![]() |
|||||
|
TÜRKİYE'NİN AB YOLU TIKANDI
-SUNUŞ Sinan Ay gün
-ÖNSÖZ Niçin ve Neyin Peşinde
-GİRİŞ 2002 Türkiye İlerleme Raporundaki Engeller Kopenhag 2002 Toplantısı Gelişmeleri, Kıbrıs; Ege Sorunları, İlerleme Raporundaki Diğer Bazı Şartlar Üyelik Kriterleri; Yargı Sistemi; Silahlı Kuvvetler ve Milli Güvenlik; İnsan Hakları ve Azınlıkların Korunması; Medeni ve Siyası Haklar; Ekonomik, Sosyal, Kültürel Haklar.
-SONUÇ İstekler ve Koşullar Kimleri ve Neleri Destekliyor: Kıbrıs; Ege Sorunları; Türkiye'de yeni Azınlıklar Yaratılması; Patrikhaneye ve Kiliselere Destek, Bizansa Can Suyu; Hıristiyan Bayrağı Altında Toplanmaya Davet. Türkiye açıklanan sonuçlara katlanabilir mi? Avrupa Birliği'nin dayatmalarında kullandığı araçlar; Avrupa Birliği hangi aşamada.
SUNUŞ
Değerli Dostlar;
Türkiye, yönetimi zor ülke.
Yanlış politikalar bu zorluğu artırıyor, ülkemizi zor durumlarda bırakıyor, ulusumuzu tedirgin ve mutsuz ediyor.
Son yıllarda yapılan yanlışların en etkilisi, Avrupa Birliği ile Gümrük Anlaşması imzalamamız ve AB'ye katılabilmek için göze alıp gerçekleştirdiğimiz fedakarlıklardır.
Gümrük Birliği anlaşması ticaretimizde ve sanayimizde yıkımlara sebep olmuştur. Bundan da önemlisi ekonomik bağımlılığa götürmektedir.
Avrupa Birliği'ne katılabilmek için Kıbrıs'ta ödün verilmiştir. AB eyaleti olma hevesinin bütün kayıp ve sakıncaları bir bir karşımıza çıkıyor.
Zorlukların üstesinden gelinebilmesi öncelikle bu zorlukları tanımakla mümkündür. Ankara Ticaret Odası bir yan çalışma ile bu amaca yönelik faaliyetlerde bulunmaktadır. Son bir yılda ... kitap yayımlanmış ve gerçek ihtiyaç sahiplerine, topluma yararlı olabileceklere verilmiştir. Aynı amaçla Ankara Ticaret Odası'nda çeşitli toplantılar yapılmaktadır.
Ekteki kitapçık E. Korg. Suat İlhan'ın yayımladıımız ikinci yayınıdır. "Avrupa Birliği Üyeliği Atatürkçülüğün Sonudur" ismindeki ilk yayın da, bu yayın gibi AB'y e katılımın götüreceği değerlerimiz üzerinde duruyor.
Ülke bizim, ulus bizim; siyasi tercih değil ulusal çıkarlar peşindeyiz.
Sinan Aygün
ÖNSÖZ
Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne katılmasının getirecekleri, daha doğrusu götürecekleri konusunda yayınlar, toplantılar sürdürülüyor. Geniş topluluklara ulaşmak için küçük hacimli kitaplarda tek konunun işlenmesi ek bir yöntem olarak düşünülmüş ve birkaç kitapçık yayımlanmıştır.
Atatürkçü yapıyı ve ilkelerini korumaya kararlı kesim yeni kitapçıklar hazırlamaya devam ediyor. Elinizdeki yayın da; Aralık 2002 Kopenhag Zirvesinde alınan kararlardan sonra Türkiye'nin AB'ne katılım yolunun tıkandığını, daha uygun açıklama ile AB'ne katılmamızın olanaksız duruma getirildiğini belirtmek, açıklamak için hazırlanmıştır.
Niçin ve Neyin Peşinde?
Türkiye'nin coğrafî ve jeopolitik konumunun özellikleri sebebiyle, bütün sorunlarında dış etkilerin büyük ağırlığı oluyor. Ayrıca, küreselleşme olgusu; dış olayların karmaşıklığını arttırıyor, içeriğini farklılaştırıyor, kapsamını genişletiyor ve elbette çözümleri zorlaştırıyor.
Bu gelişmeler olurken biz, yeni politikalar üretmekte zorlanıyoruz. Soğuk savaş döneminin alışkanlığı ile, Batılıların gölgesinde, hatta Batılıların güdümünde bir yol izlemenin kolaylığını arıyoruz.
Sorunlar; doğmadan veya oluş aşamasında iken, politik, diplomatik girişimlerle çözülmediği için, askeri çözüm zorunlu oluyor. Bu olguyu, son yıllarda; Ege, Kıbrıs, Kuzey Irak'taki oluşum, PKK ... konularında yaşadık, yaşıyoruz.
AB'ne katılım umudu ile, diğer dış politika olanakları ihmal ediliyor; fırsatlar kaçırılıyor, Türkiye yalnızlaştırılıyor. Sonuç olarak dış sorunlar ve onun da etkisi ile iç sorunlar çoğalıyorlar, büyüyorlar.
Zihinsel Avrupa Birliği tutsaklığımızı Batılılar kullanıyorlar. Bizden yaşamsal düzeyde her aşamada daha fazla ve devamlı ödün alıyorlar.
Bu olumsuzlukları aşmamız gerekir. Demokratik sistem içinde yapılması gereken ilk iş doğruların kamuoyuna ulaştırılması olmalıdır. Yıllardır özellikle AB'ye katılmamız konusunda aynı şeyi yapmaya çalışıyoruz. Ne yazık, ki gelişmeler ve olaylar kuşkularımızı doğruluyor. Ne mutlu ki çalışmalarımızda haklı çıkıyor ve belkide yararlı oluyoruz.
Türkiye, Atatürk'ün kurduğu; bağımsız, egemen ulus devletini koruyarak daha mutlu ve daha başarılı olabilir.
Suat İLHAN
GİRİŞ
Aralık 2002 tarihinde toplanan Avrupa Birliği Zirvesi 10 aday ülkenin üyeliğini onaylamış 2 aday ülkeyi 2004 yılma ertelemiştir.
Türkiye'nin katılımının onaylanması değil, ondan önce yapılması gereken, müzakerelere başlanmasının kabul edilmesi gerekiyordu.
Müzakerelere başlanabilmesi kararını, 2004 Aralık toplantısına, gelişmelerin incelenmesi sonucuna ertelediler. Bunun anlamı; müzakere tarihi verilmesi için Türkiye'nin bugüne kadar AB'nin ileri sürdüğü, bundan sonra ileri süreceği şartları yerine getirdiğinin gözleneceği ve değerlendirileceğidir.
Aralık 2004 tarihine kadar yapmamız gerekenleri bize tebliğ edecekleri belgeler, aşağıya çıkarılmıştır:
2002 Türkiye İlerleme Raporu
İzleyen bölümlerde açıklandığı gibi, bu raporda Türkiye tarafından yerine getirilmemiş olan birçok hüküm bulunuyor.
İkinci Katılım Ortaklığı belgesi
Birinci Katılım Ortaklığı (KO) belgesinde ve 2002 Türkiye İlerleme Raporu'nda bulunup yerine getirilmemiş olanları, muhtemelen yeni yaptırımları ve yeni şartları içerecektir. Birinci KO belgesinde bulunan koşullar hakkın-
Avrupadaki görüşlerimizi ve nasıl uygulayacağımız 1200 sayfalık Ulusal Program ile belirlenip TBMM'nin bilgisine sunulmuştu. Birçok yasa değişikliğini ve yeni yasaların çıkarılmasını gerektiren bu plan, Anayasamızın 190'inci Md. 4'üncü fıkrası gereğince "Bir kanunla uygun bulunması" gerekiyordu. Anayasa’nın bu hükmü yerine getirilmemiştir. İşlemde Anayasa ihlali bulunmaktadır. Yayınlarımızda birçok defa dikkatlere sunduğumuz halde, hiçbir anayasa hocasının konuya değinmemiş olması üzücüdür.
AB birimleri ve yetkilileri Ulusal Programı yok saydılar, hiç sözünü etmediler, daima kendi belgeleri olan KO' da bulunan koşullan öne sürdüler. Türkiye'den hiçbir yetkili AB'ye ulusal programı hatırlatmadı. Gerçekte AB yetkilileri kendilerini KO belgesindeki koşullarla da sınırlı saymadılar, İlerleme Raporları'nda ve ikili görüşmelerde, yabancı vakıflarla ilgili isteklerde olduğu gibi, yeni yeni koşullar ileri sürdüler.
İkinci KO belgesinden sonra, yeni bir Ulusal Programın boşuna zahmet olacağı anlaşılıyor. Nasıl olsa yeni Ulusal Programı da dikkate almayacaklar.
İkinci KO belgesi ile işlenecek ve yeni koşulları içerecek iki rapor daha hazırlanacak.
2003 Türkiye İlerleme Raporu
2004 Türkiye İlerleme Raporu
Türkiye sayılan beş belgedeki koşullan ve özel istekleri yerine getirmezse Aralık 2004'te müzakere tarihi alamaz.
Koşulları yerine getirmek yetmez. Güney Kıbrıs ve Yunan hükümetleri dahil 25 (27) üye ülkenin, müzakere tarihi verilmesine onay vermesi, AB birimlerinin de (Konsey; Komisyon...) hayır dememeleri lazım.
Bütün bu engeller asılsa ve müzakere tarihi verilse dahi, 4:5 yıl sürecek müzakereden sonra üye ülke parlamentolarının Türkiye'nin katılımını onaylamaları gerekecek. Kuzey Kıbrıs' ı vermeden Güney Kıbrıs Parlamentosu' nun; Ege Denizini vermeden, Megali İdea'nın İstanbul, Pontus ve Batı Anadolu üzerindeki koşullarım yerine getirmeden Yunanistan Parlamentosunun Türkiye'nin katılımım, onaylaması beklenmemelidir.
Görüldüğü gibi üye ülkelerin, birçok defa katılmamıza evet demeleri gerekecek.
