![]() |
|||||
|
ENCÜMENLERİN ÜYELERİ SEÇİMLE Mİ
GÖREVE GELMELİDİR? Özet. Bu makalede, Anayasa Hukuku
yönünden, Türk yerel yönetim sistemindeki “encümen”in oluşumu, izah edilmeye,
değerlendirilmeye ve betimlenmeye çalışılmıştır. Abstract.
In this article, it has been tried to explain, evaluate, and describe the
formation of the “Encümen” in Turkish local government system in terms of
constitutional law. I. GİRİŞ Anayasanın 127. maddesi, doğrudan yerel yönetimlerle
ilgili düzenlemeler içermekte ve bir anlamda “yerel özerklik”le ilgili
anayasal güvencelerin sınırlarını belirlemektedir. Bu madde, altı fıkradan
oluşmakta ve yerel özerklikle ilgili birçok konuda genel ilkeleri ortaya
koymaktadır. Başka birçok anayasal normda olduğu gibi, Anayasanın 127.
maddesindeki düzenlemeler de yorumlanmaya muhtaç ifadeler içermektedir.
Bunlardan birisi de encümenlerin seçimle gelip gelmeyeceğiyle ilgili
olanıdır. Uygulamada, il daimi encümenin tamamı, belediye
encümeni üyelerinin bir kısmı seçimle; büyükşehir belediyesi encümeninin
tamamı ise, atamayla göreve gelmektedir. Bu durum, yerel yönetim birimleri
arasında farklı uygulamalara gidilmesinden ve özellikle büyükşehir belediyesi
encümeninin yapısından dolayı eleştirilmiştir [1]. Bu yazıda, ilk önce, Anayasanın 127. maddesinin 1.
fıkrasındaki “...karar organları” ibaresinden ne anlaşılması gerektiği; daha
sonra, bu ibarenin anlaşılış biçimine uygun olarak encümenlerin nasıl
oluşturulabileceği/oluşturulması gerektiği üzerinde durulacaktır. Buna göre;
bu yazının “Giriş” dışında, esas itibariyle, üç bölümden oluştuğunu belirtmek
gerekir. Birinci bölümde, yapacağımız tahlilde nasıl bir yöntemi esas
alacağımız üzerinde durulacaktır. İkinci bölümde, esas aldığımız yöntemle Anayasanın
127. maddesinin 1. fıkrasındaki “...karar organları” ibaresinin nasıl
anlaşılması gerektiği tespit edilecektir. Son bölümde ise, kişisel
kanaatlerimizi de içeren sonuç ve değerlendirmelere yer verilecektir. II. YÖNTEM Baştan
belirtmek gerekir ki, bu yazı, hukukî bir incelemeyi esas almaktadır.
Dolayısıyla, yapılacak değerlendirmeler hukuk bilimi içinde yer alacak demektir.
Ancak, yine de iki konuyu açıklığa kavuşturmak gerekir. Birincisi, yapacağımız
hukukî değerlendirmenin hukukun hangi dalı içinde yapılacağıyla ilgilidir.
Yani, yapılacak hukukî değerlendirmenin, hangi hukuk anabilim dalının içinde
inceleneceği açıklığa kavuşturulmalıdır. Hemen belirtelim ki, bu yazıda, esas
itibariyle, Anayasa Hukuku içerisinde kalınacaktır. İkinci
sorun da şudur: Yapılacak inceleme hangi hukuk teorisini esas alacaktır? Ya
da farklı teorilerden yararlanılarak mı bir inceleme yapılacaktır? Bu yazıda,
pozitivist teori esas alınmıştır. Dolayısıyla, bu yazının yöntemi, pozitivist
teorinin yöntemidir [2]. Pozitivist teori, sadece olgusal yargılar alanının
bilim alanı olabileceğini; aksine, değer yargıları alanının bilim alanı
olamayacağını kabul eder. Teori, değerler alanında “bilinemezlik ilkesi”nin
geçerli olduğunu; değerlerin ampirik olarak bilinebilir şeyler olmadığını;
değerler alanında ya yokluktan ya da değerlerin göreceliliğinden söz
edilebileceğini kabul eder [3]. Buna göre, örneğin yerel özerklik
düşüncesine, anayasal bir hüküm olarak yer verilmesinde hangi değerlerin
etkili olduğunu bilemeyiz. Pozitivist teori açısından bakıldığında, yerel yönetimlerin
karar organları hakkında yapılacak bir değerlendirmeyle ilgili olarak baştan
şunlar söylenebilir: Yerel yönetimlerin karar organları, objektif olarak
bilinebilir bir şeydir; incelediğimiz konu (yani yerel yönetimlerin karar
organlarıyla ilgili norm), incelemeye başlamadan önce oluşmuştur, yani biz,
bu normu pozitif hukuk tarafından konulmuş hâlde buluruz; yaptığımız
inceleme, konumuzu (yani yerel yönetimlerin karar organlarıyla ilgili normu)
yeniden biçimlendirmek veya onu değiştirmek değil, sadece bu normu
tanımaktır; ve bütün bunları yaparken de yöntem bağdaştırmacılığına gitmememiz
gerekir [4]. Yerel yönetimlerin karar organlarının, pozitivist
teori açısından, ne olduğunu ortaya koyabilmek için şu yol izlenmiştir.
