YIL: 8

SAYI: 85

OCAK 2005

 

 

önceki

yazdır

 

 

 

 Yrd. Doç.Dr. Meriç S. ERTEKİN

 

 Öğr.Gör.Dr.Feride H. BAŞTÜRK

 

 

  

TÜRKİYE’DE 1990 SONRASI YAŞANAN EKONOMİK KRİZLERİN SİGORTA SEKTÖRÜNÜN FON YARATMA FONKSİYONU ÜZERİNE ETKİLERİ


ÖZET  

 

Beklenmedik bir anda ortaya çıkan sorun olarak değerlendirilebilen krizler, birçok faktöre bağlı olabilmekte ve sektörlerin herhangi birindeki bir dengesizlik hızla diğer piyasaları etkileyerek makro düzeyde önlemler alınmasını gerektirmektedir. Türkiye’de de 1980 öncesinde ve sonrasında değişik boyutlarda ve yapılarda finansal ve ekonomik krizler yaşanmış ve ülkemizde gelişmekte olan sigortacılık sektörü ekonomideki genel değişimlerden daha fazla etkilenmiştir.

 

Bu çalışmanın amacı Türkiye’de 1990 sonrası yaşanan ekonomik krizlerin sigorta sektörünün fon yaratma fonksiyonu üzerindeki etkilerinin incelenmesidir. Çalışmada ilk olarak kriz kavramı ile 1994 ve 2000–2001 krizlerinin özellikleri ve koşulları irdelenmiştir. Daha sonra, krizlerin finansal nitelik taşımaları nedeniyle sigorta sektörü ve finansal piyasalar arasındaki ilişkiye değinilerek, sigortacılık sektörünün fon yaratma fonksiyonu açıklanmıştır. Çalışmanın sonunda ise, 1994–2002 süreci dikkate alınarak, yaşanan ekonomik krizlerin sigortacılık sektörünün fon yaratma fonksiyonu üzerindeki etkileri değerlendirilmiştir.

 

ABSTRACT

 

Crises may be evaluated as problems that may appear in an unexpected time depend on a lot of factors. Instability in any sector of economy could rapidly affect other markets, so a precaution is needed in macro level. Before and after 1980, financial and economic crises had been occurred in different dimensions and structures in Turkey. In fact, this crisis affected the developing insurance sector in our country more than the other changes in the economy.

 

The aim of this paper is to analyze the effects of economic crises after 1990 over functioning of a fund creating for insurance sector. In this research, first of all term crisis and after that characters and crises conditions in 1994 and also in 2000-2001 are examined. Then, due to crises has characterized financial, by touching on relationship between insurance sector and financial markets, and also the creating fund function of insurance sector has been examined. Finally, by taking care of 1994-2000 period into consideration, the evaluation on crises effects and functioning of fund creation in insurance sector is being discussed.

 

1. Giriş

 

 Türkiye ekonomisinde yüksek reel faiz, enflasyon, sıcak para politikası, kamu açıkları, rant ekonomisi, yolsuzluk, gelir dağılımındaki dengesizlik gibi sorunlar zaman içinde yerleşmiş ve 1980 öncesinde ve sonrasında değişik boyutlarda ve yapılarda finansal ve ekonomik krizler yaşanmıştır. Krizlerde ekonomi politikasında yapılan hataların yanı sıra dış faktörler de etkili olmuştur. Özellikle, 1990’lı yıllardan itibaren yaşanan ekonomik ve finansal krizler diğer krizlerden farklı olarak küreselleşmeden beslenmiştir. Küreselleşmenin hız kazanması ile ülkeler arası sınırlar kalkmış ve finansal kurumlar arasındaki işbirliği artmıştır. Buna bağlı olarak diğer ülkelerin yaşamış olduğu krizler de Türkiye’yi etkilemiştir. Ekonomik istikrarın sağlanmasına yönelik olarak 1980, 1994 ve 2000 yıllarında hazırlanan ve uygulanan istikrar programları ise ekonomiyi krizlerden kurtaramamıştır.

Ekonomik ve finansal yapının bir parçası olan sigortacılık sektörü de ülkenin içinde bulunduğu koşulları yakından takip etmiştir. Özellikle, sanayileşmiş ülkelerde yüksek fon yaratma kapasitesine sahip ve bu fonların verimli alanlara yöneltilmesine elverişli bir sektör olarak görülen sigortacılık, Türkiye’de gelişme aşamasındadır. Yaşanan krizler de sigortacılığın gelişme sürecini etkilemiş ve bu sektörden beklenen işlevleri yavaşlatmıştır.

