YIL: 7
SAYI: 75
MART 2004
 

önceki

yazdır

Suat İLHAN

 

 

  

TÜRKİYE'NİN AB YOLU TIKANDI


 

-SUNUŞ

Sinan Ay gün

 

-ÖNSÖZ

Niçin ve Neyin Peşinde

 

-GİRİŞ

2002 Türkiye İlerleme Raporundaki Engeller

Kopenhag 2002 Toplantısı Gelişmeleri, Kıbrıs; Ege So­runları, İlerleme Raporundaki Diğer Bazı Şartlar Üyelik Kri­terleri; Yargı Sistemi; Silahlı Kuvvetler ve Milli Güvenlik; İn­san Hakları ve Azınlıkların Korunması; Medeni ve Siyası Haklar; Ekonomik, Sosyal, Kültürel Haklar.

 

-SONUÇ

İstekler ve Koşullar Kimleri ve Neleri Destekliyor: Kıbrıs; Ege Sorunları; Türkiye'de yeni Azınlıklar Yaratılması; Pat­rikhaneye ve Kiliselere Destek, Bizansa Can Suyu; Hıristiyan Bayrağı Altında Toplanmaya Davet. Türkiye açıklanan so­nuçlara katlanabilir mi? Avrupa Birliği'nin dayatmalarında kullandığı araçlar; Avrupa Birliği hangi aşamada.

 

 

SUNUŞ

 

Değerli Dostlar;

 

Türkiye, yönetimi zor ülke.

 

Yanlış politikalar bu zorluğu artırıyor, ülkemizi zor durum­larda bırakıyor, ulusumuzu tedirgin ve mutsuz ediyor.

 

Son yıllarda yapılan yanlışların en etkilisi, Avrupa Birliği ile Gümrük Anlaşması imzalamamız ve AB'ye katılabilmek için gö­ze alıp gerçekleştirdiğimiz fedakarlıklardır.

 

Gümrük Birliği anlaşması ticaretimizde ve sanayimizde yı­kımlara sebep olmuştur. Bundan da önemlisi ekonomik bağım­lılığa götürmektedir.

 

Avrupa Birliği'ne katılabilmek için Kıbrıs'ta ödün verilmiş­tir. AB eyaleti olma hevesinin bütün kayıp ve sakıncaları bir bir karşımıza çıkıyor.

 

Zorlukların üstesinden gelinebilmesi öncelikle bu zorlukları tanımakla mümkündür. Ankara Ticaret Odası bir yan çalışma ile bu amaca yönelik faaliyetlerde bulunmaktadır. Son bir yılda ... kitap yayımlanmış ve gerçek ihtiyaç sahiplerine, topluma ya­rarlı olabileceklere verilmiştir. Aynı amaçla Ankara Ticaret Odası'nda çeşitli toplantılar yapılmaktadır.

 

Ekteki kitapçık E. Korg. Suat İlhan'ın yayımladıımız ikinci yayınıdır. "Avrupa Birliği Üyeliği Atatürkçülüğün Sonudur" is­mindeki ilk yayın da, bu yayın gibi AB'y e katılımın götüreceği değerlerimiz üzerinde duruyor.

 

Ülke bizim, ulus bizim; siyasi tercih değil ulusal çıkarlar peşindeyiz.

 

Sinan Aygün

 

ÖNSÖZ

 

Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne katılmasının getirecekle­ri, daha doğrusu götürecekleri konusunda yayınlar, toplan­tılar sürdürülüyor. Geniş topluluklara ulaşmak için küçük hacimli kitaplarda tek konunun işlenmesi ek bir yöntem olarak düşünülmüş ve birkaç kitapçık yayımlanmıştır.

 

Atatürkçü yapıyı ve ilkelerini korumaya kararlı kesim yeni kitapçıklar hazırlamaya devam ediyor. Elinizdeki ya­yın da; Aralık 2002 Kopenhag Zirvesinde alınan kararlar­dan sonra Türkiye'nin AB'ne katılım yolunun tıkandığını, daha uygun açıklama ile AB'ne katılmamızın olanaksız duruma getirildiğini belirtmek, açıklamak için hazırlan­mıştır.

 

Niçin ve Neyin Peşinde?

 

Türkiye'nin coğrafî ve jeopolitik konumunun özel­likleri sebebiyle, bütün sorunlarında dış etkilerin bü­yük ağırlığı oluyor. Ayrıca, küreselleşme olgusu; dış olay­ların karmaşıklığını arttırıyor, içeriğini farklılaştırıyor, kapsamını genişletiyor ve elbette çözümleri zorlaştırıyor.

 

Bu gelişmeler olurken biz, yeni politikalar üretmek­te zorlanıyoruz. Soğuk savaş döneminin alışkanlığı ile, Batılıların gölgesinde, hatta Batılıların güdümünde bir yol izlemenin kolaylığını arıyoruz.

 

Sorunlar; doğmadan veya oluş aşamasında iken, poli­tik, diplomatik girişimlerle çözülmediği için, askeri çö­züm zorunlu oluyor. Bu olguyu, son yıllarda; Ege, Kıb­rıs, Kuzey Irak'taki oluşum, PKK ... konularında yaşa­dık, yaşıyoruz.

 

AB'ne katılım umudu ile, diğer dış politika olanak­ları ihmal ediliyor; fırsatlar kaçırılıyor, Türkiye yalnızlaştırılıyor. Sonuç olarak dış sorunlar ve onun da etkisi ile iç sorunlar çoğalıyorlar, büyüyorlar.

 

Zihinsel Avrupa Birliği tutsaklığımızı Batılılar kullanı­yorlar. Bizden yaşamsal düzeyde her aşamada daha fazla ve devamlı ödün alıyorlar.

 

Bu olumsuzlukları aşmamız gerekir. Demokratik sistem içinde yapılması gereken ilk iş doğruların kamuoyuna ulaştırılması olmalıdır. Yıllardır özellikle AB'ye katılma­mız konusunda aynı şeyi yapmaya çalışıyoruz. Ne yazık, ki gelişmeler ve olaylar kuşkularımızı doğruluyor. Ne mut­lu ki çalışmalarımızda haklı çıkıyor ve belkide yararlı olu­yoruz.

 

Türkiye, Atatürk'ün kurduğu; bağımsız, egemen ulus devletini koruyarak daha mutlu ve daha başarılı olabilir.

 

Suat İLHAN

 

GİRİŞ

 

Aralık 2002 tarihinde toplanan Avrupa Birliği Zirvesi 10 aday ülkenin üyeliğini onaylamış 2 aday ülkeyi 2004 yı­lma ertelemiştir.

 

Türkiye'nin katılımının onaylanması değil, ondan önce yapılması gereken, müzakerelere başlanmasının kabul edilmesi gerekiyordu.

 

Müzakerelere başlanabilmesi kararını, 2004 Aralık top­lantısına, gelişmelerin incelenmesi sonucuna ertelediler. Bunun anlamı; müzakere tarihi verilmesi için Türkiye'nin bugüne kadar AB'nin ileri sürdüğü, bundan sonra ileri sü­receği şartları yerine getirdiğinin gözleneceği ve değerlen­dirileceğidir.

 

Aralık 2004 tarihine kadar yapmamız gerekenleri bize tebliğ edecekleri belgeler, aşağıya çıkarılmıştır:

 

2002 Türkiye İlerleme Raporu

 

İzleyen bölümlerde açıklandığı gibi, bu raporda Türkiye tarafından yerine getirilmemiş olan birçok hüküm bulunu­yor.

 

İkinci Katılım Ortaklığı belgesi

 

Birinci Katılım Ortaklığı (KO) belgesinde ve 2002 Tür­kiye İlerleme Raporu'nda bulunup yerine getirilmemiş olanları, muhtemelen yeni yaptırımları ve yeni şartları içe­recektir. Birinci KO belgesinde bulunan koşullar hakkın-

 

Avrupadaki görüşlerimizi ve nasıl uygulayacağımız 1200 sayfalık Ulusal Program ile belirlenip TBMM'nin bilgisine sunul­muştu. Birçok yasa değişikliğini ve yeni yasaların çıkarıl­masını gerektiren bu plan, Anayasamızın 190'inci Md. 4'üncü fıkrası gereğince "Bir kanunla uygun bulunması" gerekiyordu. Anayasa’nın bu hükmü yerine getirilmemiş­tir. İşlemde Anayasa ihlali bulunmaktadır. Yayınlarımızda birçok defa dikkatlere sunduğumuz halde, hiçbir anayasa hocasının konuya değinmemiş olması üzücüdür.

 

AB birimleri ve yetkilileri Ulusal Programı yok saydı­lar, hiç sözünü etmediler, daima kendi belgeleri olan KO' da bulunan koşullan öne sürdüler. Türkiye'den hiçbir yetkili AB'ye ulusal programı hatırlatmadı. Gerçekte AB yetkilileri kendilerini KO belgesindeki koşullarla da sınırlı saymadılar, İlerleme Raporları'nda ve ikili görüşmelerde, yabancı vakıflarla ilgili isteklerde olduğu gibi, yeni yeni koşullar ileri sürdüler.

 

İkinci KO belgesinden sonra, yeni bir Ulusal Programın boşuna zahmet olacağı anlaşılıyor. Nasıl olsa yeni Ulusal Programı da dikkate almayacaklar.

 

İkinci KO belgesi ile işlenecek ve yeni koşulları içere­cek iki rapor daha hazırlanacak.

 

2003 Türkiye İlerleme Raporu

 

2004 Türkiye İlerleme Raporu

 

Türkiye sayılan beş belgedeki koşullan ve özel istekleri yerine getirmezse Aralık 2004'te müzakere tarihi alamaz.

 

Koşulları yerine getirmek yetmez. Güney Kıbrıs ve Yunan hükümetleri dahil 25 (27) üye ülkenin, müzake­re tarihi verilmesine onay vermesi, AB birimlerinin de (Konsey; Komisyon...) hayır dememeleri lazım.

 

Bütün bu engeller asılsa ve müzakere tarihi verilse da­hi, 4:5 yıl sürecek müzakereden sonra üye ülke parla­mentolarının Türkiye'nin katılımını onaylamaları gere­kecek. Kuzey Kıbrıs' ı vermeden Güney Kıbrıs Parlamentosu' nun; Ege Denizini vermeden, Megali İdea'nın İstanbul, Pontus ve Batı Anadolu üzerindeki koşullarım yerine getir­meden Yunanistan Parlamentosunun Türkiye'nin katılımım, onaylaması beklenmemelidir.

 

Görüldüğü gibi üye ülkelerin, birçok defa katılmamıza evet demeleri gerekecek.

