![]() |
|||||
|
|
|
Muğla Üniversitesi, İ.İ.B.F - İktisat Bölümü |
|
YENİ DIŞ TİCARET TEORİLERİ
GİRİŞ
Faktör Donatımı Teorisi, ülke faktörlerinin ticaretin anahtar belirleyicileri olduğunu ancak karşılaştırmalı üstünlüğün farklı zevkler ve teknolojilerden ziyade ülkelerin sahip oldukları nispi faktör donatımlarındaki farklılıktan kaynaklandığını ileri sürmüştür.[1] Faktör Donatımı Teorisi’nin Klasik Dış Ticaret Teorisi’nin birçok varsayımını aynen almasına karşın emek ve sermaye gibi iki üretim faktörünü analize katması, uluslararası ticareti ülkelerin faktör donatımlarının ve malların faktör yoğunluklarının farklı olmasına dayandırması açısından Karşılaştırmalı Üstünlük Teorisi’ne farklı bir yorum getirmiştir.
Faktör Donatımı Teorisi, çok farklı faktör donatımlarına sahip ülkeler arasında gerçekleşen endüstriler-arası ticareti açıklayarak dış ticaret teorisine farklı bir yorum getirmiştir. Ancak, bu teori benzer faktör donatımlarına sahip olan gelişmiş ülkelerin kendi aralarındaki endüstri-içi ticareti açıklamada yetersiz kalmıştır.
İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra özellikle ticaretin serbestleştirilmesi ile benzer faktör donatımlarına sahip endüstri ülkeleri arasındaki endüstri-içi ticaretin artması ve Faktör Donatımı Teorisinin paradoks bir sonuç vermesi, Yeni Dış Ticaret Teorileri’nin ortaya çıkmasını motive etmiştir. Yeni Dış Ticaret Teorileri, uluslararası ticaretin tümünü açıklayamamasına karşın Geleneksel Dış Ticaret Teorisine tamamlayıcı bir nitelik taşımaktadır.
Faktör Donatımı Teorisi, gelişmiş ülkeler ile az gelişmiş ülkeler arasında gerçekleşen endüstriler-arası ticareti açıklarken Yeni Dış Ticaret Teorileri ise gelişmiş ülkelerin kendi aralarındaki endüstri-içi ticareti açıklamaya yönelmiştir. Yeni Dış Ticaret Teorileri, sermaye ve teknoloji içerikli sanayi mallarına ilişkin endüstri-içi ticareti açıklamasına karşın Faktör Donatımı Teorisi ise tarım ürünleri, hammaddeler ve emek yoğun sanayi malları üzerindeki endüstriler-arası ticareti açıklama konusu yapmaktadır.[2]
Endüstriler-arası ticaret, farklı endüstrilere konu olan farklı ürünlerin ticaretine işaret ederken endüstri-içi ticaret ise aynı endüstriye giren farklılaştırılmış ürünlerin eşanlı olarak ihraç ve ithal edilmesini ifade etmektedir. Türkiye’nin Almanya’ya fındık ihraç etmesi karşılığında Almanya’dan ilaç ithal etmesi endüstriler-arası ticarete girmesine karşın Almanya’nın ürettiği otomobilleri Japonya’ya ihraç etmesi karşılığında Japonya’dan farklı marka otomobilleri ithal etmesi ise endüstri-içi ticarete girmektedir.
Aynı endüstriye ait farklılaştırılmış malların eşanlı olarak ihraç ve ithal edilmesi şeklinde tanımlanan endüstri-içi ticaret, Yeni Dış Ticaret Teorilerinden Monopolcü Rekabet Teorisi ile açıklanmaktadır. Monopolcü Rekabet Teorisi ile açıklanan endüstri-içi ticaret, ürün farklılaştırması ve ölçek ekonomileri ile karakterize edilmektedir.
Bu çalışmada, 1960’lı yıllardan sonra geliştirilen Yeni Dış Ticaret Teorileri incelenmektedir.
1.1. Yeni Dış Ticaret Teorileri
İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra dünya ticaretinde gözlenen ampirik olgular; ticaretin serbestleştirilmesi, benzer ekonomiler arasındaki ticaretin artması ve sanayi malları endüstri-içi ticaretinin yanı sıra bilgi yoğun ticaret payının da artış göstermesi şeklinde karakterize edilmektedir. Geleneksel Faktör Donatımı Teorisi, uluslararası ticareti farklı faktör donatımlarına ilişkin karşılaştırmalı üstünlüklere dayandırması nedeniyle gelişmiş ülkeler ile gelişmekte olan ülkeler arasındaki endüstriler-arası ticareti açıklayabilmesine karşın dünya ticaretinde gözlenen olguları açıklamakta yetersiz kalmaktadır. Gerek basit ve sınırlayıcı varsayımlara dayanması gerekse Leontief Paradoksu’nun ortaya çıkması gibi etmenler de, Faktör Donatımı Teorisi’nin küreselleşen günümüz uluslararası ticaretinin önemli bir bölümünü açıklamadaki yeterliliğini sınırlamaktadır. Bu bağlamda, uluslararası ticarette gözlenen ampirik olguları açıklamak için 1960’lı yılların başlarında Yeni Dış Ticaret Teorileri ortaya atılmış ve 1970’li yılların sonlarına doğru gelişme göstermiştir.
Yeni Dış Ticaret Teorileri analizinde ölçeğe göre artan getiriler ve eksik rekabet piyasaları gibi gerçekçi varsayımlar kullanmaktadır. Dolayısıyla, bu teoriler standart varsayımları kullanan geleneksel Faktör Donatımı Teorisi’nin açıklamada yetersiz kaldığı benzer ekonomiler arasındaki ticaret ile sanayi mallarına ilişkin endüstri-içi ticaret düzeyini açıklamaya çalışması yönünden tamamlayıcı bir nitelik taşımaktadır. Dış ticareti açıklamaya yönelik teorilerin her biri, uluslararası ticaretin tümünü açıklayabilecek kadar kapsamlı olmamakla birlikte bazı teoriler standart mallar üzerine diğer teoriler ise yeni ürünlerin dış ticareti üzerine yoğunlaşmaktadır.
