![]() |
|||||
|
Dr. Reyhan LEBA
KÜRESELLEŞMENİN ÖTEKİ YÜZÜ: YOKSULLUK ÖZET
Evrensel bir sistem olan kapitalizm, 1970'lerdeki bunalım karşısında 1980'lerden itibaren yeniden yapılanma sürecine girdi. "Özelleştirme", devletin ekonomik yaşamın işleyişine ilişkin kurallar koymasının ortadan kalkması anlamına gelen "deregülasyon", "küreselleşme" bu dönemde gündem oluşturmaya başladı.Bilimsel ve teknolojik alanlardaki hızlı gelişmeler sonucunda dünya sanayi toplumundan bilgi toplumuna doğru giderken, yaşanılan süreçte küreselleşme kavramı sıklıkla kullanılır oldu.
Bugünün dünyasında küreselleşme karşı konulamaz bir gerçeği ifade etmekle birlikte, beraberinde önemli bazı sorunları da getirmektedir. Küreselleşme sürecinin yarattığı olumsuzlukların en önemlilerinden kabul edilen gelir dağılımındaki bozulma ve işsizliğin artması küreselleşmenin karanlık yüzünü yansıtmaktadır.
Makalede, küreselleşme kavramı ile küreselleşmeyi savunanların ve küreselleşme karşıtlarının görüşlerine yer verildikten sonra, küreselleşme uygulamaları ile birlikte tüm dünyada hız kazanan eşitsizlik ve yoksulluk sorunu rakamsal verilerle irdelenmeye çalışılmıştır. Son olarak da, ulaşılan sonuç ve önerilere yer verilmiştir.
Anahtar Kelimeler: Küreselleşme, yeni dünya düzeni, yeniden yapılanma, yoksulluk.
1. GİRİŞ
1970'li yılların sonuna gelindiğinde, gelişmiş ülkeler için sermayenin kar oranındaki düşüş sorunu baş göstermeye başlamıştır. Bu durum, gelişmiş ülkeleri yeni pazarlar aramaya yöneltmiştir. Ancak aynı dönemde gelişmekte olan ülkelerde ekonomik alanda devlet müdahaleleri söz konusu idi (sermaye ve döviz hareketleri üzerinde yoğun kontroller ve dış ticarette kota vb. engeller vardı) ve öncelikle bu engellerin ortadan kaldırılması gerekmekteydi. Bu amaçla, 1980'li yıllarda IMF ve Dünya Bankası'nın da önerileri ile gelişmekte olan ülkelerde finansal serbestleştirme ve özelleştirme uygulamalarına gidilmiştir. Böylelikle sermayenin söz konusu ülkelere rahatlıkla giriş çıkış yapabileceği, engellerin kaldırıldığı bir ortam hazırlanmak istenmiştir. Ulusal devletleri aşarak dünyanın tek bir bütünleşmiş pazar haline dönüşmesini ifade eden küreselleşme, işte bu yeniden yapılanmanın en temel öğelerinden biri olmuştur.1980'li yıllarda önem kazanmaya başlayan küreselleşme süreci, teknolojik alandaki gelişmeler ve 1990'lara doğru Doğu'da komünist rejimin çökmesi ve soğuk savaş döneminin sona ermesi ile birlikte hız kazanmıştır.
Bu makalede, öncelikle küreselleşme kavramı üzerinde durulmaktadır. İzleyen başlıklarda, küreselleşmeyi savunanların ve küreselleşme karşıtlarının görüşlerine yer verildikten sonra, küreselleşme uygulamaları ile birlikte dünya ölçeğinde yaşanan eşitsizlik ve yoksulluk artışı rakamsal verilerle sergilenmeye çalışılmaktadır. Son başlıkta ise, ulaşılan sonuç ve önerilere yer verilmektedir.
2. KÜRESELLEŞME KAVRAMI
Kültürel, sosyal, siyasal, teknolojik ve ekonomik boyutları olan küreselleşme, üzerinde çok yorum yapılan bir kavram olmakla beraber tanımı konusunda tam bir görüş birliği bulunmamaktadır.Neo-liberal iktisatçılar küreselleşmeyi, yeni dünya düzeninin delilleri ve ulus devletin ölümü olarak yorumlamaktadırlar. Bu bakımdan küreselleşme, tek dünya düzeni veya bütünleşme olarak nitelendirilen bir eğilimi ifade etmektedir. Kelime olarak bazen "dünya ile birlikte hareket etme"yi ve ulus devletin egemenlik alanını sınırlayan bir eşiği ima etmekte, bazen de, "uluslararası rekabete açılma"yı ikame etmektedir. Dışa açıklık, entegrasyon ve karşılıklı bağımlılık gibi kavramları da bünyesine alan küreselleşme konusunda en yaygın görüş, bu sürecin hem gelişmiş hem de gelişmekte olan ülkelerde yaşam standardını yükselteceği yönündedir.(1)
Söz konusu kavramı sorgulayan sol düşünceye göre ise küreselleşme, "emperyalizm denen olguya saygınlık kazandırma, emperyalizmin karşısında çaresizlik yaratma çabası"(2) olarak tanımlanmaktadır. Bu anlayışa göre küreselleşme, kapitalizmin yeniden yapılanma süreci içerisinde ağırlıklı bir yer tutmaktadır. Çünkü kar oranlarının yükselmesi ve birikim bunalımının aşılması, pazarın nicel ve nitel olarak hızla genişlemesine bağlı bulunmaktadır.(3) Bu nedenle küreselleşme, kapitalist sermayenin içerisine girdiği krizden çıkması için yapılan bir dayatma olarak nitelendirilmektedir. Bu görüşe göre, gelişmekte olan ülkeler kendilerini uluslararası hiyerarşinin üstündekilere bırakıp, onların önerdiği piyasa çıkışlı uygulamaları yaparlarsa, küreselleşmiş bir dünyada refah, özgürlük, eşitlik ve demokrasinin kendiliğinden, otomatik olarak geleceği masaldan ibaret olacaktır.(4)
Genel bir tanımlama yapmak gerekirse "küreselleşme", devletlerin etkin olduğu uluslararası sistemden, devlet dışı birimlerin etkin olduğu küresel sisteme doğru giden bir süreçtir. Bu sürecin tamamlanmasıyla, ülke tanımaz ekonomik unsurların üretim ve tüketimi dünya ölçeğinde planladığı, serbest rekabeti ve piyasa düzenini uluslar üstü kuruluşların denetlediği ve kuralların uluslar üstü bir anlayışla çalıştığı seviyeye ulaşan bir "küreselleşmiş sistem"den söz edilebilecektir.(5)
Küreselleşme sürecinin hedefinde, ulus-devlet anlayışının üstünde, uluslar üstü işletme kanalları aracılığı ile zenginliklerin yeniden değerlendirildiği, üretildiği, dağıtıldığı, tüketildiği ve her düzeyde rekabet gücünün ön plana çıktığı tam rekabet esasına dayalı bir sistem yer almaktadır.(6)
Küreselleşme olgusundan, bilimsel ve teknolojik alanlardaki gelişmeler sonucu sıklıkla söz edilmeye başlanmıştır. İleri teknolojiye sahip olan ülkeler rekabet üstünlüğüne de sahip konuma gelmişler ve teknoloji küreselleşmenin itici gücü olmuştur. Böylelikle küreselleşme, teknolojideki büyük gelişmeler ve araştırma-geliştirme (ar-ge) harcama-larının çok büyük miktarlarda olması nedeniyle öncelikle gelişmiş ülkelerde hız kazanmıştır.(7)
Bununla beraber, iletişim ve ulaşım alanlarındaki önemli gelişmeler sonucu ekonomik ve kültürel sınırların ortadan kalkması ve dünya görüşlerinin birbirine yakınlaşması toplumları da birbirine bağlamıştır. Sermaye, mal ve hizmet hareketlerinin uluslararasılaşması, kişilerin, fikirlerin ve bilgilerin eskisiyle kıyaslanamayacak derecede mobilizasyonu ulusal hükümetlerin kontrol edemedikleri ilişkiler ağının ortaya çıkmasına ve yaygınlaşmasına neden olmuştur.(8)
Ekonomik ilişkilerde belli sınırlar içinde kalmak, etki ve kar yönünden kısıtlayıcı olduğundan küreselleşme, pazarın ve dolayısıyla dünya sistemi içerisinde rol oynayan aktörlerin faaliyet alanlarının genişlemesini sağlayıcı bir etken olarak karşımıza çıkmaktadır.(9)
Sonuçta sermaye sınır tanımaz bir hal almış ve firmalar çok uluslu ve hatta uluslar ötesi konuma gelmişlerdir. Bu durumda ulusal devletler ekonomik ve sosyal politikaların tek belirleyicisi olmaktan uzaklaşmış ve bu haklarını küreselleşme sürecinin yürütücüsü olan çok uluslu ve uluslar ötesi şirketlere terketme durumuyla karşılaşmışlardır.