Öncelikle, genel olarak, yerel yönetimlerin karar organlarıyla ilgili
anayasal düzeydeki normun ne olduğu; daha sonra, Anayasa Mahkemesinin, yerel
yönetimlerin karar organlarıyla ilgili anayasal normu nasıl yorumladığı
üzerinde durulmuştur. Çünkü bu mahkemenin kararları kesindir; Resmi Gazetede
hemen yayımlanır ve yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını,
gerçek ve tüzel kişileri bağlar [5]. Anayasa Mahkemesi kararlarının önemi şuradadır:
Anayasal hükümlerin her zaman üzerinde herkesin anlaştığı bir yorumunun
olacağı söylenemez. Zaten uygulamada da aynı anayasal hükmün farklı
şekillerde yorumlandığı görülebilmektedir. Bu durumda, bir anayasal hükmü
farklı kişi veya kuruluşlar farklı şekillerde yorumlayabilirler. Oysa, Anayasa
Mahkemesinin aynı maddeyi yorumlaması, diğer yorumlardan farklıdır; çünkü bu
yorum, herkesi bağlayıcı bir özelliğe sahiptir. Bu durum, teorik düzeydeki yorumların
önemini azaltmaz; ancak, Anayasa Mahkemesinin bir hükmü yorumlaması,
geçerlilik açısından başka yorumlardan önce gelir [6]. Yerel
yönetimlerin karar organlarını tespit etmede başvurulacak bir diğer kaynak da
doktrindeki tartışmalardır. Bu çerçevede, Anayasanın 127. maddesinin 1.
fıkrasındaki “...karar organları” ibaresinin açıklığa kavuşturulması için şu
yol izlenmiştir: “...karar organları” ibaresinin belirgin olmadığı
belirtildikten sonra, Anayasa Mahkemesinin bu anayasal normu nasıl
yorumladığı üzerinde durulmuştur. Daha sonra, doktrindeki tartışmalara ve
kişisel kanaatlerimizin de yer aldığı değerlendirmelere yer verilmiştir. III. YEREL YÖNETİMLERİN “KARAR ORGANLARI” Burada, tarihî açıdan, bugüne kadarki uygulamalarda
encümenin oluşumu nasıldı gibi bir tahlile girişilmeyecektir [7]. Bizim
konumuz açısından, hâlihazırdaki anayasal düzen açısından yerel özerkliğin
düzenlendiği anayasal normların ne olduğunu bilmek yeterlidir. Bunun içindir
ki, burada, sadece 1982 Anayasasının yerel özerklikle ilgili hükümleri çerçevesinde
encümenin oluşumu üzerinde durulmuştur. Buna göre, hemen belirtelim ki, Anayasanın
doğrudan yerel özerklikle ilgili olan maddesi, 127. maddesidir. Ancak, doğrudan
olmasa bile, dolaylı olarak yerel özerklikle ilgili görülebilecek maddelerden
söz edilebilir; Anayasanın 2., 5., 6., 9., 11., 23., 35., 43., 44., 46., 47.,
56., 57., 63., 90., 91., 123., 128., 155., 166., 169. maddeleri gibi.
Encümenin oluşumu Anayasanın 127. maddesinde düzenlendiğinden, bu maddeler üzerinde
durmaya gerek yoktur. Anayasanın 127. maddesinin birinci fıkrası aynen
şöyledir: “Mahalli idareler; il, belediye veya köy halkının mahalli müşterek
ihtiyaçlarını karşılamak üzere kuruluş esasları kanunla belirtilen ve karar
organları, gene kanunda gösterilen, seçmenler tarafından seçilerek
oluşturulan kamu tüzelkişileridir.” Buradan hareketle, yerel yönetimlerin
karar organlarının seçimle oluşturulacağını söylemek gerekecektir. Ancak,
bunu söylemekle, yerel yönetimlerin karar organlarının hangi organ ya da
organlar olduğunu da söylemiş olmuyoruz. Örneğin, il özel idaresinin üç tane
organı vardır. Bunlardan valinin yürütme organı olduğu açıktır. Dolayısıyla,
bir karar organı olarak değerlendirilmesi mümkün değildir. Aynı şekilde, il
genel meclisinin de karar organı olduğu açıktır. Ne var ki, il daimi encümeninin
bir karar organı mı yoksa bir yürütme organı mı olduğu açık değildir.
Dolayısıyla, yerel yönetimlerin “...karar organları” ibaresinin hangi
organları içerdiği açıklığa kavuşturulması gerekir. 1. Anayasa Mahkemesinin Değerlendirmeleri Yerel yönetimlerin “karar organları”ndan ne
anlaşılması gerektiği konusu, yukarıda belirtildiği gibi, izah edilmeye
muhtaçtır. Yerel yönetimlerin üç organının olduğu bilinmektedir. Bunlar, il
özel idarelerinde vali, il daimi encümeni, il genel meclisi; belediyelerde,
belediye başkanı, belediye encümeni ve belediye meclisi; köylerde ise muhtar,
köy ihtiyar meclisi ve köy derneğidir. Burada, açıklığa kavuşturulması
gereken birkaç nokta vardır. Şimdi, bunlarla ilgili olarak, Anayasa Mahkemesinin
değerlendirmelerini görelim. (1) İl daimi encümeni: İlk sorun, il daimi encümeni ile belediye encümeninin
karar organı olarak nitelendirilip nitelendirilemeyeceğidir. Çünkü il genel
meclisi ile belediye meclisinin bir karar organı olduğu konusunda bir şüphe bulunmamaktadır.