 

Bu aşamaya gelindikten sonra gene de son sözü söyle­yecek olan Avrupa Parlamentosudur. Bu parlamentonun Türkiye hakkında aldığı kararlardan 37 adedi Türk-İş tarafın­dan bir broşürle yayımlanmıştır. Sadece sözü geçen 37 kara­rın uygulanması Türkiye'den geriye bir şey bırakmaz. Karar­larda belirlenen hususları Türkiye yerine getirmezse Avrupa Parlamentosundan onay alamayacak.

 

Eski ve yeni birçok sorun ile ilgili AB ve üyelerinin is­tekleri yerine getirilmezse, Türkiye'nin AB'ye katılımı mümkün olmayacaktır. İsteklerin yerine getirilmesi ise ulusal yapımızı, ulusal kimliğimizi, ulusal değer ve kişili­ğimizi tahrip edecek, en azından büyük ölçüde değiştire­cektir.

 

Bütün bu sebeplerle;

 

2002 Kopenhag Zirvesi'nden sonra, Türkiye'nin AB'ne katılım yolu, kuramsal olarak açık görünmekte ise de, gerçekte tıkanmıştır.

 

AB peşinde zaman kaybetmemeliyiz. Bağımsız ege­men ulus devletimizin AB peşinde aldığı yaraları sarma­lı, onarmalıyız. Üye olmadan AB ile kurulacak iyi ilişkile­rin ortamını hazırlamalı, diğer seçenek politikaları belir­lemeli, geliştirmeliyiz.

 

AB'ne katılmayan, bağımsız, egemen Türkiye'nin, AB ile ilişkileri; AB üyesi olacak Türkiye’den daha az sorunlu olacaktır.

 

AB'ye katılım yolunun zorlanması sadece maddi kayıp­lara değil, itilip kakılmamız sebebiyle ulusal onurumuzun yeni yaralar almasına da sebep olacaktır.

 

2004 Aralık ayına kadar; henüz birçok isteği yerine ge­tirilmeyen 2002 Türkiye İlerleme Raporu hariç üç belge daha (Yeni Katılım Ortaklığı belgesi, 2003 ve 2004 Türki­ye İlerleme Raporu) verilecek, yeni şartlar açıklanacak, Türkiye'den yeni isteklerde bulunulacaktır.

 

Hazırlandığı bildirilen yeni katılım ortaklığı belgesinin içeriği hakkında birinci katılım ortaklığı belgesi; verilecek olan 2003 ve 2004 ilerleme raporlarının içerikleri hakkın­da ise ---ekte ayrıntıları çıkarılan 2002 İlerleme Raporu örnek değerindedir. 2002 Türkiye İlerleme Raporu Türkiye'nin nelerle karşılaşacağının belgesidir.

 

Türkiye AB'ye katılabilmek için; "AB üyeliği Atatürk­çülüğün sonudur" kitapçığında açıklandığı gibi bağımsız, egemen ulus devletten vazgeçip Avrupa'nın eyaleti olma­ya; Kıbrıs ve Ege'deki haklarından vazgeçmeye; İstan­bul'da Ortodoks din devletinin ve Bizans'ın (Yeni Roma) kuruluşunun ortamım hazırlamaya; Ermenilere Türkiye üzerinde haklar tanımaya, Pontus' un kurulması için kültür tabanının hazırlanmasına yol vermesi gerekiyor.

 

Aşağıya sadece 2002 İlerleme Raporu'ndan bazı istek­ler çıkarılmaktadır.

 

2002 TÜRKİYE İLERLEME RAPORUNDAKİ ENGELLER

 

Kopenhag 2002 Toplantısı Gelişmeleri

 

Aralık 2002 Kopenhag zirve toplantısına büyük ümitlerle katıldık. Toplantıdan önce, birkaç defada Ana­yasamızda 50'ye yakın madde yeniden düzenlendi. Üç uyum paketi ile kanunlarımızda değişiklikler yaptık. Bu değişikliklerle; otuz beş bin insanımızın ölümünden, mil­yonlarca dolar harcanmasından, ülkeye en az on beş yıl kaybettirilmesinden birinci derecede sorumlu insanın ve arkadaşlarının hayatı bağışlandı; etnik azınlıklar yaratılma­sına sebep olabilecek, ana dil yayın ve eğitim serbestisi ge­tirildi; Patrikhane'nin genişlemesine, güçlenmesine, etkin­liğini artırarak Roma Katolik Devleti gibi bir Ortodoks Din Devleti kurulmasına ve Anadolu'daki diğer kiliselerin can­lanmasına ortam hazırlayan, vakıflarla ilgili yasal düzenle­meler yapıldı... Yasa değişikliklerini içeren yeni uyum pa­ketleri için ayrıca söz verildi.

 

Başbakan, Dışişleri Bakanı, Adalet Kalkınma Partisi Genel Başkanı, en iri sivil toplum kuruluşları, Dışişleri Bakanlığı odaklı kalabalık bir bürokrat kadro, Kopenhag Zir­vesi'nde günlerce kapı kapı dolaştılar. Ricalar, minnetler yetmedi ve bize müzakerelere başlama tarihi vermediler.

 

Bunun yerine, Aralık 2004 toplantısında, Türkiye'deki gelişmelere göre müzakere tarihi belirlenebileceği, olumlu sonuca ulaşılırsa en kısa sürede görüşmelere başlanması ka­ran alındı. Hiçbir ciddi anlamı olmayan "En kısa sürede" belirtecinin karara eklenmesi için Türk yetkililer büyük uğ­raş verdiler; kararda bu ifadenin bulunması Türk kamuoyu­na başarı olarak açıklandı. Ne yazık ki toplantıdan birkaç gün sonra, F. Almanya Başbakanı "Bu süre bizim daha önce Fransızlarla kararlaştırdığımız Temmuz 2005'ten daha er­ken olamaz" diyerek tek balonu da patlattı.

 

Müzakerelere başlayıp başlanamayacağına karar verile­cek tarih neden Aralık 2002 olmadı? Veya neden 2003 Ara­lık değil de Aralık 2004?

 

Gerçekte Türkiye'nin yerine getirmesi gereken siyasi kriterler bu kadar zamanı, hatta hiçbir ertelemeyi ge­rektirmiyordu.

 

Bu karar siyasidir; daha uygun ifadesi ile Avrupa Birliği'nin Türkiye hakkındaki niyetlerinin uygulama aşamalarından birisidir.

 

Amaçlarına ulaşmak için; aday dönemi etkili ve yeterli olmazsa müzakere tarihi vererek müzakere süresini aynı amaçlar için değerlendirmeyi; bu da yetmezse, zorunluluk halinde eksik kalanları Türkiye'yi üye yaparak tamamlama­yı planladıkları anlaşılıyor.

 

Anlaşılıyor ki Yunan Megali İdea'sı, Avrupa'nın Do­ğu Sorunu (Şark Meselesi), Hıristiyan Dünyası'nın Haç­lı dürtüsü; bazı zihinlerde, bazılarının yüreklerinde za­man zaman(1) birleşerek kıvılcımlanıyor.

 

Yol Haritası

 

Kopenhag'da alınan karara göre Aralık 2004 yılına ka­dar izlememiz gereken yol haritası engebeli ve zahmetli.

 

Türkiye, öncelikle izleyen bölümlerde açıklanan 2002 İlerleme Raporu'ndaki şartlan yerine getirecek. Daha son­ra, ilk katılım ortaklığı belgesinde bulunup da uygulama alanına koymadığımız şartları ve yeni şartlan içeren ikinci bir Katılım Ortaklığı Belgesi verilecek ve onun da istedik­leri yerine getirilecek.

 

Bilindiği gibi birinci katılım ortaklığındaki isteklerle il­gili olarak Türkiye 1200 sayfalık Ulusal Programı hazırla­dı. Katılım Ortaklığı özel olarak TBMM'ne sunulmadığı halde, Ulusal Program hakkında TBMM'ne bilgi verildi(2). AB birim ve yetkilileri Ulusal Programı hiç dikkate almadı­lar, bir kenara koyarak yok farz ettiler, bizden kendilerinin yazdığı katılım Ortaklığı belgesindeki şartların yerine geti­rilmesini istediler. Bizim politikacılarımız, Dışişleri Bakan­lığımız, AB sekreterliğimiz, sivil toplum kuruluşlarımız hiç ses çıkarmadan Ulusal Program'dan söz etmeden seyrettiler ve AB isteklerine uydular.

 

(1) Bana göre her zaman

 

(2)  Gerçekte TBMM'ne bilgi vermekle yetinilmeyip Anayasa'nın 90'ncı maddesi 4'ncü fıkrası gereğince "Kanun şeklinde" TBMM'den çıkması gerekiyordu.

 

Bütün bu istekler yerine getirilirse 2003 yılında ve 2004 yılında iki adet İlerleme Raporu ile daha, yeni isteklerde bu­lunacak yeni şartlar ileri sürecekler. Kısacası, bu yaşadıkla­rımızı iki defa daha yaşayacağız.

 

Sayılan aşamalardan başarıyla geçebilirsek veya geçi­rirlerse müzakerelere başlama kararı alınması gerekiyor. Aday ülke ile, AB'ne katılım görüşmelerine başlamasına "AB Komisyonu" karar veriyor. Komisyon aday ülkedeki gelişmeleri devamlı olarak izliyor, "Bakanlar Konseyi'ne" rapor veriyor. Gerekli koşulların yerine getirildiği kanısına varılırsa, Konsey'e görüşmeler başlama önerisinde bulunu­yor. Gerek görülürse geçiş dönemi belirleniyor.

 

Birliğin yasama ve karar alma işlevinde en önemli yet­kilere sahip olan "Konsey", bütün üye ülkelerin dışişleri bakanlarından; Komisyon, üye ülkelerce alman veya genel niteliklere göre seçilen bağımsız komiserlerden, Avrupa Parlamentosu ise üye ülkelerde yapılan seçimlerde belirle­nen üyelerle oluşmaktadır.

 

Görüldüğü gibi, bütün kademelerdeki karar organların­da üye ülkeler temsil ediliyor. Kısacası, Türkiye ile ilgili olarak hazırlanacak her belgede, her raporda, her kararda Güney Kıbrıs Rum Devleti, Yunanistan dahil 25 üye söz sahibi olacaktır.

 

Komisyon ve Konsey'den Aralık 2004 tarihinde Türki­ye'ye müzakere tarihi verilmesi kararı çıkması için Güney Kıbrıs'ın ve Yunanistan'ın bütün isteklerinin yerine getiril­mesi gerekmektedir.