Porter’e göre, “Yeni Dış Ticaret Teorileri, ticaretin esasını açıklamak için karşılaştırmalı üstünlüğün ötesinde rekabetçi üstünlüğe doğru hareket etmelidir. Söz konusu teorilerin dayandığı rekabet anlayışı; farklılaştırılmış mallar, bölümlere ayrılmış piyasalar, teknoloji değişmeleri ve ölçek ekonomileri gibi gerçek dünya özelliklerini vurgulayan bir zenginliği yansıtmalıdır. Dolayısıyla dinamik ve yayılmacı bir yapı gösteren uluslararası rekabet ortamı, firmaların yeni teknolojiler ile yeni metotlar geliştirmelerini ve yenilik yapmalarını kaçınılmaz hale getirmektedir.”[3]
Bilgi çağının yaşandığı günümüzde rekabet üstünlüğü, bilgi yoğun teknolojilere dayalı endüstrilerde ortaya çıkmaktadır. Bu nedenle, geçmişte rekabet üstünlüğü yaratan doğal kaynaklar, sermaye ve emek gibi faktörlerin önemleri gittikçe aşınmakta ve bilgi daha çok önem kazanmaktadır.
Bu makalede, Yeni Dış Ticaret Teorileri kapsamında yer alan dış ticareti açıklamaya yönelik yeni görüşler incelenmektedir.
1.1.1. Nitelikli İşgücü Teorisi
Donald B. Keesing, endüstri ülkeleri arasındaki dış ticaretin önemli bir bölümünü oluşturan sanayi malları üzerindeki ticaretin Nitelikli İşgücü Teorisi’yle açıklanabileceğini ileri sürmüştür. Bu yaklaşıma göre, mesleki veya niteliği yüksek işgücüyle donatılan ülkeler nitelikli işgücü yoğun mallarda uzmanlaşıp bu malları ihraç ederken niteliksiz işgücünün bol bulunduğu ülkeler ise, niteliksiz işgücünü içeren malların üretiminde uzmanlaşacak ve söz konusu malların ihracatını yapacaktır.
Faktör Donatımı Teorisi ile Nitelikli İşgücü Teorisi arasındaki benzerlik, dikkat çekicidir. İşgücünün eğitilmesi ve fiziki sermayenin yaratılması, tasarrufu gerektirmekte ve bu nedenle nitelikli emek yoğun mallarla sermaye yoğun malların genellikle birbirinin aynı oldukları gözlenmektedir. Dolayısıyla, bazı iktisatçılar bu iki mal çeşidinin “türetilmiş kaynaklar (man-made resources)” kapsamında birleştirilmesini uygun görmektedir. Heckscher-Ohlin Teorisinin bu değiştirilmiş haline, Neo-Faktör Donatımı Teorisi adı verilir.[4]
Keesing; 1965, 1966 ve 1968 yıllarında gerek analitik gerekse ampirik olarak yaptığı çalışmalarıyla beşeri sermayenin uluslararası ticareti etkileme gücünü bulmaya çalışmıştır. Keesing’e göre, nitelikli işgücünün ayrı bir üretim faktörü olarak ele alınmasının iki nedeni bulunmaktadır. Birincisi, nitelikli işgücünün ticareti ve endüstrinin kuruluş yerini etkileyebilmesidir. İkinci nedeni, ekonomik büyümeyi açıklamada önemli bir rol oynamasıdır. Dolayısıyla, ekonomik büyüme ile dış ticaret birbirleriyle iç içe geçmiş oldukları için ekonomik büyümeyi etkileyen nitelikli işgücü aynı zamanda ticareti de etkileyebilecektir.[5]
Keesing analizini yaparken, Heckscher-Ohlin Modeli’nin bazı varsayımlarını aynen almaktadır. Bu varsayımlar; ölçek ekonomilerinin olmaması, tam rekabetin geçerli olması, tercihlerin tüm ülkelerde benzer olması ve taşıma giderlerinin sıfır olması şeklinde sıralanabilir. Ancak Keesing, Faktör Donatımı Teorisi’nden farklı olarak doğal kaynaklar, sermaye ve nitelikli işgücü ile niteliksiz işgücü gibi faktörlerin hareketliliğine ilişkin farklılıklar olduğunu varsaymaktadır. Bu durumda, Faktör Donatımı Teorisi’nde ülkeler arası faktör hareketliliği sıfır iken Keesing’in modelinde ise doğal kaynaklar dışında diğer faktörlerden sermaye ile nitelikli ve niteliksiz işgücünün hareketli oldukları varsayılmaktadır. Doğal kaynaklar hareketli olmamasına karşın sermaye uluslararası alanda düşük maliyetle, nitelikli ve niteliksiz işgücü ise yüksek bir maliyetle hareket etmektedir. Bu durumda ekonomik faaliyetler, doğrudan girdileri gerektiren doğal kaynaklar yakınında kurulan birincil faaliyetler ile doğal kaynaklardan uzak bir yerde yerleşen ikincil faaliyetler olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. Ülkeler arasındaki sermaye hareketliliği emeğinkine göre daha ucuz olduğu için, ikincil faaliyetler yönünden kuruluş yerinin belirlenmesinde nitelikli ve niteliksiz işgücünün göreceli kıtlığı temel rol oynamaktadır.[6]
Keesing, mesleki niteliklerin uluslararası ticaret üzerindeki etkilerini incelemek için her bir endüstrideki işgücünü sekiz meslek grubuna ayırmıştır.* Daha sonra on endüstri ülkesinin mamul sanayi mallarına ilişkin 1962 yılı ticareti için gerekli nitelikli işgücü sayısını sekiz meslek grubu çerçevesinde hesaplamış ve sonunda ihracatta kullanılan nitelikli işgücü ile ithalatta kullanılan nitelikli işgücü gereksinimlerinden yola çıkarak net nitelikli işgücü katsayılarını kullanmıştır.
Keesing’in çalışmasında vardığı sonuçlar, ilginç özellikleri ortaya çıkarmaktadır. Birinci özellik; ABD, Almanya, İngiltere, Japonya ve Fransa’yı kapsayan ilk beş endüstri ülkesinin sekiz meslek grubunun tamamında net ihracatçı konumunda olmasıdır. Geriye kalan İtalya, Belçika, İsviçre, İsveç ve Hollanda gibi ülkeler ise bazı meslek grupları dışında net ihracatçı durumundadır. İkinci özellik; ABD, Almanya ve İngiltere gibi ilk üç ülkenin Keesing’in birinci meslek grubu olarak tanımladığı bilim adamı ve mühendislerin istihdamını gerektiren endüstri dallarında yapılan ihracatın yaklaşık %95.4’ü gibi önemli bir paya sahip olmasıdır. Aynı meslek grubu için ABD’nin payı ise %48.5 olarak hesaplanmıştır.[7] Keesing, yaptığı bu çalışma sonucunda birçok endüstri ülkesinin ihracatının nitelikli işgücü yoğun olduğunu bulmuş ve bu nedenle nitelikli işgücünün uluslararası ticareti açıklamada modellere ayrı bir üretim faktörü olarak girmesi gerektiğini belirtmiştir.