Bu şunun için önemlidir: Anayasanın 127. maddesinin 1. fıkrasına göre, yerel yönetimlerin
“karar organları”nın seçimle oluşturulması gerekir. Buna göre; eğer il daimi
encümeni ile belediye encümeni de karar organı olarak nitelendirilecekse, bu
organlar da seçimle oluşturulacak demektir. Anayasa Mahkemesi, bir kararında [8], il daimi
encümeniyle ilgili yaptığı değerlendirmede, bu organın “...bir görüşme,
danışma, denetim, karar ve yürütme organı olduğu anlaşılır” tespitini
yapmaktadır. Daha sonra da, bu organın bir bakıma, karma kurul niteliğinde
olduğunu; ancak, karar organı olma niteliğinin ağır bastığını belirtmektedir.
Mahkeme, değerlendirmesinin sonucunda, “il daimi encümeni, Anayasanın 127.
maddesindeki anlatımla, ‘...kanunda gösterilen, seçmenler tarafından
seçilerek oluşturulan...’ il kamu tüzelkişiliğinin ‘karar organları’ndan
biridir” ifadesine yer vermektedir. Buna göre, il daimi encümeninin bir karar
organı olduğunda şüphe yoktur. Dolayısıyla, bu organın üyelerinin seçimle
oluşturulması bir zorunluluktur [9]. Ancak, il daimi encümeninin bir karar organı
olmadığı kanısında olan üyeler de vardır. Anayasa Mahkemesi üyelerinden
Servet Tüzün, 3360 sayılı Kanunun 14. maddesi ile birlikte, il daimi encümeni
içinde “doğal üyeler”in yer almasıyla ilgili düzenlemenin Anayasaya aykırı
olmadığını; bu konuda, üyelerden Mustafa Gönül ile Mustafa Şahin’in birlikte
kaleme aldıkları karşıoy yazısında, bu konuyla ilgili belirttikleri
gerekçelere katıldığını belirtmektedir [10]. Gönül ve Şahin’e göre, Anayasanın 127. maddesinin
1. fıkrasında “karar organları” ifadesinin çoğul kullanımı, il özel idaresi
ve belediye gibi farklı yerel yönetim birimlerinin en yetkili organlarını
amaçladığı içindir [11}. Onlara göre, burada adı geçen karar organları
ifadesi, “münhasıran karar veren organlar”dır [12]. Oysa, “il daimi
encümenleri hem karar, hem de icra organıdır; ayrıca, [bu organların]
danışma, denetleme görevleri de vardır.” [13] Dolayısıyla, Gönül ve Şahin’e
(ve bu iki üyenin görüşlerine katılan Servet Tüzün’e) göre, “Anayasanın 127.
maddesinin 1. fıkrasında işaret olunan ‘karar organları’ ibaresi, sadece il
genel meclislerini ve belediye meclislerini kapsamaktadır” [14]. Gönül ve Şahin’in bu görüşlerini desteklemek için
başvurdukları bir başka gerekçe de şudur: “Anayasanın 127. maddesinin 1.
fıkrasındaki ‘...ve karar organları, gene kanunda gösterilen, seçmenler
tarafından seçilerek oluşturulan...’ biçimindeki ifadede yer alan seçim
koşulu, yine en yetkili organ olan İl Genel Meclisi ile Belediye Meclisi gibi
‘Genel karar organları’na yöneliktir. Nitekim, 127. maddenin 3. fıkrası
‘Mahalli idare seçimleri, Anayasanın 67. maddesindeki esaslara göre beş yılda
bir yapılır...’ demek suretiyle hem seçim dönemini saptamış hem de ‘Seçme,
seçilme ve siyasi faaliyette bulunma hakları’nı düzenleyen 67. maddeye göndermede
bulunmuştur. 67. maddenin 2. fıkrası ise, seçimlerin ‘...yargı yönetim ve denetimi
altında...’ yapılacağı kuralını getirmiştir. Bu durumda İl Genel Meclisi
organını oluşturan üyelerin seçimi, Anayasanın 67. ve 127. maddelerine göre
‘yargısal’ niteliktedir. Seçimlerin butlanı, yani organlık sıfatının kazanılmasına
ilişkin bir sorunun ortaya çıkması halinde kesin çözüm yeri, Anayasanın 79.
maddesinin 2. fıkrası uyarınca Yüksek Seçim Kuruludur. Oysa, İl Daimi
Encümenini oluşturacak beş üyenin seçimi, İl Genel Meclisi yetkisi içindedir
ve ‘yargısal’ değil, tamamıyla ‘bünyesel’ bir ‘idari işlem’ niteliğindedir.