Bu aşamaya gelindikten sonra gene de son sözü söyleyecek olan Avrupa Parlamentosudur. Bu parlamentonun Türkiye hakkında aldığı kararlardan 37 adedi Türk-İş tarafından bir broşürle yayımlanmıştır. Sadece sözü geçen 37 kararın uygulanması Türkiye'den geriye bir şey bırakmaz. Kararlarda belirlenen hususları Türkiye yerine getirmezse Avrupa Parlamentosundan onay alamayacak.
Eski ve yeni birçok sorun ile ilgili AB ve üyelerinin istekleri yerine getirilmezse, Türkiye'nin AB'ye katılımı mümkün olmayacaktır. İsteklerin yerine getirilmesi ise ulusal yapımızı, ulusal kimliğimizi, ulusal değer ve kişiliğimizi tahrip edecek, en azından büyük ölçüde değiştirecektir.
Bütün bu sebeplerle;
2002 Kopenhag Zirvesi'nden sonra, Türkiye'nin AB'ne katılım yolu, kuramsal olarak açık görünmekte ise de, gerçekte tıkanmıştır.
AB peşinde zaman kaybetmemeliyiz. Bağımsız egemen ulus devletimizin AB peşinde aldığı yaraları sarmalı, onarmalıyız. Üye olmadan AB ile kurulacak iyi ilişkilerin ortamını hazırlamalı, diğer seçenek politikaları belirlemeli, geliştirmeliyiz.
AB'ne katılmayan, bağımsız, egemen Türkiye'nin, AB ile ilişkileri; AB üyesi olacak Türkiye’den daha az sorunlu olacaktır.
AB'ye katılım yolunun zorlanması sadece maddi kayıplara değil, itilip kakılmamız sebebiyle ulusal onurumuzun yeni yaralar almasına da sebep olacaktır.
2004 Aralık ayına kadar; henüz birçok isteği yerine getirilmeyen 2002 Türkiye İlerleme Raporu hariç üç belge daha (Yeni Katılım Ortaklığı belgesi, 2003 ve 2004 Türkiye İlerleme Raporu) verilecek, yeni şartlar açıklanacak, Türkiye'den yeni isteklerde bulunulacaktır.
Hazırlandığı bildirilen yeni katılım ortaklığı belgesinin içeriği hakkında birinci katılım ortaklığı belgesi; verilecek olan 2003 ve 2004 ilerleme raporlarının içerikleri hakkında ise ---ekte ayrıntıları çıkarılan 2002 İlerleme Raporu örnek değerindedir. 2002 Türkiye İlerleme Raporu Türkiye'nin nelerle karşılaşacağının belgesidir.
Türkiye AB'ye katılabilmek için; "AB üyeliği Atatürkçülüğün sonudur" kitapçığında açıklandığı gibi bağımsız, egemen ulus devletten vazgeçip Avrupa'nın eyaleti olmaya; Kıbrıs ve Ege'deki haklarından vazgeçmeye; İstanbul'da Ortodoks din devletinin ve Bizans'ın (Yeni Roma) kuruluşunun ortamım hazırlamaya; Ermenilere Türkiye üzerinde haklar tanımaya, Pontus' un kurulması için kültür tabanının hazırlanmasına yol vermesi gerekiyor.
Aşağıya sadece 2002 İlerleme Raporu'ndan bazı istekler çıkarılmaktadır.
2002 TÜRKİYE İLERLEME RAPORUNDAKİ ENGELLER
Kopenhag 2002 Toplantısı Gelişmeleri
Aralık 2002 Kopenhag zirve toplantısına büyük ümitlerle katıldık. Toplantıdan önce, birkaç defada Anayasamızda 50'ye yakın madde yeniden düzenlendi. Üç uyum paketi ile kanunlarımızda değişiklikler yaptık. Bu değişikliklerle; otuz beş bin insanımızın ölümünden, milyonlarca dolar harcanmasından, ülkeye en az on beş yıl kaybettirilmesinden birinci derecede sorumlu insanın ve arkadaşlarının hayatı bağışlandı; etnik azınlıklar yaratılmasına sebep olabilecek, ana dil yayın ve eğitim serbestisi getirildi; Patrikhane'nin genişlemesine, güçlenmesine, etkinliğini artırarak Roma Katolik Devleti gibi bir Ortodoks Din Devleti kurulmasına ve Anadolu'daki diğer kiliselerin canlanmasına ortam hazırlayan, vakıflarla ilgili yasal düzenlemeler yapıldı... Yasa değişikliklerini içeren yeni uyum paketleri için ayrıca söz verildi.
Başbakan, Dışişleri Bakanı, Adalet Kalkınma Partisi Genel Başkanı, en iri sivil toplum kuruluşları, Dışişleri Bakanlığı odaklı kalabalık bir bürokrat kadro, Kopenhag Zirvesi'nde günlerce kapı kapı dolaştılar. Ricalar, minnetler yetmedi ve bize müzakerelere başlama tarihi vermediler.
Bunun yerine, Aralık 2004 toplantısında, Türkiye'deki gelişmelere göre müzakere tarihi belirlenebileceği, olumlu sonuca ulaşılırsa en kısa sürede görüşmelere başlanması karan alındı. Hiçbir ciddi anlamı olmayan "En kısa sürede" belirtecinin karara eklenmesi için Türk yetkililer büyük uğraş verdiler; kararda bu ifadenin bulunması Türk kamuoyuna başarı olarak açıklandı. Ne yazık ki toplantıdan birkaç gün sonra, F. Almanya Başbakanı "Bu süre bizim daha önce Fransızlarla kararlaştırdığımız Temmuz 2005'ten daha erken olamaz" diyerek tek balonu da patlattı.
Müzakerelere başlayıp başlanamayacağına karar verilecek tarih neden Aralık 2002 olmadı? Veya neden 2003 Aralık değil de Aralık 2004?
Gerçekte Türkiye'nin yerine getirmesi gereken siyasi kriterler bu kadar zamanı, hatta hiçbir ertelemeyi gerektirmiyordu.
Bu karar siyasidir; daha uygun ifadesi ile Avrupa Birliği'nin Türkiye hakkındaki niyetlerinin uygulama aşamalarından birisidir.
Amaçlarına ulaşmak için; aday dönemi etkili ve yeterli olmazsa müzakere tarihi vererek müzakere süresini aynı amaçlar için değerlendirmeyi; bu da yetmezse, zorunluluk halinde eksik kalanları Türkiye'yi üye yaparak tamamlamayı planladıkları anlaşılıyor.
Anlaşılıyor ki Yunan Megali İdea'sı, Avrupa'nın Doğu Sorunu (Şark Meselesi), Hıristiyan Dünyası'nın Haçlı dürtüsü; bazı zihinlerde, bazılarının yüreklerinde zaman zaman(1) birleşerek kıvılcımlanıyor.
Yol Haritası
Kopenhag'da alınan karara göre Aralık 2004 yılına kadar izlememiz gereken yol haritası engebeli ve zahmetli.
Türkiye, öncelikle izleyen bölümlerde açıklanan 2002 İlerleme Raporu'ndaki şartlan yerine getirecek. Daha sonra, ilk katılım ortaklığı belgesinde bulunup da uygulama alanına koymadığımız şartları ve yeni şartlan içeren ikinci bir Katılım Ortaklığı Belgesi verilecek ve onun da istedikleri yerine getirilecek.
Bilindiği gibi birinci katılım ortaklığındaki isteklerle ilgili olarak Türkiye 1200 sayfalık Ulusal Programı hazırladı. Katılım Ortaklığı özel olarak TBMM'ne sunulmadığı halde, Ulusal Program hakkında TBMM'ne bilgi verildi(2). AB birim ve yetkilileri Ulusal Programı hiç dikkate almadılar, bir kenara koyarak yok farz ettiler, bizden kendilerinin yazdığı katılım Ortaklığı belgesindeki şartların yerine getirilmesini istediler. Bizim politikacılarımız, Dışişleri Bakanlığımız, AB sekreterliğimiz, sivil toplum kuruluşlarımız hiç ses çıkarmadan Ulusal Program'dan söz etmeden seyrettiler ve AB isteklerine uydular.
(1) Bana göre her zaman
(2) Gerçekte TBMM'ne bilgi vermekle yetinilmeyip Anayasa'nın 90'ncı maddesi 4'ncü fıkrası gereğince "Kanun şeklinde" TBMM'den çıkması gerekiyordu.
Bütün bu istekler yerine getirilirse 2003 yılında ve 2004 yılında iki adet İlerleme Raporu ile daha, yeni isteklerde bulunacak yeni şartlar ileri sürecekler. Kısacası, bu yaşadıklarımızı iki defa daha yaşayacağız.
Sayılan aşamalardan başarıyla geçebilirsek veya geçirirlerse müzakerelere başlama kararı alınması gerekiyor. Aday ülke ile, AB'ne katılım görüşmelerine başlamasına "AB Komisyonu" karar veriyor. Komisyon aday ülkedeki gelişmeleri devamlı olarak izliyor, "Bakanlar Konseyi'ne" rapor veriyor. Gerekli koşulların yerine getirildiği kanısına varılırsa, Konsey'e görüşmeler başlama önerisinde bulunuyor. Gerek görülürse geçiş dönemi belirleniyor.
Birliğin yasama ve karar alma işlevinde en önemli yetkilere sahip olan "Konsey", bütün üye ülkelerin dışişleri bakanlarından; Komisyon, üye ülkelerce alman veya genel niteliklere göre seçilen bağımsız komiserlerden, Avrupa Parlamentosu ise üye ülkelerde yapılan seçimlerde belirlenen üyelerle oluşmaktadır.
Görüldüğü gibi, bütün kademelerdeki karar organlarında üye ülkeler temsil ediliyor. Kısacası, Türkiye ile ilgili olarak hazırlanacak her belgede, her raporda, her kararda Güney Kıbrıs Rum Devleti, Yunanistan dahil 25 üye söz sahibi olacaktır.
Komisyon ve Konsey'den Aralık 2004 tarihinde Türkiye'ye müzakere tarihi verilmesi kararı çıkması için Güney Kıbrıs'ın ve Yunanistan'ın bütün isteklerinin yerine getirilmesi gerekmektedir.