3. KÜRESELLEŞMEYİ SAVUNANLARIN GÖRÜŞLERİ
Küreselleşme savunucularına göre, teknolojiyi geliştirmiş bir ülke azgelişmiş bir ülkeyi pazar olarak görecek ve azgelişmiş ülkeye yatırım yapan gelişmiş ülkeler küresel normların baskısı nedeniyle yüksek kalitede ürünü ve teknolojiyi bu ülkelere götürmek zorunda kalacaklardır. Çünkü sınırlar yalnızca birkaç ülkeye değil, tüm ülkelere açık olacaktır. Örneğin ABD işletmesi azgelişmiş bir ülkeye eski teknolojiyi götürmeye kalktığında, Japonya gibi gelişmiş bir ülkenin yeni teknolojiyi aktarması nedeniyle küresel rekabet açısından geride kalacaktır. Dolayısıyla, sınırların kalkması ile gelişmiş ülkelerdeki teknolojinin, finansal olanakların azgelişmiş ülkelere aktarımı sonucunda azgelişmiş ülke yeni teknolojinin katkısıyla yüksek teknolojiye ulaşacak ve düşük kalitenin neden olduğu rekabet yoksunluğundan kurtulacaktır. Bu görüş çerçevesinde, küreselleşme kuralları; gelişmiş ülkelerin azgelişmiş ülkeleri sömürmesi olasılığını ortadan kaldıracaktır.(10)Öte yandan, rekabetin artması, fiyat rekabeti yoluyla tüketiciye mal ve hizmetlerde daha fazla seçme olanağı verecek ve bu gelişme de yaşam seviyesini yükseltecektir. Dolayısıyla, küreselleşmenin insanların hayatı üzerinde önemli etkileri olacaktır. Böylece, ticaret ve sermaye önündeki engellerin kaldırılması daha etkin bir uluslararası iş bölümüne neden olurken, aynı zamanda kalite ve fiyat açısından malların ve hizmetlerin daha etkin bir biçimde tüketiciye yönlendirilmesine de olanak sağlayacaktır.(11)
Ayrıca küreselleşme savunucularına göre, tarihte ilk kez gerçekten küresel bir uygarlık kurulmaktadır. İletişimdeki ilerleme bütün kültürleri birbirine yaklaştırmakta ve melez bir küresel kültürün oluşumuna zemin hazırlamaktadır.(12)
Sonuçta neo-liberal iktisatçılar için küreselleşme beklenmedik bir nimet olmuştur. 1980'lerin monetarist ve radikal bireyci politik deneylerinin uğradığı başarısızlığın sonrasında yeniden hayata dönüşü sağlamıştır. Ulusal ekonomik yönetim döneminde uygulanan emek hakları ve sosyal refahın, Batı toplumunun Asya'nın yeni endüstrileşen ekonomileri karşısındaki rekabet gücünü kıracağını ve bunların büyük ölçüde kısılması gerektiğini savunmaya başlamışlardır.(13)
4. KÜRESELLEŞME KARŞITLARININ GÖRÜŞLERİ
Günümüzde küreselleşme en yoğun biçimde sermaye ve finans piyasalarında gözlenmektedir. Bununla beraber, üretim faktörlerinden emek sermayeye benzer bir hareket serbestisine sahip bulunmamaktadır. Bu bakımdan küreselleşme, kendi içerisinde bir çelişkiye düşmekte ve bu noktada sıklıkla eleştirilmektedir.(14)Nitekim, teknoloji, iletişim vb. gelişmelerle birlikte sermayenin dolaşımında ve ticarette çok büyük gelişmeler yaşanmakta ancak, işgücünün dolaşımı diye birşey söz konusu olmamaktadır. Yani işgücünün küreselleşmesi olgusu geçerli bulunmamaktadır. Dolayısıyla, küreselleşme ile bütün üretim faktörleri en verimli şekilde dolaşır, bütün uluslar bundan yararlanır, sonuçta da dünya refahı artar varsayımı doğruluğunu yitirmektedir.(15)
Ayrıca, küreselleşme sonucu, sermayenin emeğe göre hareket serbestisinin fazla olması ve ulusal kurumların güçlerinin azalması nedeniyle emek daha da zayıf bir konuma gelmektedir.(16)
Küreselleşen dünyada, GATT çerçevesinde dış ticaret üzerindeki engellerin kaldırılması ve bu konuda tam bir serbestlik sağlanması gerektiği savunulurken, birtakım çelişkilerle de karşılaşılmaktadır. Serbest dış ticaretin en ateşli savunucusu ABD, bir yandan her zaman ve zeminde serbest ticaretin erdemlerinden bahsederken, öte yandan Japon mallarına engeller koymaya devam etmektedir. Aynı korumacı politika Japonya için de geçerlidir. Gelişmiş ülkelerin küresel bazda savundukları serbest dış ticaret politikaları ile, uyguladıkları korumacı politikaları nasıl bağdaştırdıklarını anlamak mümkün olmamaktadır.(17)
Küreselleşme karşıtlarına göre ABD, yeni dünya düzeni adı altında kendi çıkarlarını bütünleştirmeye çalışmaktadır. Bu nedenle, ABD dünya ticaretine yalnızca kendi çıkarları açısından bakmakta ve onun kurallarını kendisinin belirleyeceği varsayımıyla hareket etmektedir. Amerikan hükümeti, ABD'nin ihracatını engellediği gerekçesiyle Japon hükümetini derhal görüşmeye çağırabilmektedir. Yani, ABD hükümeti, tek yanlı olarak, haksız ticaretin tanımını yapmakta ve böyle bir uygulamada bulunduğu gerekçesiyle, Japonya'ya ağır bir politik baskı uygulamayabilmektedir. ABD'nin bu tutumu, çıkarlarına zarar veren her girişimi, haksız ticaret olarak niteleyeceğini göstermektedir. Dolayısıyla ABD, kendi çıkarları söz konusu olduğunda, hükümetlerden yasa ya da ilgili mevzuatlarını değiştirme talebinde bulunmayı, kendi hakkı olarak görebilmektedir.(18)
Küreselleşme sürecinde dünya ölçeğinde yaşanan ekonomik büyümenin de, serbest piyasa mekanizmasının işletilmesiyle sağlanmadığı görüşü ağırlık kazanmaktadır. Bu bakımdan yaşanılan süreçte, özellikle zenginler yararına gelişen büyümede rekabet rekabeti öldürür kuralı gereği, küresel firmalar, rakiplerini ortadan kaldırmanın her türlü yolunu denemektedirler. Dolayısıyla, dünyanın ekonomik olarak bütünleşme sürecinde ortaya çıkan çatışmaların, piyasada tekel oluşturma kavgasından başka birşey olmadığı ileri sürülmektedir.(19) Bir başka anlatımla, kapitalizmin sermaye birikimi ve tekelleşme eğilimleri, küreselleşmeye (serbest piyasa-serbest uluslararası ticaret uygulamalarına) rağmen devam etmektedir. Firmaların uluslararası boyutlarda birleşmeleri, çok uluslu ortaklıkların artmasına neden olmaktadır. Böylece küreselleşme, ulusçuluk kavramını aşmakta ve rekabet yerine tekelleşmeyi tırmandırmaktadır.(20) Ayrıca, uluslararası büyük ortaklıların devletsiz duruma geldiklerini söylemek pek mümkün değildir. Örneğin Ford'un sabit sermaye varlıklarının % 80'i hala ABD'dedir. Pepsi, McDonalds gibi firmaların da varlıkları büyük çoğunlukla kendi ülkelerinde bulunmaktadır.(21)