Bu çalışmanın temel amacı; Türkiye’de 1990 sonrası yaşanan ekonomik krizlerin, sigorta sektörünün fon yaratma fonksiyonu üzerindeki etkilerinin incelenmesidir. Çalışmada ilk olarak kriz kavramı ile 1994 ve 2000–2001 krizlerinin özellikleri ve koşulları irdelenmiştir. Daha sonra 1994 ve 2000–2001 krizlerinin daha çok finansal nitelik taşımaları nedeniyle sigorta sektörü ve finansal piyasalar arasındaki ilişkiye değinilerek, sigortacılık sektörünün fon yaratma fonksiyonu açıklanmıştır. Çalışmanın sonunda ise, 1994–2002 süreci dikkate alınarak, yaşanan ekonomik krizlerin sigortacılık sektörünün fon yaratma fonksiyonu üzerindeki etkileri gözlemlenmiş ve sonuçlar değerlendirilmiştir.

 

2. Kriz Kavramı ve Türkiye’de 1990 Sonrası Yaşanan Krizler

Kriz, önceden bilinmeyen ya da öngörülemeyen olumsuz gelişmelerin ortaya çıkmasıdır. Bu açıdan kriz, normal bir sorun olarak değil, beklenmedik bir anda ortaya çıkan ciddi bir sorun olarak değerlendirilmelidir (Aktan ve Şen, 2001;1225).

 

Krizler birçok faktöre bağlı olarak ortaya çıkabilir. Bazı çalışmalarda sadece bir faktör ön plana çıkarılıp, diğer faktörler ikinci planda ele alınırken, bazılarında ise kriz kavramının karmaşıklığı göz önüne alınarak birçok faktöre dikkat çekilmiş ve her birinde farklı faktöre vurgu yapılmıştır. Ancak genelde krizler büyük ölçüde borçluların borçlarını ödeyemedikleri duruma, mal talebindeki düşüşün eşlik etmesiyle ortaya çıkmaktadır. Diğer bir deyişle, mal piyasası finansal piyasadan ayrıldığında, finansal kriz çok sayıda borçlunun büyük miktarlara ulaşan borçlarını ödeyememesi durumudur.

Finansal krizler tamamen dışsal değildir. Bazı durumlarda durgunluk veya birçok faktör finansal krizlerin nedeni olabilir. Fakat finansal krizlerin standart özelliği hedefi aşan döviz kurları, yabancı sermayenin geri çekilmesi, kısa vadeli borçların geri ödenememesi ve içsel kredinin azalmasıdır. Kamu ve tasarruf açıklarına bağlı olarak oluşan para talebi faiz oranlarının yükselmesine, yerli paranın değerlenmesine ve devalüasyon beklentisine neden olmakta ve devamında artan döviz talebi finansal krizlere neden olmaktadır. Ayrıca yüksek faizler ve bankaların döviz pozisyonlarındaki aşırı açıklar bankaların aldıkları riskleri arttırdığından spekülatif bir talep durumunda bankaları zor durumda bırakmaktadır. Finansal kriz de zamanla reel sektörü etkileyerek tüm ekonomiye yayılmaktadır.

Ekonomik kriz ise, “herhangi bir mal, hizmet, üretim faktörü veya döviz piyasasındaki fiyat ve/veya miktarlarda, kabul edilebilir bir değişme sınırının ötesinde gerçekleşen şiddetli dalgalanmalar olarak tanımlanabilir” (Kibritçioğlu, 2001;174). Diğer bir deyişle ekonomik kriz, ekonomik dengelerin sürdürülemez olması ve alışılmışın dışında oluşmasıdır (Kumcu, 2001;157). Ekonomik krizlerde fiyatlar genel seviyesinde ani düşme, üretimde daralma, işsizlik oranında artış, borsada çöküş ve spekülatif hareketler gibi faktörler ortaya çıkabilir.

