UYARLAMA DAVALARI
Sözleşme
hukukunda egemen olan ve Türk Hukukunda kabul edilen kural,
"sözleşmeye bağlılık-Ahde Vefa- " kuralıdır. "
Pacta Sund Servanda" adı ile anılan bu kurala göre,
sözleşme yerine getirilmelidir. Koşullar yanlardan biri, özellikle
borçlu için sonradan ağırlaşmış, edimler dengesi sonradan çıkan
olaylar nedeni ile değişmiş olsa bile, borçlu, borcunu yerine getirmelidir.
(Sözleşme serbestliği ilkesi tarafların birbirleri karşısında eşit
hak sahibi olarak bulunmalarını gerektirir.) Gerçekte de, sözleşmeye
bağlılık ilkesi, hukuki güvenlik, doğruluk, dürüstlük kuralının
bir gereği olarak sözleşme hukukunun temel ilkesini oluşturmaktadır.
Ancak bu ilke özel hukukun diğer ilkeleriyle sınırlandırılmıştır.
Sözleşmenin yapıldığında karşılıklı edimler arasında var olan denge
sonradan koşulların olağanüstü değişmesiyle büyük ölçüde yanlardan
biri aleyhine katlanılamayacak derecede bozulabilir. Sözleşmedeki
dengeyi bozan olağanüstü durumlara; harp, ülkeyi sarsan ekonomik
krizler, enflasyon grafiğindeki aşırı yükselmeler, şok devalüasyon,
para değerinin önemli ölçüde düşmesi gibi; durumlar örnek olarak
gösterilebilir.
Tarafların
istençlerini ( iradelerini) etkileyip sözleşme yapmalarına neden
olan koşullar daha sonra önemli ölçüde, çarpıcı, adaletsizliğe
yol açan olayların gerçekleşmesi ile değişmişse yanlar artık o
sözleşme ile bağlı tutulamazlar. İşte bu durumda sözleşmeye bağlılık
ile sözleşme adaleti ilkeleri arasında bir çelişki oluşur ve artık
bu ilkeye sıkı sıkıya bağlı kalmak adalet, hakkaniyet ve objektif
iyiniyet (M.K Md. 4, 2) kuralarına aykırı bir durum yaratır hale
gelir. Hukukta bu karşıtlık (Clausula Rebüs Sic Stantibus-
Beklenmeyen hal kuralı ile sözleşmenin değişen koşullara uydurulması)
ilkesi ile giderilmeye çalışılmaktadır.
Borç
ilişkisinin kurulmasından sonra, borçlunun kusuru olmaksızın edim
(borç) olanaksızlaşmışsa , (imkânsızlaşmışsa) bu durumda, borç sona
erer (BK. m.117). Oysa, borçlu yönünden edimin yerine getirilmesinin
(ifasının) aşırı ölçüde güçleşmesi, m.117'nin kapsamının dışında
kalır.
Sözleşmenin
akçalı (parasal) koşullarını, edim ve karşı edimi arasındaki oranı
esaslı yolda sarsan olağanüstü olaylara beklenmeyen olaylar denir.
Beklenmeyen olaylar, sözleşmenin akçalı koşullarını alt üst eden
olağanüstü, sezilemeyen, kusur dışı, gerçek olaylardır. Bu olaylar
karşısında kalan borçlu sözleşmenin metnine değil, ne var ki, kendi
borcuna bir sınır çizen adalet, iyiniyet kurallarına dayanmak gerektiğini
ileri sürer. Beklenmeyen olaylar borcun yerine getirilmesini (ifasını)
esaslıca güçleştiren nedenlerdir. İmkansızlık denen durumlarda ise,
edimin yerine getirilmemesi söz konusu olmaktadır.
Hukukumuzda,
önceden görülmeyen (kestirilemeyen) değişikliklerin borçlunun borcunu
yerine getirmesini olağanüstü güçleştirmesi durumunda, sözleşmenin
yeniden gözden geçirilmesi hakkında genel bir hüküm yoktur, yalnızca
bazı sözleşmelere ilişkin özel hükümlere yer verilmiştir . O nedenle,
gerek sözleşmede ve gerekse yasada, hukuksal ilişkinin yeni duruma
uyarlanmasını ya da sona erdirilmesini öngören bir hüküm bulunmaması
durumunda, nasıl bir çözüme ulaşılacağı sorusuna bir yanıt bulunmalıdır.
Alman
ve İsviçre hukuk öğretilerinde baskın olan "işlem temelinin
çökmesi ya da sarsılması" görüşünün dayandığı değiş-tokuş
sözleşmelerinde edimler arası denge görüşü uyarınca, daha sonra
ortaya çıkan ve zorlu neden niteliğinde bulunmayan olağanüstü durumlarda
yanların edimleri (borçları) arasında denge önemli ölçüde sarsılırsa,
yargıç, MK.m. 1 ve 2 çerçevesinde ya sözleşmeyi çözer ya da değişen
durumlara uyarlar. Çözme ve uyarlama konusu, yanlarca sözleşmede
öngörülmüş ya da yasada özel bir kuralla düzenlenmiş ise bu olasılıkta
hakim, sözleşme ya da yasa hükmünü (kuralını) gözetir ve uygular.
İşlem temelinin çökmesi görüşü, MK.m.2'de kaynağını bulan doğruluk
ve dürüstlük kuralına dayanmaktadır.
Bizde de (Türk Hukukunda) öğretide aynı görüş benimsenmiştir.
Borçlar hukukunun temel prensiplerinden birine göre, antlaşmalar
yerine getirilmelidir (Pacta sund servanda) . Böylece bir
sözleşme ile borç altına giren kimse artık gelişigüzel borcundan
sıyrılamayacaktır demektir. Fakat bu prensibin de bir sınırı
olmak gerekir. İstisnai bazı hallerde, ekonomik hayatta önceden
görülemeyen öyle dalgalanmalar ve değişmeler olur ki , borçludan
taahhüdünü yerine getirmesini beklemek onun için bir yıkım teşkil
edebilir. Ani bir kıtlık tehlikesi karşısında buğday fiyatlarının
10 misli arttığını düşünelim. Henüz böyle bir tehlike doğmadan
piyasadan eski fiyatlarla buğday temin edebileceğini düşünen bir
yüklenici , bu fiyatlara uygun bedel ile tonlarca buğday teslim
etmek borcu altına girmişse, fiyatlardaki muazzam değişikliğe
karşın yine de taahhüdünü yerine getirmeye mecbur olacak mıdır?
İşte modern Hukuklarda gelişen bir eğilim “Pacta sund servanda”
prensibini clausula rebus sic stantibus” (umulmayan
hal şartı) fikri ile sınırlamakta ve her sözleşmenin bu şart
altında yapıldığını ve şayet böyle bir şart gerçekleşirse artık
borçludan akdin yerine getirilmesinin beklenemeyeceğini kabul etmektedir
ki bu fikir Medeni Yasanın 2. maddesindeki doğruluk kuralına
uygundur.”
Yargıtay’ımız
da kararlarında çağdaş hukukun bir gereği olan uyarlama istemlerine
olumlu yakalaşmakta ve kararlılıkla aşağıdaki gerekçeleri savunmaktadır.
“Karşılıklı sözleşmelerde edimler arasındaki dengenin olağanüstü
değişmeler yüzünden alt üst olması, borcun ifasının güçleşmesi durumunda
"İŞLEM TEMELİNİN ÇÖKMESİ" gündeme gelir. İşte bu bağlamda
Yargıç , somut olayın verilerine göre, alacaklı yararına borçlunun
edimini yükseltmeye veya borçlu yararına onun tamamen veya kısmen
edim yükümlülüğünden kurtulmasına kara verilebilir ve müdahale ederek
sözleşmeyi değişen koşullara uyarlar.
Sözleşmenin
yeni durumlara uyarlaması yapılırken önce sözleşmede daha sonra
yasada bu hususta intibak hükümlerinin bulunup bulunmadığına bakılır.
Sözleşmede ve kanunda hüküm bulunmadığı takdirde sözleşmenin değişen
hal ve şartlara uydurulmasının gerekip gerekmeyeceği incelenir.
Bazen de sözleşmede olumlu ve olumsuz intibak kaydı bulunmakla beraber,
bu kayda dayanarak sözleşmenin kayıtla birlikte aynen uygulanmasını
talep etmek M.K. Md. 2/2 hükmü anlamında hakkın kötüye kullanılması
manasına gelebilir.
Böyle
bir durumda sözleşmedeki intibak kaydına rağmen edimler arasında
aşırı bir nispetsizlik çıkmışsa uyarlama yine yapılmalıdır. İşlem
temelinin çöküşüne ilişkin uyuşmazlıkların giderilmesinde kaynak
olarak Medeni Yasa’nın 1, 2 ve 4 ncü maddelerinden yararlanılacaktır.
İşlem temelinin çöktüğünün dikkate alınması dürüstlük kuralının
gereğidir. Diğer bir anlatımla durumun değişmesi halinde sözleşmede
ısrar etmek dürüstlük kuralına aykırı bir tutum olur. Değişen durumların
sözleşmede kendiliğinden bulunan sözleşme adaletini bozması halinde,
taraflar bu haller için bir tedbir almadıklarından, sözleşmede bir
boşluk vardır. Bu boşluk sözleşmenin anlamına ve yan istençlerine
(taraf iradelerine) önem verilerek yorum yolu ile ve dürüstlük kuralına
uygun olarak doldurulur. (Mk. Md. 1) Bu yönteme sözleşmenin yorum
yoluyla düzeltilmesi ya da değişen hal ve koşullara uyarlanması
denilir. Uyarlama daha çok ve önemli ölçüde uzun ve sürekli borç
ilişkilerinde söz konusu olur.”