Bütün bu nedenlerden, küreselleşme gerçek anlamda küresel olmadığı noktasında eleştirilmektedir. Uluslarötesi işler endüstrileşmiş dünyada ve gelişmekte olan ülkelerin belirli bölgelerinde yoğunlaşmakta, insanların çoğunluğu bu sistemin dışında kalmakta ve işsizler, iş sahibi olanlardan çok daha hızlı büyümektedir.(22)
Küresel kapitalist sistem bir imparatorluğa benzetilmektedir. Bu bakımdan, onun da tıpkı bir imparatorluk gibi merkezi ve çevre birimleri vardır. Merkez, çevre birimler pahasına yarar sağlamaktadır. Daha da önemlisi, küresel kapitalist sistemin bir takım emperyalistçe eğilimler sergilediği ileri sürülmektedir. Buna göre, bu sistem denge aramaktan çok, genişlemek peşindedir ve yayılmacı eğilimler sergilemektedir. Yayılmacılık burada coğrafi anlamda değil, insanların yaşamları üzerindeki etkinlik bağlamında kullanılmaktadır.(23)
Sonuçta, sermayenin akışkanlığını artırıp, kaynakların etkin kullanımına olanak sağlaması gereken küreselleşme, dünya üretim ve ticaretini büyük tekellere bırakarak, büyük sermayenin kârlılığını artırdığı ve spekülasyona zemin hazırladığı gerekçesiyle eleştirilmektedir.(24) Gerçek anlamda küresel bir toplum yaratmaya yönelik küresel düşünce ise, henüz ne hükümetlere, ne de şirketlere yerleşmemiş gözükmektedir.(25)
Ayrıca, bir ülke ekonomisini (küreselleşmenin gereği olan) serbest ticarete açıyorsa öncelikle rekabet gücünü sağlamış olması gerekmektedir. Serbest ticarete açılmak, rekabet gücü olmayan bir ülkeye zarar verecektir. Nitekim, Japonya, G. Kore ve diğer Asya Kaplanları, ancak yeterli hazırlığı yaptıktan sonra serbest ticarete açılmışlardır.(26)
Bilindiği gibi, devlet müdahalesi sanayinin rekabet gücüne kavuşması ve serbest ticarete açılması bakımından bu ülkelerde kritik bir rol oynamıştır. Devletin bu müdahalesi, yalnızca sanayiye destek olmak anlamında değildir, aynı zamanda bu işi doğru dürüst yapmayan kapitalistlerin de disiplin altına alınmasını içermektedir.(27)
Söz konusu ülkeler, dünya sıralamasındaki konumlarını küreselleşme rüzgarlarına uyarak değil, ona rağmen yapmışlardır.(28) İddia edildiğine göre, bu ülkeler, dünya serbest piyasalarının ve sermaye hareketliliğinin bütün kalkınma sorunlarını çözebileceğine inanan ısrarlı küreselleşmecilerin savunduğu laissez-faire politikalarını uygulamış olsalardı, ne bu kadar hızlı bir gelişime ne de nispeten eşit bir gelişime sahip olabilirlerdi.(29) Oysa, yerel teknoloji üretim ve özümseme kapasitelerini artıran, bunu sanayi kesimine aktaran, bilinçli, ulusal tekno-ekonomi stratejilerini kapsayan ulus-devlet politikalarını uygulayarak başarıya ulaşmışlardır.(30) Küreselleşme karşıtlarına göre, yeni dünya düzeninin tekrarlanmamasını istediği olay da budur. Bunu engellemenin yolu da ulus-devletleri zayıflatmaktır. Bu nedenle, ulus-devletin gücünü yok etmek, sosyal devleti ortadan kaldırmak, sermayenin dünya çapında egemenliğini gerçekleştirmek için kullanılan yöntemler olarak değerlendirilmektedir. (31)
Bir süre Dünya Bankası'nda da çalışmış olan Amerikalı iktisatçı John Weeks devlet müdahalesi konusundaki görüşlerini şu şekilde açıklamaktadır: "Doğrusu ben, hala birçok insanın, ülkelerin başarısının, sözümona piyasa dostu iktisat politikaları sayesinde olduğuna inanmalarına şaşıyorum".(32) Bu bakımdan, gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin, Asya başarısının kaynaklarından önemli dersler çıkarabilecekleri vurgulanmaktadır. Bu dersler cesaret verici olmayabilir, ancak ulusal ekonomik yönetimin ve dayanışmacı kamu politikalarının uluslararası rekabeti sağlamak açısından taşıdıkları değeri kanıtlamaktadır. Bu, küreselleşme teorisyenlerinin savunduklarının tam tersi bir durumdur.(33)
Küreselleşen dünya, spekülatif kazançların ön plana çıkmasıyla birlikte, dev bir kumarhaneye benzetilmektedir.(34) Küreselleşme, özellikle sermayeyi ülkeler arasında çok hareketli bir duruma getirerek, mali krizlere neden olduğu ya da bu krizleri ülkeden ülkeye "bulaştırdığı" gerekçesiyle de eleştirilmektedir.(35)
Dünya ticaretinin % 33'ünü, çoğu batı kaynaklı küresel firmalar yönlendirmektedir. Bu nedenle, sermayenin karar verme mekanizmalarını zayıflatmasıyla birlikte demokrasinin işlevselliğini kaybetmeye başladığı ve demokrasinin krizi ile karşı karşıya kalındığı ileri sürülmektedir.(36)
Küreselleşmeye merkez durumda olan ABD'de dahi yoğun bir karşı çıkış görülmektedir. P. Buchanan'ın öncülüğünü yaptığı karşıt görüşler, küreselleşme ve serbest ticaretin ABD'de ücret artışlarını engellediği, ücretleri durgunluğa ittiği noktasında yoğunlaşmaktadır. Bu bakımdan, küreselleşmenin ABD'de işçi haklarını, sosyal hakları azalttığının altı önemle çizilmektedir. Karşı düşüncede olanların en radikali görünümündeki Lester Thurow ise, küreselleşmeyi kapitalizmin son aşaması olarak görmektedir.(37)
Küreselleşmenin gelişmiş ülkelerde çalışma hayatı ile ilgili ortaya çıkardığı sorunlar şöyle özetlenmektedir(38):
- İşsizlik, yapısal bir özellik taşımakta ve yaygınlaşmaktadır.
- İşgücünün esnek kullanımı adı altında geçici çalışma, kısmen çalışma, alt-işverenlerle (taşeron) çalışma gibi uygulamalar artmaktadır.
- Toplu pazarlıklar iş yeri /işletme düzeyine kayarken, yeni yönetim uygulamaları ile işçilerle doğrudan ilişkilere önem verilmekte ve sendikaları devreden çıkarma eğilimi artmaktadır.
- İşgücünün esnek kullanımı, ücretlerin esnekleştirilmesini de beraberinde getirmektedir.
J. Brecher, Nation dergisinde yayınlanan "Global Village or Global Pillage" başlıklı yazısında denetim altına alınmayan küreselleşmenin tahrip edici tehlikeli sonuçlar doğuracağını belirttikten sonra, bunları aşağıdaki şekilde sıralamaktadır(39):
- Ülkelerin ve toplulukların ulus ötesi şirketleri çekebilmek için giriştikleri yarış ücretlerde, sosyal ve çevresel şartlarda bir düşüşe neden olacaktır.
- Kontrol altına alınmayan küreselleşme küresel bir ekonomik durgunluğa neden olacaktır.
- Küreselleşme hem dünyadaki ülkeler arasında hem de ülkelerin kendi içerisinde zengin ve yoksullar arasındaki uçurumu arttırarak bir "kutuplaşmaya" yol açacaktır.
- IMF, Dünya Bankası ve GATT gibi kurumların ulusal ekonomiler üzerindeki etkisi artacaktır.