 

Bütün bu engeller aşıldıktan sonra da, üye ülke parla­mentolarının (Güney Kıbrıs ve Yunanistan dahil) aday ül­kenin katılımını onaylamasına sıra geliyor.

 

Son söz Avrupa Parlamentosunundur.

 

Türk-İş Avrupa Parlamentosu' nün Türkiye ile ilgili ola­rak bugüne kadar almış olduğu kararları bir broşürde top­layarak yayımladı.'

 

Bu broşürde, Türkiye hakkında AB birimlerinde özel­likle Avrupa Parlamentosunda alınmış 37 karar bulunuyor. Bunların 7 adedi Kıbrıs, 2 adedi Ermeniler, 21 adedi azın­lıklar ve bölücülük, 3 adedi Ege sorunu, 4 adedi Patrikha­ne ve Heybeliada Ruhban Okulu ile ilgili(3).

 

Türkiye'nin katılımı Avrupa Parlamentosu' nün önüne gelebilse dahi, Parlamento kendi aldığı kararların uygula­nıp uygulanmadığını araştıracak ve soracaktır.

 

Uygulamış olursanız Türkiye'den zaten Avrupa Parla­mentosu' nün önüne çıkabilecek çok az şey kalır, uygula­mazsanız 'katılımımız onaylanmaz.

 

Yukarıdaki gerekçeler, Türkiye'nin AB üyeliği yolu­nun tıkandığını gösteriyor.

 

Aşağıdaki bölümlerde sadece 2002 İlerleme Raporu'nda bulunan konular baslıkları ile ele alınmış, her konu ile ilgili olarak, AB Parlamentosu veya yetkili birimlerinde alınan kararlardan sadece bir tanesi örnek olarak eklenmiş­tir. 2002 raporu gibi, 2003, 2004 yıllarında verilecek yeni raporlar, yeni katılım ortaklığı belgeleri, müzakere edile­cek 30 dosya ile karşı karşıya bırakılacağımız sorunlar hakkında, ele alınan 2002 raporu bir örnektir.

 

(3) Türk-İş, Avrupa Birliği Türkiye'den Ne İstiyor, 2002

 

Kıbrıs

 

Bilindiği gibi Kopenhag ölçütleri genel ifadeleri içerir. Buradaki ilkeler, Katılım Ortaklığı belgesi ve yıllık olarak hazırlanan İlerleme Raporları'nda ülkelerin özelliklerine uygun somut konulara ve açıklamalara dönüştürülür.

 

Bütün AB üyeleri için belirlenen Kopenhag ölçütleri, doğal olarak Kıbrıs ve Ege sorunlarından söz etmez.

 

Bu iki konu önce Helsinki kararları ile gündeme alınmıştır.

 

Helsinki kararlarına kadar Kıbrıs konusuna Türkiye, Yunanistan, İngiltere, Kuzey ve Güney Kıbrıslılar’ ın ışın­daki ülkelerin katılması kabul edilmiyor, BM aracılığı ile görüşmeler sürdürülüyordu. Helsinki kararından sonra AB soruna taraf yapılmıştır. Kıbrıs tartışmalarının bu noktaya taşınmasının ilk sorumluları; hiç bir araştırma yapmadan, MGK veya TBMM'ne götürmeden, bir gecede Helsinki kararlarını kabul eden üç ortaklı 57'nci hükümet (DSP, MHP, ANAP) üyeleri ve parti liderleridir.

 

Daha açıkçası Kıbrıs sorununu da Ege sorununu da bugünkü, olumsuz noktaya taşıyanlar, ödüncü (tavizci) Avrupa Birliği'ne katılım yanlılarıdır. Bürokratik, tek­nik cephenin ilk sorumluları ise Dışişleri kadrosudur.

 

AB; Güney Kıbrıs’ı, Kuzey Kıbrıs'ın da meşru hüküme­ti sayarak kendisine katma kararı aldı. Gerçekte KKTC'nin anlaşmalara göre Türkiye'nin dahil olmadığı bir ortaklığa alınmaması gerekir. Türkiye ciddi şekilde bu hakkını dahi savunmamıştır. Halbuki sorunun yararımıza olan can alıcı noktası burasıdır.

 

Güney Kıbrıs AB üyesi yapılırken, KKTC'ne Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Annan' a bir plan hazırlatılmış ve süre verilerek Türkiye'ye ve Kuzey Kıbrıs'a dayatma baş­latılmıştır. Şüphesiz Birleşmiş Milletlerde hazırlanan bu planın içeriğinden, Güvenlik Konseyi üyesi ABD, İngil­tere ve Fransa'nın AB yetkilileri haberdardılar, daha fazlası planın içeriğini yönlendirdiler. Yunanlıların AB yolu ile haberli olması da doğal. Planı daha önceden gör­düğünü Güney Kıbrıslı yetkililer açıkladı. Gerçekte plan Türk tarafına verilmeden Yunan basınının eline geçmişti.

 

Kısacası plan, Batı dünyası tarafından hazırlanan, Kıbrıs'ı Hıristiyan dünyasına kazandırma dayatmasıdır.

 

En son Türk tarafına duyuruldu. Bu duyurunun zamanı da çok iyi seçildi. KKTC Cumhurbaşkanı R. Denktaş ağır bir kalp ameliyatını birkaç gün önce geçirmiş ABD' de hasta hanede, Türkiye yeni bir seçimden çıkmış yaklaşık bütün siyasi kadrosu değişmiş, yepyeni hükümet henüz devletin elindeki bilgileri almamış. Bu ortamda Türkiye'ye kısa sü­reler verilerek dayatmalar yapılıyor, KKTC vatandaşlarına paralı propagandalar yapılıyor, bazı gençler Avrupa'ya gö­türülerek AB üyeliğine heveslendiriliyor, halk yöneticileri aleyhine tahrik ediliyordu.

 

Dayatılan Annan Planı genel olarak şu yaptırımları içeriyor:

 

KKTC topraklarının % 22'si Güney Kıbrıs'a veriliyor, verilen topraklar zaten su sorunu olan Kuzey Kıbrıs'ın % 70 su kaynaklarına sahip. Ayrıca verilen topraklar Türk bölgesinin tek verimli alanı.

 

Verilen topraklar sonucu, iki bölge arasındaki hudutta büyük kıvrımlar oluşmakta, Lefkoşe-Magosa yolu dört yerden kesilmekte, Magosa kuşatılmış duruma düşürül­mekte, Güzelyurt bölgesindeki girinti Beşparmak Dağları­na kadar girerek Lefke' yi Lefkoşa' dan ayrı bir kanton ha­line dönüştürmektedir. Hududun değil savunulması gözet­lenmesi dahi olanaksız hale getiriliyor. Gerçekte bunu ya­pacak kuvvet de bulunmuyor.

 

Güney Kıbrıs'a verilecek % 22 Türk topraklarında ya­şayan 40-50 bin insan evini, tarlasını, işyerini terk ederek geriye kalan dağlık ve kurak bölgeye gidecek. Onlarla bir­likte aynı bölgeye 65 bin Rum güneyden göç edecek. Böl­geye göçen Türklere gidecekleri yeni bölgede hangi ev, hangi toprak, hangi işyeri verilecek? Bölgeye dönecek Rumlar mahkeme kararları ile eski işyerlerini, evlerini, topraklarını alacaklar. Buralardan çıkacak ilave 60-70 bin Türk ne yapacak, nerede barınacak ne ile geçinecekler? 100-150 bin Türk açıkta kalacak, zaten tamamı 200 bin bi­le değil. Bunun anlamı 1/2 Türk (gerçekte 3/4) evsiz, top­raksız, işyeri olmadan dışarıya bırakılacak.

 

Bir KKTC yetkilisinin Türk televizyonlarında yaptığı açıklamaya göre; güneyden gelen Rumlar Kuzey'deki eski mallarını aldıktan sonra, Türklerin elindeki toprak bütün Kıbrıs'ın % 7'sine düşecek.

 

Daha önemlisi şu: İki bölge arasında hudut kalkacağı için güneyden daha fazla Rum kuzeye, en azından Türkle­ri rahatsız etmek için, kaçırmak için gelecek, mülk tespit komisyonlarının ve BM askerlerinin himayesinde bölgeyi kalabalıklaştıracaklar.

 

Anlaşmada ve fiiliyatta güneyden kuzeye gelecek Rumlara engel olabilecek hiçbir güç ve hukuki daya­nak bulunmuyor.

 

Anlaşma hükümlerine göre, Güney Kıbrıs Rum devleti­nin verdiği tapular ve tapu işlemleri geçerli, KKTC'nin verdiği tapular ve tapu işlemleri geçersizdir. Bu meseleler­de karar 3 Rum, 3 Türk ve 3 yabancıdan oluşacak komisyon tarafından verilecek karar mahkemelere götü­rülemeyecek. Bu hükmün sebep olacağı Türk kayıpları he­sap dahi edilemez. Sadece bu uygulama Kuzeydeki Türk­lere nasıl bir zulüm düşünüldüğünü anlatmaya yeterlidir.

 

Muhalefet lideri Mitsotakis, bu anlaşma uygulanırsa on yıl sonra Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti son bulur diyor. Yanlış; bu anlaşmanın imzalanmasından 6 ay sonra Kuzey Kıbrıs tükenir.

 

Geriye anlaşmanın tazminatlarla ilgili maddesi gereğin­ce, Türklerin ve Türkiye'nin milyarlarca dolar borcu kalır. Türkiye Rumlardan kalan her ev, her tarla, için 1974 fiyatı artı enflasyon kadar tazminat ödeyecek. Bu tazminat 1974 Kıbrıs Harekatı'nı yapan Türkiye'nin harp tazminatına mahkumiyeti kokusu taşıyor.

 

Güney Kıbrıs Rum bayrağını kendi insanına taşıttıranlar kişiliğini, kimliğini, ulusal değerlerini, bağımsızlığını, öz­gürlüğünü reddederek Türk olmadığım söyleyenler, baba­larını arkadan bıçaklayan oğullar ve daha niceleri Rum yö­netiminde mutlu olamayacaklar, önlerinde kölelikten baş­ka seçenek kalmamış olacak. Onların bu duruma düşme­mesi için gene Türkiye'de ve Kıbrıs'taki sivil, asker Meh­metçikler direnecek.

 

Güney Kıbrıs ve Yunanistan; hatta diğer Avrupa Birliği birimleri (Konsey, Komisyon, Avrupa Parlamentosu) Ku­zey Kıbrıs'ı, yukarıdaki şartlarda Güney Kıbrıs Kumlan'na teslim etmediğimiz sürece, Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne katılması için müzakere tarihi verilmesine de, katılımın ke­sinleşmesine de onay vermeyeceklerdir.