Her
istemle sözleşmeyi değişen hal ve koşullara uydurmak olanağı yoktur.
Aksi halde özel hukuk sistemimizde geçerli olan "irade özgürlüğü"
sözleşme serbestisi "ve sözleşmeye bağlılık" ilkelerinden
sapma tehlikesi ortaya çıkar. Sözleşmeye elatma (müdahale) kurumu
ayrık (istisnai) ikinci derecede (tali) yardımcı niteliktedir.
“Sözleşme
kurulduktan sonra onun ifadesi sırasında ortaya çıkan olaylar olağanüstü
ve objektif nitelikte olmalıdır. Az yukarıdaki örneklenen olaylarda
olduğu gibi. Yine değişen hal ve şartlar nedeni ile tarafların yüklendikleri
edimler arasındaki dengenin aşırı ölçüde bozulmuş olması baş koşuldur.”
Ayrıca
1.
Uyarlama isteyen yanın
olağanüstü hal ve koşulların çıkmasına kendi kusuru ile neden
vermemelidir.
2.
Değişen hal ve koşullar
yanlarca önceden öngörülebilir; beklenebilir; Olağan ve hesaba katılabilen
nitelikte olmamalı ya da olaylar, öngörülebilir olmakla beraber
bunların sözleşmeye etkileri kapsam ve biçim bakımından bu derece
tahmin edilmemelidir. Eş söyleyişle; sözleşmenin yanlarından birine
yükletilmesi gereken tehlike(riziko) sınırı nesnel (objektif) olarak
aşılmış olmak gerekir
Uyarlama
daima yardımcı bir çözüm olarak düşünülmelidir. Sözleşmeye yazılan
özel hükümler yorumlanıp tarafların sağladığı hak ve yararlar, değerlendirilmeli,
ekonomik değişikliklerin (Enflasyon, Devalüasyon) etkileri, somut
olayın özelliği ile belirlenecek tüm objektif ve sübjektif hal ve
koşullar kıymetlendirilmeli, uyarlama yapılması kanısına kavuşulursa,
sözleşmedeki intibak boşluğu hak ve nesafet, doğruluk, dürüstlük
kuralları (MK. MD. ;2/1) ışığında yasa boşluğunda olduğu gibi MK
.Md. 1 deki yetki kullanılarak doğrudan kendisini yaratıp takdir
ettiği bir kuralla yargıç tarafından doldurulmalıdır.
Sonuç
olarak ; ekonomik koşullarda, aşırı enflasyon, para değerinin büyük
ölçüde düşmesi vb. nedenlerle meydana gelen olağanüstü değişiklik
ve dolayısıyla güçlükler, edimin olduğu gibi yerine getirilmesini
borçludan beklenemez duruma getirmişse, doğruluk ve dürüstlük kuralları
gözönünde tutularak "işlem temelinin çökmesi ya da sarsılması
ilkesi" uyarınca sözleşme yeni durumlara uyarlanır.
Bu konuda Yargıtay’ımız Çağdaş Hukuk örneği sergilemiş
ve dövize endeksli borçların günün hal ve koşullarına uyarlanabileceğine
ilişkin kararlar vermiştir. Aşağıda bu kararlardan birkaçını okurların
bilgisine sunmaktayım...
celalulgen@superonline.com
Not: Yazarın “Dövizle Borcu Olanlar İçin UYARLAMA DAVALARI”
adlı bir kitabı yayınlanmıştır
T.C.
YARGITAY
HUKUK GENEL KURULU
E. 1997/11–460
K. 1997/651
T. 17.9.1997
KARŞILIKLI EDİMLERİ
İÇEREN SÖZLEŞMELERDE EDİMLER ARASINDAKİ DENGENİN, OLAĞANÜSTÜ DE-ĞİŞMELER
YÜZÜNDEN ALT ÜST OLMASI, BORCUN İFASINI GÜÇLEŞTİRMESİ VE BELKİ DE
İMKANSIZ HALE GELMESİ DURUMUNDA “İŞLEM
TEMELİNİN ÇÖKMESİ” GÜNDEME
GELİR. BU GİBİ HALLERDE EMPREVİZYON VEYA CLAUSULA REBUS SİC STANTİBUS
KURAMI ÇERÇEVESİNDE KURULMUŞ OLAN BİR SÖZLEŞ-MEDE DEĞİŞİKLİKLERİN
YAPILMASI İÇİN HAKİMİN SÖZLEŞMEYE MÜDAHALESİ İSTENEBİLECEKTİR.
ÖZET
1. Tarafların yaptığı
akitte, önceden açık veya kapalı olarak koşulların olağanüstü ölçüde
değişmesi işlem temelinin kısmen veya tamamen çökmesi halinde, adalet,
doğruluk ve dürüstlük kurallarına dayanarak “akdi uyarlama” benimsenmiştir.
Sözleşmeye bağlılık ve saygı esastır, uyarlama daima yardımcı çözüm
olarak düşünülmelidir. Karar verilirken, sözleşmeye yönelik ve bağlantılı
değerlendirmeler yapılmalı, özellikle tarafların farazi iradeleri
yani taraflar sözleşmede açık kalmış hukuki meseleyi sözleşmenin
in’ikadı sırasında düzenlenmiş olsalardı, doğru ve makul düşünen
taraflar olarak neyi kararlaştırabileceklerinin tespitine önem verilmelidir.
2. Hükümetçe alınan
olağan üstü ekonomik kararlar sebebiyle, dövize endeksli kredi sözleşmesinin
uyarlanması talebiyle açılan davanın da yukarıdaki prensipler içinde
araştırılıp karara bağlanması gerekir.
DAVA ve KARAR:
Taraflar
arasındaki “Sözleşmenin uyarlanması” davasından dolayı yapılan yargılama
sonunda; Bursa Asliye 1. Ticaret Mahkemesi’nce davanın reddine dair
verilen 17.7.1996 gün ve 1995/424 E- 1996/322 K. sayılı kararın
incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmesi üzerine,
Yargıtay
11. Hukuk Dairesi’nin 18.11.1996 gün ve 1996/7674 – 8061 sayılı
ilamı:
(…
Davacı vekili, müvekkilinin davalı bankadan 25.000 DM tutarında
bireysel kredi aldığını, kredinin aylık 840 DM üzerinde 36 ay vadeye
bağlandığını, 1994‘ten bu yana olan olağanüstü ekonomik değişiklikler
nedeniyle döviz fiyatındaki aşırı yükselme karşısında tarafların
edimleri arasında aşırı bozulma olduğunu ileri sürerek almış olduğu
kredinin geri ödemelerinin kullanma tarihi itibariyle TL’ye çevrilmesi
şeklinde sözleşme’nin yeni koşullara uyarlanmasını talep ve dava
etmiştir.
Davalı vekili, taraflar arasındaki sözleşmenin 18/c maddesinde “kur riski
müşteriye aittir” hükmünü davacının kabul ettiğini, sözleşmeyi davacının
serbest iradesi ile imzaladığını, borcun kapatılması halinde %10
ıskonto yapılacağının kendisine bildirildiğini davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece;
iddia, savunma ve dosya arasındaki belgelere göre, olayda beklenmeyen
halin sözkonusu olmadığı, bankanın sunduğu çeşitli ödeme seçeneklerinden
davacının kendine uygun olanı seçtiği, sözleşme kurulduktan sonra
15.4.1994 tarihinde de, tarafların bir araya gelerek yeni bir anlaşma
yaptıkları ve davacının bu ödeme şekline göre aylık ödemelerini
ödediği, davacının sözleşmenin kurulduğu 16.9.1993 tarihli sonrasında,
ikinci bir anlaşmayı kabul etmesi ve döviz kurlarındaki önemli artışlar
sonrası dönemde gerçekleştirdiğinin anlaşıldığı, böylece tarafların
birbirlerine uygun iradeleriyle uyarlama yapıldığı, sözleşmenin
bitimine az bir zaman kala edimler arasındaki dengenin davacı aleyhine
bozulduğu savının samimi olmadığı, mevcut bir uyarlama varken ikinci
kez uyarlama istenmesinin akde vefa ilkesine aykırı olduğu gerekçesiyle,
davanın reddine karar verilmiştir.
Kararı,
davacı vekili temyiz etmiştir.
Mahkemece,
davalının sunduğu seçeneklerden davacının kendisine uygun olanı
seçtiği, sözleşme düzenlendikten sonra 15.4.1994 tarihinde de, tarafların
bir araya gelerek yeni bir anlaşma yaptıkları, yani tarafların kendi
aralarında sözleşmeyi sonradan uyarladıkları gerekçesiyle, davanın
reddine karar verilmiş ise de, davalı bankaca davacıya iki ayrı
ödeme seçeneği sunulduğu ve davacı tarafından hiçbirinin kabul edilmediği
konusunda taraflar arasında bir uyuşmazlık bulunmadığı dosya içeriği
ile sabittir.
Bu
durumda mahkemece, davalı bankadan sorularak, eğer bu krediyi Türk
Lirası bazında açmış olsa idi, hangi miktarda ve hangi koşullarda
geri ödemeli olarak açabileceği, kredinin ilk açılışından dava tarihine
kadar ne durumda olabileceği saptanmalı, davalı bankanın önerdiği
ayrı seçeneklere göre, tarafların anlaşamaması halinde banka kayıtları
üzerinde bilirkişi incelemesi yaptırılarak, dava konusu kredi ile
aynı miktarlı kredilerdeki geri ödemeleri Türk Lirası olan ve fiilen
açılmış kredilerin bilirkişi raporunda gösterilmesi istenmeli ve
ondan sonra bu rapordaki tespitleri değerlendirilmesi yapılarak
sonucu çerçevesinde, davalının sunduğu seçeneklerin makul ve kabul
edilebilir olup olmadığı hususunda bir karar verilmesi gerekirken,
bu hususlar üzerinde durulmaksızın yazılı gerekçe ile davanın reddi
doğru görülmemiştir…”) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri
çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki
kararda direnilmiştir.