- Küreselleşmeyle birlikte ulusal hükümetler kendi ekonomilerini yönetme güçlerini büyük ölçüde yitireceklerdir.
- Ulus ötesi şirketlerin dünyanın en güçlü ekonomik aktörleri haline gelmeleri bunları başıboş duruma getirecektir.
- Küreselleşme rakip ticari bloklar arasında çatışmaya ve kaosa yol açacaktır.
Bu görüş çerçevesinde kontrol altına alınmayan küreselleşme; dünyanın ve dünya halklarının yağmalanması sonucunu doğuracaktır.(40)
Yeni dünya düzeninin, hızlı küreselleşme eğilimlerine rağmen dünyaya barış ve mutluluk getirmediği iddia edilmektedir. Küreselleşmenin Doğu'daki çağdaş olmayan siyasi rejimlere ve çalışma ilişkilerine, emek üzerinden kirli rekabet yapan ekonomilere yarar sağladığı belirtilmektedir. İki yüz yıllık sosyal korumayla nispeten pahalı hale gelen Batı ekonomilerinin ise, yoğun işsizlikle karşılaştıkları ve bu acımasız rekabetin kurbanı haline geldikleri ileri sürülmektedir. Sonuçta küreselleşme süreci, getirdiği istihdam sorunları nedeniyle sıklıkla eleştirilmektedir.(41)
Küreselleşme sürecinin hız kazandığı son yıllarda OECD ülkelerinde sosyal durumun gittikçe bozulduğu, işsizliğin arttığı, genelde ücretlerin durgun veya çok yavaş bir reel artış gösterdiği ve çalışma koşullarının olumsuzlaştığı ileri sürülmektedir. Küreselleşme ile artan rekabetin beraberinde haksız rekabet eğilimlerini getirdiği ve bu bakımdan, enformel sektöre yönelme doğrultusunda gelişmeler gözlendiği vurgulanmaktadır. Bu doğrultuda, söz konusu olumsuzluklar küreselleşmeye bağlanmaktadır.(42)
Öte yandan, birim işgücü maliyetlerindeki reel artış eğilimi 1980'li yıllarda yavaşlatıldığı, hatta 1990'lı yıllarda pekçok ülkede düşüşe çevrildiği halde, neo-liberal iddianın aksine, dünya ekonomileri yeni bir büyüme dönemine girememişlerdir. Arz Yanlısı İktisat yaklaşımının önerdiği vergi indirimleri, işgücü piyasasını esnekleştirme politikaları ile birlikte 1980'li yıllarda kârlılığı arttırsa da bu yatırımların artması sonucunu doğurmamıştır.(43)
Bulgular, neo-liberallerin iddia ettiklerinin aksine, işgücü piyasasının esnekleşmesi ile birlikte kârlılığın arttığını ama yatırım eğiliminin artmadığını ve dolayısıyla krizin aşılamadığını göstermektedir. İşgücü piyasasının esnekleşmesi, reel ücretleri düşürmekte ve işsizliği artırmaktadır. Çeşitli yöntemlerle kar oranlarını yükseltme çabalarının ekonomiyi sürekli büyüme eksenine oturtamamış olması, krizin nedenini işgücü piyasası dışında aramanın daha doğru olacağı görüşünü desteklemektedir.(44)
Küreselleşme, serbest piyasanın acımasızlığını beraberinde getirdiği ve hem ülke içerisinde hem de uluslararası alanda gelir dağılımını bozduğu gerekçesiyle de sıklıkla eleştirilmektedir. Küreselleşme karşıtlarına göre küresel kapitalizm, hem uluslararasında hem de ulusların içerisinde eşitsizlik yaratmaktadır.(45) Sonuçta 7toplumda ahlak dışılık artmakta, zor kullanma fazlalaşmakta ve insan unsuru ikinci plana itilmektedir.(46)
Küresel rekabetin getirdiği giderleri kırma baskısı, bu yüzyılın ilk çeyreğinde yer yüzünde yaşaması beklenen 8 milyar insanın büyük çoğunluğu için tehdit oluşturmaktadır. Bunlar ne üretici, ne de alıcı olamayacaklardır.(47)
ABD ve İngiltere 1980'li yıllarda neo-liberal ekonomi politikalarının öncülüğünü yapmışlardır. Ancak, aynı yıllarda söz konusu ülkelerde yoksulluğun hızla tırmanmaya başladığı belirtilmektedir.(48)
Ayrıca, küreselleşmenin 1980'li yıllardan itibaren zengin ve yoksul ülkeler arasındaki gelir dağılımının iyice bozulmasına yol açtığı ileri sürülmektedir. Küreselleşme uygulaması, özelleştirme, deregülasyon, işten çıkarma, sendikasızlaştırma, taşeronlaştırma, sosyal devleti küçültme, ücretleri düşürme, emeği koruyan araçları tasfiye etme, sosyal hakları kısıtlama gibi yöntemlerle hem gelişmekte olan ülkelerin yoksullaştırılmasına, hem de uluslararası sermayenin sınır tanımayan egemenliği sayesinde yoksul ülkelerden zengin ülkelere kaynak aktarılmasına yol açmaktadır.(49)
Buraya kadar anlatılanlar göstermektedir ki, küreselleşme karşıtlarının görüşleri, küreselleşme adı altında uygulanan no-liberal politikaların işsizlik ve yoksulluk yarattığı noktasında odaklaşmaktadır. Bu görüş taraftarlarına göre küreselleşme, gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler arasında ve ülkelerin kendi içerisinde gelir uçurumuna neden olmaktadır.
5. KÜRESELLEŞME VE YOKSULLUK
Birleşmiş Milletler'in (UN) 1999 yılı İnsani Gelişme Raporu'nda (HDR) küreselleşme incelemeye alınmıştır. Bu rapor, küreselleşme ile birlikte dünya ölçeğindeki eşitsizliğin ciddi boyutlara ulaştığını ortaya koyması bakımından önemlidir. Söz konusu rapora göre(50), 1997 yılı itibariyle dünya nüfusunun en zengin ülkelerde yaşayan ve yüksek gelir grubuna giren % 20'sinin dünya gelirinden aldığı pay % 86 iken, en yoksul ülkelerde yaşayan ve düşük gelir grubuna giren % 20'nin aldığı pay yalnızca % 1'dir. Ayrıca bu en tepedeki % 20, dünyadaki toplam ihracatın % 82'sini gerçekleştirmekte, doğrudan yabancı yatırımların % 68'ini almaktadır. En alttaki % 20'nin ise, her bir sektörden aldığı pay yaklaşık % 1'dir.Yine aynı rapora göre, en zengin % 20 ile en yoksul % 20 arasındaki gelir farkı anormal derecede artmıştır. Bu fark, 1960'da 30'da 1 iken, 1997'de 74'de 1'e çıkmıştır. Dünyanın en zengin 200 kişisi servetlerini son 4 yılda ikiye katlayarak toplam 1 trilyon dolara çıkarmışlardır. Öte yandan, dünyada 80'den fazla ülke on yıl öncesine göre daha yoksul bir durumda bulunmaktadır.