Anayasanın 127. maddesinin 3. fıkrası ile göndermede bulunulan 67. maddenin
2. fıkrasındaki, ayrıca, 79. maddenin 1. fıkrasındaki ‘Seçimler, yargı
organlarının genel yönetim ve denetimi altında yapılır.’ ilkesinin, İl Daimi
Encümeni seçimlerinde uygulanma alanı yoktur. Bu konudaki butlana ilişkin
iddia ve itirazların kesin çözüm yeri, Seçim Kurulları değil, idari yargı
mercileridir.” [15] Gönül ve Şahin’e göre, yine, “İl Genel Meclisinin
seçimleri, Anayasanın 127. maddesinin 3. fıkrası uyarınca beş yılda bir ve
67. maddedeki esaslara göre yapıldığı halde, İl Daimi Encümeni üyelerinin
seçimi bir yıllık bir süre için, yasada belirlenen ve bazı özel koşulları da
içeren yöntemlere göre yapılmaktadır” [16]. Gönül ve Şahin, ayrıca, “İl Özel İdaresi Müdürü,
Köy Hizmetleri İl Müdürü ile Bayındırlık ve İskan Müdüründen ibaret üç doğal
üyenin İl Daimi Encümeninin oluşumuna dahil edilmesi, teknik ve uzmanlık
bilgisi isteyen konularda encümenin çalışmalarını desteklemek ve sağlıklı
karar alınmasına katkıda bulunmak amacına yöneliktir” [17]. değerlendirmesini
yaptıktan sonra, “anılan doğal üyeler, encümenin üyesi olmasalardı bile, vali
tarafından encümene çağrılarak teknik ve uzmanlık bilgilerinden, oy hakkı
olmaksızın yararlanmak olanaklıdır. Bu görüşte gerçek payı vardır. Ne var ki,
sorumsuz danışmanlığın kararlara dolaylı katkısı ve etkisi ile sorumlu
üyeliğin doğrudan katkısı ve etkisi, kuşkusuz farklıdır ve herhalde sorumluluk
psikolojisi açısından sorumlu üyelik daha makbuldür” [18] sonucuna varmışlardır. İl özel idareleriyle ilgili sorunları kökten
çözmeye yönelik öneriler de geliştirilmiştir. Ankara Üniversitesi Siyasal
Bilgiler ve Hukuk Fakültelerinin birlikte hazırlamış olduğu Anayasa
Taslağında, il özel idarelerinin anayasal dayanağı ortadan kaldırılmıştır
[19]. Bu durumda, yukarıdaki tartışmaların tamamı anlamını yitirmektedir. Bu
Taslağın bu konuyla ilgili gerekçesi şöyledir: “İl özel yönetimlerinin
yürütme organı vali olduğundan, ancak genel karar organı olan il genel meclisi
halk tarafından seçilebiliyordu. Yürütme organının vesayet makamıyla
birleştirilmesi ise demokratik, özerk yerel yönetim anlayışıyla
çelişmekteydi.” [20] (2) Belediye encümeni: İl daimi encümeni, Anayasa Mahkemesine göre, bir
karar organıdır. Buradan hareketle, belediye encümenin de bir karar organı
olduğu söylenebilir. Ancak, hâlihazırdaki uygulamaya bakılırsa, belediye
encümeninin durumu il daimi encümeninin durumu gibi değildir. Çünkü 1580
sayılı Belediye Kanununun [21] 77. maddesine göre, belediye encümeni iki tür
üyeden oluşmaktadır. Birinci gruptakiler, seçilmiş üyelerdir; belediye
meclisi tarafından seçilirler; en az iki kişiden oluşurlar; ama encümenin “doğal”
[22] üyelerinin sayısının yarısını geçemezler. Bu üyelerin görev süreleri bir
yıldır [23]. Belediye encümeninin bir de atanmış üyeleri vardır.
Bu üyeler, şunlardır: “Yazı işleri müdürü veya başkatip, hesap işleri
müdürü veya muhasebeci, sıhhat (sağlık) işleri müdürü, baştabip veya tabip, baytar
(veteriner) müdürü, baş baytar veya baytar, fen işleri müdürü, baş
mühendis veya mühendis, teftiş heyeti müdürü, baş müfettiş veya müfettiş, lüzumu
halinde zat (personel) ve hukuk işleri müdürleri veya müşavir avukat.” [24] Doğal olarak, hemen şu soru sorulabilir? Anayasa
Mahkemesinin il daimi encümeni hakkında vermiş olduğu karar dikkate
alındığında, belediye encümeninin de seçilmiş üyelerden oluşması gerekmez mi?