YARGITAY HUKUK GENEL KURULU KARARI:
Hukuk
Genel Kurulu’nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz
edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği
görüşüldü:
Hukukumuzda
sözleşmeye bağlılık ilkesi(Ahde Vefa – Pocta Sunt Servanda) yanında
sözleşme serbestisi ilkeleri kabul edilmiştir. Bu ilkelere göre
kişiler, özel hukuk alanında özel ve tüzel kişilerle olan ilişkilerini,
var olan hukuk düzeni içinde kalmak koşuluyla diledikleri gibi düzenlemek,
diledikleri konuda diledikleri ile diledikleri tipte sözleşme yapmak
hak ve özgürlüğüne sahiptirler. Bu olanak, Borçlar Kanunu’nda öngörülen(Sözleşme
serbestliği) ilkesinin bir sonucudur ve bu hak idare özerkliği (sözleşme
hürriyeti) kavramı, Anayasa tarafından teminat altına alınmıştır.
O
halde kişiler sözleşme serbestliği ilkesine göre “kanun tarafından
düzenlenmiş olan sözleşme tiplerinden ayrı karma veya nev’i şahsına
münhasır sözleşmeler yapmak ve bunların koşullarını diledikleri
gibi tespit etmek, hukuka (yani buyurucu ve yasa koyan hukuk kurallarına),
ahlak ve adaba aykırı olmamak şartıyla kanun tarafından düzenlenmiş
olan sözleşmelerin fizyonomisini (tipini) değiştirmek ve konusunu
yasal sınırlar içinde serbestçe tayin etmek hakkına haizdir. Diğer
taraftan Devletin para ve kredi, sermaye, mal ve hizmet piyasalarının
düzenli işlemelerini sağlayıcı tedbirler yanında, tüketicileri koruyucu
tedbirleri de alacağı Anayasa tarafından düzenlenmiştir.(Anayasa
Md. 167. ve 172)
Ahde
vefa ilkesine göre; sözleşme yapıldığı andaki gibi aynen uygulanmalı
ve hükümlerine riayet olunmalıdır. Sözleşmeye bağlılık ilkesi hukuki
güvenlik, doğruluk ve dürüstlük kuralının bir gereği olarak, sözleşme
hukukunun temel ilkelerinden biridir. Karşılıklı edimleri içeren
sözleşmelerde, edimler arasında mevcut olan denge şartların olağanüstü
değişmesiyle büyük ölçüde tarafların biri aleyhine katlanılamayacak
derecede bozulabilir.
Buna
göre akit yapıldığı sırasında mevcut bulunan şartlar önemli surette
değişmişse, artık taraflar sözleşme ile bağlı olmamalıdır. Bu görüş
doktrinde “Emprevizyon Teorisi” adıyla anılır. (Tekinay/-Akman/Burcuoğlu/Altop,
Tekinay Borçlar Hukuku, Genel Hükümler 7.Bası.İst. 1993 sh: 1005)
İşte edimler arasındaki dengeyi aşırı derece bozan olağanüstü haller
harp, ülkeyi sarsan ekonomik krizler, enflasyon grafiğindeki olağanüstü
yükselmeler, şok devalüasyon, para değerinin önemli ölçüde düşmesi
gibi hallerde sözleşmeye bağlılık ile sözleşme adaleti ilkeleri
arasında bir çelişki hasıl olur ve artık sözleşmeye sıkı sıkı bağlı
kalma adalet, hakkaniyet ve objektif hüsnüniyet (MK. Md.2/2)
kaidelerine aykırı bir durum yaratır hale gelir. Bu adaletsiz sonuçları
bertaraf etmek için, bugün İsviçre-Türk Hukuku’nda çoğunlukla dayanılan
esas, dürüstlük kuralı uyarınca çözüm bulunmasıdır. Karşılıklı edimleri
içeren sözleşmelerde edimler arasındaki dengenin, olağanüstü değişmeler
yüzünden alt üst olması, borcun ifasını güçleştirmesi ve belki de
imkansız hale gelmesi durumunda “işlem temelinin çökmesi”
gündeme gelir. Bu gibi hallerde emprevizyon veya Clausula Rebus
Sic Stantibus kuramı çerçevesinde kurulmuş olan bir sözleşmede değişikliklerin
yapılması için hakimin sözleşmeye müdahalesi istenebilecektir. Hakim
bu gibi hallerde ya sözleşmeyi ortadan kaldıracak ya da sözleşme
koşullarının olağanüstü olgulara uyarlanmasına ve böylece sözleşmede
bozulmuş olan dengeyi yeniden sağlayacaktır. Öğreti ve uygulamada
tarafların yaptığı akitte, önceden açık veya kapalı olarak koşulların
olağanüstü ölçüde değişmesi işlem temelinin kısmen veya tamamen
çökmesi halinde, adalet, doğruluk ve dürüstlük kurallarına dayanarak
“Akdi Uyarlama” benimsenmiştir.(Bkz. Kemal Tahir Gürsoy,
Hususi Hukukta Clausula Rebus Sic Stantibus, Emprevizyon Nazariyesi
1950, sh: 50 vd, Kemalettin Birsen, Medeni Hukuk Desleri, 1945 sh:
73 vd; Ferit Hakkı Saymen, Türk Medeni Hukuk Cilt 1, Umumi Prensipler,
1948, sh; 284 vd, Borçlar Hukuku Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop 7.
Bas, İst 1993 sh: 1005, M. Kemal Oğuzman Borçlar Hukuku Dersleri
cilt 1,4. Bası İst, 1987 sh; 123, İbrahim Kaplan Hakimin sözleşmenin
müdahalesi, sözleşmenin yorumu, sözleşmenin tamamlanması, sözleşmenin
değişen hal ve şartlara uyarlanması Ank 1987 sh: 113 ve 114, Hatemi/Serozan/Arpacı,
Borçlar Hukuka Özel Bölüm İst. 1992 sh: 186 vd, Hukukta Beklenmeyen
Hal ve Uyarlama, Prof. Dr. Haluk Burcuoğlu İst. 1995 Sh: 4 vd, Y.H.G.K‘nun
3.2.1998 gün E: 1987/11 – 411 K.1988/66, Y.H.G.K.’nun 1.7.1992 gün
E: 1992/13 – 360 K.1992/425, Y.13.H.D.’nin 6.4.1995 gün E: 1995/145
K: 1995/3339 sayılı içtihatları) sırası gelmişken hemen belirtelim
ki; bu davalarda hakimin gözönünde tutacağı temel esaslar genel
hatları ile şunlar olabilir. Sözleşmeye bağlılık ve saygı esastır,
uyarlama daima yardımcı çözüm olarak düşünülmelidir. Karar verilirken
sözleşmeye yönelik ve bağlantılı değerlendirmeler yapılmalı, özellikle
tarafların farazi iradeleri yani taraflar sözleşmede açık kalmış
hukuki meseleyi sözleşmenin in’i kadı sırasında düzenlemiş olsalardı
doğru ve menkul düşünen taraflar olarak neyi kararlaştırabileceklerinin
tespitine önem verilmelidir.
Somut
olayda, davacı 16.9.1993 tarihinde davalı bankadan aylık 1,50 faiz
oranlı 25.000 DM. Dövize endeksli bireysel kredi almış aylık taksitler
halinde ödemede bulunmuş, 17.8.1995 tarihi itibariyle 10.222 DM:
bakiye borcu kalmıştır.
Davacı,
davalı bankadan dövize endeksli kredi aldığını dövizde beklenmeyen
kur artışları olduğunu ileri sürerek, alınan bu kredi için geri
ödemeler bakımından uyarlamaya karar verilmesini istemiştir.
Davalı
banka bu kredi için davacıya sunduğu 15.4.1994 tarihli teklifte
iki seçenek sunmuş, davacı teklife karşı cevap ve irade bildiriminde
bulunmamıştır. Bu durumda taraflar arasında uyarlama yönünden bir
irade birleşimi ve anlaşma olmadığı açıktır.
Ekonomik
ağırlıklı 5 Nisan 1994 kararlarının Banka kredileri ve özellikle
dövize endeksli kredi borçluları yönünden olumsuzluk doğurup doğurmadığı
uygulamada tartışma yaratmıştır. Bankalar, genel eğilim olarak iyiniyet
gösterip müşterilerine kredi geri ödemelerini Türk Lirasına çevirme
önerisinde bulunmuşlar ve buna ilişkin çeşitli seçenekler sunmuşlardır.
Bankaların hükümetin izniyle faaliyette bulunun, özkaynaklarından ziyade
faiz karşılığında topladıkları mevduatı, Türk ekonomisinin gelişme
hedefleri doğrultusunda kredi olarak ekonominin kullanımına sunan
ticari kuruluşlardır. Yine başlıca kaynakları yurt dışından sağlanan
prefinansman ve sendikasyon kredileri, bankalar arası para piyasası,
İnterbank, T.C. Merkez Bankası, Varlığa Dayalı Menkul kıymet ihracı,
menkul kıymet alım – satımı, repo gibi işlemlerdir. Bu kaynaklardan
sağlanan olanaklara karşı, faiz ödemesinde bulunurken kur değişmeleri
nedeniyle kambiyo zararına maruz kalabilecekleri, kambiyo zararlarını
asgariye indirmek ve taahhütlerine karşılayabilmeleri hususunda
kur riski ve döviz likiditesi düzenlemelerine, para otoritelerinin
(Hazine ve Merkez Bankası) uyguladıkları Disponibilite ve mevduat
munzam karşılığı yükümlülüklerine uymak zorunda bulundukları, çok
açıktır. Öte yandan bu faktörler direkt maliyeti oluşturduğu gibi,
personel, kira, reklam, kırtasiye, büro makinaları, sabit kıymet
amortismanları ve benzeri, unsurların da maliyete ekleneceği belirgindir.