Bugün dünyanın en zengin 200 kişisinin servetleri toplamının, dünya nüfusunun en yoksul % 41'inin (dünya nüfusunun 6 milyar dolayında olduğu düşünüldüğünde, bu oran yaklaşık 2.5 milyar kişiye karşılık gelmektedir) sahip olduğu gelirden daha fazla olduğu belirtilmektedir. Dünya Bankası'nın küreselleşme sürecine paralel olarak, gelişmekte olan ülkelerin, sanayileşmiş ülkelerden daha hızlı büyüyecekleri ve dolayısıyla zengin ile yoksul arasındaki mesafenin azalacağı şeklindeki iddiasına karşılık, rakamlar tersini göstermektedir. 1980 ve 90'larda zenginler ile yoksullar arasındaki uçurum artmıştır(51). Yine Dünya Bankası raporlarına göre, 1980 yılında yani yeniden yapılanma döneminin başında kişi başına gelir ortalaması, gelişmiş ülkelerde 7.000 Amerikan Doları dolayındadır. Gelişmekte olan ülkelerde bu rakam (bunlar daha çok Türkiye ve Latin Amerika ülkeleri gibi belirli ölçüde gelişmiş ülkelerdir, çok yoksullara dahil değildir) 1.800 Amerikan doları dolayındadır. 1990'lara geldiğimizde, gelişmişler için rakam 23.000 doları geçmekte, diğerlerinde ise 2.500 dolar dolayında kalmaktadır. Bu da, on yıllık küreselleşme pratiğinin eşitsizliği olarak yorumlanabilmektedir.(52)
Küresel ekonominin; uluslararası sermayenin, sanayileşmiş ülkelerin ve özellikle küresel şirketlerin kuralları belirlediği ve piyasaları biçimlendirdiği adaletsiz bir yapılanma içerisinde olduğu ileri sürülmektedir. Ticaret ve yatırımların büyük çoğunluğu sanayileşmiş ülkeler arasında gerçekleşmekte ve dünya ihracatının üçte birine küresel şirketler hakim bulunmaktadırlar. Dünyanın en büyük 100 ekonomisi içerisinde 51 tanesini şirketler oluşturmaktadır. 1990'lı yıllarda gelişmekte olan ülkelerde ve geçiş ekonomilerinde gerçekleşen doğrudan yabancı yatırımların % 80'inin yalnızca 20 ülkeye yönelmiş olduğu ve bu ülkeler arasında Çin'in büyük bir pay elde ettiği dikkat çekmektedir.(53) Yani, ekonomik küreselleşme sürecinin yarattığı kazançların ve kayıpların bölgesel bloklar, ülkeler, şirketler ve bireyler arasında paylaşımı adaletli gerçekleşmemektedir.(54) Bu bakımdan, ekonomik küreselleşme sürecinin gittikçe artan şekilde ekonomik eşitsizlik yarattığı ileri sürülebilmektedir.
Fransa Uluslararası İlişkiler Enstitüsü'nce yapılan bir çalışmaya göre, önümüzdeki on yıl içerisinde GATT Uruguay Round Anlaşması dolayısıyla getirilen serbestleşmenin, dünya ticaretini %10 artırırken gelirde 260 milyar dolarlık bir artış yaratacağı beklenmektedir. Bunun 80 milyar dolarının Japonya'ya, 70 milyar dolarının AB'ye, 75 milyar dolarının da ABD'ye düşeceği öngörülmektedir. Yani 260 milyar doların 225 milyar doları Merkez'in üç ayağı tarafından paylaşılacaktır. Dünya nüfusunun % 84.5'ine sahip çevre ülkelerine ise, yalnızca 35 milyar dolar kalacaktır.(55) Yukarıdaki tabloya bakıldığında, ekonomik küreselleşme sonucu kimlerin kazançlı çıkacağı konusunda yeterince bilgi sahibi olunmaktadır.
Küreselleşmenin beraberinde getirdiği sosyal sorunlar, Haziran 1996'da İstanbul'da toplanan HABİTAT II Konferansı'nda "Küreselleşme ve Kayıt Dışı Ekonomi" boyutuyla tartışılmıştır. Burada, küreselleşmenin bir yandan mali sektöre yüksek kârlar sağlarken, öte yandan yoksulluğa ve işsizliğe yol açtığına değinilmiştir. Dünyada 1990 yılında kent yoksullarının sayısı 400 milyon iken, 2000 yılında bu sayının 1 milyarı bulacağı belirtilmiştir.(56)
Küreselleşme, süper kar yapan mali şirketlerin yanısıra, kayıt dışı ekonomide iş bulabilen düşük gelirli grupların oluşmasına da neden olmaktadır. Bu yoksulluk, yalnızca azgelişmiş ülkelerde değil, gelişmiş ülkelerin Paris, New York gibi şehirlerinde de görülmekte ve 2025 yılında 875 milyon yeni iş yaratılması gerekeceği belirtilmektedir.(57)
Küreselleşme süreci gelir dağılımının gelişmiş ülkeler yararına yeniden düzenlenmesine yol açarken, bu ülkelerin kendi aralarındaki ve içlerindeki gelir dağılımı bozulmasına engel olamamaktadır. Eşitsizlik Avrupa ile Amerika arasında ABD yararına arttığı gibi, gelişmiş ülkelerin ve ABD'nin kendi içerisinde de artmaktadır. 1977-1992 yılları arasında ABD'de en zengin % 20'nin geliri % 28 arttığı halde, en yoksul % 20'nin gelirinin aynı dönemde % 17 oranında gerilediği görülmektedir. Yine söz konusu dönemde, en zengin % 1'in gelirinin % 91 oranında arttığına dikkat çekilmektedir. Nitekim, gelir dağılımındaki kutuplaşmanın ABD'de, 1920'li yılların sonundaki Büyük Depresyon döneminin boyutlarına vardığı kabul edilmektedir.(58) Ayrıca, yoğun özelleştirmeler ve serbestleştirmeler nedeniyle İngiltere'de gelir dağılımının son derece kötüleştiği belirtilmektedir.(59)
Aslında küresel ekonomiden önemli kazançlar sağlayan sanayileşmiş ülkelerin de günümüzde ciddi kaygılar ve sorunlarla karşı karşıya olduklarını görmekteyiz. Örneğin, AB'de, ekonomik büyümede yavaşlama, işsizlik ve sosyal yüklerin maliyeti gibi sorunlar yoğun olarak tartışılmaktadır. Japonya ise, son on yıl içerisinde karşılaştığı ekonomik durgunluğu aşmakta zorluk çekmekte ve yapısal değişimin sancılarını duymaktadır. Ekonomik küreselleşme sürecinde en büyük atılımı gerçekleştiren ABD ise, Amerikan toplumunun önemli bir bölümünün karşı karşıya kaldığı gelir adaletsizliği, iş güvencesizliği, düşük ücretler ve yetersiz çalışma koşulları gibi sorunlarını çözmede zorlanmakta ya da isteksiz kalmaktadır.(60) IMF'nin 'World Economic Outlook' (Dünya Ekonomisinin Görünümü) başlıklı raporuna göre(61) dünya ekonomisinin büyüme hızı 2000 yılı için % 4.8 iken, 2001 yılı için büyüme hızı tahmini % 3.2'ye çekilmiştir. IMF'ye göre, ABD ekonomisinin büyüme hızı 2001 yılı için yalnızca % 1.5 olacak ki, bu oran son on yılın en düşük oranıdır. Yine IMF'nin Japon ekonomisinin büyüme hızı tahminini % 0.6'ya, 12 Avrupa ülkesinin ortalamasını da % 2.4'e düşürdüğü görülmektedir. Raporda ayrıca, küresel durgunluk olasılığına dikkat çekilmektedir.