Nitelikli İşgücü Teorisi bağlamında; işgücünün kalitesinin arttırılmasına yönelik beşeri sermaye yatırımlarının yapılması, işgücünün sermaye ile donatılması, insan gücü ve eğitim planlaması gibi faktörler, ülkelerin nitelikli işgücü yönünden zenginleşmelerine ve bu avantajlı durumu uluslararası ticarete yansıtmalarına yol açabilecektir.
1.1.2. Teknoloji Açığı Teorisi
Faktör Donatımı Teorisi, teknolojik değişmeyi sabit kabul etmesinden dolayı statik bir yapı sergilemektedir. Ancak 1961 yılında M.V. Posner, ticaretin belirleyicisi olarak teknolojik değişme gibi dinamik faktörleri ele alarak Teknoloji Açığı Teorisi’ni ileri sürmüştür.
Posner, teknolojik değişmeyi yeni teknolojinin bir ülkedeki mevcut mal veya yeni mala girmesi ve başka bir ülkedeki teknolojinin benimsenmesi (taklit gecikmesi) ile yeni bir malın geliştirilmesi ve diğer ülkelerde bu mala yönelik talebin oluşması (talep gecikmesi) arasında geçen zaman gecikmesiyle devam eden bir süreç şeklinde dikkate almaktadır. Posner’e göre, Teknoloji Açığı Teorisi’nin esası devam eden icat (invention) ve yenilik (innovation) sürecinin temelde benzer faktör donatımlarına ve tercihlere sahip ülkeler arasındaki ticareti arttırmasına dayanmaktadır. Bu bağlamda, teknolojik yeniliğin iki benzer ülke arasında ticaret yaratıp yaratmayacağı talep ve taklit gecikmelerinin net etkisine bağlı olmaktadır. Talep gecikmesinin taklit gecikmesinden daha uzun olması durumunda, iç piyasadaki tüketiciler yeni malı talep etmeye başlamadan önce taklit yapan ülkedeki üreticiler yeni teknolojiyi benimseyecek ve bu nedenle teknolojik yenilik ticarete yol açmayacaktır. Bu durum, yeniliğin oldukça basit olması ve her iki ülkedeki üreticilerin düzenli olarak yeni ürün geliştirmesi hallerinde ortaya çıkabilmektedir. Tercihlerin benzerliği dikkate alındığında, ülkelerin benzer mal çeşitlerini üretmeleri ve icat etmeleri veya bilgi akışının düşük olmasından dolayı tüketicilerin mal özelliklerindeki değişmeler ile fiyatlardaki değişmelere tepki göstermelerinin yavaş olduğu yerlerde bu durumun ortaya çıkma olasılığı artmaktadır. Bununla beraber, genellikle taklit gecikmesinin talep gecikmesinden daha uzun olması gibi bir durumla daha sık karşılaşılmaktadır. Çünkü, yabancı ülkedeki üreticilerin yeni teknolojiyi benimsemeye karar vermeleri ve karar verdikten sonra yeni süreci öğrenme, fabrika ve ekipmanı değiştirme ve patent koruması gibi durumlar, taklit gecikmesinin talep gecikmesinden daha uzun olmasına yol açmaktadır. Bu gelişmenin sonucu olarak ticaret, teknolojik yenilik yoluyla ortaya çıkmaktadır.[8]
Teknoloji Açığı Teorisi’ne göre; endüstrileşmiş ülkeler arasındaki ticaretin önemli bir bölümü, yeni ürün ve üretim süreçlerinin geliştirilmesine bağlıdır. Endüstrileşmiş ülkelerdeki yenilik yapan firmalar, söz konusu ürün ve üretim süreçleri nedeniyle dünya piyasalarında geçici monopol gücü elde ederler. Bu geçici monopol olma durumu, telif hakları ve patent sürelerinin dolmasına kadar sürmektedir. Dolayısıyla, Teknoloji Açığı Teorisi bağlamında endüstrileşmiş ülkeler başlangıçta söz konusu ürünlerin ihracatçısı konumundadır. Daha sonra monopol güçlerinin ortadan kalkması ve teknolojinin taklit edilmesine bağlı olarak bu ürünler, emek ve doğal kaynak yönünden üstünlüklere sahip gelişmekte olan ülkeler tarafından üretilmeye başlanır. Böylece rekabet üstünlüğü, gelişmekte olan ülkelere geçerken söz konusu ülkeler yeni ürün ve üretim süreçlerini ihraç etmeye endüstrileşmiş ülkeler de ithal etmeye başlamaktadırlar.
Teknoloji Açığı Teorisi, ticaretin belirleyicisi olarak teknolojik değişmeyi analize katmakla dış ticaret teorisine dinamik bir nitelik kazandırmasına karşın teknoloji açığının ortaya çıkma nedenleri ve büyüklüğünü açıklamada yeterince başarılı olamamıştır. Daha sonra R. Vernon, Ürün Dönemleri Teorisi’ni geliştirerek Teknoloji Açığı Teorisi’nin eksikliklerini tamamlamaya çalışmıştır.
1.1.3. Ürün Dönemleri Teorisi
R. Vernon, 1966 yılında Teknoloji Açığı Teorisi’nin bir uzantısı ve genelleştirilmiş şekli olarak görülen Ürün Dönemleri Teorisi’ni ileri sürmüştür. Bu teori, bilgi yoğun ürünler üzerindeki karşılaştırmalı üstünlüklerin dinamik teorisini sunmaktadır.
Vernon, Ürün Dönemleri Teorisi uyarınca yeni ürünlerin gelişimi sırasında birçok aşamadan geçtiğini ve karşılaştırmalı üstünlüğün ürün dönemleri boyunca değiştiğini ortaya koymakta ve yeni ürünlerin icadının ABD gibi ülkelerde yoğunlaştığını öne sürmektedir.