 

Türkiye; KKTC'nin yok olmasına izin veremeyece­ğine göre, AB üyeliği politikasının en azından önceliği­ni değiştirmek durumundadır.

 

Aralık 2002 sonunda dönem başkanlığını üstlenen Yu­nanistan Başbakanı; Kıbrıs çözülmeden (onun düşüncesine göre KKTC, Güney Kıbrıs' ın egemenliğine girmeden) Türkiye'nin AB üyeliğinin mümkün olmadığını; AB üyeli­ğinin Kıbrıs'taki yeşil hattan geçtiğini açıklamıştır.

 

Avrupa Parlamentosu' nün Kıbrıs ile ilgili olarak almış olduğu kararlardan bir tanesi örnek olarak aşağıya çıkarıl­mıştır:

 

"Avrupa Parlamentosu "Türk Hükümetine, Kuzey Kıbrıs' daki işgal güçlerini geri çekme çağrısında bulu­nur." (15.11.2000)

 

Ege Sorunları

 

Helsinki kararlarını ve Katılım Ortaklığı belgesini be­nimsememiz sonucu, Avrupa Birliği Ege sorununa da ta­raf olmuş ve Ege'nin bir Yunan denizi olması yönünde

 

ağırlığını koymaya başlamıştır. Ege, Helsinki kararlarının 4'ncü maddesi ile gündeme girmiştir. Katılım Ortaklı­ğı belgesinin de Orta Vadeli Siyasi Kriterlerinin (,2) l 'nci fıkrasında; Ege sorunlarının çözümsüzlüğü halinde konu­nun Uluslararası Adalet Divanı'na götürülmesi ve "2004 yılı sonunda Uluslararası Adalet Divanı aracılığı ile çö­züme kavuşturulması istenmektedir. Sorunun Adalet Diva­nı'na götürülmesini isteyen Yunanistan müzakereye yanaş­mıyor ve 2004 yılını bekliyor.

 

Herkes biliyor ki, Uluslararası Adalet Divanı'ndan çıka­cak karar AB ile Yunanistan'ın lehinde olacaktır.

 

Araştırmacı Büyükelçi Bilal Şimşir'in tespitlerine göre uluslararası kurum ve heyetlere Cumhuriyet döneminde götürdüğümüz 30 kadar konudan sadece bir tanesi (Lokus-Bozkurt davası) Türklerin istekleri yönünde çözülmüştür.

 

Avrupa Parlamentosu’nun Ege sorunu ile ilgili olarak aldığı kararlardan bir tanesi örnek olarak seçilmiştir: "Av­rupa Parlamentosu, Türkiye'nin Avrupa Birliği'nin bir üye devleti olan Yunanistan'ın egemenlik haklarını teh­likeli bir biçimde ihlal etmesinden ve Ege'deki askeri gerginliğin artmasından ciddi biçimde kaygı duymak­tadır... Yunanistan sınırlarının aynı zamanda Avrupa Birliği'nin dış sınırlarının parçası olduğunu vurgular."

 

Kopenhag Zirvesi'nde Türkiye'ye verilecek müzakere tarihinin Aralık 2004'e bırakılması; Avrupa'ya Ege Deni­zi ' ndeki sorunların da pazarlık masasına yatırılması zama­nını kazandıracak, Ege konusu da müzakere tarihi verilme­si için dayatma unsurlarından birisi olacaktır.

 

Türkiye Kıbrıs ve Ege'den vazgeçerse, AB (Yunanis­tan, Kıbrıs...) Türkiye'ye müzakere tarihi verir mi? El-betteki hayır! Başka şartları da var.

 

Diğer bazı şartlar Türkiye 2002 İlerleme Raporu ' nda açıklanmıştı. Ayrıca ikinci bir Katılım Ortaklığı belgesi ha­zırlandığı duyurulmuştur. Yeni şartların ve yerine getiril­mediği değerlendirilen veya uygulaması kendilerini doyur­mayan eski şartların hayata geçirilmesi ile ilgili ayrıntıların ise 2003 ve 2004 yılı Türkiye İlerleme Raporlarında belir­tileceği anlaşılıyor.

 

Bütün bu engellerin aşılacağını düşünüp AB'ye bü­yük ödünler verilmesi, yeni seçenek politikalar üretil-memesi gerçekte en büyük kayıplarımızdan biridir.

 

2002 İlerleme Raporu'nda Bulunan Diğer Bazı Şartlar

 

Türkiye 2002 İlerleme Raporları'nda, Kıbrıs ve Ege'nin devri şartları dışında kalan ve fazla üzerinde durulmayan AB istekleri ve koşullarından bazıları aşağıya çıkarılmıştır.

 

Üyelik kriterleri

 

Siyasi kriterler

 

Raporların bu bölümünde özellikle 2001 yılı İlerleme Raporu üzerinde durularak aşağıya bazıları çıkarılan uyarı­lar yapılıyor, müzakere tarihi verilmesi için şartlar koşulu­yor:

 

"Sivillerin ordu üzerindeki denetimi gibi bazı temel ko­nular üzerinde durulmalıdır.." "Bazı alanlarda gelişme gös­terilmeye başlanmasına rağmen, Türkiye, henüz Kopenhag siyasi kriterlerini yerine getirmemektedir ve bu nedenle, ülke genelinde, tüm vatandaşlar için insan hakları ve temel özgürlüklerin hukuken ve fiilen korunmasını sağlayacak reform sürecinin yoğunlaştırılması ve hızlanması gerek­mektedir."

 

"Katılım Ortaklığının öncelikleri olan insan hakları, Kıbrıs ve sınır anlaşmazlıklarının (Ege kastediliyor) barış­çıl yollarla halli fikri kilit konularda ilerleme sağlamak için, güçlendirilmiş siyasi diyalogun tam olarak hayata ge­çirilmesi gerekmektedir."

 

Alt paragrafta Sayın R. Denktaş'ı eleştiren rapor, Kıbrıs ve Ege sorunlarında Rumların ve Yunanlılar' ın politikaları yanında yer alıyor.

 

Avrupa Birliği; Yunan Megali İdea'sına sahip çıkmak­ta; Türkleri önce Balkanlardan, sonra Anadolu'dan at­mayı amaçlayan Doğu Sorunu (Şark Meselesi) ile Yunan Megali İdea'sını birleştirerek benimsemiş ve Haçlı zihni­yeti tabanında birleşmiş görünmektedir. Megali İdeayı Doğu sorununun ilk aşaması gibi değerlendiriyorlar.

 

Kıbrıs'la ilgili Avrupa Parlamentosu' nün bir diğer kara­rının giriş bölümü "Türkiye, Kıbrıs Cumhuriyeti toprakla­rının % 37'sini yasadışı bir biçimde işgal etmektedir." (10.2.2000)

 

Ermeni iddiaları ile ilgili Avrupa Parlamentosu kararla­rından birisi:

 

"... Ermeni azınlığın maruz kaldığı soykırımın kamuoyu önünde kabulü ile, Türk toplumunun önemli bir parçasını oluşturan Ermeni azınlığa taze bir destek vermesi çağrısın­da bulunur." (15.11.2000)

 

Yargı Sistemi

 

Seçimlik dil dersi için dilekçe veren öğrencilere uygula­nan 169'ncu madde eleştiriliyor. R.T. Erdoğan'ın 3 Kasım seçimlerine sokulmamış olması üzerinde duruluyor.

 

"Yargının her zaman bağımsız ve tutarlı hareket etmedi­ği sürekli olarak bildirilmektedir"...

 

"Bir diğer kaygı yaratan alan ise, askeri mahkemelerin siviller üzerindeki yargılama yetkisidir."

 

Yukarıya çıkarılan örnek ve eleştiriler doğru olabilir. Bu tür eleştirilerin yapılması yararlı da görülebilir. Vurgula­maya çalıştığımız iki husus var: Birincisi AB'ye Türki­ye'nin katılması halinde sorunlarımıza ne kadar çok ve ay­rıntılara kadar müdahale olacağının örnekleri oldukları için. Bu şartlar; Atatürk'ün temel amaçlarından olan bağımsızlık ve egemenliğimizin ne kadar zavallılaşacağının çok kaba işaretlerindendir. İkinci vurgulama­ya çalıştığımız, açıklamak istediğimiz husus; bugün yara­rımıza olan öneriler yerine yarın aleyhimize hükümler da-yatılabileceğini hatırlamak. Nitekim diğer bölümler bu tür birçok örneği içeriyor.

 

Bu istekleri mutlulukla karşılamak, Sivas Kongre-si'nde (1919) reddedilen Mandacılığa prim olur.

 

Silahlı Kuvvetler ve Milli Güvenlik Kurulu

 

Beş askeri üyesi bulunan kurulda, sivil üye sayısı AB is­teklerine uyularak dokuza çıkarılmıştı.

 

Buna rağmen, Milli Güvenlik Kurulu ile ilgili eleştirile­re 2002 Türkiye İlerleme Raporu'nda ağırlıklı olarak yer verilmeye devam ediliyor:

 

"Kurulun görüşleri, tavsiyeyi aşan bir ağırlık taşımaktadır."

 

"Silahlı Kuvvetler, savunma bütçesinin hazırlanmasın­da önemli ölçüde özerkliğe sahiptir."

 

"Halen askeri amaçlara yönelik iki bütçe dışı fon mev­cuttur. MGK iç politikada önemli bir unsur olma özelliğini korumaktadır."

 

"Üyelerinin çoğunluğunun sivilleştirilmesi ve rolünün danışma organı düzeyine indirgenmesinin fiiliyatta MGK'mh çalışma tarzını değiştirmediği görülmektedir."

 

Avrupa Birliği yetkililerine Türkiye'ye özgün özellikle­rin ve koşulların iyi anlatılması gerekli. Aksi halde düzel­tilmesi, yerine konulması olanaksız girişimlerde buluna­cak, Türk Ordusunun caydırıcı gücünü yok edecek yaptı­rımlar uygulayacaklardır.

 

Türkiye'nin konu ile ilgili özgün yönleri ve koşulla­rı, hiçbir AB üyesi ülkesininki ile aynı değildir, çok farklıdır.

 

Türkiye coğrafi konumu üç kıtanın düğüm noktası üze­rindedir. Politikaların, hareketlerin hatta savaşların çekim odağı (cazibe merkezi) durumundadır.

