi öğelerini başka kültürlere empoze etmesi bir realitedir. Ancak söz konusu gerçek, modern çağın bir sorunudur ve post-modern çağda gerçekleşmesi beklenen kültürler arası yakınlaşmanın ifade ettiği anlamdan çok uzaktır. Zira, muhtemel bir ‘tek dünya kültürü’ nün devamlılık arz edebilmesinin en önemli koşulu, bu kültürün içinde onu meydana getiren her bir topluluğun kendinden bir parça bulabilmesidir. Dolayısıyla, modern çağ sonrası kültürel yapı tam anlamıyla bir kaynaşmayı ve sentezi ifade etmektedir.

            Bu düşünceye karşı olarak ileri sürülen bir diğer görüşe göre ise, tek bir dünya kültürünün gerçekleşmesi hiçbir zaman mümkün değildir. Zira, herşeyden önce, coğrafi ve tarihi koşullar buna engel olmaktadır.

            Bu görüşe göre, kültürün şekillenmesinde önemli rol oynayan coğrafi koşulların tüm dünyada aynı hale gelmesi ne kadar imkansızsa, farklı kültürlerin tek bir dünya kültürü içinde erimeleri de o kadar imkansızdır. Bunun yanısıra tüm toplumların, söz konusu modern öncesi, modern ve modern sonrası çağları aynı zaman sürecinde yaşamamasının bir sonucu olarak, post-modern çağda da hâlâ ulus-devlet anlayışında toplumların olması da kaçınılmazdır. Örneğin, içinde bulunduğumuz devri modern çağ olarak adlandırmamıza rağmen, hâlâ pre-modern öğelerin  hakim olduğu ve egemenliğin Tanrı’ya dayandığı birçok devlet bulunmaktadır. Aynı şekilde, devletler arası sınırların öneminin post-modern bir eğilim olarak azaltılmaya çalışıldığı, Avrupa Birliği gibi, kimi uluslar arası organizasyonlara karşın, yeni yeni millet olma bilincine erişen topluluklar da vardır.

            İkinci olarak yansıttığımız bu görüşe göre, tüm bunlar göstermektedir ki, modern sonrası çağda da bir takım topluluklar kendi ulusal kültürlerini muhafaza edeceklerinden dolayı, tek bir dünya kültürü düşüncesi, gerçekleşmesi mümkün olmayan bir ütopyadır.

            Gerçekten de, ilk olarak yansıttığımız görüşe uygun olarak, post-modern çağ tek bir kültürün hakim olduğu bir kültürel yapıyı mı hazırlamakta yoksa ikinci olarak yansıttığımız görüşteki gibi, bu tek kültür düşüncesi sadece bir ütopya mıdır ? 

            B- POST-MODERN ÇAĞDA TÜRK KÜLTÜRÜ

            Türk toplumunun manevi özelliğini ve düşünüş yapısını oluşturan yaşam ve sanat varlıkları post-modern çağda nasıl şekillenecektir? Başka bir ifadeyle, Türk ulusunun modern çağ sonrası her alanda küreselleşmiş bir dünyada kendi öz kültürünü muhafaza edebilmesi ne ölçüde mümkündür ?

            Binlerce yıllık bir geçmişe sahip olan Türk kültürünün, uygarlık tarihinin en köklü kültürlerinden birisi olduğu şüphesizdir. Gerek coğrafi koşulların, gerek din unsurunun ve gerekse çağın gereklerinin, zaman içerisinde sürekli olarak şekillendirdiği Türk kültürünün devamlılık edeceğine de şüphe yoktur. Buna karşın, siyasi anlamda sınırların kalkmasına paralel olarak, kültürel anlamda da sınırların kaybolması ve ulus kavramına modern çağda verilen önemin postmodern çağda anlamını yitirmesi sonucunda, milletlerin kendi öz kültürlerinden söz edebilmek ne kadar mümkün olabilir ? Zira, unutmamak gerekir ki post-modern çağ olarak adlandırılan vge belki de yüzyıllar sonra yaşayacağımız bir devirde millilik unsuru önemini tamamen kaybedecek ve ortak kültürden söz etmek gerekecektir.

            Pek tabidir ki bunun sadece bir ütopya olduğunu ve ortak kültürün asla gerçekleşmeyecek bir hayal olduğunu düşünmemiz halinde verilecek yanıtlar da tamamiyle farklılık arzedecektir. Ancak bir an için ortak bir dünya kültürü içinde tüm ulusal kültürlerin eridiğini farzedecek olursak, böyle bir ortamda acaba Türk kültürünün yeri ve önemi ne olacaktır ?

            Bu soruya verilecek yanıt iki türlü olabilir. Yazımızın önceki bölümlerinde de açıklamaya çalıştığımız üzere, siyasi, ekonomik ve askeri alanlarda gücü elinde bulunduran devletlerin kendi kültürlerini yaymaları kaçınılmazdır. İşte postmodern çağda gerçekleşmesi muhtemel olan ortak dünya kültürünün de bu şekilde yani bir devletin kendi kültürünü neokolonial bir biçimde empoze etmesi suretiyle sağlanması ihtimalinde, farklı kültürlerin izlerinin devam etmesi mümkün olamayacaktır. Dolayısıyla Türk kültürü de bu güçlü devletin kültürünün etkisi altında sindirilmeye çalışılacaktır.

            Oysa ikinci bir ihtimal olarak, her kültürün kendisinden bir parça bulacağı ortak bir dünya kültürünün tesisi halinde ise her ne kadar milli bir Türk kültüründen bahsetmek yine mümkün olamayacaksa da, bu ortak kültürün başlıca kaynaklarından birisi olarak Türk kültürünün öğelerinin temel bir rol oynayacağı da şüphesizdir. Zira, Türk kültürü adını verdiğimiz yaşam ve düşünce varlıklarının tamamı, yalnızca ırka ya da dine dayalı değil, aksine evrensel ve sürekli olarak çağına ayak uydurabilen bir anlam ifade etmektedir. 

            Unutmamak gerekir ki, İslam kültürü kadar eski Anadolu uygarlıkları da Türk kültürünün öğeleridir. Aynı şekilde, kökenini Orta Asya’da bulan geleneklerimiz kadar Cumhuriyetin kazandırdığı modern alışkanlıklarımız da Türk kültürünün birer öğesidir ve şayet Türk kültüründen bahsederken ‘kültür zenginliklerimiz’ kavramını kullanabiliyorsak, söz-konusu zenginlik işte bu çok renklilikten ve farklılıklar arasındaki uyumdan kaynaklanmaktır. Dolayısıyla, Post-modern çağda, kültürel anlamda da küreselleşmiş bir dünyada ortak bir kültürün ortaya çıkması halinde dahi Türk kültür zenginliklerinin bu yeni kültürün oluşumundaki en güzide yeri teşkil edeceği şüphesizdir.

 
   
Çağdas Evrim ERGÜN
Galatasaray Üniversitesi
Hukuk Fakültesi Öğrencisi