Teknoloji Açığı Teorisi, taklit etme sürecindeki gecikmeyi vurgularken Ürün Dönemleri Teorisi ise standardizasyon sürecini vurgulamaktadır. Bu teorilere göre, endüstri ülkelerinin yeni ve daha ileri teknolojileri temsil eden ürünleri ihraç etmeleri ve eski veya daha az ileri teknolojileri ifade eden ürünleri ithal etmeleri beklenir.[9]
Ürün dönemleri boyunca dinamik karşılaştırmalı üstünlüklerin değişimi sürecini geçiren ürünler arasında tekstil, radyo, televizyon, petrokimya ürünleri, deri ürünleri, hesap makinaları, otomobil, ofis makinaları, yarı geçişken mikroçipler ve özellikle elektronik ürünler yer almaktadır. Önceleri ABD, televizyon alıcıları gibi elektronik ürünler üzerinde büyük ihracat hacmine sahipken daha sonra Avrupa ve özellikle Japonya, ABD piyasa payının önemli ölçüde azalmasına yol açmıştır. Ardından Kore ve diğer Asya ülkeleri, Japonya’yı tehdit etmeye başlamıştır.
Ürün Dönemleri Teorisi’ni ampirik olarak doğrulamada kullanılan tüm özellikleri kapsayan genel bir test bulunmamasına karşın araştırmacılar reel dünya deneyimleriyle olan tutarlılıkları görmek için belirli özellikleri incelemektedirler. Garry Hufbauer (1966), sentetik materyal ticaretine ilişkin olarak yaptığı çalışmada, az gelişmiş ülkelerin eski ürünleri ihraç ederken ABD ile diğer gelişmiş ülkelerin yeni ürünler ihraç etme eğiliminde olduklarını bulmuştur. Daha sonra D. Keesing (1967) ve W. Gruber, D. Mehta ve R. Vernon (1967) adlı iktisatçılar, yaptıkları testler sonucunda ABD sanayi malları endüstrisi tarafından yapılan AR-GE harcamaları ile endüstrinin ortaya çıkardığı ihracat performansı arasında pozitif bir korelasyon olduğu bulgusuna ulaşmışlardır. Gruber, Mehta ve Vernon (1967), araştırma yoğun olarak sınıflandırılan ABD endüstrilerinin denizaşırı ülkelere yatırım yapma konusunda oldukça yüksek bir eğilim taşıdığını bulmuştur. Bu durum, ABD firmalarının teorinin olgunlaşan ürün aşamasında diğer ülkelerde üstlendikleri dolaysız yabancı sermaye yatırımlarıyla tutarlıdır. Söz konusu testler, gerek Teknoloji Açığı Teorisi gerekse Ürün Dönemleri Teorisi’ni destekleme eğilimindedir. Ayrıca, Louis Wells (1969) en hızlı artış gösteren ihracat mallarının gelir elastikiyetlerini inceleyerek yüksek gelir tipine bağlı ürünler üzerindeki ticaretin, Ürün Dönemleri Teorisi’yle tutarlı olduğu ve hızlı bir şekilde artış gösterdiği sonucuna ulaşmıştır. John Morral (1972), başarılı şekilde ihracat yapan ABD endüstrilerinin, reklam ve satış promosyonu maliyetlerinin yüksek olduğunu göstermiştir. Söz konusu bulgu, yeni ürünleri başarılı şekilde pazarlamanın bu tür harcamalara bağlı olduğunu ifade eden Ürün Dönemleri Teorisi’yle tutarlı görünmektedir.[10]
Günümüzde teknolojik gelişmelerin hız kazanması, üretimin çokuluslu şirketler yoluyla uluslararasılaşması ve küresel piyasaların ön plana çıkması gibi gelişmelere paralel olarak Ürün Dönemleri Teorisi’nin geçerliliğini araştıran çalışmalar hız kazanmıştır.
John Cantwell (1995), Ürün Dönemleri Teorisi’nin ilk versiyonlarıyla ilgili iki hipotezi tekrar gözden geçirmeye dayalı bir çalışma yapmıştır.[11] İlk hipotez, yeniliklerin daima ana şirketin ülkesinde yapılmasına ilişkindir. Söz konusu hipotez, ABD Patent Ofisi’nin verilerinden elde edilen kanıta göre reddedilmektedir. Teknolojik faaliyetlerin teknoloji liderleri tarafından yapıldığına dayanan ikinci hipotez ise, tarihsel olarak geçerlidir.
İlk hipotezin tersine son yıllarda Ronstad (1977), Lall (1979), Pearce ve Singh (1991), Granstrand, Hakanson ve Sjölander (1992) tarafından yapılan çalışmalar, yeniliklerin çok uluslu şirketler dahilinde coğrafik olarak yayıldığını ileri sürmektedir. Dolayısıyla, söz konusu şirketlerin AR-GE faaliyetleri de 1970’li yıllar boyunca uluslararasılaşmaya başlamıştır. İkinci hipotez, tarihsel kanıtla tutarlı olmasına karşın bu hipotezin açıklayıcı gücü son trendler tarafından aşındırılmaktadır. Bu durum, teknolojik faaliyetin uluslararasılaşmasına dahil olan firmaların kompozisyonunun daha geniş şirketler dizisini kapsayacak şekilde genişlemesine bağlanmaktadır. Böylece, Cantwell (1991,1994) ile Cantwell ve Barrera (1995) tarafından ileri sürülen ikinci hipotezin alternatif versiyonu, günümüzdeki duruma uymaktadır. Bu bağlamda, teknoloji liderleri 1975’li yıllardan beri teknolojinin küreselleşmesinde yani yabancı yenilik merkezlerinin yerel olarak farklılaştırılan potansiyelini kullanmak için uluslararası firma-içi ağları geliştirmede ilk sırada yer almaktadırlar. Söz konusu ağlar, öğrenme sürecini içsel olarak koordine etme yoluyla kendi teknolojik yeteneğini oluşturmak ve yaymak amacıyla firma için içseldir ancak bilginin değişiminde ve bazen teknolojik bazlı ortak yatırımlar yoluyla öğrenmede işbirliği sağlayan firmalar-arası ağlara tamamlayıcı nitelik taşımaktadır.
Ürün Dönemleri Teorisi, sanayi malları üzerindeki ticareti dinamik karşılaştırmalı üstünlükler ile açıklamaya çalışmasına karşın teknolojinin ve üretimin küreselleşmesine paralel olarak gittikçe geçerliliği tartışılmaya başlanan bir teori niteliğindedir.
1.1.4. Tercihlerde Benzerlik Teorisi Tercihlerde Benzerlik Teorisi, 1961 yılında Steffan B. Linder tarafından ileri sürülmüştür. Linder, Faktör Donatımı Teorisi’nin doğal kaynaklar gibi ilkel ürünler ticaretini açıklayabilmesine karşın sanayi malları ticaretini açıklamada yetersiz kaldığını belirterek, Tercihlerde Benzerlik Teorisini geliştirmiştir. Söz konusu teori, sanayi malları ticaretinin büyük ölçüde benzer gelir düzeyleri ve tercihlere sahip ülkeler arasında ortaya çıktığı görüşüne dayanmaktadır. Bu bağlamda, talep yönlü bir nitelik taşıyan Tercihlerde Benzerlik Teorisi arz yönlü Faktör Donatımı Teorisi’nden önemli bir ayrılığa işaret etmektedir.