Çok sayıda ekonomik ve finansal kriz türleri bulunmaktadır. Bunların başlıcaları, para krizleri, bankacılık krizleri, finansal krizler ve dış borç krizidir.  Para krizi, döviz kurundaki ani bir hareketi ve sermaye akımlarındaki keskin bir değişmeyi ifade eder. Bankacılık krizleri ise bankanın yükümlülüklerini yerine getirememesi, iflasları, mevduat sahiplerinin bankadan kaçışları ve hükümetlerin bu durumu önlemeye yönelik kurtarma ve kamulaştırma önlemlerini içerir. Para krizleri çoğu zaman -Türkiye’de de olduğu gibi- bankacılık krizlerine neden olabilir. Finansal krizler, finansal piyasaların çöküşünü ifade eder. Banka ve banka dışı finansal kesimdeki şirketlerin borç problemlerini kapsar. Bankacılık kesimindeki bir ödeyememe durumundan kaynaklanabileceği gibi bankacılık krizine de neden olabilir. Dış borç krizi ise bir ülkenin dış borcunu ödeyememesidir (Yay, 2001;1236-1237).

Ülkemizde zaman zaman farklı özellikler taşıyan ve farklı bir seyir izleyen krizler yaşanmış ve çözüme yönelik programlar geliştirilmiştir. 1990 sonrasında ise 1994 ve 2000-2001 finansal krizleri yaşanmış ve ekonomiye yayılarak tüm sektörlerde etkili olmuştur.

 

 

 

2. 1. 1994 Krizi ve Özellikleri

 

Türkiye’de 1994 yılının ilk aylarında başlayan ve hükümetin 5 Nisan kararlarını almasını gerektiren kriz ilk önce kendisini borsa ve döviz piyasalarında hissettirdiğinden bir finansal kriz olarak ortaya çıkmıştır. Şubat ayı sonunda İstanbul Menkul Kıymetler Borsası (İMKB) Bileşik Endeksinde %20’lere varan değer kaybı ile birlikte döviz piyasalarında hareketlenmeler başlamış, döviz piyasalarında TL’den kaçış ve yabancı paralara talep şeklinde başlayan panik sürecinde, Merkez Bankası (MB) piyasalara dolar satarak müdahale etmeye çalışmıştır. Böylece bankanın rezervleri erimiş ve dövizdeki hızlı yükseliş engellenememiştir. Döviz kurlarındaki yükselme %100’ün üzerine çıkmıştır (Alp, 2002;159). Hükümetin rezervlerinin düzeyini ve mevcut enflasyon oranını korumaya yönelik iç borçlanma politikası uygulanmasında ise geç kalınmıştır (Özatay, 2000; 344).

Böylece, hazinenin nakit ihtiyacını karşılamaya yönelik para artışı ile oluşan döviz talebi ve MB’nın döviz rezervlerindeki azalma 1994 Ocak ayında 15.000 TL olan dolar kurunun 1994 Nisan ayında 35.000 TL’ye çıkmasına neden olmuş[1](Celasun,1996;3) ve enflasyonist beklentiler önemli ölçüde artmıştır. TL’nin değer kaybı ekonomide dengeleri bozmuştur. Şirketler yaşanan devalüasyondan zarar görmüştür. Tüketimin daralması talepte önemli düşüşlere neden olmuştur. Sanayi sektörü üretiminde önemli düşüşler yaşanmıştır. Kredi değerlendirme kurumlarının Türkiye’nin kredi değerliliğini arka arkaya düşürmesi sonucunda dış kredi bulma imkanı da kalmamıştır.

Bozulan TL- dolar paritesi, enflasyonist beklentiler, hazinenin borçlanamaz duruma gelmesi ve kredi değerliliğinin düşüşüyle, Türkiye’de IMF gözetiminde 5 Nisan 1994 tarihli Ekonomik İstikrar Programı yürürlüğe konulmuştur. Söz konusu program mal ve emek piyasasının yanı sıra, döviz piyasası, sermaye piyasası ve para piyasasının mevcut olduğu bir ortamda gündeme gelmiştir 24 Ocak 1980 kararlarının sonucunda gelişen bu piyasaların (Parasız,1995;141) özelliği ise, piyasa düzenlemelerinin hızlı olması ve spekülatif davranışlara açık olmalarıdır.

5 Nisan kararları ile serbest piyasa ekonomisine geçen Türkiye’de, para, döviz, sermaye, mal ve emek piyasası arasında ve özellikle ilk üç piyasa arasında dengesizliğin giderilmesi amaçlanmıştır. Dengesizlik daha çok para, döviz ve bono piyasasında oluştuğu için finansal kriz niteliğindeydi. Fakat alınan kararlar mal ve emek piyasalarını etkilemiştir. Önlemlerin mali piyasalarda oluşan krizi önlemeye yönelik olması gerekirken, enflasyon oranını aşağıya çekmeye ve piyasaların daraltılmasına yönelik olmuştur (Parasız,1995;143).