Bugün küresel ekonomi içerisinde, bir anlamda "para"nın üretken ekonomi içerisindeki fonksiyonu zayıflarken, küresel sermaye işlemlerinin hacminde büyük artış yaşanmaktadır. Son yirmi yıl içerisinde küresel sermaye işlemlerinin dünya üretimine oranı 15 katından 78 katına yükselmiştir. Bu oransal değişim, dünya ekonomisinin "sanal" bir ekonomi niteliğini kazanmakta olduğu yorumlarının yapılmasına neden olmaktadır.(62)
Öte yandan, kapitalizmin en büyük gururlarından biri sayılan Peter Drucker, küreselleşme süreci içerisinde gerçek ekonomi (mal ve hizmet üretimi) ile sembol ekonominin (finansman) birbirinden koptuğunu ve bunun da endişe duyulması gereken korkutucu bir gelişme olduğunu söyleyebilmektedir. Üretim kaygılarından bağımsızlaşan finansman sermayesi dünyayı tek ve bütünleşmiş bir pazar haline getirmektedir. Bu pazar içinde hedef maksimum spekülatif kazanç elde etmek olduğundan, çok hızlı ve kaotik bir sermaye dolaşımı söz konusu olmaktadır. Halen dünyada bu tür spekülatif amaçlı sermaye hareketinin hergün için 15-20 milyar Amerikan doları dolayında olduğu belirtilmektedir.(63)
Oysa, girişimci üretimden "kar" olarak bir fazlayı ele geçirdiğinde, kar birikim-yatırım kaynağı olduğundan, bununla istihdam ve gelir artışı ile teknolojik değişmenin gerçekleştirilmesi olanağı doğmaktadır. Mali piyasa oyunlarından gelen karın ise hiçbir savunusu bulunmamaktadır. Çünkü gelir yaratmadan başkasının cebinden alınmaktadır. Bu durum, iç piyasada iç gelir dağılımını bozduğu gibi, dış piyasada da uluslararası gelir dağılımını bozmaktadır.(64)
Bu açıdan bakıldığında, küreselleşmenin yarı boş/yarı dolu şişe yaklaşımını andırdığı belirtilmektedir. Yoksullar açısından bakıldığında şişe yarı boş, zenginler açısından bakıldığında ise, şişe yarı dolu gözükmektedir. Ancak, zenginler şişenin yarısını, yoksulların şişesini boşaltarak doldurmaktadır. Bu bakımdan, dünyada küreselleşme diye "sıfır toplamlı bir oyun"(65) oynandığı ileri sürülmektedir.(66)
Sonuçta, küreselleşmenin gerek ulusal gerekse uluslararası boyutta yoksulluğu ve eşitsizlikleri büyüttüğü ileri sürülebilmektedir. Yoksulluk, gelişmiş kapitalist ülkeler içinde dahi sosyal bir yara haline gelmeye başlamış, dünya ölçeğinde gelir eşitsizlikleri dayanılmaz boyutlara varmıştır. Yalnızca küreselleşme karşıtları değil, küreselleşmeye umut bağlayanlar da böyle bir eşitsizliğin yeni sorunlar ve küresel çatışmalar yaratmasından endişe duymaya başlamışlardır. Günümüzde, ulusların ve dünyanın bu yükü daha ne kadar taşıyabileceği tartışılmaktadır.(67)
6. GENEL DEĞERLENDİRME VE SONUÇ
Küreselleşme olgusunu yoksulluk açısından inceleyen bu çalışmamızın sonunda elde ettiğimiz bulgular ve yapılabilecek öneriler aşağıda ana hatları ile sıralanmaktadır.- Günümüzde küreselleşme en yoğun biçimde sermaye ve finans piyasalarında gözlenmektedir. Bununla birlikte, üretim faktörlerinden emek sermayeye benzer bir hareket serbestisine sahip bulunmamaktadır. Bu bakımdan küreselleşme, kendi içerisinde bir çelişkiye düşmekte ve bu noktada sıklıkla eleştirilmektedir. Dolayısıyla, küreselleşme ile bütün üretim faktörlerinin en verimli şekilde dolaşacağı, bütün ulusların bundan yararlanacağı, sonuçta da dünya refahının artacağı varsayımı doğruluğunu yitirmektedir.
- Ayrıca, küreselleşme sonucu, ulusal kurumların güçlerinin azalması nedeniyle emek daha da zayıf bir konuma gelmektedir.
- Gelişmiş ülkelerin küresel bazda savundukları serbest dış ticaret politikaları ile, uyguladıkları korumacı politikaları nasıl bağdaştırdıklarını anlamada güçlük çekilmektedir. Bu nedenle, dünyanın ekonomik olarak bütünleşme sürecinde ortaya çıkan çatışmaların, piyasada tekel oluşturma kavgasından başka birşey olmadığı ileri sürülmektedir. Bu bakımdan firmaların uluslararası boyutlarda birleşmeleri, çok uluslu ortaklıkların artmasına neden olmaktadır. Böylece küreselleşme, ulusçuluk kavramını aşmakta ve rekabet yerine tekelleşmeyi tırmandırmaktadır.
- Sermaye hareketliliği ile, gelişmiş ülkelerden gelişmekte olan ülkelere doğru yoğun bir yatırım ve istihdam akışının gerçekleşmediği görülmektedir. Doğrudan yabancı yatırım, çoğunlukla gelişmiş ülkeler arasında gerçekleşmekte, gelişmekte olan ülkeler ise (yeni endüstrileşen birkaç ülkeyi saymazsak) yatırım ve ticaret bakımından marjinal kalmaktadır. Bütün bu nedenlerden, küreselleşme gerçek anlamda küresel olmadığı noktasında eleştirilmektedir.
- Sonuçta, sermayenin akışkanlığını artırıp, kaynakların etkin kullanımına olanak sağlaması gereken küreselleşme, dünya üretim ve ticaretini büyük tekellere bırakarak, büyük sermayenin kârlılığını artırdığı ve spekülasyona zemin hazırladığı gerekçesiyle eleştirilmektedir. Gerçek anlamda küresel bir toplum yaratmaya yönelik küresel düşünce ise, henüz ne hükümetlere, ne de şirketlere yerleşmemiş gözükmektedir.
- Küreselleşme süreci içerisinde gerçek (reel) ekonomi (mal ve hizmet üretimi) ile sembol ekonominin (finansman) birbirinden koptuğu ve bunun da endişe duyulması gereken korkutucu bir gelişme olduğu belirtilmektedir. Üretim kaygılarından bağımsızlaşan finansman sermayesi dünyayı tek ve bütünleşmiş bir pazar haline getirmektedir. Bu pazar içinde amaç maksimum spekülatif kazanç elde etmek olduğundan, çok hızlı ve kaotik bir sermaye dolaşımı söz konusu olmaktadır.
- Bugün küresel ekonomi içerisinde, bir anlamda "para"nın üretken ekonomi içerisindeki fonksiyonunun zayıfladığı ve küresel sermaye işlemlerinin hacminde büyük artış yaşandığı gözlenmektedir. Bu değişim, dünya ekonomisinin "sanal" bir ekonomi niteliğini kazanmakta olduğu yorumlarının yapılmasına neden olmaktadır.
- Küreselleşen dünya, spekülatif kazançların ön plana çıkmasıyla birlikte, dev bir kumarhaneye benzetilmektedir. Küreselleşme, özellikle sermayeyi ülkeler arasında çok hareketli bir duruma getirerek, mali krizlere neden olduğu ya da bu krizleri ülkeden ülkeye "bulaştırdığı" gerekçesiyle eleştirilmektedir.
- Spekülatif amaçlı ve küreselleşmiş sermaye ile, gelişmekte olan ülkelerden gelişmiş ülkelere doğru büyük kaynaklar akmaktadır.
- Küreselleşme sayesinde dünya ekonomisi ile bütünleşen tüm ülkelerin refah düzeyinin artacağı varsayımından söz ediliyordu. Böylelikle, bu süreç hem gelişmiş hem de gelişmekte olan ülkelerde yaşam standardını yükseltecekti. Ancak uygulama sonuçlarına baktığımızda, durumun hiç de böyle olmadığı görülmektedir. Mevcut durum gelişmekte olan ülkelerin zararına işlemektedir. Nitekim, gelişmiş ülkeler ile gelişmekte olan ülkeler arasındaki fark, son yıllarda iyice açılmıştır.
- Ekonomide üretimden uzaklaşılmakta ve paranın para kazandığı mali piyasalar dünya çapında aşırı güçlenmektedir. Bu durum, iç piyasada iç gelir dağılımını bozduğu gibi, dış piyasada da uluslararası gelir dağılımının bozulmasına neden olmaktadır.
- Bu açıdan bakıldığında, küreselleşmenin yarı boş/yarı dolu şişe yaklaşımını andırdığı belirtilmektedir. Zenginler şişenin yarısını, yoksulların şişesini boşaltarak doldurmaktadır. Dolayısıyla, dünyada küreselleşme diye "sıfır toplamlı bir oyun" oynandığı ileri sürülmektedir.
- Küreselleşmeye merkez durumda olan ABD'de dahi yoğun bir karşı çıkış görülmektedir.
- Küreselleşme süreci, getirdiği istihdam sorunları nedeniyle sıklıkla eleştirilmektedir.