Linder’e göre, bir malın ihraç edilebilmesi için öncelikle yurtiçi piyasa talebinin olması gerekir. Söz konusu talebe, temsili talep adı verilmektedir. Yerli üreticiler, başlangıçta sadece iç piyasada kârlı gördükleri malları üretmekte ve daha sonra iç piyasanın doyum noktasına ulaşması ile beraber ihracat arayışlarına girmektedirler. Dolayısıyla bu aşamada başlayan ihracat, benzer talep yapılarına sahip ülkelerin piyasalarına doğru yapılmaktadır. Linder’e göre, bir ülkenin gerek potansiyel ihraç malları gerekse potansiyel ithal mallarının ana belirleyicisi, yurtiçi talep olmaktadır.[12] Ayrıca, potansiyel ticaretin gerçekleşen ticarete dönüşmesi sürecinde üreticilerin piyasaya girmeleri önem kazanmakta ve uzaklık, taşıma giderleri gibi faktörler ile gümrük tarifeleri, kotalar gibi ticarete yönelik kısıtlamalar, gerçekleşen ticaret düzeyini belirleyebilmektedir.
Linder, ülkelerin tercihleri ne kadar çok birbirine benzer ise ülkeler arasındaki sanayi malları ticaretinin büyük olacağını vurgulamakta ve gelir düzeyleri ile tercihler arasında güçlü bir ilişki olduğu için, kişi başına düşen gelir düzeylerinin benzerliğini dikkate almaktadır. Linder, benzer gelir düzeylerine sahip ülkelerin benzer malları tükettikleri ve benzer malların ticaretini yaptıkları için aralarındaki sanayi malları ticaretinin fazla olacağını ileri sürmektedir. Linder’in bu görüşü, İkinci Dünya Savaşı sonrası dönemde sanayi malları ticaretindeki hızlı artışın gelişmiş ülkeler arasında olduğu gözlemiyle uyuşmaktadır.
Tercihlerde Benzerlik Teorisi’nin gerçekleri açıklamada sınırlamalara sahip olduğu gözlenmektedir. Klasik bir örnek olarak, Japonya ve Hong Kong gibi Hıristiyan olmayan ülkelerin Noel ağaçları ve Noel kartlarına yönelik bir yurtiçi piyasaları olmamasına karşın bu malları ihraç etmeleri, Tercihlerde Benzerlik Teorisi ile açıklanamamakta ve dolayısıyla teoriye ilişkin sınırlamalara işaret etmektedir. Benzer şekilde, Türkiye’de kurbağa ve salyangoz tüketimine yönelik bir yurtiçi piyasa bulunmamakta ancak bu ürünler üretilip ihraç edilmektedir. Söz konusu durum, Tercihlerde Benzerlik Teorisi ile çelişmektedir.
Tercihlerde Benzerlik Teorisi’ne ilişkin olarak bir çok ampirik test yapılmıştır. Bu teori, Linder’in kendi ülkesi İsveç gibi küçük bir iç piyasaya sahip ülkeler dışında fazla destek bulamamıştır.
Kohlhagen (1977), uzaklık faktörünü ele almamakla beraber ticaret yapan ülkelerin gelir dağılımlarındaki benzerlikler nedeniyle iki yanlı ticaret üzerine pozitif bir etki saptamıştır. Davies (1975), ticaretteki kalite farklılıklarının gelir farklılıklarına uygun düştüğü sonucuna vararak İngiltere’nin ABD ve Avrupa Ekonomik Topluluğu (AET) ile olan ticaretinin birim değerlerini karşılaştırmıştır. Arad ve Hirsh (1981), ürün farklılaştırmasını dikkate alarak Linder mallarını tanımlamış ve söz konusu malların küçük ülkelerde ticarete konu olduğu sonucuna ulaşmıştır. Hufbauer (1970) ile Michaely (1981), Linder hipotezinden beklenen durumun aksine negatif bir korelasyona ulaşmıştır.[13]
Tercihlerde Benzerlik Teorisi, Faktör Donatımı Teorisi’nin tersine ticaretin benzer tercih ve gelir düzeylerine sahip ülkeler arasında daha çok gelişeceğini ve ticarete konu olan malların benzer ancak farklılaştırılmış sanayi malları olduğunu ileri sürmektedir. Dolayısıyla, söz konusu teori talep yönlü bir analiz yapması ve ürün farklılaştırması konusuna değinmesine karşın kendisine yönelik sınırlamaları açıklayamamakta ve daha çok küçük bir iç piyasaya sahip ülkeler için geçerli bir teori niteliğini taşımaktadır. Bu bağlamda, Tercihlerde Benzerlik Teorisi uluslararası ticarete ilişkin tam bir açıklama sağlayamamaktadır.
1.1.5. Ölçek Ekonomileri Teorisi Faktör Donatımı Teorisi, her iki malın iki ülkede de ölçeğe göre sabit getiri koşulları altında üretildiğini varsaymaktadır. Dolayısıyla; söz konusu teori iki ülke herbir yönüyle birbirine benzer olduğunda ölçeğe göre artan getirilere dayalı ticaretin ortaya çıkmasını açıklayamamaktadır. Günümüz uygulamalarına bakıldığında, üretim daha etkin ve ölçek daha büyük olduğu için birçok endüstrinin ölçek ekonomilerine sahip olduğu göze çarpmaktadır.
Ölçek Ekonomileri Teorisi’ne göre; geniş bir iç piyasaya sahip ülkeler, ölçek ekonomilerinden faydalanarak üretimde azalan maliyetler elde etmektedirler. Söz konusu ülkeler, ölçek ekonomilerinin etkili olduğu malları ihraç etmekte ve diğer malları ithal etmektedir. Tersine, dar bir iç piyasaya sahip ülkeler ise ihracat piyasalarına üretimde bulunarak ölçek ekonomilerinden fayda sağlayabilmektedir. Böylece, ülkeler ölçek ekonomileri yoluyla malları daha etkin şekilde üretmeyi sağlayan sınırlı ürün yelpazesinde uzmanlaşmakta ve tüm mal çeşitlerini tüketmek için birbirleriyle ticaret yapmaktadır.