Maliye politikası ağırlıklı programın arkasından dış ticaret açığı azalmış ve cari işlemler dengesi pozitif değer almış ve ekonomi yılsonunda %6 oranında daralmıştır. TL dolar karşısında 1994 yılının ilk üç ayında %50 den fazla değer kaybetmiştir. MB döviz rezervlerinin yarısına yakınını döviz piyasasına müdahale ederek tüketmiş, faiz oranları çok yüksek düzeylere çıkmış ve 12 aylık toptan eşya fiyat endeksi 1994 yılı sonunda  %150 olmuştur (Özer, 1999; 92; Eğilmez ve Kumcu, 2002; 314).

Sonuçta istikrar önlemleri GSMH’nın gerilemesine, enflasyonun yükselmesine ve faiz oranlarının artmasına neden olmuştur. Bu sonuçların ortaya çıkmasında, maliye politikasının tek başına uygulanması, piyasada aşırı likiditeyi düşürmeye yönelik para politikasının uygulanmaması, Hazinenin MB’ndan doğrudan para kullanmaya devam etmesi, MB’nın bankalara yönelik kredilerini arttırması ve bankaların bu kredilerle kısa vadeli yüksek faizli Hazine kağıtlarını alarak Hazine’ye borç vermeleri etkili olmuştur (Eğilmez ve Kumcu, 2002; 315).

Bu nedenlerle, 5 Nisan Kararları eksik, güvenirliliğini kaybetmiş, kurumsal düzenlemelere gitmeksizin ve mevcut düzenlemelerin de bozulmasıyla birlikte yürütülmeye çalışıldığından başarısız bir program olmuştur (Eğilmez ve Kumcu, 2002; 316). Daha çok istikrarın sağlanmasına ve devamına yönelik kararlar olduğundan, ekonomi rant baskısından kurtarılıp üretim sürecine sokulamamıştır (Devrim, 2001; 944).

 

2.2. 2000-2001 Krizleri ve Özellikleri

Türkiye’de 22 Kasım 2000 ve 21 Şubat 2001 krizleri aslında finansal karakterli tek bir krizin parçalarıdır. Likidite ve döviz talebi olarak adlandırılan bu krizlerin daha önceki krizlerden farkı kapsamlı bir istikrar programının uygulandığı dönemlere rastlamış olmasıdır(Akdiş, 2002; 26). 1994 yılında uygulanan istikrar programının başarısız olması üzerine ekonomideki sorunların varlığı bir istikrar programına ihtiyaç göstermiştir.1998 yılında IMF ile yakından izleme anlaşması imzalanmıştır. Bu anlaşmada bütçe dengesi, para politikası alanında olumlu adımlar atılmış ve 9 Aralık 1999’da IMF ile imzalanan Stand-by anlaşmasının da desteği ile uygulamaya konulan enflasyonu düşürme programına bir ön hazırlık işlevi görmüştür (Tunca ve Karabulut, 2001; 935).

Uygulanan ekonomik program kur çapasına dayalı olarak enflasyonu düşürme amacına yöneliktir. Fakat bu modelde, para politikasını uygulama imkanı MB’nın elinden alınmıştır. Yani hızlı sermaye girişi olduğu zaman MB’nın kontrol edemeyeceği bir parasal genişleme ve faizlerde anormal boyutta bir düşme yaşanıyordu. 2000 yılının Kasım ayına kadar olan dönemde aşırı parasal genişleme ve canlanma gerçekleşmiş; bu hızlı sermaye girişleri çıkışa yöneldiği zaman parasal taban anormal şekilde daralmış, faizler tavana çıkmış ve MB etkisiz kalmıştır. İşte programın bu unsuru krizin tetikleyicisi olmuştur (Boratav, 2002; 22). Ayrıca, istikrar programı ile ekonomide ilave sorunlar yaşanmıştır. Bu sorunlar, yapısal ve makro ekonomik sorunlar, bankacılık sorunları, sabit kura dayalı istikrar programının getirdiği ve dışsal etkenlerle artan riskler, yabancı sermaye girişlerinin ve eksik liberalleşmenin yarattığı sorunlar ve politik istikrarsızlıktır (Yay, 2001; 1244).