Öncelikle
belirtelim ki; davalı bankanın bu özel durumlarının sözleşmenin
uyarlanması yapılırken gözden uzak tutulmamasına özen gösterilmesi
gerekir. Az yukarda açıklanan uyarlama durumunun kendine özgü hukuki
esaslarının ışığı altında mahkemece yapılacak iş; daha çok dövize
endeksli krediler konusunda, uzman ve üniversitenin ekonomi, bankacılık,
ticaret hukuk kürsülerinde görevli öğretim üyelerinden bilirkişi
kurulu oluşturulmalı, sözleşmede intibak boşluğunun davalı banka
tarafından doldurulmak istendiği olgusu dışlanmamalı, davalı banka
ile diğer bankalardan dava konusunu kapsayan kredinin Türk Lirası
olarak açılmış olması durumunda, hangi miktar ve koşullar altında
geri ödemesi yönünden açabilme olanakları araştırılmalı, ekonominin
olağanüstü etkinlikleri altında kalan kredinin, akdin kurulduğu
tarihten dava tarihine kadarki zaman dilimi içerisinde aldığı olumlu
ve olumsuz tüm olgular ve seçenekler ve her türlü alternatifler
belirlenmeli, tespit edilen bu seçeneklere göre, davalı banka kayıtları
da incelenerek dava konusu kredi ile aynı miktarlı ve geri ödemesi
Türk Lirası olan ve fiilen açılmış bulunan krediler tespit edilmeli,
her iki kredi yönünden gerekçeleri ve dayanakları gösterilmiş, Yargıtay
denetimine uygun karşılaştırmalar yapılmalı, yine bizzat bankalarca
önerilen belli tarihler itibariyle, dondurulmuş olan döviz kurlar
çıkış noktası oluşturularak ve bunlar Türk Lirasına çevrilmek suretiyle
aylık taksitler belirlenmeli, daha sonra yabancı para cinsinden
edimlerin değişen ekonomik koşullara intibakı işleminde, saptanacak
miktarın, öncelikle yabancı para olarak tespiti yapılmalı, ayrıca
bankalarca, yabancı paranın dondurulmasına ilişkin belli öneri tarihleri
itibariyle, Türk Lirası karşılığı bulunup; bundan böyle ödemelerin;
uyarlanmış Türk Lirası miktarı ile bunun faizi saptanmalı, tüm deliller,
belirlenen seçenekler, tarafların amacına uygun objektif iyiniyet,
hakkaniyet ve nesafet(MK.Md.4,2) kurallarının elverdiği ölçüde ve
düzeyde değerlendirilip tartışılmalı, hasıl olacak uygun sonuç çerçevesinde
bir karar verilmelidir. Az yukarda açıklanan nedenler altında; Özel
Dairenin bozma kararına uyulması gerekirken eski kararda direnilmesi
Usule ve Yasa’ya aykırıdır. Direnme kararı bozulmalıdır.
SONUÇ : Davacı vekilinin temyiz
itirazlarının kabulü ile, direnme kararının Özel Daire bozma kararında
ve yukarıda gösterilen nedenlerden dolayı(BOZULMASINA), oybirliği
ile karar verildi.
T.C.
YARGITAY
13. HUKUK DAİRESİ
E. 1999/22
K. 1999/524
T. 04.02.1999
ÖNCEDEN GÖRÜLMEYEN DEĞİŞİKLİKLERİN BORCUN İFASINI GÜÇLENDİRMESİ
HALİNDE "İŞLEM TEME-LİNİN ÇÖKMESİ" GÜNDEME GELİR.
İŞLEM TEMELİNİN ÇÖKTÜĞÜNÜ KABUL EDEN HAKİM; DURUMA GÖRE; ALA-CAKLI
LEHİNE BORÇLUNUN EDİMİNİ YÜKSELTMEYE, BORÇLU LEHİNE ONU TAMAMEN
VEYA KISMEN EDİM YÜKÜMLÜLÜĞÜNDEN KURTULMASINA KARAR VERMEK SURETİYLE
SÖZLEŞMEYİ DEĞİŞEN ŞARTLARA UYDU-RUR. BAŞKA BİR DEYİMLE SÖZLEŞMEYE
MÜDAHALE EDER.
ÖZET :
Sözleşme düzenlendiği yıl ülkedeki, taraflarca bilinen
yüksek enflasyon oranına rağmen, kira sözleşmesinde %40 oranında
bir artış öngörülmüştür. Bu durumda davacı kiralayanın açtığı uyarlama
davasında, kira parasına yansıtılmasını isteyebileceği miktar, enflasyonda
sonradan beklenmeyen ölçülerde artışların meydana gelmesi durumunda
dahi, başlangıçtaki kabulünün, imkan vereceği oranla sınırlıdır.
DAVA :
Taraflar arasındaki uyarlama davasının yapılan yargılaması
sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın kısmen kabulüne
kısmen reddine yönelik olarak verilen hükmün süresi içinde taraflar
avukatı tarafından temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi gereği
konuşulup düşünüldü.
KARAR :
Davacı kendisine ait taşınmazda davalıların 1.1.1995
tarihli ve 5 yıllık kira sözleşmesi ile kiracı olduklarını halen
ödenmekte olan kira bedelinin yıllık net 1.650.000.000 TL. olduğunu,
günün değişen ekonomik koşulları taşınmazın bulunduğu mahallin niteliklerinin
olumlu yönde hızla gelişmesi nedeniyle ödenen kira bedelinin yetersiz
kaldığını ve işlemin temelinden çökmesi sonucu doğurduğunu ileri
sürerek, kira bedelinin yıllık 7.500.000.000 TL. ye uyarlanmasını
istemiştir.
Davalılar, davanın reddini dilemiştir.
Mahkemece aylık kira bedelinin 30.12.1997 tarihinden
itibaren 388.605.745 TL. olarak uyarlanmasına karar verilmiş, hüküm
davacı ve davalılar tarafından temyiz edilmiştir.
1- Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle
yasaya uygun gerektirici nedenlere ve özellikle delillerin takdirinde
bir isabetsizlik bulunmamasına göre davacının tüm, davalıların aşağıdaki
bendin kapsamı dışında kalan diğer temyiz itirazlarının reddi gerekir.
Sözleşme Hukukuna egemen olan sözleşmeye bağlılık(Ahde
Vefa Pacta Sund Servanda) ilkesi hukukumuzda da kabul edilmiştir.
Bu ilkeye göre, sözleşme yapıldığı andaki gibi aynen uygulanmalıdır.
Sözleşme koşulları borçlu için sonradan ağırlaşmış, kararlaştırılan
edimler dengesi sonradan çıkan olaylar nedeniyle değişmiş olsa bile
borçlu sözleşmedeki edimini aynen ifa etmelidir.
Gerçekte de, sözleşmeye bağlılık ilkesi, hukuki güvenlik,
doğruluk, dürüstlük kuralının bir gereği olarak sözleşme hukukunun
temel ilkesini oluşturmaktadır. Ancak bu ilke özel hukukun diğer
ilkeleriyle sınırlandırılmıştır.
Sözleşmenin yapıldığında karşılıklı edimler arasında
olan denge sonradan şartların olağan üstü değişmesiyle büyük ölçüde
tarafların biri aleyhine katlanılamayacak derecede bozulabilir.
İşte bu durumda sözleşmeye bağlılık ve sözleşme adaleti ilkeleri
arasında bir çelişki hasıl olur ve artık bu ilkeye sıkı sıkıya bağlı
kalmak adalet, hakkaniyet ve objektif hüsnüniyet(MK. Md. 4, 2) kaidelerine
aykırı bir durum yaratır hale gelir. Hukukta bu zıtlık(Clausula
Rebus Sic Stantibus Beklenmeyen hal şartı sözleşmenin değişen şartlara
uydurulması) ilkesi ile giderilmeye çalışılmaktadır.
Tarafların iradelerini etkileyip sözleşmeyi yapmalarına
neden olan şartlar daha sonra önemli surette değişmişse artık taraflar
o akitle bağlı tutulmazlar, değişen koşullar karşısında Medeni Yasanın
2. maddesi uyarınca sözleşmenin yeniden düzenlenmesi imkanı hasıl
olur. Sözleşmenin edimleri arasındaki dengeyi bozan olağanüstü hallere
harp, ekonomik krizler, aşırı enflasyon örnek olarak gösterilebilir.
Enflasyon paranın "İŞTİRA - SATIN ALMA" gücünü
kaybetmesi nedeni ile fiyatlarda aşırı ve sürekli bir artış olayıdır.
Yurdumuzda ekonomik koşullar önemli derecede değişmiş
ve eşya fiyatları tahminlerin üstünde yükselmiş, enflasyonist bu
durum artarak bireylerin hayat yükünü çekilmez düzeye çıkarmıştır.