Ölçeğe göre artan getiriler, maliyet azalmaları şeklinde yansıtılan “ekonomiler” ile bağlantılandırılabilir. Bu ekonomiler, içsel ve dışsal ölçek ekonomileri olarak adlandırılmaktadır.[14] Ölçeğe göre artan getiriler, üretimdeki artışların girdilerdeki artış oranından yüksek olmasını ifade ederken ölçek ekonomileri terimi ise bir firma ya da endüstrideki üretim ölçeğinin genişletilmesi halinde maliyetlerdeki artış oranının üretimdeki artış oranından daha düşük olmasına ve dolayısıyla ortalama üretim maliyetlerinin azalmasına işaret etmektedir.[15] Bu bağlamda, ölçek ekonomileri veya ölçeğe göre artan getiriler terimi aynı şeyin üretim ve maliyet gibi iki ayrı yaklaşımla ele alınmasına dayanmakta ve üretim ölçeği büyüdükçe ortalama üretim maliyetlerinin düşmesi durumunda ölçeğe göre azalan maliyetler veya ölçeğe göre artan getiriler ortaya çıkmaktadır.
Ölçek ekonomileri, içsel ve dışsal ölçek ekonomileri olmak üzere iki gruba ayrılmaktadır. İçsel ölçek ekonomileri, bir firmanın diğer firmaların üretim ölçeklerinden bağımsız olarak sadece kendi üretim ölçeğinin genişlemesi durumunda ortalama maliyetlerin düşmesini ifade etmektedir. İçsel ölçek ekonomilerinin bulunduğu endüstrilerden biri, otomobil endüstrisidir. Bu endüstri dikkate alındığında, büyük ölçekte üretim yapan firmaların ortalama maliyetlerinin küçük ölçekte üretim yapan firmalarınkine göre daha düşük olduğu görülmektedir. Yönetimde artan etkinlik, kitlesel üretim teknolojisinin kullanılması ve işgücünün uzmanlaşması gibi etmenler, içsel ölçek ekonomilerinin ortaya çıkmasında rol oynamaktadır. Diğer yandan, dışsal ölçek ekonomileri ise firmanın bağlı olduğu endüstrideki üretim ölçeğinin bir bütün olarak artmasıyla her bir firmanın ortalama maliyetlerinde ortaya çıkan düşme şeklinde tanımlanır. Dışsal ölçek ekonomilerinin olduğu endüstriler arasında, bilgisayar endüstrisi ve yarı geçişken çip imalatı yer almaktadır. Endüstrinin gelişmesi; nitelikli işgücünün yetiştirilmesi ve girdilerin sağlanması amacıyla sürekli ve etkin kaynakların ortaya çıkarılması için uygun ortam yaratarak, endüstrideki bireysel firmalar bazında ortalama maliyetlerin düşmesinde etkili olmaktadır.[16]
Gerek içsel gerekse dışsal ölçek ekonomileri ile endüstrilerin piyasa yapısı arasındaki ilişki, birbirinden farklı olması nedeniyle dikkat çekmektedir. Ölçek ekonomilerinin tam olarak dışsal olduğu bir endüstri, birçok küçük firmadan oluşan tam rekabetçi bir piyasa yapısına sahiptir. Dolayısıyla, büyük firmalara maliyet üstünlüğü sağlamamaktadır. Buna karşılık içsel ölçek ekonomileri, büyük firmalara küçük firmalar karşısında maliyet üstünlüğü sağlamakta ve eksik rekabetçi bir piyasa yapısına yol açmaktadır.
Hem içsel hem de dışsal ölçek ekonomileri, uluslararası ticaretin önemli nedenlerinden olmasına karşın ölçek ekonomilerinin ticaret üzerindeki rolü üzerine yapılan en son araştırmalar, iki nedenden dolayı içsel ölçek ekonomileri üzerine odaklanmıştır. Birinci neden, uygulamada içsel ölçek ekonomileri tanımlamanın dışsal ölçek ekonomileri tanımlamaya göre daha kolay olmasıdır. İkinci neden ise, içsel ölçek ekonomileri koşullarında geliştirilen ticaret modellerinin dışsal ölçek ekonomilerine ilişkin modellerden daha basit olmasıdır.[17] Paul R. Krugman ve Elhanan Helpman gibi iktisatçılar, içsel ölçek ekonomilerini içeren modeller geliştirmesine karşın, Kemp ve Negishi gibi iktisatçılar ise dışsal ölçek ekonomilerine dayalı modeller geliştirmiştir. Ölçek Ekonomileri Teorisi, son yıllarda endüstri-içi ticareti açıklamaya yönelik olarak geliştirilen Monopolcü Rekabet Teorisi’ne önemli katkılarda bulunmuş bir teori niteliğindedir.
1.1.6. Monopolcü Rekabet Teorisi Günümüzde uluslararası ticaret teorisinin en aktif alanı, ölçeğe göre artan getiriler ile eksik rekabet piyasalarının ticaret modellerine girmesidir. Başlangıçta ölçeğe göre artan getirilere duyulan ilgi, temelde bu ögenin Faktör Donatımı Teorisi’nin çerçevesi için gerekli bir değişiklik olduğu inancından kaynaklanırken son yıllarda eksik rekabet piyasalarına yönelik ilgi, endüstri-içi ticarette gözlenen artışı açıklama isteğinden ortaya çıkmaktadır.[18] Bu bağlamda, iktisatçılar 1933 yılında Edward H. Chamberlin tarafından geliştirilen Monopolcü Rekabet Teorisi’ni dış ticarete uygulamışlardır.
Monopolcü Rekabet Teorisi, analizinde gerçekçi varsayımlar kullanmaktadır. Bu nedenle; ölçeğe göre artan getiriler, monopolcü rekabet piyasaları ve ürün farklılaştırması önem kazanmakta ve teknolojik değişmeler göz önüne alınmaktadır. Üretim faktörlerinin, ülkeler arasında mobil oldukları varsayılmakta ve taşıma giderleri, analize dahil edilmektedir. Uluslararası fiyatın belirleyicisi, monopolcü rekabet piyasalarında faaliyet gösteren firmalar olmaktadır. Ülkeler, endüstri-içi ticaret nedeniyle bir malın hem ihracatçısı hem ithalatçısı oldukları için karşılaştırmalı üstünlüklere göre uzmanlaşmaya gidememektedirler.