- Küreselleşmenin serbest piyasanın acımasızlığını beraberinde getirdiğine ve hem ülke içerisinde hem de uluslararası alanda gelir dağılımını bozduğuna değinilmektedir. Bu nedenle, küreselleşmenin zengin ve yoksullar arasındaki uçurumu artırarak bir "kutuplaşmaya" neden olduğuna dikkat çekilmektedir. Bu görüş çerçevesinde kontrol altına alınmayan küreselleşmenin, dünyanın ve dünya halklarının yağmalanması sonucunu doğuracağı ileri sürülmektedir.
- Birleşmiş Milletler'in 1999 yılı İnsani Gelişme Raporu'nda küreselleşme incelemeye alınmıştır. Bu rapor, küreselleşme ile birlikte dünya ölçeğindeki eşitsizliğin ciddi boyutlara ulaştığını ortaya koyması bakımından önemlidir.
- Ekonomik küreselleşme sürecinin yarattığı kazançların ve kayıpların bölgesel bloklar, ülkeler, şirketler ve bireyler arasında paylaşımı adaletli gerçekleşmemektedir. Bu bakımdan, ekonomik küreselleşme sürecinin gittikçe artan şekilde ekonomik eşitsizlik yarattığı belirtilmektedir.
- Öte yandan, küreselleşme süreci gelir dağılımının gelişmiş ülkeler yararına yeniden düzenlenmesine yol açarken, bu ülkelerin kendi aralarındaki ve içlerindeki gelir dağılımı bozulmasına engel olamamaktadır. Küresel ekonomiden önemli kazançlar sağlayan sanayileşmiş ülkelerin de günümüzde ciddi kaygılar ve sorunlarla karşı karşıya oldukları görülmektedir.
- Sonuçta, küreselleşmenin gerek ulusal gerekse uluslararası boyutta yoksulluğu ve eşitsizlikleri büyüttüğü ileri sürülebilmektedir. Yoksulluk, gelişmiş kapitalist ülkeler içinde dahi sosyal bir yara haline gelmeye başlamış, dünya ölçeğinde gelir eşitsizlikleri dayanılmaz boyutlara varmıştır. Yalnızca küreselleşme karşıtları değil, küreselleşmeye umut bağlayanlar da böyle bir eşitsizliğin yeni sorunlar ve küresel çatışmalar yaratmasından endişe duymaya başlamışlardır. Günümüzde, ulusların ve dünyanın bu yükü daha ne kadar taşıyabileceği tartışılmaktadır.
Genel bir sonuca varmak gerekirse, denilebilir ki; tüm dünyada işsizlik sorunu yaşanırken ve yoksulluk gelişmiş ülkeler için dahi sosyal bir yara haline gelmeye başlamışken reel ekonomiye dönüşüm politikaların ağırlık verilmelidir.
Özellikle gelişmekte olan ülkelerin küreselleşmenin etkilerini kendi yararlarına çevirebilmeleri için, öncelikle uluslararası ticarette rekabet gücünü arttırmaları ve teknolojiyi üretip bunları pazarlayabilmeleri gerekmektedir. Çünkü ortada bir yarış varsa, yarışın eşit şartlar altında gerçekleştirilmesi zorunludur. Yoksa bir taraf büyük kazançlar elde ederken, öteki tarafın sürekli kayba uğraması kaçınılmaz olacaktır. Dolayısıyla, ekonomik açıdan güçlü ve avantajlı olmak için, söz konusu ülkelerde bir yandan ekonomik ve mali politika önlemleri alınırken, öte yandan işgücünün eğitim düzeyi ile araştırma ve geliştirme faaliyetlerinin geliştirilmesine büyük önem verilmesi gerekmektedir.
KAYNAKLAR
(1) Erol Kutlu, "Küreselleşme ve Etkileri", Eskişehir Anadolu Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, Cilt XIV, Sayı 1-2, 1998, s. 365.
(2) Korkut Boratav, "Ekonomi ve Küreselleşme", Emperyalizmin Yeni Masalı: Küreselleşme, (Yay. Haz. Işık Kansu), 3.b., İmge Kitabevi, Ankara, 1997, s. 23.
(3) Gencay Şaylan, Değişim, Küreselleşme ve Devletin Yeni İşlevi, 1.b., İmge Kitabevi Yayınları, No: 109, Ankara, 1995, s. 217-218.
(4) Haluk Geray, "İletişim, Bilgi Toplumu ve Küreselleşme", Emperyalizmin Yeni Masalı: Küreselleşme, (Yay. Haz. Işık Kansu), 3.b., İmge Kitabevi, Ankara, 1997, s. 37-38.
(5) Yusuf Erbay, "Küreselleşmenin Motoru Çok Uluslu Şirketler: Uluslararası Pazarlara Açılma Yöntemleri ve Karşılaştıkları Zorlayıcı Faktörler", Türk İdare Dergisi, Yıl 70, Sayı 418, Mart 1998, s. 45.
(6) A.g.m., s. 46.
(7) A.g.m., s. 47.
(8) Kadir Koçdemir, "Küreselleşme ve Türkiye", Türk İdare Dergisi, Yıl 70, Sayı 418, Mart 1998, s. 57.
(9) Erbay, a.g.m., s. 46
(10) Kutlu, a.g.m., s. 367-368.
(11) İstanbul Ticaret Odası, Küreselleşme ve Gümrük Birliği, Çalışma Yaşamında Dönüşüm: Çelişkiler ve Fırsatlar, (Haz. Nusret Ekin), İstanbul Ticaret Odası Yayını, No: 1999-47, İstanbul, 1999, s. 58, 64.
(12) Osman Ulagay, Küreselleşme Korkusu, Timaş Yayınları, No: 661, İstanbul, 2001, s. 61.
(13) Paul Hirst ve Grahame Thompson, Küreselleşme Sorgulanıyor, (Çev. Çağla Erdem ve Elif Yücel), 1.b., Dost Kitabevi Yayınları, Ankara, 1998, s. 210.
(14) Mahmut Masca, "Küreselleşmenin Ekonomik Yönden Analizi", Yönetim ve Ekonomi, Sayı 4, 1998, s. 355.
(15) Yakup Kepenek, "Küreselleşme ve Ulus Devlet", İktisat Dergisi, Sayı 358, Ağustos 1996, s. 21.
(16) G. van Liemt, "Globalization, Informal Employment and Social Dumping", (Yayınlanmamış Tebliğ), TIRA II. International Industrial Relations Congress, İstanbul, 1995, s. 8'den aktaran İstanbul Ticaret Odası, a.g.e., s. 238.
(17) Masca, a.g.m., s. 369.
(18) Hasan Tutar, "Üçüncü Bin Yılın Eşiğinde Küresel Düş Kırıklıklarımız", Ekonomi Başak, Yıl 23, Sayı 104, Mart-Nisan 1999, s. 44.
(19) M. Morisima, Why has Japan 'Succeeded' ? Western Technology and Japanese Ethos, Cambridge University Press, Cambridge, 1982, s. 96'dan aktaran Tutar, a.g.m., s. 42.
(20) Erol İyibozkurt, Küreselleşme ve Türkiye, 1.b., Ezgi Kitabevi Yayınları, Bursa, 1999, s, 109.
(21) Kepenek, a.g.m., s. 21.
(22) Richard J. Barnet ve John Cavanagh, Küresel Düşler, İmparator Şirketler ve Yeni Dünya Düzeni, (Çev. Gülden Şen), Gençlik Yayınları A.Ş., İstanbul, 1995, s. 335.
(23) George Soros, Küresel Kapitalizm Krizde, (Çev. Gülden Şen), 1.b., Sabah Kitapçılık San. ve Tic. A.Ş., No: 97, İstanbul, 1999, s. 97.
(24) Ali Eren Doğan, "Az Küreselleşme Az Bölgeselleşme Az Korumacılık", İGEME'DEN Bakış, Yıl 2, Sayı 8, Ekim-Aralık 1998, s. 21-22.
(25) Barnet ve Cavanagh, a.g.e., s. 336.
(26) İktisat Dergisi, Küreselleşme, 3. Dünya ve İktisat Politikaları başlığı altında John Weeks ile yapılan ve Sungur Savran tarafından çevrilen söyleşi, sayı 388, Nisan 1999, s. 77.