Yukarıda da belirttiğimiz gibi, mantıken bu soruya “evet” diyebiliriz. Ancak,
il özel idaresiyle ilgili düzenleme, belediyeleri de kapsayan genel bir düzenleme
olmadığı için getirdiği hükümler ve bu hükümlerle ilgili Anayasa Mahkemesinin
vermiş olduğu karar sadece il özel idarelerini ilgilendirmektedir. Belediye
encümeniyle ilgili benzer bir düzenlemeye gidilebilmesi için iki yol
izlenebilirdi. Birincisi, il daimi encümeni kararını dikkate alarak, 1580
sayılı Kanunun 77. maddesi ve buna paralel olarak 88. maddesi bir kanunla
veya KHK’yle değiştirilebilirdi. İkincisi, 1580 sayılı Kanunun 77. maddesinin
Anayasaya aykırı olduğu, itiraz yolu ile Anayasa Mahkemesinin önüne getirilebilirdi
[25]. Ne var ki, tespit edebildiğimiz kadarıyla, bugüne kadar ne bu konuyla
ilgili bir düzenlemeye gidilmiş ne de bu konu itiraz yoluyla Anayasa Mahkemesinin
önüne getirilmiştir. Dolayısıyla, hâlihazırdaki uygulama, belediye encümeninin
hem seçilmiş hem de atanmış üyelerden teşekkül etmesi şeklindedir [26]. Belediye encümenleriyle ilgili olarak, bir de şunu
hatırlatmak gerekir. Eğer konu itiraz yolu ile Anayasa Mahkemesinin önüne gelir
ve Mahkeme ilgili düzenlemeleri iptal ederse, sorun yine çözülmüş
olmayacaktır. Çünkü, bilindiği gibi, Anayasa Mahkemesi, incelediği
düzenlemenin Anayasaya uygun olup olmadığını denetleyebilir; ama “bir kanun veya
KHK’nin tamamını veya bir hükmünü iptal ederken, kanun koyucu gibi hareketle,
yeni bir uygulamaya yol açacak biçimde hüküm tesis edemez” [27]. Dolayısıyla,
iş yine kanun koyucunun tavrına göre şekillenecek demektir. (3) Büyükşehir belediye encümeni: Belediyelerle ilgili bir başka sorundan daha söz
etmek gerekir. O da, büyükşehir belediyelerindeki encümenin yapısıdır. Çünkü
bu belediyelerin encümenlerinde hiç seçilmiş üye bulunmamakta, encümen
bütünüyle atanmış üyelerden oluşmaktadır. Bu düzenlemenin değişebilmesi için
de, ya bir kanunî düzenlemeye gidilecek ya da konu itiraz yolu ile Anayasa
Mahkemesinin önüne getirilecektir. (4) Köylerin encümen diye bir organı var mıdır?: Bir başka sorun ise “köy”ün genel karar organı olan
köy derneğinin halihazırdaki konumudur [28]. Yukarıda belirttiğimiz gibi, il
özel idaresi ile belediyelerin encümenlerinin bir karar organı olarak kabul
edilip edilmeyeceği tereddüt uyandırmışsa (ve uyandırmaya devam ediyorsa)
da, köy için böyle bir durum söz
konusu değildir. Çünkü, bir anlamda encümenin köydeki karşılığı sayılabilecek
“köy ihtiyar meclisi”nin seçimle gelip gelmeyeceği, bir tartışmaya mahal
bırakmayacak şekilde düzenlenmiştir. 2972 sayılı Mahalli İdareler ile Mahalle
Muhtarlıkları ve İhtiyar Heyetleri Seçimi Hakkında Kanunun [29] 30 ilâ 34.
maddeleri arasındaki hükümler, köy muhtarı ile köy ihtiyar meclisinin
seçimleriyle ilgilidir. Yani, bir anlamda, köy ihtiyar meclisinin bir karar
organı olduğu; dolayısıyla, köy ihtiyar meclisi üyelerinin seçimle geleceği
yasama organı tarafından çözüme kavuşturulmuştur. Bu başlık altında, bir başka konuya daha değinmek,
yararlı olabilir. İl genel meclisi ile belediye meclisinin köydeki karşılığı
“köy derneği”dir, denilebilir. Köy derneği, köy muhtarını ve köy ihtiyar
meclisini seçmeye hakkı olan kadın ve erkek köylülerin tamamından
oluşmaktadır [30]. Gözübüyük ve Akıllıoğlu’nun da belirttikleri gibi, “köy
derneği ile, köylünün doğrudan doğruya yönetime katılması sağlanır. Bu,
doğrudan demokrasinin yerel yönetim alanında bir uygulamasıdır” [31}.
Pratikte, bu organın bir işlevinin olmadığı görülmektedir. Oysa, en azından
teorik olarak, “köy derneği, yalnız ihtiyar meclislerini ve muhtarı seçmekle
kalmaz, bazı yönetsel kararlar da alır. Örneğin, köyün isteğe bağlı işlerinin
zorunlu hale gelmesine karar verir; bekçi gibi, köy görevlilerine verilecek
ücreti saptar; köy imamı için öneride bulunur” [32]. Ne var ki, uygulamada,
köy derneğinin ihtiyar meclisini seçme dışında pek etkin olmadığı görülmektedir.