 

Türkiye jeopolitik konumu; bölge düzeyindeki, evren­sel düzeydeki bütün politikaların hedefi veya hareket nok­tası, en azman güzergahı olmasına ortam hazırlar. Türkiye Balkanlar, Kafkaslar, Orta Doğu duyarlı bölgelerinin tam ortasındadır. Hazar, Orta Asya ve Orta Doğu petrol çanak­larının (Havza) arasındadır.

 

Türkiye'nin açık ve duyarlı hudutları, çoğu ile sorunlu olduğu 8 komşusu vardır. Komşularından İran hariç tama­mı dağılan Türk İmparatorluğundan (Osmanlı) doğmuş­tur. Türkiye çeşitli konularda, özellikle Doğu Kültürü ile Batı Kültürü arasında bir sınır ülkesidir. Türkiye'nin je­opolitik ilgi alanı bütün dünyadır. Kafkaslar, Balkanlar, Orta Doğu ve Orta Asya Türkiye'nin jeostratejik ufku ve stratejik ilgi alanı içindedir.

 

Türk Toplumu Ordu millet geleneğini Tımarlı sistemle Osmanlı İmparatorluğu'nda dahi yaşatmıştı.

 

Türkiye Cumhuriyetini kuranlar; asker-sivil aydınlar ve onların kurduğu ordudur. Türkiye Cumhuriyetinin ku­ruluşunun dayandığı Bağımsızlık Savaşını zamanının en güçlü ordularına karşı (İngiliz, Fransız, İtalyan, Yunan, Ermeni) kazanmıştır. Sonuçlandırdığı savaş l 'nci Dünya Harbinin galiplerine karşı kazanılmış ilk anti-emperyalist mücadeledir.

 

Türk ordusu millet egemenliğinin tehlikeye düştüğü durumlarda müdahale ederek egemenliğin millete devrini sağlamış ve ele aldığı idareyi kendi iradesi ile, seçimle gelen kadrolara devretmişti.

 

Bu şartlardaki bir ülke Silahlı Kuvvetleri'nin toplum ve devlet içindeki konumunu AB üye ülkelerinin hiç birisi ile karşılaştırmak veya aynı koşullarda değerlendirmek müm­kün değildir.

 

Anlaşılıyor ki Avrupa bin yıldan daha uzun zaman­dan beri kahrını çektiği Türk ordusu ile AB mevzuatı içinde hesaplaşmaya niyetleniyor. Gerçekte hesaplaş­maya başladılar.

 

AB yetkililerinin ve birimlerinin (Avrupa Parlamentosu, Avrupa Komisyonu, Avrupa Konseyi) Türk Silahlı Kuvvetleri'ni küçültmek, zayıflatmak ve TSK'nin konumunu, etkinliğini azaltmak için Silahlı Kuvvetlerin bütçe payları­nı düşürmek istedikleri anlaşılıyor.

 

Türk ordusu resmi olarak 2111 (MÖ 209) yıllık bir ku­rumdur. Bu tarih, ilk siyasi birlik olarak kabul edilen Hunların kuruluşu ile başlatılarak hesaplanmaktadır. Daha önceki toplulukların da elbetteki askeri kurum ve askeri faaliyetleri vardı.

 

Türk Ordusu yapı ve gelenekleri ile Türk ulusunun bir eseri, kadim Türk kültürünün bir ürünüdür. Günü­müzde dünyanın en güçlü ve en saygın ordularından birisidir. Halen ordumuzun eğitim kurumlarında, otuz­dan fazla ülkenin subaylarına eğitim verilmektedir.

 

AB üye ordularına uygulanan sistem Türk ordusu ile aynı olamaz.

 

Avrupa Birliği'ne katılmaya "hayır" denmesinin se­beplerinden birisi de Türkiye coğrafyası, Türkiye je­opolitik konumu, Türk tarihi, Türk kültürü; sonuç ola­rak Türk devlet ve toplum yapısının özgün değerleri, duyarlılıkları ve sahip olduğu güzellikleridir.

 

Avrupa Birliği'nin açık amaçlarından birisinin, Türk Silahlı Kuvvetlerini küçültmek, etki ve caydırıcı­lığını azaltmak olduğu anlaşılıyor.

 

İnsan Hakları ve Azınlıkların Korunması

 

2002 yılında; Şubat, Mart ve Ağustos aylarında; 4744, 4748, 4771 sayılı kanunlarla üç reform paketi TBMM'den geçmişti. Aynı yıl yeni seçim sonucu iktidara gelen Adalet ve Kalkınma Partisi yeni reform paketleri hazırlamıştır.

 

Nisan 2002'de, 1969 tarihli Irkçılığa Dayalı Her Türlü Ayrımcılığın Ortadan Kaldırılmasına Yönelik Birleşmiş Milletler Sözleşmesi onaylanmıştır. Türkiye, Temmuz 2002'de, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ndeki davalara iştirak edenler ile ilgili Avrupa anlaşmasını imzalamıştır.

 

2002 Türkiye İlerleme Raporu'nda konuyla ilgili olarak aşağıdaki tespit ve eleştiriler bulunmaktadır.

 

"Duruşma öncesi gözaltı süresi 4 gün olup, olağanüstü hal uygulanan bölgelerde 3 günlük bir uzatma mümkün­dür."

 

"Türkiye, ölüm cezasının kaldırılmasına dair Avrupa İn­san Haklan Sözleşmesi'nin 6 ve 13 numaralı protokollerini

 

imzalamamıştır. Türkiye, Ulusal azınlıkların korunmasına dair Avrupa Konseyi Çerçeve Sözleşmesini imzalamamış­tır."

 

"Türkiye'nin AİHM'nin kararlarım uygulamaması önemli bir sorun teşkil etmektedir."

 

"Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi eski milletvekille­ri Sadak, Zana, Dicle ve Doğan' ın durumlarının düzeltil­mesine ilişkin komitenin yenilenen taleplerine Türk ma­kamlarının cevap vermesine dair bir ara ilke karan 30 Ni­san'da kabul etmiştir. Komite, Türkiye'yi yargılamanın ye­nilenmesi veya diğer önlemlerin alınmasına davet etmiş­tir."

 

"Davacının mülkiyet haklarının ihlalinin sürdüğü ve Mahkeme tarafından hükmedilen tazminatın ödenmediği LOİZİDOU davası hala Avrupa Konseyi Bakanlar Komite­si'nde görüşülmektedir."

 

"Asamble, Avrupa Konseyi Bakanlar Komitelerini, Mahkeme kararlarının gecikmeksizin uygulanmasını temin etmek üzere, gerekli tüm tedbirleri almaya çağırmıştır. Ay-nca Asamble, Komiteye gerekli hallerde Türkiye'ye karşı mali yaptırım uygulamasını da tavsiye etmişti."

 

Loizidou davası örnek alınarak Türkiye aleyhine on-binlerce dava dilekçesi hazırlatılıyor ve Türkiye öden­mesi mümkün olmayan borç yükü altına sokulmaya ça­lışılıyor.

 

Avrupa Parlamentosu’nun bölücülük ile ilgili kararla­rından bazıları:

 

"Türk Hükümetine, PKK'ya ve diğer Kürt örgütlerine, Kürt konusuna şiddete dayanmayan ve siyasi bir çözüm bulmaları için ellerinden gelen tüm çabayı göstermeleri için çağrıda bulunur." (13.12.1995)

 

"Avrupa Parlamentosu, Türk vatandaşlarının Türkiye içinde bir tür kültürel özerklik için barışçıl yollardan çaba gösterme haklarını tanır." (18.01.1996)

 

"Avrupa Parlamentosu, Bay Öcalan'a verilen cezayı la­netler ve ölüm cezasının kullanılmasına kesin muhalefetini tekrarlar."

 

"Avrupa Parlamentosu, Türk yetkililerine, Kürt toplu­munun siyasi temsilcileriyle, özellikle de ülkenin güneydo­ğusundaki kentlerin belediye başkanlarıyla, diyaloga gir­meleri çağrısında bulunur." (15.11.2000)

 

Avrupa Parlamentosu’nun Türkiye'ye karşı düşmanca ifadeler içeren birçok kararı "Türk-İş, Avrupa Birliği Tür­kiye'den Ne İstiyor" başlıklı broşüründe bulunmaktadır.

 

Avrupa'nın Türkiye'ye bakışını, Türkiye hakkındaki düşüncelerini anlatan en iyi olaylardan birisi de PKK’yı te­rör örgütü olarak tanıması olayıdır. Bilindiği gibi 11 Ey­lül'de ikiz kulelere karşı girişilen terörist saldırılarından sonra ABD terör örgütlerine bazı yaptırımlar uygulamaya, diğer bütün ülkelere de uygulatmaya başladı. Avrupa PKK’yı destekliyor, bu sebeple de terörist örgüt olarak ka­bul etmek istemiyordu. Nihayet şöyle bir formül buldu: PKK'ya isim değiştirtti ve bir kaç gün sonra PKK’yı terö­rist ilan etti. Fakat yeni ismi ile KADEK' in terörist örgüt olarak ilan etmeyi reddettiler. PKK' ya da, KADEK' e de hiçbir yaptırım uygulamadılar.

 

Bu olayla Avrupa Türkiye' yi çok hafife almıştır. Gayri ciddi davranmış, hile yapmıştır. Sadece bu olay; Avrupa Birliği'nin Türkiye hakkındaki niyetlerini, amaçlarını anlatmaya yeterlidir.

 

Avrupa emperyalist yapısına yakışan bir saygısızlık örneği vermiştir, vermektedir.

 

İşin ilginç yanı, Türkiye, Dışişleri Bakanlığı dahil hiçbir birimi ile, bu düşmanca ve aşağılayıcı olay karşı­sında etkin bir tutum içerisine girmemiştir.

 

Medeni ve Siyasi Haklar

 

Bu başlık altında bulunan bazı şart ve öneriler aşağıya çıkarılmıştır. Sadece aşağıdaki istekleri incelemek, AB'nin Türkiye'yi nereye götürmek istediğini anlamaya yeterlidir.

 

"İşkence ve yargısız infaz iddiaları özellikle Güneydo­ğu Anadolu'da yaygındır."

 

"İşkence ve kötü muameleden suçlu bulunanlar hakkın­da verilen cezalar genellikle hafif olmakta ve sıklıkla para cezasına çevrilmekte veya tecil edilmektedir."

 

RTUK Kanunu "Türkiye Cumhuriyetinin temel nitelik­lerine ve devletin bölünmez bütünlüğüne aykırılık teşkil eden yayınların kısıtlanmasına ilişkin hükümleri muhafaza etmektedir."