Bütün bu engeller aşıldıktan sonra da, üye ülke parlamentolarının (Güney Kıbrıs ve Yunanistan dahil) aday ülkenin katılımını onaylamasına sıra geliyor.
Son söz Avrupa Parlamentosunundur.
Türk-İş Avrupa Parlamentosu' nün Türkiye ile ilgili olarak bugüne kadar almış olduğu kararları bir broşürde toplayarak yayımladı.'
Bu broşürde, Türkiye hakkında AB birimlerinde özellikle Avrupa Parlamentosunda alınmış 37 karar bulunuyor. Bunların 7 adedi Kıbrıs, 2 adedi Ermeniler, 21 adedi azınlıklar ve bölücülük, 3 adedi Ege sorunu, 4 adedi Patrikhane ve Heybeliada Ruhban Okulu ile ilgili(3).
Türkiye'nin katılımı Avrupa Parlamentosu' nün önüne gelebilse dahi, Parlamento kendi aldığı kararların uygulanıp uygulanmadığını araştıracak ve soracaktır.
Uygulamış olursanız Türkiye'den zaten Avrupa Parlamentosu' nün önüne çıkabilecek çok az şey kalır, uygulamazsanız 'katılımımız onaylanmaz.
Yukarıdaki gerekçeler, Türkiye'nin AB üyeliği yolunun tıkandığını gösteriyor.
Aşağıdaki bölümlerde sadece 2002 İlerleme Raporu'nda bulunan konular baslıkları ile ele alınmış, her konu ile ilgili olarak, AB Parlamentosu veya yetkili birimlerinde alınan kararlardan sadece bir tanesi örnek olarak eklenmiştir. 2002 raporu gibi, 2003, 2004 yıllarında verilecek yeni raporlar, yeni katılım ortaklığı belgeleri, müzakere edilecek 30 dosya ile karşı karşıya bırakılacağımız sorunlar hakkında, ele alınan 2002 raporu bir örnektir.
(3) Türk-İş, Avrupa Birliği Türkiye'den Ne İstiyor, 2002
Kıbrıs
Bilindiği gibi Kopenhag ölçütleri genel ifadeleri içerir. Buradaki ilkeler, Katılım Ortaklığı belgesi ve yıllık olarak hazırlanan İlerleme Raporları'nda ülkelerin özelliklerine uygun somut konulara ve açıklamalara dönüştürülür.
Bütün AB üyeleri için belirlenen Kopenhag ölçütleri, doğal olarak Kıbrıs ve Ege sorunlarından söz etmez.
Bu iki konu önce Helsinki kararları ile gündeme alınmıştır.
Helsinki kararlarına kadar Kıbrıs konusuna Türkiye, Yunanistan, İngiltere, Kuzey ve Güney Kıbrıslılar’ ın ışındaki ülkelerin katılması kabul edilmiyor, BM aracılığı ile görüşmeler sürdürülüyordu. Helsinki kararından sonra AB soruna taraf yapılmıştır. Kıbrıs tartışmalarının bu noktaya taşınmasının ilk sorumluları; hiç bir araştırma yapmadan, MGK veya TBMM'ne götürmeden, bir gecede Helsinki kararlarını kabul eden üç ortaklı 57'nci hükümet (DSP, MHP, ANAP) üyeleri ve parti liderleridir.
Daha açıkçası Kıbrıs sorununu da Ege sorununu da bugünkü, olumsuz noktaya taşıyanlar, ödüncü (tavizci) Avrupa Birliği'ne katılım yanlılarıdır. Bürokratik, teknik cephenin ilk sorumluları ise Dışişleri kadrosudur.
AB; Güney Kıbrıs’ı, Kuzey Kıbrıs'ın da meşru hükümeti sayarak kendisine katma kararı aldı. Gerçekte KKTC'nin anlaşmalara göre Türkiye'nin dahil olmadığı bir ortaklığa alınmaması gerekir. Türkiye ciddi şekilde bu hakkını dahi savunmamıştır. Halbuki sorunun yararımıza olan can alıcı noktası burasıdır.
Güney Kıbrıs AB üyesi yapılırken, KKTC'ne Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Annan' a bir plan hazırlatılmış ve süre verilerek Türkiye'ye ve Kuzey Kıbrıs'a dayatma başlatılmıştır. Şüphesiz Birleşmiş Milletlerde hazırlanan bu planın içeriğinden, Güvenlik Konseyi üyesi ABD, İngiltere ve Fransa'nın AB yetkilileri haberdardılar, daha fazlası planın içeriğini yönlendirdiler. Yunanlıların AB yolu ile haberli olması da doğal. Planı daha önceden gördüğünü Güney Kıbrıslı yetkililer açıkladı. Gerçekte plan Türk tarafına verilmeden Yunan basınının eline geçmişti.
Kısacası plan, Batı dünyası tarafından hazırlanan, Kıbrıs'ı Hıristiyan dünyasına kazandırma dayatmasıdır.
En son Türk tarafına duyuruldu. Bu duyurunun zamanı da çok iyi seçildi. KKTC Cumhurbaşkanı R. Denktaş ağır bir kalp ameliyatını birkaç gün önce geçirmiş ABD' de hasta hanede, Türkiye yeni bir seçimden çıkmış yaklaşık bütün siyasi kadrosu değişmiş, yepyeni hükümet henüz devletin elindeki bilgileri almamış. Bu ortamda Türkiye'ye kısa süreler verilerek dayatmalar yapılıyor, KKTC vatandaşlarına paralı propagandalar yapılıyor, bazı gençler Avrupa'ya götürülerek AB üyeliğine heveslendiriliyor, halk yöneticileri aleyhine tahrik ediliyordu.
Dayatılan Annan Planı genel olarak şu yaptırımları içeriyor:
KKTC topraklarının % 22'si Güney Kıbrıs'a veriliyor, verilen topraklar zaten su sorunu olan Kuzey Kıbrıs'ın % 70 su kaynaklarına sahip. Ayrıca verilen topraklar Türk bölgesinin tek verimli alanı.
Verilen topraklar sonucu, iki bölge arasındaki hudutta büyük kıvrımlar oluşmakta, Lefkoşe-Magosa yolu dört yerden kesilmekte, Magosa kuşatılmış duruma düşürülmekte, Güzelyurt bölgesindeki girinti Beşparmak Dağlarına kadar girerek Lefke' yi Lefkoşa' dan ayrı bir kanton haline dönüştürmektedir. Hududun değil savunulması gözetlenmesi dahi olanaksız hale getiriliyor. Gerçekte bunu yapacak kuvvet de bulunmuyor.
Güney Kıbrıs'a verilecek % 22 Türk topraklarında yaşayan 40-50 bin insan evini, tarlasını, işyerini terk ederek geriye kalan dağlık ve kurak bölgeye gidecek. Onlarla birlikte aynı bölgeye 65 bin Rum güneyden göç edecek. Bölgeye göçen Türklere gidecekleri yeni bölgede hangi ev, hangi toprak, hangi işyeri verilecek? Bölgeye dönecek Rumlar mahkeme kararları ile eski işyerlerini, evlerini, topraklarını alacaklar. Buralardan çıkacak ilave 60-70 bin Türk ne yapacak, nerede barınacak ne ile geçinecekler? 100-150 bin Türk açıkta kalacak, zaten tamamı 200 bin bile değil. Bunun anlamı 1/2 Türk (gerçekte 3/4) evsiz, topraksız, işyeri olmadan dışarıya bırakılacak.
Bir KKTC yetkilisinin Türk televizyonlarında yaptığı açıklamaya göre; güneyden gelen Rumlar Kuzey'deki eski mallarını aldıktan sonra, Türklerin elindeki toprak bütün Kıbrıs'ın % 7'sine düşecek.
Daha önemlisi şu: İki bölge arasında hudut kalkacağı için güneyden daha fazla Rum kuzeye, en azından Türkleri rahatsız etmek için, kaçırmak için gelecek, mülk tespit komisyonlarının ve BM askerlerinin himayesinde bölgeyi kalabalıklaştıracaklar.
Anlaşmada ve fiiliyatta güneyden kuzeye gelecek Rumlara engel olabilecek hiçbir güç ve hukuki dayanak bulunmuyor.
Anlaşma hükümlerine göre, Güney Kıbrıs Rum devletinin verdiği tapular ve tapu işlemleri geçerli, KKTC'nin verdiği tapular ve tapu işlemleri geçersizdir. Bu meselelerde karar 3 Rum, 3 Türk ve 3 yabancıdan oluşacak komisyon tarafından verilecek karar mahkemelere götürülemeyecek. Bu hükmün sebep olacağı Türk kayıpları hesap dahi edilemez. Sadece bu uygulama Kuzeydeki Türklere nasıl bir zulüm düşünüldüğünü anlatmaya yeterlidir.
Muhalefet lideri Mitsotakis, bu anlaşma uygulanırsa on yıl sonra Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti son bulur diyor. Yanlış; bu anlaşmanın imzalanmasından 6 ay sonra Kuzey Kıbrıs tükenir.
Geriye anlaşmanın tazminatlarla ilgili maddesi gereğince, Türklerin ve Türkiye'nin milyarlarca dolar borcu kalır. Türkiye Rumlardan kalan her ev, her tarla, için 1974 fiyatı artı enflasyon kadar tazminat ödeyecek. Bu tazminat 1974 Kıbrıs Harekatı'nı yapan Türkiye'nin harp tazminatına mahkumiyeti kokusu taşıyor.
Güney Kıbrıs Rum bayrağını kendi insanına taşıttıranlar kişiliğini, kimliğini, ulusal değerlerini, bağımsızlığını, özgürlüğünü reddederek Türk olmadığım söyleyenler, babalarını arkadan bıçaklayan oğullar ve daha niceleri Rum yönetiminde mutlu olamayacaklar, önlerinde kölelikten başka seçenek kalmamış olacak. Onların bu duruma düşmemesi için gene Türkiye'de ve Kıbrıs'taki sivil, asker Mehmetçikler direnecek.