Kanaatimizce, bir yerel yönetim birimi olarak,
köyün organlarından birisi olan köy derneğinin konumu, değişen şartlar
karşısında yeniden belirlenmelidir. Bugünkü hâliyle, eğer bu organ, bir genel
karar organıysa, seçimle oluşacak demektir; ama seçimle oluşmamaktadır. Yok
eğer başka türden bir karar organıysa, ne tür bir organ olduğu
belirtilmelidir [33]. Kısaca, köy derneği, yürürlükteki Anayasa ile uyumlu
hâle getirilmelidir. 2. Doktrindeki Tartışmalar ve Kişisel Görüşümüz Encümenlerin yapısı, öğretide de tartışma konusu
yapılmıştır. Çoker, encümenlerin nasıl bir karar organı olduğuyla ilgili
olarak yaptığı bir değerlendirmeden sonra, bu organların atanmış üyelerden
oluşması gerektiği sonucuna varmaktadır. Çoker’e göre, idare, “...hak ve
çıkarlarını korumaya yönelik tüm görevleri encümenleriyle paylaşmakta,
böylece encümenler de, yürütme organı ile birlikte, pekçok ayrıntıya kadar
yürütmeye katılmaktadır... Bu yönden encümenlerin yaptığı iş temel ilke
kararı almaktan çok, doğrudan yürütmedir” [34]. Çoker, bu tür işlerin bir
süreklilik ve uzmanlık gerektiren işler olduğundan hareketle, encümenlerin
hem seçilmiş hem de atanmış üyelerden oluşması gerektiğine işaret etmektedir.
Dolayısıyla, ona göre, “Anayasada, halk tarafından seçilerek oluşturulması
gereken meclisin ‘genel karar organları’ olarak tanımlanması yeterli olacaktır”
[35]. DPT’nin, yerel yönetimlerle ilgili olarak,
Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planı için hazırlatmış olduğu özel ihtisas
komisyonu raporunda da hem karar hem de yürütme organı gibi çalışan encümende
bu görev yapılanmasına dokunulmayacaksa, encümenin tamamen seçilmiş üyelerden
oluşmasının, temsil sorununu çözümleyici göründüğüne işaret edilmektedir
[36]. Kanaatimizce,
il daimi encümeni ile belediye encümeninin hem seçilmiş hem de atanmış
üyelerden oluşması yerinde değildir. Seçilmiş üyelerden oluşan encümenler,
teknik ve uzmanlık gerektiren konularda yetersiz olabilirler; ancak,
eksikliklerini, bulundukları teşkilâtta çalışan konunun uzmanı kişilerden
yararlanarak giderebilirler. Bu durumda, Anayasa Mahkemesi üyelerinden Servet
Tüzün, Mustafa Gönül, Mustafa Şahin ile doktrinde bu tartışmalara katılmış
olan Çoker’in görüşlerinde isabet yoktur. Eğer onların yaptığı gibi bir
mantık yürütürsek, kanaatimizce, oldukça teknik ve uzmanlık gerektiren
konularda kanunların çıkmasında etkili olan ve bunu yaparken, danışmanları
dışında da yararlanabileceği hiçbir teşkilâtı bulunmayan milletvekillerinin
seçimle gelmelerini açıklamak zorlaşacaktır. Buraya kadar sözünü ettiğimiz sorunları gidermek
olanaklıdır. Örneğin, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler ve Hukuk Fakültelerinin
birlikte hazırlamış olduğu Anayasa Taslağında, yerel yönetimlerin seçimle
gelecek organlarıyla ilgili sorun, yürütme ve genel karar organlarının halk
tarafından seçileceğinin anayasal güvenceye kavuşturulmasıyla çözümlenmişti
[37]. Bu düzenlemenin gerekçesinde de, “yeni metinde ‘genel karar organları’
yerine, uzun süredir yerleşmiş bulunan belediye ve köy yönetimlerinin yapısı
göz önüne alınarak ‘yürütme ve genel karar organları’ halk tarafından seçilir
deyimi kullanılmaktadır” [38] denilmiştir. Kanaatimizce, Anayasanın 127.
maddesinde buna benzer bir değişiklik yapılmadıkça, encümenlerin atamayla
gelebileceği ileri sürülebilecektir. 3. Bir Sorun ve Bir Değerlendirme Anayasa Mahkemesinin kararları ışığında, belediye
encümenlerinin bugünkü durumları anayasal açıdan bir sakınca yaratır mı?
Kanaatimizce, böyle bir yazıda, bu sorunun da cevaplandırılması gerekir. Anayasanın 11. maddesinin 1. fıkrasına göre, “Anayasa
hükümleri, yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını ve diğer
kuruluş ve kişileri bağlayan temel hukuk kurallarıdır”. O halde, kanun
koyucu, Anayasanın 7. maddesindeki, “Yasama yetkisi Türk Milleti adına TBMM’nindir.”
hükmü gereğince, yasama faaliyetinde bulunurken, Anayasa hükümlerine bağlı
kalacaktır. Ne var ki, bazı Anayasa hükümleri, kanun koyucu açısından
belirsizlikler içerebilir; böyle durumlarda, kanun koyucunun, yasama
etkinliklerinde bulunurken Anayasaya uygun hareket edip etmediğini; bir başka
ifadeyle, yasama etkinliklerinin şekil ve esas bakımından Anayasaya uygun olup
olmadığını ise Anayasa Mahkemesi denetleyecektir [39]. Nitekim, bizim
örneğimizde, tam da böyle bir durumla karşı karşıyayız: Anayasa Mahkemesi,
Anayasanın yerel yönetimlerle ilgili 127. maddesindeki belirsizlikleri
gidermiş ve bu maddenin değişik fıkralarının nasıl anlaşılması gerektiğiyle
ilgili değerlendirmelerde bulunmuştur. Anayasanın 153. maddesinin 6.