 

Bu kanunda "Türkiye Cumhuriyetinin varlığını ve ba­ğımsızlığını, devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütün­lüğünü, Atatürk İlke ve İnkılaplarına aykırılık teşkil eden"

 

veya "toplumu şiddete, teröre veya etnik ayrımcılığa sevk eden" yayınlar yasaklanmış ve çok yüksek cezalar getiril­miştir."

 

"Hantal ön izin sistemi de dahil olmak üzere dernekler kanununun genel kısıtlayıcı yapısı muhafaza edilmiştir."

 

"Mezopotamya Kültür Merkezi, İHD Bingöl Şubesi ve İHD Merkezi, soruşturmalara maruz kalmıştır."

 

"Sivil toplum örgütleri üzerindeki baskı, Alman Vakıf­larına da uygulanmaya başlamıştır." "Konrad Adenauer, Fredrich Ebert, Heinrich Böll, Fredrich Naumann Vakıfla­rı ile Orient Enstitüsü, "Ulusal bütünlük ve ülkenin laik ya­pısı aleyhindeki eyleme iştirak" iddiaları ile Devlet Güven­lik Mahkemesinin Savcısı tarafından kovuşturulmaktadır."

 

"Şubat ayında Alevi ve Bektaşi Oluşumlar Birliği Kül­tür Derneği, Anayasanın 14 ve 24'ncü maddeleri ve der­nekler kanununun 5'nci maddesi uyarınca, Müslüman Di­ni topluluklarına atıf yapacak şekilde Alevi veya Bektaşi adı altında dernek kurulamayacağı gerekçesi ile feshedil­miştir."

 

"Halkın Demokrasi Partisi (HADEP) aleyhinde 1999'da başlatılan kapatma davası Anayasa Mahkemesi' nde görüşülmeye devam etmektedir. Şubat 2002'de ku­rulan Halklar ve Özgürlükler Partisi de (HAK-PAR) tüzü­ğü ve programının "devletin ve milletin bölünmez bütünlü­ğüne" aykırı unsurlar içermesi gerekçesi ile kapatma dava­sı ile karşı karşıyadır."

 

"Müslüman olmayan dini topluluklar yasal engellerle karşılaşmaktadır."

 

"Müslüman olmayan dini topluluklar... Türkiye'de tüzel kişiliklerinin ve mülk edinme haklarının olmaması ve din adamı yetiştirme yasağına ilişkin sorunlarla karşılaşmış­tır."

 

"Ermeni, Rum ve Katolik mülklerine ya el konulmuştur ya da el konulma riski söz konusudur. Geçtiğimiz aylarda Ermenilere ait mülklere el konulması ile ilgili iki dava gö­rülmüştü. Protestan cemaati, ibadet yerlerinin kiralanması ve yeni kiliselerinin inşası konularında önemli idari sorun­larla karşılaşmaktadır. Ancak yetkililer Diyarbakır'da yeni bir Protestan kilisesinin inşaasına devam edilmesine Tem­muz 2002'de izin vermiştir."

 

"Dini azınlıkların din adamı yetiştirmelerine ilişkin ya­sak devam etmektedir."

 

"Ermeni Patriği, İstanbul'da Hıristiyanlık eğitimi yapa­cak özel bir üniversite bölümü kurulmasını talep etmiştir." "Rum Ortodoks Cemaati, 1971'den beri kapalı olan Fe­ner Ortodoks Okulunun yeniden açılmasını defalarca talep etmiştir. Protestan ve Katolik cemaatler, Türkiye'de din adamı yetiştirme özgürlüğünden yararlanabileceklerini dü­şünmektedir."

 

"Dini cemaatler kendi okullarına sahip olabilmektedir. Ancak, bu tür okulların, başkandan (ilgili dini cemaatin) daha yetkili ve Milli Eğitim Bakanlığı' nın bir (Müslüman) temsilcisi olan bir başkan yardımcısı olmak zorundadır."

 

Yukarıdaki istekler, Avrupa Birliği'nin nasıl bir Tür­kiye yaratmaya çalıştığının örnekleridir. Bu istekler Sevr anlaşmasında dahi yoktu.

 

Medeni ve siyasi haklar konusunda, yukarıdaki istekle­ri tamamlar nitelikte Avrupa Parlamentosu’ nun da kararla­rı bulunmaktadır:

 

"Düşüncelerini özgürce açıklama ve insan hakları ilke­leri ile çelişen yasalara göre suç işledikleri için hüküm giy­miş olan mahkumların serbest bırakılmasını sağlayacak bi­çimde düzenlenmiş bir genel af ilan etmesini ve halen yar­gılanmakta olanlar aleyhindeki davaların sona erdirilmesi­ni talep eder ve özellikle Bayan Leyla Zana ile DEP' in di­ğer üç üyesinin derhal serbest bırakılması çağrısını yeni­ler." (20.06.1996)

 

"Avrupa Parlamentosu Türk Silahlı Kuvvetleri'nin Tür­kiye'nin doğusunda kısa bir süre önce sürdürdüğü askeri operasyonlardan ve Kürdistan' da ki anlaşmazlığa barışçıl bir çözüm bulma yollarını aramayı reddetmesinden büyük kaygı duymaktadır." (19.09.1996)

 

"İtalyan vatandaşı olan Dino Frisullo 21 Mart 1998 gü­nü Diyarbakır'da Kürt Yeni Yılı (Nevroz) kutlamalarına katıldığı ve Kürt halkının temel haklarını desteklemek için gösteri yaptığı için tutuklanmıştı..." (02.04.1998)

 

"Avrupa Parlamentosu Bay Öcalan’a verilen cezayı la­netler..." (22.7.1999)

 

Avrupa Komisyonu'na verilen önergede "Ayasofya' nın Hıristiyan Dünyasına İadesi" başlığı ile "İstanbul işgal altındaki Hıristiyan kentidir. Bizans'taki gibi Conslantinopol adıyla anılmalıdır" denilerek "Ayasofya' nın asıl sahiplerine yani Avrupalılara iade edilmesi istendi.'"4'

 

(4) Sabah Gazetesi, 23 Mart 2002, Hayrullah Mahmut

 

Bu istekler SEVR anlaşmasında dahi yoktu derken abartma yapılmadığı, Türkiye'den istekler iyi incelendiği zaman daha iyi anlaşılacaktır,

 

Ekonomik, Sosyal Kültürel Haklar

 

Yukarıdaki "Medeni ve Siyasi Haklar" bölümüne konu­lan bazı şartlar, gerçekte bu bölümü de ilgilendirmektedir. Örnek olarak: Mezopotamya Kültür Merkezi hakkında da­va açılması; Türkiye'de şube açan üç Alman vakfı hakkın­da DGM'de dava açılması; Alevi ve Bektaşi dernekleri hakkında dava açılması; Müslüman olmayan toplulukların yasal engellerle karşılaşması savı; Ermeni, Rum ve Katolik mülklerine el konulması; Dini azınlıkların din adamı yetiş­tirmelerinin önlenmesi; Ermeni Patriğinin İstanbul'da Hı­ristiyanlık eğitimi yapacak özel bir üniversite bölümü açıl­ması isteği, Ekonomik ve Sosyal Kültürel Haklar başlığı altında aşağıya çıkarılan istek ve şartlarla birlikte değerlen­dirilmelidir.

 

"Laz ve Pontus kültürü ile ilgili kitaplar hakkında soruş­turma ve kovuşturma açılmıştır."

 

"Etnik grupların üyelerinin kendi dil ve kültürel kimlik­lerim ifade edebilmelerine yönelik gelişmeler sınırlı ol­muştur."

 

"Türkiye ulusal azınlıkların korunması için Avrupa kon­seyi çerçeve sözleşmesini imzalamamıştır."

 

SONUÇ

 

Avrupa Birliği ve Kopenhag Kriterlerine uyum için elliye yakın Anayasa maddesini değiştirdikten ve üç defa paket ha­linde uyum kanunları çıkardıktan veya kanunlarda değişiklik yaptıktan sonra, bu gelişmeler yeterli görülmemiş, 2002 Tür­kiye İlerleme Raporu ile yeni isteklerde bulunulmuştur.

 

Yerine getirilemeyen birçok isteği ve yeni şartlan içeren bu raporun Türkçesi 143 sayfadır.

 

Elinizdeki kitapçıkta, bunca uyum çalışmasından sonra, verilen rapordaki bazı istekler ve aynı konularda Avrupa Parlamentosu'nun aldığı kararlardan kesitler toplanmıştır.

 

Avrupa Birliği'nin bugüne kadarki istekleri ve ileri sürdük­leri şartlar topluca değerlendirilmelidir.

 

Katılım Ortaklığı belgelerine ve İlerleme Raporlarına dahil edilen koşullar ve düzenlemeler Kopenhag kriterle­rini gerçekleştirecek özelliklere sahip olmalıdır. Bu kriter­lerin dışında amaçlara ulaştıracak yaptırımlar başka ni­yetlerin işareti olarak görülmelidir.

 

Katılım Ortaklığı belgesinde ve İlerleme Raporu'nda belir­tilen önlemler ve şartlar Türk-Yunan sorunlarına Yunanistan yararına çözümler getiriyor. Doğu sorununu anımsatıyor ve ağırlıkla Kopenhag kriterlerinin dışında istekleri içeriyor.

 

İstekler ve Koşullar Kimleri ve Neleri Destekliyor

 

Katılım Ortaklığı belgesi, İlerleme Raporu ve Avrupa Par­lamentosu kararlarında ele alınan konu başlıkları ve içerik bir­birinin aynı ve birbirini tamamlıyor. Ayrı zamanda ve AB'nin farklı birimlerinde hazırlandıkları halde her üç belgedeki is­teklerin tümü örtüşüyor. Belli bir politikanın ürünleri olduğu anlaşılıyor. Anlaşılıyor ki Avrupa Birliği'nin bütün alt birim­lerinde Türkiye'ye karşı oydaşma var.

 

Konular: Kıbrıs:

 

Kıbrıs'ın Kopenhag kriterleri ile hiçbir ilgisi yoktur.

 

Buna rağmen Helsinki kararlarına dahil edilmiş, Katılım Or­taklığı belgesinde ve İlerleme Raporlarında ifadesini bulmuş­tur. Türkiye bu yanlışa karşı çıkmamıştır.

 

AB baskılan ile yetinilmemiş, ABD'nin ve AB'nin destek ve katkılarıyla hazırlanan Birleşmiş Milletler Genel Sek­reterinin Kıbrıs Planı, KKTC'ni nihayetlendirecek bir ya­pıda şekillendirilmiştir.