Güney Kıbrıs ve Yunanistan; hatta diğer Avrupa Birliği birimleri (Konsey, Komisyon, Avrupa Parlamentosu) Kuzey Kıbrıs'ı, yukarıdaki şartlarda Güney Kıbrıs Kumlan'na teslim etmediğimiz sürece, Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne katılması için müzakere tarihi verilmesine de, katılımın kesinleşmesine de onay vermeyeceklerdir.
Türkiye; KKTC'nin yok olmasına izin veremeyeceğine göre, AB üyeliği politikasının en azından önceliğini değiştirmek durumundadır.
Aralık 2002 sonunda dönem başkanlığını üstlenen Yunanistan Başbakanı; Kıbrıs çözülmeden (onun düşüncesine göre KKTC, Güney Kıbrıs' ın egemenliğine girmeden) Türkiye'nin AB üyeliğinin mümkün olmadığını; AB üyeliğinin Kıbrıs'taki yeşil hattan geçtiğini açıklamıştır.
Avrupa Parlamentosu' nün Kıbrıs ile ilgili olarak almış olduğu kararlardan bir tanesi örnek olarak aşağıya çıkarılmıştır:
"Avrupa Parlamentosu "Türk Hükümetine, Kuzey Kıbrıs' daki işgal güçlerini geri çekme çağrısında bulunur." (15.11.2000)
Ege Sorunları
Helsinki kararlarını ve Katılım Ortaklığı belgesini benimsememiz sonucu, Avrupa Birliği Ege sorununa da taraf olmuş ve Ege'nin bir Yunan denizi olması yönünde
ağırlığını koymaya başlamıştır. Ege, Helsinki kararlarının 4'ncü maddesi ile gündeme girmiştir. Katılım Ortaklığı belgesinin de Orta Vadeli Siyasi Kriterlerinin (,2) l 'nci fıkrasında; Ege sorunlarının çözümsüzlüğü halinde konunun Uluslararası Adalet Divanı'na götürülmesi ve "2004 yılı sonunda Uluslararası Adalet Divanı aracılığı ile çözüme kavuşturulması istenmektedir. Sorunun Adalet Divanı'na götürülmesini isteyen Yunanistan müzakereye yanaşmıyor ve 2004 yılını bekliyor.
Herkes biliyor ki, Uluslararası Adalet Divanı'ndan çıkacak karar AB ile Yunanistan'ın lehinde olacaktır.
Araştırmacı Büyükelçi Bilal Şimşir'in tespitlerine göre uluslararası kurum ve heyetlere Cumhuriyet döneminde götürdüğümüz 30 kadar konudan sadece bir tanesi (Lokus-Bozkurt davası) Türklerin istekleri yönünde çözülmüştür.
Avrupa Parlamentosu’nun Ege sorunu ile ilgili olarak aldığı kararlardan bir tanesi örnek olarak seçilmiştir: "Avrupa Parlamentosu, Türkiye'nin Avrupa Birliği'nin bir üye devleti olan Yunanistan'ın egemenlik haklarını tehlikeli bir biçimde ihlal etmesinden ve Ege'deki askeri gerginliğin artmasından ciddi biçimde kaygı duymaktadır... Yunanistan sınırlarının aynı zamanda Avrupa Birliği'nin dış sınırlarının parçası olduğunu vurgular."
Kopenhag Zirvesi'nde Türkiye'ye verilecek müzakere tarihinin Aralık 2004'e bırakılması; Avrupa'ya Ege Denizi ' ndeki sorunların da pazarlık masasına yatırılması zamanını kazandıracak, Ege konusu da müzakere tarihi verilmesi için dayatma unsurlarından birisi olacaktır.
Türkiye Kıbrıs ve Ege'den vazgeçerse, AB (Yunanistan, Kıbrıs...) Türkiye'ye müzakere tarihi verir mi? El-betteki hayır! Başka şartları da var.
Diğer bazı şartlar Türkiye 2002 İlerleme Raporu ' nda açıklanmıştı. Ayrıca ikinci bir Katılım Ortaklığı belgesi hazırlandığı duyurulmuştur. Yeni şartların ve yerine getirilmediği değerlendirilen veya uygulaması kendilerini doyurmayan eski şartların hayata geçirilmesi ile ilgili ayrıntıların ise 2003 ve 2004 yılı Türkiye İlerleme Raporlarında belirtileceği anlaşılıyor.
Bütün bu engellerin aşılacağını düşünüp AB'ye büyük ödünler verilmesi, yeni seçenek politikalar üretil-memesi gerçekte en büyük kayıplarımızdan biridir.
2002 İlerleme Raporu'nda Bulunan Diğer Bazı Şartlar
Türkiye 2002 İlerleme Raporları'nda, Kıbrıs ve Ege'nin devri şartları dışında kalan ve fazla üzerinde durulmayan AB istekleri ve koşullarından bazıları aşağıya çıkarılmıştır.
Üyelik kriterleri
Siyasi kriterler
Raporların bu bölümünde özellikle 2001 yılı İlerleme Raporu üzerinde durularak aşağıya bazıları çıkarılan uyarılar yapılıyor, müzakere tarihi verilmesi için şartlar koşuluyor:
"Sivillerin ordu üzerindeki denetimi gibi bazı temel konular üzerinde durulmalıdır.." "Bazı alanlarda gelişme gösterilmeye başlanmasına rağmen, Türkiye, henüz Kopenhag siyasi kriterlerini yerine getirmemektedir ve bu nedenle, ülke genelinde, tüm vatandaşlar için insan hakları ve temel özgürlüklerin hukuken ve fiilen korunmasını sağlayacak reform sürecinin yoğunlaştırılması ve hızlanması gerekmektedir."
"Katılım Ortaklığının öncelikleri olan insan hakları, Kıbrıs ve sınır anlaşmazlıklarının (Ege kastediliyor) barışçıl yollarla halli fikri kilit konularda ilerleme sağlamak için, güçlendirilmiş siyasi diyalogun tam olarak hayata geçirilmesi gerekmektedir."
Alt paragrafta Sayın R. Denktaş'ı eleştiren rapor, Kıbrıs ve Ege sorunlarında Rumların ve Yunanlılar' ın politikaları yanında yer alıyor.
Avrupa Birliği; Yunan Megali İdea'sına sahip çıkmakta; Türkleri önce Balkanlardan, sonra Anadolu'dan atmayı amaçlayan Doğu Sorunu (Şark Meselesi) ile Yunan Megali İdea'sını birleştirerek benimsemiş ve Haçlı zihniyeti tabanında birleşmiş görünmektedir. Megali İdeayı Doğu sorununun ilk aşaması gibi değerlendiriyorlar.
Kıbrıs'la ilgili Avrupa Parlamentosu' nün bir diğer kararının giriş bölümü "Türkiye, Kıbrıs Cumhuriyeti topraklarının % 37'sini yasadışı bir biçimde işgal etmektedir." (10.2.2000)
Ermeni iddiaları ile ilgili Avrupa Parlamentosu kararlarından birisi:
"... Ermeni azınlığın maruz kaldığı soykırımın kamuoyu önünde kabulü ile, Türk toplumunun önemli bir parçasını oluşturan Ermeni azınlığa taze bir destek vermesi çağrısında bulunur." (15.11.2000)
Yargı Sistemi
Seçimlik dil dersi için dilekçe veren öğrencilere uygulanan 169'ncu madde eleştiriliyor. R.T. Erdoğan'ın 3 Kasım seçimlerine sokulmamış olması üzerinde duruluyor.
"Yargının her zaman bağımsız ve tutarlı hareket etmediği sürekli olarak bildirilmektedir"...
"Bir diğer kaygı yaratan alan ise, askeri mahkemelerin siviller üzerindeki yargılama yetkisidir."
Yukarıya çıkarılan örnek ve eleştiriler doğru olabilir. Bu tür eleştirilerin yapılması yararlı da görülebilir. Vurgulamaya çalıştığımız iki husus var: Birincisi AB'ye Türkiye'nin katılması halinde sorunlarımıza ne kadar çok ve ayrıntılara kadar müdahale olacağının örnekleri oldukları için. Bu şartlar; Atatürk'ün temel amaçlarından olan bağımsızlık ve egemenliğimizin ne kadar zavallılaşacağının çok kaba işaretlerindendir. İkinci vurgulamaya çalıştığımız, açıklamak istediğimiz husus; bugün yararımıza olan öneriler yerine yarın aleyhimize hükümler da-yatılabileceğini hatırlamak. Nitekim diğer bölümler bu tür birçok örneği içeriyor.
Bu istekleri mutlulukla karşılamak, Sivas Kongre-si'nde (1919) reddedilen Mandacılığa prim olur.
Silahlı Kuvvetler ve Milli Güvenlik Kurulu
Beş askeri üyesi bulunan kurulda, sivil üye sayısı AB isteklerine uyularak dokuza çıkarılmıştı.
Buna rağmen, Milli Güvenlik Kurulu ile ilgili eleştirilere 2002 Türkiye İlerleme Raporu'nda ağırlıklı olarak yer verilmeye devam ediliyor:
"Kurulun görüşleri, tavsiyeyi aşan bir ağırlık taşımaktadır."
"Silahlı Kuvvetler, savunma bütçesinin hazırlanmasında önemli ölçüde özerkliğe sahiptir."
"Halen askeri amaçlara yönelik iki bütçe dışı fon mevcuttur. MGK iç politikada önemli bir unsur olma özelliğini korumaktadır."
"Üyelerinin çoğunluğunun sivilleştirilmesi ve rolünün danışma organı düzeyine indirgenmesinin fiiliyatta MGK'mh çalışma tarzını değiştirmediği görülmektedir."
Avrupa Birliği yetkililerine Türkiye'ye özgün özelliklerin ve koşulların iyi anlatılması gerekli. Aksi halde düzeltilmesi, yerine konulması olanaksız girişimlerde bulunacak, Türk Ordusunun caydırıcı gücünü yok edecek yaptırımlar uygulayacaklardır.
Türkiye'nin konu ile ilgili özgün yönleri ve koşulları, hiçbir AB üyesi ülkesininki ile aynı değildir, çok farklıdır.
Türkiye coğrafi konumu üç kıtanın düğüm noktası üzerindedir. Politikaların, hareketlerin hatta savaşların çekim odağı (cazibe merkezi) durumundadır.