(27) İktisat Dergisi, s. 77.
(28) Geray, a.g.m., s. 39-40.
(29) Hirst ve Thompson, a.g.e., s. 143.
(30) Geray, a.g.m., s. 40.
(31) Cem Eroğul, "Ulus-Devlet ve Küreselleşme", Emperyalizmin Yeni Masalı: Küreselleşme, (Yay. Haz. Işık Kansu), 3.b., İmge Kitabevi, Ankara, 1997, s. 56.
(32) İktisat Dergisi, s. 79.
(33) Hirst ve Thompson, a.g.e., s. 145.
(34) Alpaslan Işıklı, "Sosyal Politika Açısından Küreselleşme", Emperyalizmin Yeni Masalı: Küreselleşme, (Yay. Haz. Işık Kansu), 3.b., İmge Kitabevi, Ankara, 1997, s. 86.
(35) Nahit Töre, "Global Krizin IMF'ye Etkisi", Ekonomi Başak, Yıl 23, Sayı 104, Mart-Nisan 1999, s. 22.
(36) Tutar, a.g.m., s. 42. Ayrıca bkz. Gencay Şaylan, "Küreselleşmenin Gelişimi", Emperyalizmin Yeni Masalı: Küreselleşme, (Yay. Haz. Işık Kansu), 3.b., İmge Kitabevi, Ankara, 1997, s. 21.
(37) Erol İyibozkurt, Güncel Ekonomik Sorunlarımız, Küreselleşme ve Ekonomimiz, 4.b., Ezgi Kitabevi Yayınları, Bursa, 1997, s. 452.
(38) Friedrich Ebert Vakfı, Küreselleşme Sürecinde ve Değişen Koşullarda Türk Sendikacılık Hareketi: Fırsatlar ve Riskler, İstanbul, 1996'dan aktaran Koçdemir, a.g.m., s. 77.
(39) Masca, a.g.m., s. 372.
(40) A.g.m., s. 372.
(41) İstanbul Ticaret Odası, a.g.e., s. 33.
(42) A.g.e., s. 64, 245.
(43) Hakan Arslan ve Oğuz Toprak, "Dünyada Neo-Liberal Ekonomi Politikalarının Emek Üzerindeki Etkileri ve İşçi Hareketinin Tepkileri", Türk-İş Yıllığı 97, Cilt 1, Türk-İş Araştırma Merkezi, Ankara, s. 440-441.
(44) A.g.m., s. 443.
(45) Küreselleşme karşıtları, dünya ekonomisi içerisindeki bu eşitsizliğe dikkat çekmekteler ve bunun dünyada neo-liberallerin dediği gibi, küresel bir uygarlığın doğuşundan çok, köktendinciliğin ya da saldırgan milliyetçiliğin doğuşuna yol açacağını savunmaktadırlar. Bkz. Veysel Bozkurt, "Küreselleşme: Kavram, Gelişim ve Yaklaşımlar", Küreselleşmenin İnsanı Yüzü, (Der. Veysel Bozkurt), 1.b., Alfa Basım Yayım Dağıtım Ltd. Şti., No: 836, İstanbul, 2000, s. 22. Böylece insanlığın kültürel bir homojenleşmeye doğru değil, ırkçılık, milliyetçilik ve köktendincilikle beslenen bir yeni parçalanmaya doğru gittiğini belirtmektedirler. Bkz. Ulagay, a.g.e., s. 62.
(46) İyibozkurt, Güncel Ekonomik Sorunlarımız, s. 449.
(47) Barnet ve Cavanagh, a.g.e., s. 333.
(48) Bkz. Arslan ve Toprak, a.g.m., s. 441.
(49) İstanbul Ticaret Odası, a.g.e., s. 58.
(50) UNDP, Human Development Report 1999, Oxford University Press, New York, 1999, s. 2,3.
(51) Veysel Bozkurt, "Küreselleşmenin Toplumsal Sonuçları", Prof. Dr. Nusret Ekin'e Armağan, Türk Ağır Sanayii ve Hizmet Sektörü Kamu İşverenleri Sendikası Yayını, No: 38, Ankara, 2000, s. 189.
(52) Gencay Şaylan, "Küreselleşme ve Siyasal İslam", Türk-İş Yıllığı 97, Cilt 2, Türk-İş Araştırma Merkezi, Ankara, s. 407; Şaylan, "Küreselleşmenin Gelişimi", s. 20.
(53) J. Mazur, "Labor's New Internationalism", Foreign Affairs, Volume 79, Issue 1, January-February 2000'den aktaran Ahmet Selamoğlu, "Yoğunlaşan Sosyal Sorunlarıyla Küreselleşme", Küreselleşmenin İnsani Yüzü, (Der. Veysel Bozkurt), 1.b., Alfa Basım Yayım Dağıtım Ltd. Şti., No: 836, İstanbul, 2000, s. 39.
(54) A.g.m., s. 37. Ayrıca bkz. DPT, Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planı Küreselleşme Özel İhtisas Komisyonu Raporu, DPT Yayını, No: DPT: 2544-ÖİK: 560, Ankara, 2000, s. 5.
(55) Gülten Kazgan, Yeni Ekonomik Düzen'de Türkiye'nin Yeri, 1.b., Altın Kitaplar Yayınevi, İstanbul, 1994, s. 72.
(56) İstanbul Ticaret Odası, a.g.e., s. 62.
(57) A.g.e., s. 62.
(58) Arslan ve Toprak, a.g.m., s. 441.
(59) Orhan Şener, Teori ve Uygulamada Kamu Ekonomisi, 7.b., Beta Basım Yayım Dağıtım A.Ş., No: 1078, İstanbul, 2001, S. 444.
(60) Selamoğlu, a.g.m., s. 44, 45.
(61) IMF,World Economic Outlook, http://www.imf.org/external/pubs/ft/weo/2001/01/indexhtm, (2001).
(62) A. Breitenfellner, "Global Unionism: A Potential Player", Internotional Labour Review, Volume 136, Issue 4, Winter 1997'den aktaran Selamoğlu, a.g.m., s. 40.
(63) Şaylan, "Küreselleşme ve Siyasal İslam", s. 408.
(64) Gülten Kazgan, Tanzimat'tan XXI. Yüzyıla Türkiye Ekonomisi, 1. Küreselleşmeden 2. Küreselleşmeye, 1.b., Altın Kitaplar Yayınevi ve Ticaret A.Ş., İstanbul, 1999, s. 345-346.
(65) İktisadi kalkınma yazınına büyük katkıları olan H. Leibenstein, azgelişmiş ülkelerdeki "neredeyse istikrarlı" bir yoksulluk dengesinin varlığını ele alırken şu noktalara dikkat çekmektedir: Bireysel karlılığı çok yüksek, ancak toplumsal verimliliği çok düşük faaliyetler "sıfır toplamlı oyun" niteliğindedir. Net gelir yaratmaksızın birinin kazandığını diğerinin kaybetmesi sonucunu veren bu tip faaliyetlerin, girişim gücünü yok etmesi söz konusu ülkelerde "büyüme" olgusunun ortaya çıkmasına engel olmaktadır. Yani, ne girişim yeteneği ve soku, ne büyümeyi teşvik edecek olanakların varlığı büyümeyi harekete geçirmek için yeterli olmamaktadır. Bir başka anlatımla, sorun girişim gücünün bulunmamasından değil, bu ülkelerin içsel dinamiğinin en karlı işleri ekonominin büyümesine katkı yapacak alanlarda yaratmamasından kaynaklanmaktadır. Bkz. H. Leibenstein, Economic Backwardness and Economic Growth, Science Editions, New York, 1965, s. 112-119'dan aktaran Kazgan, Tanzimat'tan XXI. Yüzyıla Türkiye Ekonomisi, s. 345.
(66) A.g.e., s. 351.
(67) Oğuz Oyan, "Küreselleşme Paradoksu: Söylenceden Gerçeklere", Türk-İş Yıllığı 97, Cilt 2, Türk-İş Araştırma Merkezi, Ankara, s. 18.