fıkrasına göre, Anayasa Mahkemesinin kararları, “yasama, yürütme ve yargı
organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzel kişileri bağlar”. Buradan hareketle, şu soru sorulabilir: Kanun
koyucu, ilgili kanunî düzenlemelerde değişikliğe giderek, Anayasa Mahkemesi
kararlarının gereklerini yerine getirmek zorunda mıdır? Yine, Anayasanın 6.
maddesinin 3. fıkrasına göre, “Hiçbir kimse veya organ kaynağını Anayasadan
almayan bir Devlet yetkisi kullanamaz.” hükmü karşısında, belediye encümenlerinin
seçimle gelmeyen üyeleri ile büyükşehir belediye encümeni üyelerinin
kullandıkları devlet yetkisinin anayasal dayanağının olmadığı söylenebilir
mi? Kanaatimizce, her iki soruya da olumlu yanıt vermek mümkün değildir.
Gerçi, pozitivist teorinin bir gereği olarak, anayasal normlar arasında
mantıksal bir tutarlılığın bulunması gerekir; ama bu, otomatik olarak
gerçekleşen bir durum değildir. Bir başka ifadeyle, Anayasa Mahkemesinin
iptal ettiği hükümlere artık hukukî olarak bir değer atfetmek mümkün
değildir; ama, belediye encümeni üyelerinin bir kısmının ve büyükşehir
belediye encümeni üyelerinin tamamının atanmış üyelerden oluşmasıyla ilgili düzenlemeler,
bunlarla ilgili düzenlemeler usulüne uygun bir şekilde yürürlükten
kaldırılmadığı sürece, yürürlükte kalmaya devam edecektir. Birinci soruya olumsuz
yanıt verince, ikinci sorunun da bir anlamı kalmamaktadır. Yani, eğer belediye
encümeni üyelerinin bir kısmının ve büyükşehir belediye encümeni üyelerinin
tamamının atanmış üyelerden oluşmasıyla ilgili düzenlemeler hâlen yürürlükte
ise, belediye encümeni üyelerinin bir kısmının veya büyükşehir belediye encümeni
üyelerinin tamamının kullandıkları devlet yetkisinin anayasal dayanağının olmadığı
söylenemez. IV. SONUÇ Bu yazıda, ilk olarak, bu yazıda izlenecek yöntem
konusunda bilgi verilmiştir. Bu çerçevede, encümenlerin oluşumuyla ilgili
konunun, hukukî bir değerlendirmeye tâbi tutulduğu ve bu değerlendirmenin de
pozitivist hukuk teorisi esas alınarak yapıldığı belirtilmiştir. Daha sonra,
Anayasanın 127. maddesindeki “...karar organları” ibaresinin Anayasa
Mahkemesi kararlarında ve doktrinde nasıl yorumlandığı üzerinde durulmuştur. Buna göre; seçimle göreve gelecek organlar
konusundaki belirsizliğin Anayasa Mahkemesi tarafından giderildiği;
Mahkemenin yorumundan hareketle, encümenlerin üyelerinin seçimle göreve
gelmesinin zorunlu olacağı; yine, henüz Anayasa Mahkemesinin kararı
doğrultusunda bir düzenlemeye gidilmediği için, belediye encümeni üyelerinin
bir kısmı ile büyükşehir belediye encümeni üyelerinin tamamının hâlâ atamayla
göreve geldiği tespit edilmiştir. Kanaatimizce, böyle bir sorunun aşılması
için, Anayasanın değiştirilmesi gerekir. Eğer encümenlerin de bir karar organı
olması isteniyorsa, bu Anayasada açık bir şekilde belirtilmelidir. Zira,
Anayasa Mahkemesi, daha sonraki tarihlerde bugünkü değerlendirmelerinin
aksine bir yorumla, encümenlerin bir karar organı olmadığına karar verebilir. Dipnotlar: [1]
R. Keleş, Yerinden Yönetim ve Siyaset, Cem Yayınevi, İstanbul, 1992,
s. 351-352. [2] Hukuk akımlarıyla ilgili geniş bilgi edinmek
için bkz. A. Güriz, Hukuk Felsefesi, Siyasal Kitabevi, Ankara, 1999,
s. 149 vd. [3]
K. Gözler, Anayasa Hukukunun Metodolojisi, Ekin Kitabevi Yayınları,
Bursa, 1999, s. 11-12. [4]
Ibid., s. 14-17. [5]
Anayasa, m. 153/1, 6. [6]
Gözler, op. cit., s. 11. [7]
1982 Anayasasına kadar olan dönemle ilgili olarak bu çerçevede yapılmış bir
çalışma için bkz. Yıldızhan Yayla, Anayasalarımızda Yönetim İlkeleri
Tevsi-i Mezuniyet ve Tefrik-i Vezâif, İstanbul Üniversitesi Siyasal
Bilgiler Fakültesi Yayınları, İstanbul, 1982. [8]
“Esasın İncelenmesi.” AMK, KG: 22.06.1988, E. 1987/18, K. 1988/23, RG,
Tarih: 26.11.1988, Sayı: 20001, <http://www.anayasa.gov.tr/KARARLAR/IPTALITIRAZ/K1988/K1988-23.htm>
(14.05.2002). [9]
Bu gerekçeyle Mahkeme, 3360 sayılı Kanunun 16. maddesiyle değiştirilen İl
Özel İdaresi Kanununun 136. maddesinin son fıkrasına eklenen, “İl özel idare
müdürü ile köy hizmetleri il müdürü, bayındırlık ve iskan müdürü il daimi
encümeninin tabii üyesidir.” biçimindeki bir hükmü, Anayasaya aykırı bularak
iptal etmiştir. Ibid. [10]
Servet Tüzün, “Karşıoy Yazısı.” AMK, KG: 22.06.1988, E. 1987/18, K. 1988/23, RG,
Tarih: 26.11.1988, Sayı: 20001, <http://www.anayasa.gov.tr/KARARLAR/IPTALITIRAZ/K1988/K1988-23.htm>
(14.05.2002). [11]