Paranın değer kaybı toplumda her zaman her yerde önemli huzursuzluk
kaynağı olmaktadır. Son yıllarda da değer kaybı tahminlerin ötesinde
artışını sürdürmektedir. Ayrıca yasalarla sağlanan düzenlemelerde
de paranın değer kaybının dikkate alınmadığı izlenmektedir. Sözleşmedeki
edim ve karşı edim arasındaki dengeyi esaslı surette sarsan olağanüstü
olaylara beklenilmeyen olaylar denir.
Önceden görülmeyen değişikliklerin borcun ifasını güçlendirmesi
halinde "işlem temelinin çökmesi" gündeme gelir. İşlem
temelinin çöktüğünü kabul eden hakim; duruma göre; alacaklı lehine
borçlunun edimini yükseltmeye, borçlu lehine onu tamamen veya kısmen
edim yükümlülüğünden kurtulmasına karar vermek suretiyle sözleşmeyi
değişen şartlara uydurur. Başka bir deyimle sözleşmeye müdahale
eder.
Sözleşmenin yeni durumlara uyarlanması yapılırken önce
sözleşmede, daha sonra kanunda bu hususta intibak hükümlerinin bulunup
bulunmadığına bakılır. Sözleşmede ve kanunda hüküm bulunmadığı takdirde
sözleşmenin değişen hal ve şartlara uydurulmasının gerekip gerekmeyeceği
incelenir. Bazen de sözleşmede olumlu ve olumsuz intibak kaydı bulunmakla
beraber, bu kayda dayanılarak sözleşmenin kayıtla birlikte aynen
uygulanmasını talep etmek MK. Md. 2/2 hükmü anlamında hakkın kötüye
kullanılması manasına gelebilir.
Böyle bir durumda sözleşmedeki intibak kaydına rağmen
edimler arasında aşırı bir nispetsizlik çıkmışsa uyarlama yine yapılmalıdır.
İşlem temelinin çöküşüne ilişkin uyuşmazlıkların giderilmesinde
kaynak olarak Medeni Yasanın 1,2 ve 4. maddelerinden yararlanılacaktır.
İşlem temelinin çöktüğünün dikkate alınması dürüstlük kuralının
gereğidir. Diğer bir anlatımla durumun değişmesi halinde sözleşmede
ısrar etmek dürüstlük kuralına aykırı bir tutum olur. Değişen durumların,
sözleşmede kendiliğinden bulunan sözleşme adaletini bozması halinde,
taraflar bu haller için bir tedbir almadıklarından, sözleşmede bir
boşluk vardır. Bu boşluk sözleşmenin anlamına ve taraf iradelerine
önem verilerek yorum yolu ile ve dürüstlük kuralına uygun olarak
doldurulur.(MK. Md. 1) Bu yönteme sözleşmenin yorum yoluyla düzeltilmesi
veya değişen hal ve şartlara uyarlanması denilir. Uyarlama daha
çok ve önemli ölçüde uzun ve sürekli borç ilişkilerinden söz konusu
olur. Her talep vukuunda sözleşmeyi değişen hal ve şartlara uydurmak
mümkün değildir. Aksi halde özel hukuk sistemimizde geçerli olan
"irade özgürlüğü" "sözleşme serbestisi" ve "sözleşmeye
bağlılık" ilkelerinden sapma tehlikesi ortaya çıkar. Sözleşmeye
müdahale müessesesi istisnai tali (ikinci derecede) yardımcı niteliktedir.
Uyarlamanın anlatılan hukuku tanımından sonra şimdi, sözleşmeye
müdahale için, gerekli olan esaslara değinelim;
Sözleşme kurulduktan sonra ifası sırasında ortaya çıkan
olaylar olağan üstü ve objektif nitelikte olmalıdır. Örneğin para
değerinin aşırı derecede düşmesi(enflasyon) gibi...
Yine değişen hal ve şartlar nedeniyle tarafların yüklendikleri
edimler arasındaki denge aşırı ölçüde ve açık biçimde bozulmuş olması
şarttır. Ne var ki değişen hal ve şartlara rağmen aşağıdaki hallerden
biri mevcutsa sözleşmenin değiştirilmemesi kaçınılmaz olacaktır.
Sözleşmede veya yasada değişen hal ve şartlara dair
bir kayıt veya hüküm bulunmaması gerekir. Nitekim sözleşmedeki bir
kayıtla değişen hal ve şartların rizikosunu üstlenen kimse, doğruluk
ve dürüstlük kuralına dayanarak sonradan bu rizikodan kendisini
kurtaramaz.
Uyarlama isteyen davacının değişen hal ve şartların
ortaya çıkmasına kendi kusuru ile sebebiyet vermemelidir. Değişen
hal ve şartlar taraflar bakımından önceden öngörülebilir (tahmin)
edilebilir veya beklenebilir nitelikte olmamalıdır veya olaylar
öngörülebilir nitelikte olmakla beraber bunların sözleşmeye olan
etkilerinin kapsam ve biçim bakımından bu derece tahmin edilmemelidir.
ilaveten edimler henüz ifa edilmemiş olmalıdır. Davacı değişen hal
ve şartlara rağmen edimini "ihtirazı kayıt" koymaksızın
ifa etmişse uyarlama talep edemez.(Doç. Dr. İbrahim Kaplan Hakimin
sözleşmeye müdahalesi Ankara 1987 Sh. 152. - vd.)
Bu davalarda hakimin gözönünde tutacağı temel esaslarda
genel olarak şunlar olabilir: Sözleşmeye bağlılık ve saygı esastır.
Uyarlama daima yardımcı bir çözüm olarak düşünülmelidir. Karar verilirken
sözleşmeye yönelik ve bağlantılı değerlendirme yapılmalı özellikle
tarafların farazi iradeleri yani taraflar sözleşmede açık kalmış
hukuki meseleyi sözleşmenin in'ikadı sırasında düzenlemiş olsalardı
doğru ve makul düşünen taraflar olarak neyi kararlaştırmış olabileceklerinin
tespitine önem vermelidir. Somut sözleşmenin olabileceklerinin tespitine
önem vermelidir. Somut sözleşmenin özelliği, kira parasının yıllık
peşin olarak ödeneceğinin kararlaştırılması diğer koşullar, sözleşme
süresi, beklenilmeyen ekonomik değişiklikler (enflasyon) kiralananın
nitelikleri, sözleşmenin anlamına aykırı olmayacak şekilde her iki
tarafın menfaatleri, gibi tüm objektif ve sübjektif hal ve şartlar
tartışılıp kıymetlendirilmeli sonuçta uyarlama yapılması kanaatine
kavuşulursa hakim, sözleşmedeki intibak boşluğunu hak ve nesafet,
doğruluk, dürüstlük kuralları (MK. Md. 4; 2) ışığında kanun boşluğunda
olduğu gibi MK. 1. maddesindeki yetkiye dayanarak yine bizzat kendisinin
yaratıp takdir ettiği bir kuralla doldurmaya çalışmalıdır. Sözleşmenin
değişen hal ve şartlara intibakını öngören veya görmeyen her türlü
karar, yukarıda açıklanan esasların, toplanan delillerin ret ve
kabul edilen yönlerini, dayanaklarını içerir şekilde gerekçeli ve
Yargıtay denetimine uygun olmalıdır. Önemle vurgulayalım ki; belirtilen
uyarlama davalarına özgü temel kurallar gözetilmeksizin salt kira
parasının tespitine ilişkin davalarda izlenen yöntemlerle örneğin
sadece taşınmazın cinsi, yüzölçümü, bulunduğu mevkii, emsal taşınmazların
kira bedelleri gibi donelerle intibak boşluğu doldurulup sözleşme
düzeltilemez. Değerlendirmede bunlar ancak yardımcı kaynak olarak
gözetilebilir. Diğer bir anlatımla sözleşmede yüklenilen edimleri
tamamen başka bir anlam verilecek hale getirmek suretiyle bir tarafa
beklenmedik şekilde olağanüstü yararlar sağlanamaz. Sözleşme yeni
bir hale dönüştürülemez. Yine sözleşmenin kurulması sırasında tarafların
sözleşmeyi uzun süreli yapmalarına ilişkin birleşen amaç ve iradeleri
hiçbir zaman gözden kaçırılmaması gereken vazgeçilmez bir olgudur.
Gerçekte de; uzun bir süreyle kira akdine bağlanmış kiracı ve kiralayanın
hak ve vecibelerini kısa süreli kira sözleşmesinin tarafları ile
bir konumda görmenin sözleşme özgürlüğü ilkesine Adalet ve mantık
kurallarına aykırı olacağında duraksamaya yer olmamalıdır. Aksinin
düşünülmesi halinde sözleşmenin fesih edildiği yeni bir sözleşmenin
ortaya çıktığı sonucuna kavuşmak gerekir ki hükümlerini sürdüren,
bağlayıcı ve ayakta duran sözleşme karşısında bunu kabul etmek mümkün
değildir. Bu yüzden kiralanan sanki boş durumda yeni kiraya verilecekmiş
gibi gözetilerek rapor düzenleyen bilirkişilerin görüşleri uyarlama
ilkelerine ters düştüğü için aynen hükme esas alınıp sözleşme boşluğunun
düzeltilmesi yoluna gidilemeyeceği çok yanlıştır. Yukarıda geniş
şekilde açıklanan uyarlama kurallarının ışığı altında mahkemece
yapılacak iş; resmi kurumlardan enflasyonun oran ve seyri araştırılmalı,
bununla birlikte kiralananın kullanım sahası, nitelikleri bulunduğu
mevkii, konumu, emsal kira paraları sözleşmenin kurulduğu, davanın
açıldığı tarih itibariyle vergi ve amortisman giderleri, artış oranı
ve diğer makul ve normal objektif etkenler yerinde uzman bilirkişiler
aracılığı ile incelenmeli, böylece belirlenecek uygun durum baz
kabul edilmeli daha sonra az yukarıda anlatılan uyarlama ilke ve
esaslarına sadakatla hal ve şartların değişmesi nedeni ile borçluya
(kiracıya) ne miktarda mükellefiyet yüklenebileceği tartışılmalı
kira parası tarafların amacına uygun objektif iyiniyet, hakkaniyet
ve nesafet (MK. Md. 4; 2) kurallarının elverdiği ölçüde ve düzeyde,
aşırı olmayan, tahammül edilebilir bir seviyeye getirilmeli, sonuçta,
tüm dayanakları belirtilmiş, gerekçeli karar verilerek sözleşmedeki
intibak boşluğu doldurulmalıdır.