Türkiye jeopolitik konumu; bölge düzeyindeki, evrensel düzeydeki bütün politikaların hedefi veya hareket noktası, en azman güzergahı olmasına ortam hazırlar. Türkiye Balkanlar, Kafkaslar, Orta Doğu duyarlı bölgelerinin tam ortasındadır. Hazar, Orta Asya ve Orta Doğu petrol çanaklarının (Havza) arasındadır.
Türkiye'nin açık ve duyarlı hudutları, çoğu ile sorunlu olduğu 8 komşusu vardır. Komşularından İran hariç tamamı dağılan Türk İmparatorluğundan (Osmanlı) doğmuştur. Türkiye çeşitli konularda, özellikle Doğu Kültürü ile Batı Kültürü arasında bir sınır ülkesidir. Türkiye'nin jeopolitik ilgi alanı bütün dünyadır. Kafkaslar, Balkanlar, Orta Doğu ve Orta Asya Türkiye'nin jeostratejik ufku ve stratejik ilgi alanı içindedir.
Türk Toplumu Ordu millet geleneğini Tımarlı sistemle Osmanlı İmparatorluğu'nda dahi yaşatmıştı.
Türkiye Cumhuriyetini kuranlar; asker-sivil aydınlar ve onların kurduğu ordudur. Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşunun dayandığı Bağımsızlık Savaşını zamanının en güçlü ordularına karşı (İngiliz, Fransız, İtalyan, Yunan, Ermeni) kazanmıştır. Sonuçlandırdığı savaş l 'nci Dünya Harbinin galiplerine karşı kazanılmış ilk anti-emperyalist mücadeledir.
Türk ordusu millet egemenliğinin tehlikeye düştüğü durumlarda müdahale ederek egemenliğin millete devrini sağlamış ve ele aldığı idareyi kendi iradesi ile, seçimle gelen kadrolara devretmişti.
Bu şartlardaki bir ülke Silahlı Kuvvetleri'nin toplum ve devlet içindeki konumunu AB üye ülkelerinin hiç birisi ile karşılaştırmak veya aynı koşullarda değerlendirmek mümkün değildir.
Anlaşılıyor ki Avrupa bin yıldan daha uzun zamandan beri kahrını çektiği Türk ordusu ile AB mevzuatı içinde hesaplaşmaya niyetleniyor. Gerçekte hesaplaşmaya başladılar.
AB yetkililerinin ve birimlerinin (Avrupa Parlamentosu, Avrupa Komisyonu, Avrupa Konseyi) Türk Silahlı Kuvvetleri'ni küçültmek, zayıflatmak ve TSK'nin konumunu, etkinliğini azaltmak için Silahlı Kuvvetlerin bütçe paylarını düşürmek istedikleri anlaşılıyor.
Türk ordusu resmi olarak 2111 (MÖ 209) yıllık bir kurumdur. Bu tarih, ilk siyasi birlik olarak kabul edilen Hunların kuruluşu ile başlatılarak hesaplanmaktadır. Daha önceki toplulukların da elbetteki askeri kurum ve askeri faaliyetleri vardı.
Türk Ordusu yapı ve gelenekleri ile Türk ulusunun bir eseri, kadim Türk kültürünün bir ürünüdür. Günümüzde dünyanın en güçlü ve en saygın ordularından birisidir. Halen ordumuzun eğitim kurumlarında, otuzdan fazla ülkenin subaylarına eğitim verilmektedir.
AB üye ordularına uygulanan sistem Türk ordusu ile aynı olamaz.
Avrupa Birliği'ne katılmaya "hayır" denmesinin sebeplerinden birisi de Türkiye coğrafyası, Türkiye jeopolitik konumu, Türk tarihi, Türk kültürü; sonuç olarak Türk devlet ve toplum yapısının özgün değerleri, duyarlılıkları ve sahip olduğu güzellikleridir.
Avrupa Birliği'nin açık amaçlarından birisinin, Türk Silahlı Kuvvetlerini küçültmek, etki ve caydırıcılığını azaltmak olduğu anlaşılıyor.
İnsan Hakları ve Azınlıkların Korunması
2002 yılında; Şubat, Mart ve Ağustos aylarında; 4744, 4748, 4771 sayılı kanunlarla üç reform paketi TBMM'den geçmişti. Aynı yıl yeni seçim sonucu iktidara gelen Adalet ve Kalkınma Partisi yeni reform paketleri hazırlamıştır.
Nisan 2002'de, 1969 tarihli Irkçılığa Dayalı Her Türlü Ayrımcılığın Ortadan Kaldırılmasına Yönelik Birleşmiş Milletler Sözleşmesi onaylanmıştır. Türkiye, Temmuz 2002'de, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ndeki davalara iştirak edenler ile ilgili Avrupa anlaşmasını imzalamıştır.
2002 Türkiye İlerleme Raporu'nda konuyla ilgili olarak aşağıdaki tespit ve eleştiriler bulunmaktadır.
"Duruşma öncesi gözaltı süresi 4 gün olup, olağanüstü hal uygulanan bölgelerde 3 günlük bir uzatma mümkündür."
"Türkiye, ölüm cezasının kaldırılmasına dair Avrupa İnsan Haklan Sözleşmesi'nin 6 ve 13 numaralı protokollerini
imzalamamıştır. Türkiye, Ulusal azınlıkların korunmasına dair Avrupa Konseyi Çerçeve Sözleşmesini imzalamamıştır."
"Türkiye'nin AİHM'nin kararlarım uygulamaması önemli bir sorun teşkil etmektedir."
"Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi eski milletvekilleri Sadak, Zana, Dicle ve Doğan' ın durumlarının düzeltilmesine ilişkin komitenin yenilenen taleplerine Türk makamlarının cevap vermesine dair bir ara ilke karan 30 Nisan'da kabul etmiştir. Komite, Türkiye'yi yargılamanın yenilenmesi veya diğer önlemlerin alınmasına davet etmiştir."
"Davacının mülkiyet haklarının ihlalinin sürdüğü ve Mahkeme tarafından hükmedilen tazminatın ödenmediği LOİZİDOU davası hala Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi'nde görüşülmektedir."
"Asamble, Avrupa Konseyi Bakanlar Komitelerini, Mahkeme kararlarının gecikmeksizin uygulanmasını temin etmek üzere, gerekli tüm tedbirleri almaya çağırmıştır. Ay-nca Asamble, Komiteye gerekli hallerde Türkiye'ye karşı mali yaptırım uygulamasını da tavsiye etmişti."
Loizidou davası örnek alınarak Türkiye aleyhine on-binlerce dava dilekçesi hazırlatılıyor ve Türkiye ödenmesi mümkün olmayan borç yükü altına sokulmaya çalışılıyor.
Avrupa Parlamentosu’nun bölücülük ile ilgili kararlarından bazıları:
"Türk Hükümetine, PKK'ya ve diğer Kürt örgütlerine, Kürt konusuna şiddete dayanmayan ve siyasi bir çözüm bulmaları için ellerinden gelen tüm çabayı göstermeleri için çağrıda bulunur." (13.12.1995)
"Avrupa Parlamentosu, Türk vatandaşlarının Türkiye içinde bir tür kültürel özerklik için barışçıl yollardan çaba gösterme haklarını tanır." (18.01.1996)
"Avrupa Parlamentosu, Bay Öcalan'a verilen cezayı lanetler ve ölüm cezasının kullanılmasına kesin muhalefetini tekrarlar."
"Avrupa Parlamentosu, Türk yetkililerine, Kürt toplumunun siyasi temsilcileriyle, özellikle de ülkenin güneydoğusundaki kentlerin belediye başkanlarıyla, diyaloga girmeleri çağrısında bulunur." (15.11.2000)
Avrupa Parlamentosu’nun Türkiye'ye karşı düşmanca ifadeler içeren birçok kararı "Türk-İş, Avrupa Birliği Türkiye'den Ne İstiyor" başlıklı broşüründe bulunmaktadır.
Avrupa'nın Türkiye'ye bakışını, Türkiye hakkındaki düşüncelerini anlatan en iyi olaylardan birisi de PKK’yı terör örgütü olarak tanıması olayıdır. Bilindiği gibi 11 Eylül'de ikiz kulelere karşı girişilen terörist saldırılarından sonra ABD terör örgütlerine bazı yaptırımlar uygulamaya, diğer bütün ülkelere de uygulatmaya başladı. Avrupa PKK’yı destekliyor, bu sebeple de terörist örgüt olarak kabul etmek istemiyordu. Nihayet şöyle bir formül buldu: PKK'ya isim değiştirtti ve bir kaç gün sonra PKK’yı terörist ilan etti. Fakat yeni ismi ile KADEK' in terörist örgüt olarak ilan etmeyi reddettiler. PKK' ya da, KADEK' e de hiçbir yaptırım uygulamadılar.
Bu olayla Avrupa Türkiye' yi çok hafife almıştır. Gayri ciddi davranmış, hile yapmıştır. Sadece bu olay; Avrupa Birliği'nin Türkiye hakkındaki niyetlerini, amaçlarını anlatmaya yeterlidir.
Avrupa emperyalist yapısına yakışan bir saygısızlık örneği vermiştir, vermektedir.
İşin ilginç yanı, Türkiye, Dışişleri Bakanlığı dahil hiçbir birimi ile, bu düşmanca ve aşağılayıcı olay karşısında etkin bir tutum içerisine girmemiştir.
Medeni ve Siyasi Haklar
Bu başlık altında bulunan bazı şart ve öneriler aşağıya çıkarılmıştır. Sadece aşağıdaki istekleri incelemek, AB'nin Türkiye'yi nereye götürmek istediğini anlamaya yeterlidir.
"İşkence ve yargısız infaz iddiaları özellikle Güneydoğu Anadolu'da yaygındır."
"İşkence ve kötü muameleden suçlu bulunanlar hakkında verilen cezalar genellikle hafif olmakta ve sıklıkla para cezasına çevrilmekte veya tecil edilmektedir."
RTUK Kanunu "Türkiye Cumhuriyetinin temel niteliklerine ve devletin bölünmez bütünlüğüne aykırılık teşkil eden yayınların kısıtlanmasına ilişkin hükümleri muhafaza etmektedir."