 

Metin içinde açıklanmakta olan koşullar ve önlemler ile Kıbrıs'ın; Doğu Akdeniz, Orta Doğu ve Petrol yolları üzerinde, AB'nin stratejik bir üssü olma yolunun açılma­sına çalışılmaktadır.

 

Kıbrıs'la ilgili olarak, Birleşmiş Milletler Genel Sekrete­ri'nin ismi altında ABD, AB (İngiltere, Fransa, Yunanistan) ta­rafından hazırlandığı anlaşılan ve Kıbrıs Rum tarafına, Yunan basınına önceden duyurulan Annan planı uygulanmaya başla­dıktan en geç altı ay sonra KKTC tükenir, Kıbrıs bir Yunan ve AB adası olur.

 

Ege Sorunları:

 

Ege Denizi üzerindeki Türk Yunan anlaşmazlığı bütün belgelerde Kıbrıs ile birlikte ele alınmıştır. Başlangıçta Türkiye'nin kabul etmediği bir yol olan; sorunu Uluslara­rası Adalet Divanı'na götürme çözümü, Türkiye'deki ödüncü Avrupa Birliği yandaşlarına kabul ettirilmiştir.

 

2004 yılına kadar anlaşma olmazsa sorun Adalet Divanı' na götürülecektir. AB'li yekililer çok nı iyi biliyor ki Ulusla­rarası Adalet Divanı'nda karar Yunanistan'ın lehine çıkacak ve Ege bütünü ile Yunanistan'ın, dolayısı ile Avrupa Birliği'nin olacaktır. Nitekim Avrupa Parlamentosu'nun metne alınan kararında "Ege Avrupa Birliği'nin sınırı" olarak nitelendirilmektedir.

 

2004 yılında sorun ısınacaktır.

 

Türkiye'deki AB yandaşları açıklanan sonuçlarla öğü-nemezler.

 

Bu konunun da Kopenhag Kriterleri ile bir ilgisi yoktur.

 

Megali İdeayı ve Doğu Sorununu uygulamayı amaçla­yan, Türkiye'ye yönelik özel dayatmalardan bir diğeridir.

 

Türkiye'de Yeni Azınlıklar Yaratılması

 

Lozan Anlaşmasına göre Türkiye'de sadece gayri Müslim azınlık vardır: Rumlar, Ermeniler, Yahudiler.

 

Avrupa Birliği'ne katılım ile ilgili bütün belgeler ırk ve mezhebe dayalı azınlıklar yaratmaya yönelik önlemleri ve dayatmaları içeriyor.

 

Yeni azınlıklarla birlikte, Lozan'da belirlenen eski azınlıklara yeni haklar verilerek, Sevr anlaşmasının orta­mı hazırlanmaya çalışılıyor.

 

Metinler incelendiği zaman görüleceği gibi Aleviler, Bektaşiler, Hıristiyanlar, (Rumlar Ermeniler), Kürtler, Lazlar, Pontus isimleri açıklanarak destekleniyor.

 

Verilecek hakların sonunda Türkiye'nin bölünmesi doğal bir sonuç olacaktır.

 

Patrikhane'ye ve Kiliselere Destek; Bizans'a Can Suyu

 

Fatih Kaymakamlığına bağlı Fener Rum Patriği Barthelameos, unvanını dış ilişkilerde şu şekilde açıklıyor: "Ecume-nıcal Patriarch and Archbishop of Constantinople and New Rome" "İstanbul'un ve Yeni Roma'nın Başpiskopo­su ve Evrensel Patriği" Patrik "Yeni Roma" ile Bizans'ı kastediyor. Bilindiği gibi "Bizans" İkinci Roma olarakta anı­lır. İstanbul'un fethinden sonra Rus Carlan ve birçok Batılı düşünür, örnek olarak Haçlı Seferleri'nin ünlü yazan Steven Runciman, Moskova'yı ikinci Bizans olarak adlandırırlar.

 

Barthelameos 3'ncü Roma veya Bizans, diyemediği için "Yeni Roma Başpiskoposu" unvanını kullanıyor.

 

Patriğin ekümenliği yani evrenselliği ise kabul etmedi­ğimiz bir iddiadır. İstanbul'un (ona göre Constantinople) Başpiskoposu da değildir, Fener Rum Patriği'dir. Buna rağmen dış ülkelerde Bizans amblemi kullanmakta, dev­let başkanı prokolu ile karşılanmaktadır. Bizim dışarıdaki görevlilerimiz ne yapıyor bilmiyoruz. Eminim Türkiye'ye gönderdikleri raporlara dahil ediyorlar. Peki, sorunu kim çözecek? Herkes politikacıya, Bakanlara yöneliyor. Bazen politikacılarımızı haksız olarak suçluyoruz. Biraz da bürokratlarımızın eksikleri üzerinde durmalıyız.

 

Papa nasıl bütün Katoliklerin ruhani lideri ise, Patrik'te kendisini dünyadaki bütün Ortodoksların ruhani li­deri kabul etmektedir.

 

Böylece Papa'nın Roma’daki din devletinin benzeri olan ve İstanbul surlarını hudut yapan Ortodoks din dev­letinin adımlarını atmaktadır.

 

İstanbul'daki Ortodoks din devleti ile birlikte, Anado­lu'da canlandırılacak kiliselerle, Bizans'a can suyu veril­meye çalışılıyor. Benzer konuların; 20'ncisi J. Chirac'ın baş­kanlığında Paris'te yapılan Bizans toplantıları kulislerinde ko­nuşulduğu basına yansımaktadır.

 

Hıristiyan Bayrağı Altında Toplanmaya Davet

 

Avrupa Birliği bayrağında bulunan on iki yıldızdan her bi­risinin bir üye ülkeyi temsil ettiği zannediliyordu. Türk gaze­telerinden bazıları bugün de öyle zannedip, Türkiye'nin üye­liğini; yıldızlardan birisine Türk hilali takarak anlatmaya çalı­şıyorlar. Bazıları da on iki yıldızın ortasına Türk bayrağı koy­ma acayiplikleri gösteriyor. Avrupa'da bazı kesimler ise, yıl­dızların ortasına Hz. Meryem'in resmini koyuyor.

 

Üye sayısı on ikiden onbeşe çıktığı halde yıldız sayısı on iki olarak kaldığı hayret edilerek görüldü. Gerçi AB üye sayısı on ikiden az olduğu zaman da kaynaktaki yıldız sayısı on iki idi.

 

Bu gelişmeler üzerine yorum yapılmaya başlandı ve yıl­dızların Hz. İsa'nın on iki havarisini temsil ettiği düşünüldü. Konuya son noktayı bir Internet yayını ile Peter isimli İngiliz Protestan koydu.(5)

 

(5) http://freespace.virgin.net/peter İ.k/Eu_Flag_Page I.htm

 

Bu belgede 12 Havari'ye gönderme yapılmakla bera­ber İncil'deki Vahiy (Revalation)in 12.1 numaralı ayeti üzerinde duruluyor ve ayet açıklanıyor: "Gökte ulu bir belirti göründü. Güneşi kuşanmış bir kadın, ayaklarının altında da ay. Başında 12 yıldızdan bir taç."

 

Belgede şu not bulunmaktadır: "Meryem ana'nın başında­ki 12 yıldızlı tacı ve mavi pelerini AB bayrağındaki rengi tem­sil ediyor."

 

Görüldüğü gibi AB yandaşları bizi Hıristiyan bayrağı altında toplanmaya davet ediyorlar. Böyle bir birliğin eya­leti yapmaya çalışıyorlar.

 

Türkiye'deki AB yandaşları da bu gerçeği toplumdan köşe bucak gizlemeye çalışıyorlar. Elbetteki mızrak çuva­la sığmıyor.

 

Türkiye Açıklanan Sonuçlara Katlanabilir mi?

 

Türkiye bu sonuçlara elbetteki katlanamaz.

 

Ancak konu ulusumuza başka yönleri ile, olduğundan farklı anlatılıyor.

 

200 yıldan bu yana Türkiye'nin aynı amaca (Avrupa'ya) yönelik bir tutum içinde olduğu söyleniyor.

 

Nizamı Cedit ve Tanzimat ile Batıya eğilimin başladığını, Meşrutiyetler (1867 ve 1908) ve Türk Devrimi ile sürdürüldü­ğünü söylemek istiyorlar. AB eyaleti olmayı bu gelişmenin doğal sonucu olarak göstermeye çalışıyorlar.

 

Sayılan hareket ve atılımlar gerçekten birer Batılılaşma ha­reketidir. Bati kültürü ile Türk kültürünün uyumunu ararlar. Fakat asla Avrupa ile entegrasyonu (bütünleşmeyi, içinde erinmeyi) amaçlamazlar. Avrupa'nın bir eyaleti olmak, ye­nileşme hareketlerini yapanların hiçbirisinin aklının köşesin­den dahi geçmemiştir. Sadece Avrupa Birliği muhipleri böyle düşünüyorlar.

 

Türk De-tirninin konu karşısındaki konumu, "Avrupa Bir­liği üyeliği Atatürkçülüğün Sonudur" kitapçığında açıklan­mıştır.

 

Atatürk çağdaşlaşma olgusunu en açık olarak, onuncu yıl nutkunda söylemişti: "Kültürümüzü çağdaş uygarlığın üyesi­ne çıkaracağız."

 

"Kültürümüzü çağdaş uygarlığın üstüne çıkarma" söylemi ve bu söylemin amacı, Avrupa'nın eyaleti olmak şeklinde yo­rumlanamaz. Bağımsızlık ve egemenlik Atatürkçü düşünce­nin ve Türk Devrim uygulamasının ana kaynaklarıdır. Avrupa Birliği üyeliği ile sadece çelişmez, aynı zamanda çatışırlar.

 

Avrupa Birliği'ne katılmamız yönünde yapılan propa­gandalarla terör estiriliyor.

 

Sivil toplum kuruluşları günümüzün devlet ve toplum ya­şamlarında vazgeçilmez birimlerdir. Bir ölçüde demokratik yaşamın emrivakileridir. Ancak Türkiye'de bir tehlike ile kar­şı karşıyayız. Zengin sivil toplum kuruluşları öncülüğü ele alıyor ve kendi siyasi tercihlerini topluma benimsetmek için sahip oldukları olanakları kıyasıya kullanıyorlar.

 

Benzer bir gelişmeyi Avrupa Birliği'ne katılmamız olayın­da yaşadık. TÜSİAD ve TOBB uçaklar dolusu insanı, çoğun­lukla diğer sivil toplum kuruluşlarının yöneticelirini, önce İs­tanbul'a sonra Avrupalara götürdüler, yedirdiler, içirdiler, gez­dirdiler, propagandalarını yaptılar, geri getirdiler.