Mahkemece hükme esas alınan 8.9.1998 tarihli bilirkişi
raporu az yukarıda açıklanan uyarlama davalarında izlenmesi gözetilmesi
zorunlu bulunan yöntemlere uygun dayanakları ve gerekçeleri içermemektedir.
Taraflar arasındaki 1.1.1995 başlangıç tarihli kira sözleşmesinde
kira bedelinin her yıl %40 oranında artırılacağı öngörülmüştür.
Davacı özellikle enflasyondaki aşırı yükselme ve taşınmazın bulunduğu
mahallin olumlu nitelikte gelişmesi nedeniyle edimler arasındaki
dengenin bozulduğu iddiasıyla uyarlama istemiştir. Bilirkişi raporunda
kira başlangıcından dava tarihine kadar geçen süre içinde toptan
eşya fiyat endeksi tüketiciyi fiyatları endeksi Devlet İstatistik
Enstitüsü Ortalaması ve Alman markında meydana gelen artış oranları
ilk yılın kira bedeline uygulanmak suretiyle uyarlanacak kira parasının
saptanması yoluna gidilmiş böylece ülkedeki enflasyon oranı kira
parasına bütünü yansıtılmıştır. Sözleşmenin düzenlendiği 1995 yılında
ülkedeki enflasyon oranının %40'dan çok daha fazla olduğu bilinen
bir gerçektir. Buna rağmen kira sözleşmesinde yıllık %40 oranında
artışın öngörülmüş olması tarafların her yıl kira bedeline bu oranda
zam yapılması halinde, edimler arasındaki dengenin korunacağına
karşılıklı çıkarlarının bu artışla sağlanabileceğini kabul ettiklerini
gösterir. Diğer bir deyişle taraflar mevcut ve bilinen enflasyon
oranının altındaki bir artışla bu sözleşmeyle elde etmeyi amaçladıkları
karşılıklı yararlarının dengeli olacağını daha sözleşmenin kurulması
sırasında kabul etmiş olmaktadırlar. O halde davacı kiralayan başlangıçtaki
bu kabulünden dönerek enflasyon oranının kira parasına bütünüyle
yansıtılmasını isteyemez. Enflasyonda sonradan beklenmeyen ölçülerde
artışların meydana gelmesi durumunda dahi kira parasına yansıtılmasını
isteyebileceği miktar başlangıçtaki bu kabulünün imkan vereceği
oranla sınırlı olmalıdır. Bilirkişi raporunda enflasyon oranının
tamamen yansıtılması suretiyle sonuca ulaşılmış olması bu nedenle
doğru değildir. Ayrıca bilirkişiler raporlarında sözleşme tarihi
ile dava tarihi arasında kira parasını etkileyecek çevrede olumlu
bir gelişme olup olmadığını da açıklamamışlardır. Mahkemece yukarıda
açıklanan gerekçelere uygun bir inceleme yapılmadan yetersiz bilirkişi
raporu esas alınarak eksik inceleme sonucunda yazılı şekilde hüküm
kurulması usule ve yasaya aykırıdır. Bozma nedenidir.
SONUÇ : 1.
bend gereğince davacının tüm, davalıların diğer temyiz itirazlarının
reddine, temyiz olunan kararın 2. bentte açıklanan nedenle davalılar
yararına (BOZULMASINA), peşin harcın istek halinde iadesine,4.2.1999
gününde oybirliğiyle karar verildi.
T.C.
YARGITAY
13. HUKUK DAİRESİ
E. 1998/5829
K. 1998/7843
T. 15.10.1998
SOMUT SÖZLEŞMENİN ÖZELLİĞİ,
KİRA PARASININ YILLIK PEŞİN OLARAK ÖDENECEĞİNİN KARARLAŞ-TIRILMASI
DİĞER KOŞULLAR, SÖZLEŞME SÜRESİ, BEKLENİLMEYEN EKONOMİK DEĞİŞİKLİKLER
(ENFLAS-YON) KİRALANIN NİTELİKLERİ, SÖZLEŞMENİN ANLA-MINA AYKIRI
OLMAYACAK ŞEKİLDE HER İKİ TARAFIN MENFAATLERİ GİBİ TÜM OBJEKTİF
VE SÜBJEKTİF HAL VE ŞARTLAR TARTIŞILIP KIYMETLENDİRİLMELİ, SO-NUÇTA
UYARLAMA YAPILMASI KANAATİNE KAVUŞU-LURSA HAKİM, SÖZLEŞMEDEKİ İNTİBAK
BOŞLUĞUNU HAK VE NESAFET, DOĞRULUK, DÜRÜSTLÜK KURALLA-RI (MK MD. 4, 2) IŞIĞINDA
KANUN BOŞLUĞUNDA OL-DUĞU GİBİ MK 1. MADDESİNDEKİ
YETKİYE DAYA-NARAK YİNE BİZZAT KENDİSİNİN YARATIP TAKDİR ETTİĞİ
BİR KURALLA DOLDURMAYA ÇALIŞMALIDIR.
ÖZET :
İşlem temelinin çöktüğünün dikkate alınması dürüstlük
kuralının gereğidir. Diğer bir anlatımla durumun değişmesi halinde
sözleşmede ısrar etmek dürüstlük kuralına aykırı bir tutum olur.
Değişen durumların, sözleşmede kendiliğinden bulunan sözleşme adaletini
bozması halinde, taraflar, bu haller için bir tedbir almadıklarından,
sözleşmede bir boşluk vardır. Bu boşluk sözleşmenin anlamına ve
taraf iradelerine önem verilerek yorum yolu ile ve dürüstlük kuralına
uygun olarak doldurulur (MK. Md. 1). Bu yönteme sözleşmenin yorum
yoluyla düzeltilmesi veya değişen hal ve şartlara uyarlanması denilir.
Uyarlama daha çok ve önemli ölçüde uzun ve sürekli borç ilişkilerinde
söz konusu olur. Her talep vukuunda sözleşmeyi değişen hal ve şartlara
uydurmak mümkün değildir. Aksi halde özel hukuk sistemimizde geçerli
olan "irade özgürlüğü", "sözleşme serbestisi"
ve "sözleşmeye bağlılık" ilkelerinden sapma tehlikesi
ortaya çıkar. Sözleşmeye müdahale müessesesi istisnai, tali(ikinci
derecede) yardımcı niteliktedir.
DAVA :
Taraflar arasındaki uyarlama davasının yapılan yargılaması
sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın kabulüne yönelik
olarak verilen hükmün süresi içinde davalı avukatınca duruşmalı
olarak temyiz edilmesi üzerine ilgililere çağrı kağıdı gönderilmişti.
Belli günde davalı vekili avukat Ş.K. ile davacı vekili avukat A.O.nun
gelmiş olmalarıyla duruşmaya başlanılmış ve hazır bulunan avukatların
sözlü açıklamaları dinlendikten sonra karar için başka güne bırakılmıştı.
Bu kez temyiz dilekçesinin süresinde olduğu saptanarak dosya incelendi,
gereği konuşulup düşünüldü:
KARAR :
Davacı kendisine ait taşınmazın 24.8.1994 tarihli ve
20 yıl süreli kira sözleşmesi ile yıllık 4.333.500 TL'ye davalıya
kiralandığını, sözleşmenin düzenlendiği tarihten bu yana 11 yıl
gibi bir süre geçtiğini, Türkiye'de yaşanan ekonomik koşulların
her yıl artan bir hızla ağırlaştığını, 5.4.1994 yılında alınan kararlar
üzerine %400 oranında pahalılaşma meydana geldiğini, ayrıca davalının
kira süresinin 20 yıldan 49 yıla çıkarılmasına ilişkin açtığı dava
sonunda kira süresinin 49 yıla çıkarıldığını, kiralanan M.Oteli
inşaatı ile bahçesinin kapsadığı alanın 500.000 m2 olduğunu, halen
ödenmekte olan 51.895.206 TL kira bedelinin bu şartlar içerisinde
çok düşük kaldığını ileri sürerek 500.000.000 TL olarak uyarlanmasını
istemiştir.
Davalı, uyarlama şartlarının olmadığı, kiralanana faydalı
gider ve eklentiler yapıldığını bildirerek davanın reddini dilemiştir.
Sözleşme hukukuna egemen olan sözleşmeye bağlılık (Ahde
Vefa- Pacta Sund Servanda) ilkesi hukukumuzda da kabul edilmiştir.
Bu ilkeye göre, sözleşme yapıldığı andaki gibi aynen uygulanmalıdır.
Sözleşme koşulları borçlu için sonradan ağırlaşmış, kararlaştırılan
edimler dengesi sonradan çıkan olaylar nedeniyle değişmiş olsa bile,
borçlu sözleşmedeki edimini aynen ifa etmelidir. Gerçekte de, sözleşmeye
bağlılık ilkesi, hukuki güvenlik, doğruluk, dürüstlük kuralının
bir gereği olarak sözleşme hukukunun temel ilkesini oluşturmaktadır.