Bu kanunda "Türkiye Cumhuriyetinin varlığını ve bağımsızlığını, devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü, Atatürk İlke ve İnkılaplarına aykırılık teşkil eden"
veya "toplumu şiddete, teröre veya etnik ayrımcılığa sevk eden" yayınlar yasaklanmış ve çok yüksek cezalar getirilmiştir."
"Hantal ön izin sistemi de dahil olmak üzere dernekler kanununun genel kısıtlayıcı yapısı muhafaza edilmiştir."
"Mezopotamya Kültür Merkezi, İHD Bingöl Şubesi ve İHD Merkezi, soruşturmalara maruz kalmıştır."
"Sivil toplum örgütleri üzerindeki baskı, Alman Vakıflarına da uygulanmaya başlamıştır." "Konrad Adenauer, Fredrich Ebert, Heinrich Böll, Fredrich Naumann Vakıfları ile Orient Enstitüsü, "Ulusal bütünlük ve ülkenin laik yapısı aleyhindeki eyleme iştirak" iddiaları ile Devlet Güvenlik Mahkemesinin Savcısı tarafından kovuşturulmaktadır."
"Şubat ayında Alevi ve Bektaşi Oluşumlar Birliği Kültür Derneği, Anayasanın 14 ve 24'ncü maddeleri ve dernekler kanununun 5'nci maddesi uyarınca, Müslüman Dini topluluklarına atıf yapacak şekilde Alevi veya Bektaşi adı altında dernek kurulamayacağı gerekçesi ile feshedilmiştir."
"Halkın Demokrasi Partisi (HADEP) aleyhinde 1999'da başlatılan kapatma davası Anayasa Mahkemesi' nde görüşülmeye devam etmektedir. Şubat 2002'de kurulan Halklar ve Özgürlükler Partisi de (HAK-PAR) tüzüğü ve programının "devletin ve milletin bölünmez bütünlüğüne" aykırı unsurlar içermesi gerekçesi ile kapatma davası ile karşı karşıyadır."
"Müslüman olmayan dini topluluklar yasal engellerle karşılaşmaktadır."
"Müslüman olmayan dini topluluklar... Türkiye'de tüzel kişiliklerinin ve mülk edinme haklarının olmaması ve din adamı yetiştirme yasağına ilişkin sorunlarla karşılaşmıştır."
"Ermeni, Rum ve Katolik mülklerine ya el konulmuştur ya da el konulma riski söz konusudur. Geçtiğimiz aylarda Ermenilere ait mülklere el konulması ile ilgili iki dava görülmüştü. Protestan cemaati, ibadet yerlerinin kiralanması ve yeni kiliselerinin inşası konularında önemli idari sorunlarla karşılaşmaktadır. Ancak yetkililer Diyarbakır'da yeni bir Protestan kilisesinin inşaasına devam edilmesine Temmuz 2002'de izin vermiştir."
"Dini azınlıkların din adamı yetiştirmelerine ilişkin yasak devam etmektedir."
"Ermeni Patriği, İstanbul'da Hıristiyanlık eğitimi yapacak özel bir üniversite bölümü kurulmasını talep etmiştir." "Rum Ortodoks Cemaati, 1971'den beri kapalı olan Fener Ortodoks Okulunun yeniden açılmasını defalarca talep etmiştir. Protestan ve Katolik cemaatler, Türkiye'de din adamı yetiştirme özgürlüğünden yararlanabileceklerini düşünmektedir."
"Dini cemaatler kendi okullarına sahip olabilmektedir. Ancak, bu tür okulların, başkandan (ilgili dini cemaatin) daha yetkili ve Milli Eğitim Bakanlığı' nın bir (Müslüman) temsilcisi olan bir başkan yardımcısı olmak zorundadır."
Yukarıdaki istekler, Avrupa Birliği'nin nasıl bir Türkiye yaratmaya çalıştığının örnekleridir. Bu istekler Sevr anlaşmasında dahi yoktu.
Medeni ve siyasi haklar konusunda, yukarıdaki istekleri tamamlar nitelikte Avrupa Parlamentosu’ nun da kararları bulunmaktadır:
"Düşüncelerini özgürce açıklama ve insan hakları ilkeleri ile çelişen yasalara göre suç işledikleri için hüküm giymiş olan mahkumların serbest bırakılmasını sağlayacak biçimde düzenlenmiş bir genel af ilan etmesini ve halen yargılanmakta olanlar aleyhindeki davaların sona erdirilmesini talep eder ve özellikle Bayan Leyla Zana ile DEP' in diğer üç üyesinin derhal serbest bırakılması çağrısını yeniler." (20.06.1996)
"Avrupa Parlamentosu Türk Silahlı Kuvvetleri'nin Türkiye'nin doğusunda kısa bir süre önce sürdürdüğü askeri operasyonlardan ve Kürdistan' da ki anlaşmazlığa barışçıl bir çözüm bulma yollarını aramayı reddetmesinden büyük kaygı duymaktadır." (19.09.1996)
"İtalyan vatandaşı olan Dino Frisullo 21 Mart 1998 günü Diyarbakır'da Kürt Yeni Yılı (Nevroz) kutlamalarına katıldığı ve Kürt halkının temel haklarını desteklemek için gösteri yaptığı için tutuklanmıştı..." (02.04.1998)
"Avrupa Parlamentosu Bay Öcalan’a verilen cezayı lanetler..." (22.7.1999)
Avrupa Komisyonu'na verilen önergede "Ayasofya' nın Hıristiyan Dünyasına İadesi" başlığı ile "İstanbul işgal altındaki Hıristiyan kentidir. Bizans'taki gibi Conslantinopol adıyla anılmalıdır" denilerek "Ayasofya' nın asıl sahiplerine yani Avrupalılara iade edilmesi istendi.'"4'
(4) Sabah Gazetesi, 23 Mart 2002, Hayrullah Mahmut
Bu istekler SEVR anlaşmasında dahi yoktu derken abartma yapılmadığı, Türkiye'den istekler iyi incelendiği zaman daha iyi anlaşılacaktır,
Ekonomik, Sosyal Kültürel Haklar
Yukarıdaki "Medeni ve Siyasi Haklar" bölümüne konulan bazı şartlar, gerçekte bu bölümü de ilgilendirmektedir. Örnek olarak: Mezopotamya Kültür Merkezi hakkında dava açılması; Türkiye'de şube açan üç Alman vakfı hakkında DGM'de dava açılması; Alevi ve Bektaşi dernekleri hakkında dava açılması; Müslüman olmayan toplulukların yasal engellerle karşılaşması savı; Ermeni, Rum ve Katolik mülklerine el konulması; Dini azınlıkların din adamı yetiştirmelerinin önlenmesi; Ermeni Patriğinin İstanbul'da Hıristiyanlık eğitimi yapacak özel bir üniversite bölümü açılması isteği, Ekonomik ve Sosyal Kültürel Haklar başlığı altında aşağıya çıkarılan istek ve şartlarla birlikte değerlendirilmelidir.
"Laz ve Pontus kültürü ile ilgili kitaplar hakkında soruşturma ve kovuşturma açılmıştır."
"Etnik grupların üyelerinin kendi dil ve kültürel kimliklerim ifade edebilmelerine yönelik gelişmeler sınırlı olmuştur."
"Türkiye ulusal azınlıkların korunması için Avrupa konseyi çerçeve sözleşmesini imzalamamıştır."
SONUÇ
Avrupa Birliği ve Kopenhag Kriterlerine uyum için elliye yakın Anayasa maddesini değiştirdikten ve üç defa paket halinde uyum kanunları çıkardıktan veya kanunlarda değişiklik yaptıktan sonra, bu gelişmeler yeterli görülmemiş, 2002 Türkiye İlerleme Raporu ile yeni isteklerde bulunulmuştur.
Yerine getirilemeyen birçok isteği ve yeni şartlan içeren bu raporun Türkçesi 143 sayfadır.
Elinizdeki kitapçıkta, bunca uyum çalışmasından sonra, verilen rapordaki bazı istekler ve aynı konularda Avrupa Parlamentosu'nun aldığı kararlardan kesitler toplanmıştır.
Avrupa Birliği'nin bugüne kadarki istekleri ve ileri sürdükleri şartlar topluca değerlendirilmelidir.
Katılım Ortaklığı belgelerine ve İlerleme Raporlarına dahil edilen koşullar ve düzenlemeler Kopenhag kriterlerini gerçekleştirecek özelliklere sahip olmalıdır. Bu kriterlerin dışında amaçlara ulaştıracak yaptırımlar başka niyetlerin işareti olarak görülmelidir.
Katılım Ortaklığı belgesinde ve İlerleme Raporu'nda belirtilen önlemler ve şartlar Türk-Yunan sorunlarına Yunanistan yararına çözümler getiriyor. Doğu sorununu anımsatıyor ve ağırlıkla Kopenhag kriterlerinin dışında istekleri içeriyor.
İstekler ve Koşullar Kimleri ve Neleri Destekliyor
Katılım Ortaklığı belgesi, İlerleme Raporu ve Avrupa Parlamentosu kararlarında ele alınan konu başlıkları ve içerik birbirinin aynı ve birbirini tamamlıyor. Ayrı zamanda ve AB'nin farklı birimlerinde hazırlandıkları halde her üç belgedeki isteklerin tümü örtüşüyor. Belli bir politikanın ürünleri olduğu anlaşılıyor. Anlaşılıyor ki Avrupa Birliği'nin bütün alt birimlerinde Türkiye'ye karşı oydaşma var.
Konular: Kıbrıs:
Kıbrıs'ın Kopenhag kriterleri ile hiçbir ilgisi yoktur.
Buna rağmen Helsinki kararlarına dahil edilmiş, Katılım Ortaklığı belgesinde ve İlerleme Raporlarında ifadesini bulmuştur. Türkiye bu yanlışa karşı çıkmamıştır.
AB baskılan ile yetinilmemiş, ABD'nin ve AB'nin destek ve katkılarıyla hazırlanan Birleşmiş Milletler Genel Sekreterinin Kıbrıs Planı, KKTC'ni nihayetlendirecek bir yapıda şekillendirilmiştir.