 

Gazetelere sayfalar dolusu ilanlar verildi. TBMM önüne saatler dikildi. Bütün bu gelişmeler Medya patronları tarafın­dan da desteklendi.

 

Etkin kuruluşlara sızan bazı grupların sivil toplum kurum­larını yönlendirdiği söylentileri de duyuluyor.

 

Avrupa Birliği'ne katılmamızla ilgili olarak yanıltıcı halk oylamaları yapıldı. Girelim fakat ödün vermeyelim diyen % 50 civarındaki grup, daima AB'ye "evet" diyen­lere eklenerek, toplumun % 70'i evet diyor propagandası yapıldı. Herkes buna inandırıldı.

 

Soru; AB'ye girip zengin olmak istiyor musun? Ya da; Öz­gür olmak istiyor musun? şeklinde soruldu.

 

Toplumun % 70'i AB'ye katılımı şartsız isteseydi, bu yo­lun öncüsü partiler seçimde barajın altında kalırlar mıydı; li­derleri, hem seçimi hem de başkanlıkları kaybederler miydi?

 

Türkiye, Türk toplumu 3 Kasım 2002 seçimlerinde Av­rupa Birliği'nin dayatmalarını demokratik yoldan ve en kesin şekilde reddetmiştir. Gerçek şu ki AK Partisi'nin bu ölçüde AB'ne katılım yandaşı olduğu seçim öncesinde bi­linmiyordu.

 

Avrupa Birliği'nin Dayatmalarında kullandığı araçlar

 

Avrupa Birliği belirlediği ve Kopenhag'da açıkladığı kri­terleri şu araçlarla yaşama geçirmeye çalışıyor. Katılım Or­taklığı Belgeleri; her yıl verilen ilerleme raporları.

 

Bu belgeler iyi işlenmeli, incelenmeli ve açmazlar ortaya konmalıdır.

 

Türkiye 2002 İlerleme Raporu'nda; maddelerin şurasına, burasına sıkıştırılmış, basit gibi görenen gerçekte yaşamsal et­kinliği olan bir yığın konu bulunuyor. Örnek olarak: Terör suçlarına getirilen istisna eleştiriliyor; Katılım Ortaklığının öncelikleri olan insan haklan, Kıbrıs, sınır anlaşmazlıklarının (Ege Denizi kastediliyor) barışçıl yollarla halli gibi kilit konu­larda ilerleme sağlanması isteniyor; Yargının herzaman ba­ğımsız ve tutarlı hareket etmediği söyleniyor; Gözaltı süresi­nin hala uzun oluşu; Zana, Sadak, Dicle ve Doğan'ın durum­larının düzeltilmesi; Loizidou dava kararının uygulanması (Bu karar siyasidir. Türkiye kabul ederse ardından onlarca milyar dolar ödemek durumunda kalabilir); bu amaçla Türki­ye'ye mali yaptırıma geçilmesi; Mezopotamya kültür merke­zi, Alevi, Bektaşi kültür dernekleri hakkındaki yasal işlemler; Müslüman olmayan dini toplulukların yasal engellerle karşı­laşması, Ermeni, Rum ve Katolik mülklerine ya el konduğu ya el konma riskinin söz konusu olduğu; Protestan cemaati ibadet yerlerinin kiralanması ve yeni kiliselerin inşası konula­rında önemli idari sorunlarla karşılaşıldığı, Ermeni Patriği'nin İstanbul'da, Hıristiyanlık eğitimi yapacak özel bir üniversite bölümü kurulmasını talep ettiği; Protestan ve Katolik cemaat­lerinin Türkiye'de din adamı yetirme özgürlüğü...; Dini ce­maat okullarında başkandan daha yetkili Müslüman bir baş­kan yardımcısı bulunduğu; Laz ve Pontus kültürü ile ilgili ki­taplar hakkında soruşturma açıldığı... gibi bir yığın amaçlı şi­kayet.

 

Görüldüğü gibi Avrupa Birliği Kopenhag Kriterleri ile ilgili olsun olsun olmasın Türkiye üzerindeki niyet amaç­larını katılım ortaklığı belgesi ve ilerleme raporları ile ger­çekleştirmeye çalışıyor. Bu belgelerde işlenen konular ayrıca sık sık AB yetkilileri; özellikle genişlemeden sorumlu, Alman Günter Verheugen tarafından tekrar ediliyor.

 

Avrupa Birliği Hangi Aşamada

 

Türkiye'de en az araştırılan konulardan birisi Avru­pa'nın özellikle Avrupa Birliği'nin içinde bulunduğu du­rum ve Avrupa'daki gelişmelerin yönüdür.

 

Avrupa ABD Dışişleri Bakanı nın söylediği gibi bir yaş­lı kıt'a. Sanırım oldukça da yorgun. Hatta biraz bezgin ve isteksiz. Başka bir anlatımla yaşama sevincini, özellikle ih­tirasını bir ölçüde kaybetmiş. Mazisini kendisine yeterli görüyor.

 

Avrupa Birliği, olgusunun yararlarının yanı sıra; Avrupa, ulusları arasında daha önce var olan rekabetin sebep olduğu gelişmenin getirilerini yitirmektedir. Birliğin birimlerine (Av­rupa Parlamentosu, Avrupa Konseyi, Avrupa Komisyonu...) teslimiyet görüntüsü veriyorlar. Avrupa'daki en görünen hare­ket Almanya'nın Avrupa Birliği'ne egemen olma politikası ve Almanya'nın AB'yi desteğine alarak evrensel güç olma heve­sidir. Gerçekte Almanya'da da bezginlik işaretleri, lider yor­gunluğu emareleri görünüyor.

 

Almanya, Doğu Almanya ile uyumda bugün de sıkıntılar çekiyor. Doğu Alman eski kuşağının uyum gösteremeyeceği belli olmuştur. Bütün ümit yeni doğu Alman kuşağının yetiş­mesinde. 9-10 Kasım 1989'da Berlin duvarının yıkılmasından bu yana henüz 15 yıl dolmadı. Anlaşılan iki Alman halkının uyumu için bugüne kadar yapılan yatırımlara (bazı araştırıcı­lara göre 90 milyar dolar) yenilerini eklemeye devam etmek gerekecek. Bu sonuç Almanya ve AB üyeleri için önemli bir olumsuzluk.

 

Almanya 2'nci Dünya Harbi sonunda Polonya'ya verilen topraklardan (Polonya yüzölçümünün % 40'ı) göç eden 8-10 milyon Alman ve Çek Cumhuriyeti'nden göç eden 2-3 mil­yon Südet Almanını sandığı kadar kolaylıkla eski toprakları­na gönderemeyeceğini görmeye başladı. Anlaşılıyor ki Almanya bu yolla topraklarını genişletmeyi planlıyor.

 

Daha az kalkınmış AB ülkelerine (özellikle Yunanistan, İspanya ve Portekiz'e) yapılan yardımların büyük bölümünü karışılayan Almanya yeni 10 (12) ülkenin ihtiyaçlarına cevap vermekte zorlanacak. Gerçekte yeni ülkeleri AB'ye katılma­ya özendiren asıl unsur ise yardımlardı. Bu durum Alman­ya'nın AB içindeki etkinliğini azaltacak, diğer üyelerin uyumunu geciktirerek AB üyeliği arzularını törpüleye­cektir.

 

Avrupa 2'nci Dünya Harbinde sömürgelerini yitirmiş, kendi stratejik kaynaklarını tüketmiş, ham madde ve stratejik kaynak bakımından tamamen dışa bağımlı hale gelmiştir.

 

Avrupa'nın jeostratejik düzeyde üç büyük gücü ve üç çok önemli eksiği vardır. Avrupa'nın güçlü olduğu alan­lar: 1. Bilgi ve deney birikimi (teknoloji). 2. Sermaye. 3. Girişimci ruh. Avrupa'nın jeostratejik düzeydeki ihtiyaç­ları ise: 1. Pazar. 2. Ham madde. 3. Ucuz iş gücüdür. Bu ne­denlerle Avrupa çok ciddi şekilde dışa bağımlıdır.

 

Avrupa ihtiyaçlarını büyük ölçüde küreselleşmenin ni­metlerinden, getirişinden yararlanarak gidermektedir. Ancak küreselleşmenin getirilerine kavuşmasının ana aracı olan meoemperyalizmi uygulayacak güç unsurları­na, yaptırım olanaklarına sahip değil. Daha büyük ekono­mik güç, daha büyük sermaye ve birikim ihtiyacında. Bu ek­siği kapatacak askeri güce sahip değil; politik, diplomatik et­kinliği yeterli değil.

 

Eksiklerini bugüne kadar ABD kapatıyordu. Irak sorunu sebebiyle ABD ile AB'nin düştüğü anlaşmazlık çok ciddi so­runlar doğurabilir.

 

Irak sorunu savaş başlamadan üç önemli kırılmaya sebep olmuştu:

 

Birincisi; Avrupa artık ABD'nin köprübaşı değildi. Hatta alttan alta rekabet ederken, Irak olayında çekişme su yüzüne çıkmıştır.

 

ikincisi; ABD, artık çok rahatlıkla uluslararası kuruluşları, örneğin Birleşmiş Milletleri, NATO'yu kontrolüne alama­makta, diğer ülkeleri etkileyememektedir.

 

Üçüncüsü; Avrupa Birliği yeterince birlik yaratamamıştır. Irak olayında olduğu gibi özellikle dış politikada küçük se­beplerle bölünme yaşayabilmektedir. Çok muhtemeldir ki bir süre sonra bazı iç sorunlar da bölünmelere sebep olabilecek­tir.

 

Kaba çizgileri ile açıklanan bu Avrupa'nın eyaleti olmak için fedakarlıkta bulunmaya değer mi? Değil fedakarlıkta bulunmak, gerçekte hiçbir getirişi, Türkiye'nin eyalet ol­masına değmez. Türk Tarihi, Türk Kültürü ve Türk Dev­rimi bağımsızlık esasından can sularını alırlar.

 

Atatürk'ün emaneti olan bağımsızlık ve egemenlik hiç bir şey için ve hiç kimseyle paylaşılmayacak kadar değerlidir.

 

Bağımsızlık ve egemenlik ulusal onurumuzdur.

 

Dünya yeniden kuruluyor.

 

Türkiye hiçbir şey istenmeden çağrılsa da Avrupa Bir­liği'ne katılmamalı; Atatürk'ün kurduğu bağımsız, egemen cumhuriyetini, ulus devletini korumalıdır.