Ancak bu ilke özel hukukun diğer ilkeleriyle sınırlandırılmıştır.
Sözleşmenin yapıldığında karşılıklı edimler arasında olan denge
sonradan şartların olağanüstü değişmesiyle büyük ölçüde tarafların
biri aleyhine katlanılamayacak derecede bozulabilir. İşte bu durumda
sözleşmeye bağlılık ve sözleşme adaleti ilkeleri arasında bir çelişki
hasıl olur ve artık bu ilkeye sıkı sıkıya bağlı kalmak adalet, hakkaniyet
ve objektif hüsnüniyet(MK Md. 4,2) kaidelerine aykırı bir durum
yaratır hale gelir. Hukukta bu zıtlık(Clausula Rebus Sic Stantibus
- Beklenmeyen hal şartı- sözleşmenin değişen şartlara uydurulması)
ilkesi ile giderilmeye çalışılmaktadır.
Tarafların iradelerini etkileyip sözleşmeyi yapmalarına
neden olan şartlar daha sonra önemli surette değişmişse artık taraflar
o akitle bağlı tutulmazlar, değişen koşullar karşısında Medeni Yasa'nın
2. maddesi uyarınca sözleşmenin yeniden düzenlenmesi imkanı hasıl
olur. Sözleşmenin edimleri arasındaki dengeyi bozan olağanüstü hallere
harp, ekonomik krizler, aşırı enflasyon örnek olarak gösterilebilir.
Enflasyon paranın "İştira-satın alma" gücünü
kaybetmesi nedeni ile fiyatlarda aşırı ve sürekli bir artış olayıdır.
Yurdumuzda ekonomik koşullar önemli derecede değişmiş ve eşya fiyatları
tahminlerin üstünde yükselmiş, enflasyonist bu durum artarak bireylerin
hayat yükünü çekilmez düzeye çıkarmıştır. Paranın değer kaybı toplumda
her zaman her yerde önemli huzursuzluk kaynağı olmaktadır. Son yıllarda
da değer kaybı tahminlerin ötesinde artışını sürdürmektedir. Ayrıca
yasalarla sağlanan düzenlemelerde de paranın değer kaybının dikkate
alınmadığı izlenmektedir. Sözleşmedeki edim ve karşı edim arasındaki
dengeyi esaslı surette sarsan olağanüstü olaylara beklenilmeyen
olaylar denir. Önceden görülmeyen değişikliklerin borcun ifasını
güçlendirmesi halinde "işlem temelinin çökmesi" gündeme
gelir. İşlem temelinin çöktüğünü kabul eden hakim; duruma göre;
alacaklı lehine borçlunun edimini yükseltmeye, borçlu lehine onun
tamamen veya kısmen edim yükümlülüğünden kurtulmasına karar vermek
suretiyle sözleşmeyi değişen şartlara uydurur. Başka bir deyimle
sözleşmeye müdahale eder.
Sözleşmenin yeni durumlara uyarlanması yapılırken, önce
sözleşmede, daha sonra kanunda bu hususta intibak hükümlerinin bulunup
bulunmadığına bakılır. Sözleşmede ve kanunda hüküm bulunmadığı takdirde,
sözleşmenin değişen hal ve şartlara uydurulmasının gerekip gerekmeyeceği
incelenir. bazen de sözleşmede olumlu ve olumsuz intibak kaydı bulunmakla
beraber, bu kayda dayanılarak sözleşmenin kayıtla birlikte aynen
uygulanmasını talep etmek MK Md. 2/2 hükmü anlamında hakkın kötüye
kullanılması manasına gelebilir. böyle bir durumda sözleşmedeki
intibak kaydına rağmen edimler arasında aşırı bir nispetsizlik çıkmışsa
uyarlama yine yapılmalıdır. İşlem temelinin çöküşüne ilişkin uyuşmazlıkların
giderilmesinde kaynak olarak Medeni Yasa'nın 1., 2. ve 4. maddelerinden
yararlanılacaktır. İşlem temelinin çöktüğünün dikkate alınması dürüstlük
kuralının gereğidir. Diğer bir anlatımla durumun değişmesi halinde
sözleşmede ısrar etmek dürüstlük kuralına aykırı bir tutum olur.
Değişen durumların, sözleşmede kendiliğinden bulunan sözleşme adaletini
bozması halinde, taraflar, bu haller için bir tedbir almadıklarından,
sözleşmede bir boşluk vardır. Bu boşluk sözleşmenin anlamına ve
taraf iradelerine önem verilerek yorum yolu ile ve dürüstlük kuralına
uygun olarak doldurulur (MK. Md. 1). Bu yönteme sözleşmenin yorum
yoluyla düzeltilmesi veya değişen hal ve şartlara uyarlanması denilir.
Uyarlama daha çok ve önemli ölçüde uzun ve sürekli borç ilişkilerinde
söz konusu olur.
Her talep vukuunda sözleşmeyi değişen hal ve şartlara
uydurmak mümkün değildir. Aksi halde özel hukuk sistemimizde geçerli
olan "irade özgürlüğü", "sözleşme serbestisi"
ve "sözleşmeye bağlılık" ilkelerinden sapma tehlikesi
ortaya çıkar. Sözleşmeye müdahale müessesesi istisnai, tali(ikinci
derecede) yardımcı niteliktedir. Uyarlamanın anlatılan hukuki tanımından
sonra şimdi, sözleşmeye müdahale için, gerekli olan esaslara değinelim;
Sözleşme kurulduktan sonra ifası sırasında ortaya çıkan olaylar
olağanüstü ve objektif nitelikte olmalıdır. Örneğin para değerinin
aşırı derecede düşmesi(enflasyon) gibi... Yine değişen hal ve şartlar
nedeniyle tarafların yüklendikleri edimler arasındaki dengenin aşırı
ölçüde ve açık biçimde bozulmuş olması şarttır. Ne var ki değişen
hal ve şartlara rağmen aşağıdaki hallerden biri mevcutsa sözleşmenin
değiştirilmemesi kaçınılmaz olacaktır.
Sözleşmede veya yasada değişen hal ve şartlara dair
bir kayıt veya hüküm bulunmaması gerekir. Nitekim sözleşmedeki bir
kayıtla değişen hal ve şartların rizikosunu üstlenen kimse, doğruluk
ve dürüstlük kuralına dayanarak sonradan bu rizikodan kendisini
kurtaramaz.
Uyarlama isteyen davacı değişen hal ve şartların ortaya
çıkmasına kendi kusuru ile sebebiyet vermemelidir. Değişen hal ve
şartlar taraflar bakımından önceden öngörülebilir(tahmin) edilebilir
veya beklenebilir nitelikte olmamalıdır veya olaylar öngörülebilir
nitelikte olmakla beraber, bunların sözleşmeye olan etkileri kapsam
ve biçim bakımından bu derece tahmin edilmemelidir. İlaveten edimler
henüz ifa edilmemiş olmalıdır. Davacı değişen hal ve şartlara rağmen
edimini "ihtirazı kayıt" koymaksızın ifa etmişse uyarlama
talep edemez (Doç.Dr.İbrahim Kaplan, Hakimin Sözleşmeye Müdahalesi,
Ankara, 1987, s. 152.-vd.). Bu davalarda hakimin göz önünde tutacağı
temel esaslarda genel olarak şunlar olabilir: Sözleşmeye bağlılık
ve saygı esastır. Uyarlama daima yardımcı bir çözüm olarak düşünülmelidir.
karar verilirken sözleşmeye yönelik ve bağlantılı değerlendirme
yapılmalı, özellikle tarafların farazi iradeleri yani taraflar sözleşmede
açık kalmış hukuki meseleyi sözleşmenin in'ikadı sırasında düzenlemiş
olsalardı, doğru ve makul düşünen taraflar olarak neyi kararlaştırmış
olabileceklerinin tespitine önem vermelidir. Somut sözleşmenin özelliği,
kira parasının yıllık peşin olarak ödeneceğinin kararlaştırılması
diğer koşullar, sözleşme süresi, beklenilmeyen ekonomik değişiklikler
(enflasyon) kiralanın nitelikleri, sözleşmenin anlamına aykırı olmayacak
şekilde her iki tarafın menfaatleri gibi tüm objektif ve sübjektif
hal ve şartlar tartışılıp kıymetlendirilmeli, sonuçta uyarlama yapılması
kanaatine kavuşulursa hakim, sözleşmedeki intibak boşluğunu hak
ve nesafet, doğruluk, dürüstlük kuralları (MK. Md. 4, 2) ışığında
kanun boşluğunda olduğu gibi MK 1. maddesindeki yetkiye dayanarak
yine bizzat kendisinin yaratıp takdir ettiği bir kuralla doldurmaya
çalışmalıdır. Sözleşmenin yukarıda açıklanan esasların, toplanan
delillerin ret ve kabul edilen yönlerini, dayanaklarını içerir şekilde
gerekçeli ve Yargıtay denetimine uygun olmalıdır. Önemle vurgulayalım
ki; belirtilen uyarlama davalarına özgü temel kurallar gözetilmeksizin
salt kira parasının tespitine ilişkin davalarda izlenen yöntemlerle
örneğin sadece taşınmazın cinsi, yüzölçümü, bulunduğu mevkii, emsal
taşınmazların kira bedelleri gibi donelerle intibak boşluğu doldurulup
sözleşme düzeltilemez. Değerlendirmede bunlar ancak yardımcı kaynak
olarak gözetilebilir. Diğer bir anlatımla sözleşmede yüklenilen
edimleri tamamen başka bir anlam verilecek hale getirmek suretiyle
bir tarafa beklenmedik şekilde olağanüstü yararlar sağlanamaz. Sözleşme
yeni bir hale dönüştürülemez.