Monopolcü Rekabet Teorisi, sanayi malları endüstri-içi ticaretini ürün farklılaştırması ve ölçek ekonomileri ile açıklamaktadır.[19]
Monopolcü Rekabet Teorisi, Bertrand fiyat rekabeti ve ürün farklılaştırmasına dayanmaktadır. Bertrand fiyat rekabetinde her bir firma, diğer firmaların fiyatlarını veri kabul ederek karları maksimize eden bir fiyat belirlemektedir. Bununla beraber, söz konu firmalar ya var olan rakip firmaların mallarına ya da piyasaya yeni giriş yapacak firmaların mallarına tam ikame olmaması için ürün farklılaştırması yapmaktadır. Bu şekilde, her bir firma farklılaştırdığı mal üzerinde monopolcü bir firma gibi davranabilmektedir.[20] Ayrıca, ölçeğe göre artan getiriler monopolcü rekabet piyasalarını destekleyebilmektedir.[21]
Ürün farklılaştırması, monopolcü rekabetin ortaya çıkmasında önemli bir etmendir. Chamberlin, ürün farklılaştırmasından söz edebilmek için bir ürün grubunda faaliyet gösteren bir satıcının malını alıcının gözünde diğer mallardan farklı gösteren bir özelliğin olması gerektiğine işaret etmiştir. Söz konusu özellik, gerçekte var olabilir ya da alıcının var olduğunu algıladığı bir özellik olabilir. Ancak, burada alıcının tercihini var olduğuna inandığı özelliğe sahip olan maldan yana kullanması önem taşımaktadır.[22] Ürün farklılaştırmasında amaç, malın tüketici gözünde diğer mallardan farklı olduğu izlenimini yaratmaktır. Ürün farklılaştırması sonunda malların yakın ikame durumunda olması, aynı mal grubunda kalmalarına yol açmaktadır.[23]
Ürün farklılaştırması ile birbirine yakın ikame malı haline gelen mallar kalite, model, kapsam veya reklam ve marka yönünden farklılaştırılmaktadır. Dolayısıyla, İngiltere’nin ürettiği klimalar ile Japonya’nın ürettiği klimalar birbirinin aynısı değildir ve dolayısıyla, bu mallar farklılaştırılmış mallara örnek olarak gösterilebilir.
Monopolcü rekabeti açıklayan diğer etmen, ölçek ekonomileridir. Daha dar bir ürün yelpazesi üzerinde uzmanlaşarak içsel ölçek ekonomilerinden faydalanan firmalar, düşük ortalama üretim maliyetleri elde etmekte ve yakın ikame malı olan farklılaştırılmış malları üretmekte ve üretimini yapmadıkları malları ise ithal etmektedir.
Faktör Donatımı Teorisi, gelişmiş ülkeler ile az gelişmiş ülkeler arasındaki endüstriler-arası ticareti açıklamaya yöneliktir. Ancak günümüz uluslararası ticaret yapısı dikkate alındığında, genellikle gelişmiş ülkelerin kendi aralarında gerçekleşen endüstri-içi ticaretin gittikçe daha çok önem kazandığı göze çarpmaktadır. Dolayısıyla, Monopolcü Rekabet Teorisi endüstri-içi ticareti açıklamaya yönelik olarak geliştirilmiştir.
Endüstriler-arası ticaret, farklı endüstrilerin ürettiği birbirinden tamamen farklı ürünlerin ticaretini ifade ederken endüstri-içi ticaret ise aynı endüstrinin veya geniş ürün grubunun farklılaştırılmış ürünlerinin ticaretine işaret etmektedir.[24] Türkiye’nin Almanya’ya fındık ihraç etmesi karşılığında Almanya’dan optik aletleri ithal etmesi, endüstriler-arası ticarete girerken Almanya’nın ürettiği otomobilleri Fransa’ya ihraç etmesi ve Fransa’dan farklı marka otomobilleri ithal etmesi, endüstri-içi ticarete örnek oluşturmaktadır.
Grubel ve Lloyd, benzer gelişme düzeylerine sahip ülkeler arasındaki endüstri-içi ticareti incelemiştir. Belçika, Lüksemburg, Hollanda, Batı Almanya, Fransa ve İtalya gibi AET ülkeleri ile birlikte Kanada, ABD, Japonya ve Avustralya’yı kapsayan on endüstri ülkesine yönelik çalışmaları ile 1967 yılında ortalama endüstri-içi ticaret düzeyinin %63 olduğu bulgusuna ulaşmıştır. Ayrıca on endüstri ülkesinin, ürün farklılaştırması ve dar ürün yelpazesinde uzmanlaşmanın güçlü olduğu sanayi malları üzerine yoğunlaştığı görülmüştür. Ek olarak; AET-içi ticarete ilişkin 2 digit düzeyindeki endüstri-içi ticaret ortalaması, 1967 yılı için % 66 olarak hesaplanmıştır.[25]
Endüstri–içi ticaret literatürü, son yıllarda refah sonuçları üzerine yoğunlaştığı için endüstri-içi ticaretten elde edilen kazançlar ve uyum politikası önem kazanmaya başlamıştır.
Endüstriler-arası ticaretten elde edilen kazançlar, mübadele ve uzmanlaşmadan ortaya çıkarken endüstri-içi ticaretten elde edilen kazançlar ise mübadele ve uzmanlaşmaya ek olarak dış ticaret nedeniyle artan ürün çeşidinden kaynaklanmaktadır. [26]
Endüstri-içi ticarete ilişkin uyum politikası açısından Krugman ile Balassa’ nın çalışmaları dikkati çekmektedir.
Krugman, endüstri-içi ticaretin ciddi gelir dağılımı problemlerine sahip olmadığını göstermektedir. Endüstri-içi ticaretin, endüstriler-arası ticarete göre daha az uyum problemlerine sahip olması olasıdır. [27]
Balassa, tarifelerin endüstri-içi ticareti endüstriler-arası ticaretten daha çok etkilemesinin genelde ticareti liberalleştirme ve özellikle ekonomik entegrasyon durumunda ortaya çıkacağını ileri sürmektedir. Balassa, ticari engellerin azaltılmasına ilişkin uyum maliyetinin endüstriler-arası ticarete göre endüstri-içi ticaret durumunda daha az olmasının olası olduğunu ileri sürmektedir.[28]
Son yıllarda gelişme gösteren endüstri-içi ticaret, Yeni Dış Ticaret Teorilerinden biri olan Monopolcü Rekabet Teorisi tarafından açıklanmaktadır.