Metin içinde açıklanmakta olan koşullar ve önlemler ile Kıbrıs'ın; Doğu Akdeniz, Orta Doğu ve Petrol yolları üzerinde, AB'nin stratejik bir üssü olma yolunun açılmasına çalışılmaktadır.
Kıbrıs'la ilgili olarak, Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri'nin ismi altında ABD, AB (İngiltere, Fransa, Yunanistan) tarafından hazırlandığı anlaşılan ve Kıbrıs Rum tarafına, Yunan basınına önceden duyurulan Annan planı uygulanmaya başladıktan en geç altı ay sonra KKTC tükenir, Kıbrıs bir Yunan ve AB adası olur.
Ege Sorunları:
Ege Denizi üzerindeki Türk Yunan anlaşmazlığı bütün belgelerde Kıbrıs ile birlikte ele alınmıştır. Başlangıçta Türkiye'nin kabul etmediği bir yol olan; sorunu Uluslararası Adalet Divanı'na götürme çözümü, Türkiye'deki ödüncü Avrupa Birliği yandaşlarına kabul ettirilmiştir.
2004 yılına kadar anlaşma olmazsa sorun Adalet Divanı' na götürülecektir. AB'li yekililer çok nı iyi biliyor ki Uluslararası Adalet Divanı'nda karar Yunanistan'ın lehine çıkacak ve Ege bütünü ile Yunanistan'ın, dolayısı ile Avrupa Birliği'nin olacaktır. Nitekim Avrupa Parlamentosu'nun metne alınan kararında "Ege Avrupa Birliği'nin sınırı" olarak nitelendirilmektedir.
2004 yılında sorun ısınacaktır.
Türkiye'deki AB yandaşları açıklanan sonuçlarla öğü-nemezler.
Bu konunun da Kopenhag Kriterleri ile bir ilgisi yoktur.
Megali İdeayı ve Doğu Sorununu uygulamayı amaçlayan, Türkiye'ye yönelik özel dayatmalardan bir diğeridir.
Türkiye'de Yeni Azınlıklar Yaratılması
Lozan Anlaşmasına göre Türkiye'de sadece gayri Müslim azınlık vardır: Rumlar, Ermeniler, Yahudiler.
Avrupa Birliği'ne katılım ile ilgili bütün belgeler ırk ve mezhebe dayalı azınlıklar yaratmaya yönelik önlemleri ve dayatmaları içeriyor.
Yeni azınlıklarla birlikte, Lozan'da belirlenen eski azınlıklara yeni haklar verilerek, Sevr anlaşmasının ortamı hazırlanmaya çalışılıyor.
Metinler incelendiği zaman görüleceği gibi Aleviler, Bektaşiler, Hıristiyanlar, (Rumlar Ermeniler), Kürtler, Lazlar, Pontus isimleri açıklanarak destekleniyor.
Verilecek hakların sonunda Türkiye'nin bölünmesi doğal bir sonuç olacaktır.
Patrikhane'ye ve Kiliselere Destek; Bizans'a Can Suyu
Fatih Kaymakamlığına bağlı Fener Rum Patriği Barthelameos, unvanını dış ilişkilerde şu şekilde açıklıyor: "Ecume-nıcal Patriarch and Archbishop of Constantinople and New Rome" "İstanbul'un ve Yeni Roma'nın Başpiskoposu ve Evrensel Patriği" Patrik "Yeni Roma" ile Bizans'ı kastediyor. Bilindiği gibi "Bizans" İkinci Roma olarakta anılır. İstanbul'un fethinden sonra Rus Carlan ve birçok Batılı düşünür, örnek olarak Haçlı Seferleri'nin ünlü yazan Steven Runciman, Moskova'yı ikinci Bizans olarak adlandırırlar.
Barthelameos 3'ncü Roma veya Bizans, diyemediği için "Yeni Roma Başpiskoposu" unvanını kullanıyor.
Patriğin ekümenliği yani evrenselliği ise kabul etmediğimiz bir iddiadır. İstanbul'un (ona göre Constantinople) Başpiskoposu da değildir, Fener Rum Patriği'dir. Buna rağmen dış ülkelerde Bizans amblemi kullanmakta, devlet başkanı prokolu ile karşılanmaktadır. Bizim dışarıdaki görevlilerimiz ne yapıyor bilmiyoruz. Eminim Türkiye'ye gönderdikleri raporlara dahil ediyorlar. Peki, sorunu kim çözecek? Herkes politikacıya, Bakanlara yöneliyor. Bazen politikacılarımızı haksız olarak suçluyoruz. Biraz da bürokratlarımızın eksikleri üzerinde durmalıyız.
Papa nasıl bütün Katoliklerin ruhani lideri ise, Patrik'te kendisini dünyadaki bütün Ortodoksların ruhani lideri kabul etmektedir.
Böylece Papa'nın Roma’daki din devletinin benzeri olan ve İstanbul surlarını hudut yapan Ortodoks din devletinin adımlarını atmaktadır.
İstanbul'daki Ortodoks din devleti ile birlikte, Anadolu'da canlandırılacak kiliselerle, Bizans'a can suyu verilmeye çalışılıyor. Benzer konuların; 20'ncisi J. Chirac'ın başkanlığında Paris'te yapılan Bizans toplantıları kulislerinde konuşulduğu basına yansımaktadır.
Hıristiyan Bayrağı Altında Toplanmaya Davet
Avrupa Birliği bayrağında bulunan on iki yıldızdan her birisinin bir üye ülkeyi temsil ettiği zannediliyordu. Türk gazetelerinden bazıları bugün de öyle zannedip, Türkiye'nin üyeliğini; yıldızlardan birisine Türk hilali takarak anlatmaya çalışıyorlar. Bazıları da on iki yıldızın ortasına Türk bayrağı koyma acayiplikleri gösteriyor. Avrupa'da bazı kesimler ise, yıldızların ortasına Hz. Meryem'in resmini koyuyor.
Üye sayısı on ikiden onbeşe çıktığı halde yıldız sayısı on iki olarak kaldığı hayret edilerek görüldü. Gerçi AB üye sayısı on ikiden az olduğu zaman da kaynaktaki yıldız sayısı on iki idi.
Bu gelişmeler üzerine yorum yapılmaya başlandı ve yıldızların Hz. İsa'nın on iki havarisini temsil ettiği düşünüldü. Konuya son noktayı bir Internet yayını ile Peter isimli İngiliz Protestan koydu.(5)
(5) http://freespace.virgin.net/peter İ.k/Eu_Flag_Page I.htm
Bu belgede 12 Havari'ye gönderme yapılmakla beraber İncil'deki Vahiy (Revalation)in 12.1 numaralı ayeti üzerinde duruluyor ve ayet açıklanıyor: "Gökte ulu bir belirti göründü. Güneşi kuşanmış bir kadın, ayaklarının altında da ay. Başında 12 yıldızdan bir taç."
Belgede şu not bulunmaktadır: "Meryem ana'nın başındaki 12 yıldızlı tacı ve mavi pelerini AB bayrağındaki rengi temsil ediyor."
Görüldüğü gibi AB yandaşları bizi Hıristiyan bayrağı altında toplanmaya davet ediyorlar. Böyle bir birliğin eyaleti yapmaya çalışıyorlar.
Türkiye'deki AB yandaşları da bu gerçeği toplumdan köşe bucak gizlemeye çalışıyorlar. Elbetteki mızrak çuvala sığmıyor.
Türkiye Açıklanan Sonuçlara Katlanabilir mi?
Türkiye bu sonuçlara elbetteki katlanamaz.
Ancak konu ulusumuza başka yönleri ile, olduğundan farklı anlatılıyor.
200 yıldan bu yana Türkiye'nin aynı amaca (Avrupa'ya) yönelik bir tutum içinde olduğu söyleniyor.
Nizamı Cedit ve Tanzimat ile Batıya eğilimin başladığını, Meşrutiyetler (1867 ve 1908) ve Türk Devrimi ile sürdürüldüğünü söylemek istiyorlar. AB eyaleti olmayı bu gelişmenin doğal sonucu olarak göstermeye çalışıyorlar.
Sayılan hareket ve atılımlar gerçekten birer Batılılaşma hareketidir. Bati kültürü ile Türk kültürünün uyumunu ararlar. Fakat asla Avrupa ile entegrasyonu (bütünleşmeyi, içinde erinmeyi) amaçlamazlar. Avrupa'nın bir eyaleti olmak, yenileşme hareketlerini yapanların hiçbirisinin aklının köşesinden dahi geçmemiştir. Sadece Avrupa Birliği muhipleri böyle düşünüyorlar.
Türk De-tirninin konu karşısındaki konumu, "Avrupa Birliği üyeliği Atatürkçülüğün Sonudur" kitapçığında açıklanmıştır.
Atatürk çağdaşlaşma olgusunu en açık olarak, onuncu yıl nutkunda söylemişti: "Kültürümüzü çağdaş uygarlığın üyesine çıkaracağız."
"Kültürümüzü çağdaş uygarlığın üstüne çıkarma" söylemi ve bu söylemin amacı, Avrupa'nın eyaleti olmak şeklinde yorumlanamaz. Bağımsızlık ve egemenlik Atatürkçü düşüncenin ve Türk Devrim uygulamasının ana kaynaklarıdır. Avrupa Birliği üyeliği ile sadece çelişmez, aynı zamanda çatışırlar.
Avrupa Birliği'ne katılmamız yönünde yapılan propagandalarla terör estiriliyor.
Sivil toplum kuruluşları günümüzün devlet ve toplum yaşamlarında vazgeçilmez birimlerdir. Bir ölçüde demokratik yaşamın emrivakileridir. Ancak Türkiye'de bir tehlike ile karşı karşıyayız. Zengin sivil toplum kuruluşları öncülüğü ele alıyor ve kendi siyasi tercihlerini topluma benimsetmek için sahip oldukları olanakları kıyasıya kullanıyorlar.
Benzer bir gelişmeyi Avrupa Birliği'ne katılmamız olayında yaşadık. TÜSİAD ve TOBB uçaklar dolusu insanı, çoğunlukla diğer sivil toplum kuruluşlarının yöneticelirini, önce İstanbul'a sonra Avrupalara götürdüler, yedirdiler, içirdiler, gezdirdiler, propagandalarını yaptılar, geri getirdiler.