Yine sözleşmenin kurulması sırasında tarafların sözleşmeyi
uzun süreli yapmalarına ilişkin birleşen amaç ve iradeleri hiçbir
zaman gözden kaçırılmaması gereken vazgeçilmez bir olgudur. Gerçekte
de; uzun bir süreyle kira akdine bağlanmış kiracı ve kiralayanın
hak ve vecibelerini kısa süreli kira sözleşmesinin tarafları ile
bir konumda görmenin, sözleşme serbestiyesi ilkesine, adalet ve
mantık kurallarına aykırı olacağında duraksamaya yer olmamalıdır.
Aksinin düşünülmesi halinde sözleşmenin fesih edildiği yeni bir
sözleşmenin ortaya çıktığı sonucuna kavuşmak gerekir ki hükümlerini
sürdüren, bağlayıcı ve ayakta duran sözleşme karşısında bunu kabul
etmek mümkün değildir. Bu yüzden kiralanan sanki boş durumda yeni
kiraya verilecekmiş gibi gözetilerek rapor düzenleyen bilirkişilerin
görüşleri uyarlama ilkelerine ters düştüğü için aynen hükme esas
alınıp sözleşme boşluğunun düzeltilmesi yoluna gidilemeyeceği çok
yanlıştır. Yukarıda geniş şekilde açıklanan uyarlama kurallarının
ışığı altında mahkemece yapılacak iş; resmi kurumlardan enflasyonun
oran ve seyri araştırılmalı, bununla birlikte kiralananın kullanım
sahası, nitelikleri, bulunduğu mevkii, konumu, emsal kira paraları,
sözleşmenin kurulduğu, davanın açıldığı tarih itibariyle vergi ve
amortisman giderleri, satış oranı ve diğer makul ve normal objektif
etkenler yerinde uzman bilirkişiler aracılığı ile incelenmeli, böylece
belirlenecek uygun durum baz kabul edilmeli, daha sonra az yukarıda
anlatılan uyarlama ilke ve esaslarına sadakatle hal ve şartların
değişmesi nedeni ile borçluya (kiracıya) ne miktarda mükellefiyet
yüklenebileceği tartışılmalı, kira parası tarafların amacına uygun
objektif iyi niyet, hakkaniyet ve nesafet (MK. Md. 4,2) kurallarının
elverdiği ölçüde ve düzeyde, aşırı olmayan, tahammül edilebilir
bir seviyeye getirilmeli, sonuçta, tüm dayanakları belirtilmiş,
gerekçeli karar verilerek sözleşmedeki intibak boşluğu doldurulmalıdır.
Davalı savunmasında, taraflar arasında düzenlenen kira sözleşmesi
hükümleri gereği faydalı masraflar yaptığını bildirmiştir. Yapılan
bilirkişi incelemesinde kiralanana yapılan faydalı giderler, gerekçeli
ve dayanakları Yeniden bilirkişi incelemesi yapılarak bu giderlerin
davalı tarafından yapılıp yapılmadığı, tarafların delilleri toplanarak
belirlenmeli. Uyarlamaya katlık kira parasının peşin ödeneceği kararlaştırılmış
olduğuna göre, peşin alınan kira parasının davacıya sağlayacağı
tüm ekonomik yararlar dayanakları alınacak görüşleri belirlenmelidir.
Mahkemece bu yönde eksik incelemeye dayalı olarak ve yetersiz bilirkişi
raporuna dayanılarak hüküm kurulması bozma nedenidir.
SONUÇ : Temyiz
olunan kararın açıklanan nedenle davalı yararına BOZULMASINA, peşin
harcın istek halinde iadesine, 6.000.000 lira duruşma avukatlık
parasının davacıdan alınarak davalıya ödenmesine, 15.10.1998 tarihinde,
oybirliği ile karar verildi.
T.C.
YARGITAY
13. HUKUK DAİRESİ
E. 1999/315
K. 1999/995
T. 18.02.1999
KİRA PARASININ GÜNÜN KOŞULLARINA İNTİBAKINI
SAĞLAYAN VE UYARLAMA ADI İLE ANILAN DAVA SONUCUNDA SÖZLEŞMENİN SADECE
KİRA PARASI BÖLÜMÜ GÜNÜN KOŞULLARINA İNTİBAK ETTİRMİŞ OLUR. SÖZLEŞMENİN
DİĞER KOŞULLARI ÖRNEĞİN BU OLAYDA OLDUĞU GİBİ, KİRA BEDELİNE KANUNİ
ZAMLAR İLAVE EDİLECEĞİNE İLİŞKİN KOŞULDA BİR DEĞİŞİKLİK HASIL OLMAZ.
YANİ SÖZLEŞMENİN DİĞER HÜKÜMLERİ AYNEN HUKUKİ STATÜSÜNÜ
KORUR. UYARLAMA DAVASINDAKİ ASIL AMAÇ, SADECE KİRA PARASININ DEĞİŞTİRİLMESİNE
YÖNELİKTİR. AKSİNİN DÜŞÜNÜLMESİ HALİNDE SÖZLEŞME SERBESTİSİ VE ÖZGÜRLÜĞÜ SINIRLARI
ZEDELENEREK KİRA BEDELİNİN UYARLANMASI AMACI DIŞINDA SÖZLEŞMEYE
MÜDAHALE EDİLMİŞ OLUR VE HUKUKEN ÜSTÜN GÖRÜLEMEZ.
ÖZET :
Kira parasının, günün koşullarına, intibakını
sağlayan ve uyarlama adı ile anılan dava sonucunda sözleşmenin,
sadece kira parası bölümü, günün koşullarına intibak ettirilmiş
olur. Sözleşmenin diğer koşullarında bir değişiklik olmaz; hukuki
statüsünü aynen korur.
DAVA :
Taraflar arasındaki alacak davasının yapılan yargılaması
sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın reddine yönelik
olarak verilen hükmün süresi içinde davacı avukatı tarafından temyiz
edilmesi üzerine dosya incelendi gereği konuşulup düşünüldü.
KARAR :
Davacı, vakfa ait taşınmazda davalı bankanın 30.8.1992
tarihli kira sözleşmesi ile kiracı olduğunu, açılan uyarlama davası
sonunda aylık kira bedelinin 9.2.1995 tarihinden itibaren 380.820.000
TL.ye uyarlandığını, kira sözleşmesine göre kira bedelinin her yıl
yasal artırılacağının kararlaştırıldığını, uyarlama davasının başlangıç
olduğu 9.2.1995 tarihinden itibaren belirlenen kira bedelinin yasal
oranda artırımlı uygulanması ile 1998 yılı kira bedelinin 14.130.516.510
TL. olarak tahsilini istemiştir.
Davalı, davanın reddini dilemiştir.
Mahkemece, (İstanbul Birinci Asliye Hukuk Mahkemesi)
nin 1997/75 sayılı kararı derecattan geçerek olumlu sonuçlandığından
sözleşme hükümlerine dönülemeyeceğinden sözleşmenin ilgili maddesinin
uygulanma talebinin reddine karar verilmiş; hüküm davacı tarafından
temyiz edilmiştir.
Taraflar arasındaki kira sözleşmesinde ilk yılın kira
bedelinin peşin olarak ödeneceği sonraki yıllar için kira bedeline
kanuni zamlar ilave edileceği kararlaştırılmıştır. Davacının açtığı
uyarlama davası neticesinde 9.2.1995 tarihinden geçerli olmak üzere
aylık kira bedelinin 380.820.000 TL. olarak tespitine karar
verilmiş ve mahkemece verilen bu karar Yargıtay’ca onanarak kesinleşmiştir.
Davacı bu dava ile uyarlanan kira bedeline sözleşme ile belirlenen
hüküm gereği %65 zam uygulanarak 1998 yılı kira bedelinin yıllık
14.130.516.500 TL. olarak tahsilini istemiştir. Mahkemece
ise,1995 yılı kira bedelinin uyarlama davası sonucu belirlendiğini
ve bu nedenle artık sözleşme hükümlerine dönülemeyeceğinden bahisle
açılan davayı reddetmiştir. Hemen belirtelim ki, kira parasının
günün koşullarına intibakını sağlayan ve uyarlama adı ile anılan
dava sonucunda sözleşmenin sadece kira parası bölümü günün koşullarına
intibak ettirmiş olur. Sözleşmenin diğer koşulları örneğin bu olayda
olduğu gibi, kira bedeline kanuni zamlar ilave edileceğine ilişkin
koşulda bir değişiklik hasıl olmaz. Yani sözleşmenin diğer hükümleri
aynen hukuki statüsünü korur. Uyarlama davasındaki asıl amaç, sadece
kira parasının değiştirilmesine yöneliktir. Aksinin düşünülmesi
halinde sözleşme serbestisi ve özgürlüğü sınırları zedelenerek kira
bedelinin uyarlanması amacı dışında sözleşmeye müdahale edilmiş
olur ve hukuken üstün görülemez. Bu durum karşısında mahkemenin
aksi düşüncelerle her yıl kira bedeline kanuni zamlar ilave edileceğine
ilişkin sözleşmedeki koşulun önceki uyarlama davası neticesinde
kalktığını benimseyerek davayı reddetmesi usul ve yasaya aykırıdır
bozma nedenidir.
SONUÇ : Temyiz
olunan kararın açıklanan nedenle davacı yararına (BOZULMASINA),
peşin harcın istek halinde iadesine, 18.2.1999 gününde oybirliğiyle
karar verildi.