M. Gönül ve M. Şahin, “Karşıoy Yazısı.” AMK, KG: 22.06.1988, E. 1987/18, K.
1988/23, RG, Tarih: 26.11.1988, Sayı: 20001, <http://www.anayasa.gov.tr/KARARLAR/IPTALITIRAZ/K1988/K1988-23.htm>
(14.05.2002). [12]
Ibid. [13]
Ibid. [14]
Ibid. [15]
Ibid. [16]
Ibid. [17]
Ibid. [18]
Ibid. [19]
Gerekçeli Anayasa Önerisi, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi
Yayınları, Ankara, 1982, s. 143. [20]
Ibid. [21]
RG, Tarih: 14.04.1930, Sayı: 1471. [22]
Buradaki “doğal” üyeler atamayla gelenleri nitelediği için, haklı olarak
eleştirilmiştir. Çünkü, sanki diğer üyelerin “doğal olmadığı”
anlaşılmaktadır. Keleş, op. cit., s. 196. [23] 1580 sayılı Belediye Yasasının bu konuyla ilgili
77. maddesi şöyledir: ENCÜMENDE
BULUNANLAR Madde
77.- Belediye
encümeni, belediye reisi ile müntehap [seçilmiş] encümen azasından ve 88. maddede
yazılı daire reislerinden teşekkül eder. Belediye encümenine mansup [atanmış]
azanın nısfını tecavüz etmemek [yarısını aşmamak] ve ikiden aşağı olmamak
şartiyle belediye meclisleri tarafından kendi azası arasından lüzumu kadar
fahri aza intihap olunur... [24]
1580 sayılı Belediye Kanunu, m. 88. [25]
1580 sayılı Kanun hakkında iptal davası açılamayacağını hatırlatmak gerekir.
Bu konu hakkında geniş bilgi edinebilmek için bkz. A. Ş. Gözübüyük ve T.
Akıllıoğlu, Yönetim Hukuku, Turhan Kitabevi, Ankara, 1992, 51-54. [26]
Belediye encümeni hakkında daha geniş bilgi edinebilmek için bkz. Z. Çoker, Belediye
Encümeni Görev ve Yetkileri, TODAİE Yayınları, Ankara, 1999; C. Güvenç,
“Belediye Encümenlerinin Oluşumu ve Çalışması”, Çağdaş Yerel Yönetimler,
Cilt: 1, Sayı: 6 (Kasım 1992), s. 31-46. [27]
Anayasa, m. 153/2. [28]
Bu organın adı “dernek” olmasına rağmen, Canman’ın da belirttiği gibi, “diğer
çeşitli yasalarda tanımlanmış olan derneklerle bir benzerliği yoktur.
Organlık sıfatının kazanılması veya kaybedilmesi köy derneği için söz konusu
değildir”. D. Canman, “Köy Yönetimi ve Sorunlar”, Yerel Yönetimler Sempozyumu
Bildirileri, 1-2 Kasım 2000, (yay. haz.) B. A. Güler ve A. Sabuktay,
TODAIE Yerel Yönetimler ve Araştırma ve Eğitim Merkezi, Ankara, (y.t.y.), s.
285. [29]
RG, Tarih: 18.01.1984, Sayı: 18285. [30]
442 sayılı Köy Kanunu (RG, Tarih: 07.04.1924, Sayı: 68), m. 20. [31]
Gözübüyük ve Akıllıoğlu, op. cit., s.
113. [32]
Ibid. [33]
Köy derneği yerine de, köylerin nüfusuna göre üye sayısı 6-18 arasında
değişen “köy meclisi” kurulmasını isteyen görüşlere rastlanmaktadır. Bkz.
Canman, op. cit., s. 287. [34]
Z. Çoker, “Anayasa ve Yerel Yönetimler”, Yerel Yönetimlerde Reform, Kamu
Yönetimi Uzmanları Derneği Yayını, Ankara, 1993, s. 11. [35]
Ibid. [36]
DPT, Yerel Yönetimler (Özel İhtisas Komisyonu Raporu), DPT Yayınları,
Ankara, 2001, s. 22. [37]
Anayasa Taslağı, m. 116/1. [38]
Gerekçeli Anayasa Önerisi, op. cit., s. 144. [39]
Anayasa, m. 148/1. |