Gazetelere sayfalar dolusu ilanlar verildi. TBMM önüne saatler dikildi. Bütün bu gelişmeler Medya patronları tarafından da desteklendi.
Etkin kuruluşlara sızan bazı grupların sivil toplum kurumlarını yönlendirdiği söylentileri de duyuluyor.
Avrupa Birliği'ne katılmamızla ilgili olarak yanıltıcı halk oylamaları yapıldı. Girelim fakat ödün vermeyelim diyen % 50 civarındaki grup, daima AB'ye "evet" diyenlere eklenerek, toplumun % 70'i evet diyor propagandası yapıldı. Herkes buna inandırıldı.
Soru; AB'ye girip zengin olmak istiyor musun? Ya da; Özgür olmak istiyor musun? şeklinde soruldu.
Toplumun % 70'i AB'ye katılımı şartsız isteseydi, bu yolun öncüsü partiler seçimde barajın altında kalırlar mıydı; liderleri, hem seçimi hem de başkanlıkları kaybederler miydi?
Türkiye, Türk toplumu 3 Kasım 2002 seçimlerinde Avrupa Birliği'nin dayatmalarını demokratik yoldan ve en kesin şekilde reddetmiştir. Gerçek şu ki AK Partisi'nin bu ölçüde AB'ne katılım yandaşı olduğu seçim öncesinde bilinmiyordu.
Avrupa Birliği'nin Dayatmalarında kullandığı araçlar
Avrupa Birliği belirlediği ve Kopenhag'da açıkladığı kriterleri şu araçlarla yaşama geçirmeye çalışıyor. Katılım Ortaklığı Belgeleri; her yıl verilen ilerleme raporları.
Bu belgeler iyi işlenmeli, incelenmeli ve açmazlar ortaya konmalıdır.
Türkiye 2002 İlerleme Raporu'nda; maddelerin şurasına, burasına sıkıştırılmış, basit gibi görenen gerçekte yaşamsal etkinliği olan bir yığın konu bulunuyor. Örnek olarak: Terör suçlarına getirilen istisna eleştiriliyor; Katılım Ortaklığının öncelikleri olan insan haklan, Kıbrıs, sınır anlaşmazlıklarının (Ege Denizi kastediliyor) barışçıl yollarla halli gibi kilit konularda ilerleme sağlanması isteniyor; Yargının herzaman bağımsız ve tutarlı hareket etmediği söyleniyor; Gözaltı süresinin hala uzun oluşu; Zana, Sadak, Dicle ve Doğan'ın durumlarının düzeltilmesi; Loizidou dava kararının uygulanması (Bu karar siyasidir. Türkiye kabul ederse ardından onlarca milyar dolar ödemek durumunda kalabilir); bu amaçla Türkiye'ye mali yaptırıma geçilmesi; Mezopotamya kültür merkezi, Alevi, Bektaşi kültür dernekleri hakkındaki yasal işlemler; Müslüman olmayan dini toplulukların yasal engellerle karşılaşması, Ermeni, Rum ve Katolik mülklerine ya el konduğu ya el konma riskinin söz konusu olduğu; Protestan cemaati ibadet yerlerinin kiralanması ve yeni kiliselerin inşası konularında önemli idari sorunlarla karşılaşıldığı, Ermeni Patriği'nin İstanbul'da, Hıristiyanlık eğitimi yapacak özel bir üniversite bölümü kurulmasını talep ettiği; Protestan ve Katolik cemaatlerinin Türkiye'de din adamı yetirme özgürlüğü...; Dini cemaat okullarında başkandan daha yetkili Müslüman bir başkan yardımcısı bulunduğu; Laz ve Pontus kültürü ile ilgili kitaplar hakkında soruşturma açıldığı... gibi bir yığın amaçlı şikayet.
Görüldüğü gibi Avrupa Birliği Kopenhag Kriterleri ile ilgili olsun olsun olmasın Türkiye üzerindeki niyet amaçlarını katılım ortaklığı belgesi ve ilerleme raporları ile gerçekleştirmeye çalışıyor. Bu belgelerde işlenen konular ayrıca sık sık AB yetkilileri; özellikle genişlemeden sorumlu, Alman Günter Verheugen tarafından tekrar ediliyor.
Avrupa Birliği Hangi Aşamada
Türkiye'de en az araştırılan konulardan birisi Avrupa'nın özellikle Avrupa Birliği'nin içinde bulunduğu durum ve Avrupa'daki gelişmelerin yönüdür.
Avrupa ABD Dışişleri Bakanı nın söylediği gibi bir yaşlı kıt'a. Sanırım oldukça da yorgun. Hatta biraz bezgin ve isteksiz. Başka bir anlatımla yaşama sevincini, özellikle ihtirasını bir ölçüde kaybetmiş. Mazisini kendisine yeterli görüyor.
Avrupa Birliği, olgusunun yararlarının yanı sıra; Avrupa, ulusları arasında daha önce var olan rekabetin sebep olduğu gelişmenin getirilerini yitirmektedir. Birliğin birimlerine (Avrupa Parlamentosu, Avrupa Konseyi, Avrupa Komisyonu...) teslimiyet görüntüsü veriyorlar. Avrupa'daki en görünen hareket Almanya'nın Avrupa Birliği'ne egemen olma politikası ve Almanya'nın AB'yi desteğine alarak evrensel güç olma hevesidir. Gerçekte Almanya'da da bezginlik işaretleri, lider yorgunluğu emareleri görünüyor.
Almanya, Doğu Almanya ile uyumda bugün de sıkıntılar çekiyor. Doğu Alman eski kuşağının uyum gösteremeyeceği belli olmuştur. Bütün ümit yeni doğu Alman kuşağının yetişmesinde. 9-10 Kasım 1989'da Berlin duvarının yıkılmasından bu yana henüz 15 yıl dolmadı. Anlaşılan iki Alman halkının uyumu için bugüne kadar yapılan yatırımlara (bazı araştırıcılara göre 90 milyar dolar) yenilerini eklemeye devam etmek gerekecek. Bu sonuç Almanya ve AB üyeleri için önemli bir olumsuzluk.
Almanya 2'nci Dünya Harbi sonunda Polonya'ya verilen topraklardan (Polonya yüzölçümünün % 40'ı) göç eden 8-10 milyon Alman ve Çek Cumhuriyeti'nden göç eden 2-3 milyon Südet Almanını sandığı kadar kolaylıkla eski topraklarına gönderemeyeceğini görmeye başladı. Anlaşılıyor ki Almanya bu yolla topraklarını genişletmeyi planlıyor.
Daha az kalkınmış AB ülkelerine (özellikle Yunanistan, İspanya ve Portekiz'e) yapılan yardımların büyük bölümünü karışılayan Almanya yeni 10 (12) ülkenin ihtiyaçlarına cevap vermekte zorlanacak. Gerçekte yeni ülkeleri AB'ye katılmaya özendiren asıl unsur ise yardımlardı. Bu durum Almanya'nın AB içindeki etkinliğini azaltacak, diğer üyelerin uyumunu geciktirerek AB üyeliği arzularını törpüleyecektir.
Avrupa 2'nci Dünya Harbinde sömürgelerini yitirmiş, kendi stratejik kaynaklarını tüketmiş, ham madde ve stratejik kaynak bakımından tamamen dışa bağımlı hale gelmiştir.
Avrupa'nın jeostratejik düzeyde üç büyük gücü ve üç çok önemli eksiği vardır. Avrupa'nın güçlü olduğu alanlar: 1. Bilgi ve deney birikimi (teknoloji). 2. Sermaye. 3. Girişimci ruh. Avrupa'nın jeostratejik düzeydeki ihtiyaçları ise: 1. Pazar. 2. Ham madde. 3. Ucuz iş gücüdür. Bu nedenlerle Avrupa çok ciddi şekilde dışa bağımlıdır.
Avrupa ihtiyaçlarını büyük ölçüde küreselleşmenin nimetlerinden, getirişinden yararlanarak gidermektedir. Ancak küreselleşmenin getirilerine kavuşmasının ana aracı olan meoemperyalizmi uygulayacak güç unsurlarına, yaptırım olanaklarına sahip değil. Daha büyük ekonomik güç, daha büyük sermaye ve birikim ihtiyacında. Bu eksiği kapatacak askeri güce sahip değil; politik, diplomatik etkinliği yeterli değil.
Eksiklerini bugüne kadar ABD kapatıyordu. Irak sorunu sebebiyle ABD ile AB'nin düştüğü anlaşmazlık çok ciddi sorunlar doğurabilir.
Irak sorunu savaş başlamadan üç önemli kırılmaya sebep olmuştu:
Birincisi; Avrupa artık ABD'nin köprübaşı değildi. Hatta alttan alta rekabet ederken, Irak olayında çekişme su yüzüne çıkmıştır.
ikincisi; ABD, artık çok rahatlıkla uluslararası kuruluşları, örneğin Birleşmiş Milletleri, NATO'yu kontrolüne alamamakta, diğer ülkeleri etkileyememektedir.
Üçüncüsü; Avrupa Birliği yeterince birlik yaratamamıştır. Irak olayında olduğu gibi özellikle dış politikada küçük sebeplerle bölünme yaşayabilmektedir. Çok muhtemeldir ki bir süre sonra bazı iç sorunlar da bölünmelere sebep olabilecektir.
Kaba çizgileri ile açıklanan bu Avrupa'nın eyaleti olmak için fedakarlıkta bulunmaya değer mi? Değil fedakarlıkta bulunmak, gerçekte hiçbir getirişi, Türkiye'nin eyalet olmasına değmez. Türk Tarihi, Türk Kültürü ve Türk Devrimi bağımsızlık esasından can sularını alırlar.
Atatürk'ün emaneti olan bağımsızlık ve egemenlik hiç bir şey için ve hiç kimseyle paylaşılmayacak kadar değerlidir.
Bağımsızlık ve egemenlik ulusal onurumuzdur.
Dünya yeniden kuruluyor.
Türkiye hiçbir şey istenmeden çağrılsa da Avrupa Birliği'ne katılmamalı; Atatürk'ün kurduğu bağımsız, egemen cumhuriyetini, ulus devletini korumalıdır.
|