SONUÇ İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra özellikle ticaretin serbestleştirilmesi ile benzer faktör donatımlarına sahip endüstri ülkeleri arasındaki endüstri-içi ticaretin artması ve Faktör Donatımı Teorisinin paradoks bir sonuç vermesi, 1960’lı yıllardan sonra Yeni Dış Ticaret Teorileri’nin geliştirilmesini teşvik etmiştir. Yeni Dış Ticaret Teorileri, uluslararası ticaretin tümünü açıklayamamasına karşın Geleneksel Dış Ticaret Teorisi’nin eksikliklerini gidermeye çalışması yönünden tamamlayıcı nitelikte görülmektedir. Küreselleşen uluslararası ticaret koşulları, yüzlerce ülke ve on binlerce mal ve hizmetin ticarete konu edildiği kompleks bir ortamdır. Dolayısıyla, uluslararası ticareti tek bir teori ile açıklamak güç görünmekte ve herbir teori, belirli grup malların ticaretini açıklamada başarılı olabilmektedir. Dolayısıyla, Faktör Donatımı Teorisi faktör donatımları farklı ülkeler arasında gerçekleşen standart malların endüstriler-arası ticaretini açıklarken Yeni Dış Ticaret Teorileri ise uluslararası ticaretin önemli bir bölümünü oluşturan ve benzer ülkeler arasında gözlenen farklılaştırılmış malların endüstri-içi ticaretini açıklamaya çalışmaktadır. Bu bağlamda, Yeni Dış Ticaret Teorileri’nin Geleneksel Dış Ticaret Teorisi’ne tamamlayıcı nitelikte oldukları dikkati çekmektedir. |
|
[1] David B. Yoffie, “Introduction: From Comparative Advantage to Regulated Competition”, Beyond Free Trade Firms, Governments, and Global Competition, David B. Yoffie (ed), Harward Business School, Boston, 1993, s.4
[2] Halil Seyidoğlu, Uluslararası İktisat, Geliştirilmiş 13. Baskı, İstanbul, 1999, s.92
[3] Michael E. Porter, The Competitive Advantage of Nations, Free Press, 1990, s.20
[4] Seyidoğlu, Uluslararası İktisat, a.g.e., s.82
[5] Donald B. Keesing, “Labor Skills on the Structure of Trade in Manufactures”, The Open Economy Essays on International Trade and Finance, Peter B. Kenen ve Roger Lawrence (ed), Columbia University Press, 1968, s.5-6
[6] Keesing, a.g.m., s.6
* Keesing, bu meslek gruplarını 1) Bilim adamları ve mühendisler, 2) Teknisyenler ve teknik ressamlar, 3) Diğer ustalık gerektiren meslekler, 4) Yöneticiler, 5) Makinistler, elektrikçiler ve küçük alet yapanlar, 6) Diğer el becerisine sahip nitelikli işçiler, 7) Memurlar, satış ve hizmet işçileri, 8) Yarı nitelikli ve niteliksiz işçiler olmak üzere sekize ayırmıştır.
[7] Keesing, a.g.m., s.16-17
[8] Bo Sodersten ve Geoffrey Reed, International Economics, St. Martin’s Press, 3rd Ed, New York, 1994, s.83
[9] Dominic Salvatore, International Economics, Prentice Hall, 6th Ed, 1998, s.168
[10] Dennis R. Appleyard ve Alfred J. Field, International Economics, Irwin, 1992, s.224
[11] Ayrıntılı bilgi için bkz: John Cantwell, “The Globalisation of Technology: What Remains of the Product Cycle Model?”, Cambridge Journal of Economics, 1995, vol: 19, s.155-174
[12] Steffan B. Linder, An Essay on Trade and Transformation, John Wiley& Sons, New York, 1961, s.88 ve 91’den aktaran: Şiir Erkök Yılmaz, Dış Ticaret Kuramlarının Evrimi, Gazi Üniversitesi Yayınevi, Ankara, 1992, s.178
[13] Alan V. Deardorff, “Testing Trade Theories and Predicting Trade Flows”, Handbook of International Economics Volume I International Trade, Ronald W. Jones ve Peter B. Kenen (ed), North-Holland, Amsterdam, 1988, s.505-506
[14] Miltiades Chacholiades, International Economics, McGraw Hill, 1990, s.103
[15] Halil Seyidoğlu, Ekonomik Terimler Ansiklopedik Sözlük, Güzem Yayınları, Ankara, 1992, s.652-653
[16] Seyidoğlu, Uluslararası İktisat, a.g.e., s.87
[17] Paul R. Krugman ve Maurice Obstfeld, International Economics, Harper Collins Publishers, 2nd Ed, 1991, s.123
[18] Robert E. Baldwin, “Structural Change and Patterns of International Trade,” Causes of Changes in the Structure of International Trade, 1960-85, John Black ve Alasdair I. MacBean (ed), Macmillan, 1989, s.19
[19] Ayrıntılı bilgi için bkz. Elhanan Helpman, “International Trade in the Presence of Product Differention, Economics of Scale and Monopolistic Competition”, Journal of International Economics, vol: 11, 1981, s.305-340; Paul R. Krugman, “Increasing Returns, Monopolistic Competition and International Trade”, Journal of International Economics, no: 9, 1979, s.469-479; Kelvin Lancaster, “Intra-Industry Trade Under Perfect Monopolistic Competition; Journal of International Economics, vol: 10, 1980, s.151-175
[20] Elhanan Helpman ve Paul R. Krugman, Market Structure and Foreign Trade, MIT Press, Cambridge, 1985, s.35
[21] Ronald W Jones ve J. Peter Neary, “The Positive Theory of International Trade”, Handbook of International Trade, Ronald W.Jones ve Peter B. Kenen (ed), North Holland, Amsterdam, 1988, s.50
[22] Lale Davut, Sanayi İktisadı, İmaj Yayıncılık, Yayın No: 13, Ankara, 1994, s.44; aktarılan eser: E. H. Chamberlin, The Theory of Monopolistic Competition, Cambridge Mass, Harvard University Press, 1962, s.56
[23] A. Koutsoyiannis, Modern Mikro İktisat, Çev: Muzaffer Sarımeşeli, Teori Yayınları, Ekim 1987, s.238
[24] Salvatore, a.g.e., s.160
[25] Herbert G. Grubel ve P.J. Lloyd, Intra-Industry Trade: The theory and Measurement of International Trade in Differentiated Products, John Wiley & Sons, New York, 1975, s.36,45-46
[26] David Greenaway ve P.K.M.Tharakan, “Imperfect Competition, Adjustment Policy and Commercial Policy”, Imperfect Competition and International Trade, David Greenaway ve P.K.M. Tharakan (ed), Wheatsheaf Books, Sussex, 1986, s.8
[27] Paul R. Krugman, “Intra-Industry Specialization and the Gains from Trade”, Journal of Political Economy, vol: 89, 1981, s. 959-973