Uygulamanın başlangıcında enflasyonu düşürmede başarılı olunmasına karşın TL’nin aşırı değerlenmesi ve iç talebin düşmesi ile enerji ve petrol fiyatlarındaki artış cari işlemler açığını arttırmıştır. Mevcut kur sistemi ile ekonominin genel dengelerinin sağlanamayacağı anlaşılmıştır. Enflasyon hedeflenen düzeye inmemesine rağmen dövize çapalı kur politikasında devam edilmesi krizde etkili olmuştur (Karluk, 2001;1011). Piyasalarda oluşan güvensizlik nedeniyle, faiz oranlarındaki artış sermayenin yurt dışına kaçışını önleyememiştir. Döviz rezervlerindeki azalma döviz kuru üzerinde oluşan baskıyı artırmıştır (Ergi, 2001; 950).

Yerli paranın aşırı değerlenmesi, döviz kurlarındaki artışın enflasyonun altında kalması ve kamu kesiminin borçlanması ile faiz oranlarının aşırı yükselmesi önemli spekülatif kazançlara neden olmuştur. Bu durumda sermaye reel kesimden spekülatif kazançlara kaymış, reel büyüme yerini rant ekonomisine ve spekülatif faaliyetlere bırakmıştır.

Ekonominin spekülatif kazançlara açık hale getirilmesi sonucunda, piyasaların kırılganlığı, finansal sistemin bozukluğu, bankaların sadece kamu kesimini finanse eden kuruluşlar haline gelip, asli fonksiyonlarını terk etmeleri, yolsuzlukların artması ve benzeri olaylar ortaya çıkmıştır (Tunca ve Karabulut, 2001; 937). 

2000 yılının Kasım ayında bankacılık sisteminde yaşanan likidite krizi, 2001 yılının Şubat ayında devalüasyonla sonuçlanmıştır. Fakat, devalüasyon hükümete zaman kazandırmasına karşın yatırımcıların sarsılan güvenini yeniden sağlayamamıştır. Dalgalı kur sistemine geçilmesi ekonomik reform programını ciddi şekilde etkilemiştir ( Hrıstov, 2001;5). MB kısa vadeli faiz oranlarında istikrarı sağlamaya yönelmiş ve döviz kurları dalgalanmaya bırakılmıştır.

Bankacılık sisteminin denetlenmesi ve düzenlenmesi için Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu(BDDK) 2000 yılının Eylül ayında faaliyete geçmiştir. 2000 yılındaki bu finansal kriz nedeniyle 1999 yılı sonunda 81 olan banka sayısı 2002 yılı sonunda 54’e gerilemiş ve birçok banka Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu’na (TMSF) devredilmiştir (Uzunoğlu, 2003;120).

Ticaret hacminin düşmesi firmaların tatile girmesini ya da tamamen kapanmasını gündeme getirmiş, faaliyet gösteren firmalardaki tasarruf tedbirleri ile beraber işsizlik de artmaya başlamıştır (DTM, 2002; 6).

Kasım 2000 ve Şubat 2001 krizlerini izleyen süreçte yaşanan kısa süreli sermayenin ani çıkışlar gerçekleştirerek borsada, faizde ve döviz fiyatlarında oluşan panik havasını yaygınlaştırdığı ve piyasa şoklarının büyümesine katkıda bulunduğu söylenebilir (Akdiş, 2002; 26 ). Ancak, piyasa analistlerine göre, 2000 yılının sonunda krizin ardından kredilerini azalttıkları için Türkiye’deki finansal krizlerin yabancı bankalar üzerinde olumsuz etkisi olmamış ve rezervlerini arttırma ihtiyacı ile karşı karşıya kalmamışlardır (Hrıstov, 2001; 4).

Ekonomik istikrarın sağlanmasına yönelik olarak hazırlanan ve uygulanan program ise ekonomiyi krizden kurtaramamıştır. İstikrar programının temel sorunu finansal ve ekonomik sektörün yüksek enflasyonun olduğu ve bankaların sürekli devlet garantili dış borçlarla finanse edildiği koşullardan düşük enflasyon, serbest rekabet ve devlet garantisinin olmadığı bir ortamda çalışmaya uyum sağlamasıdır (Hrıstov, 2001; 2).

Finansal kriz olarak belirlenen bu kriz, reel sektörü çok derinden etkilemiştir. 2001 yılının dokuz aylık sanayi üretimi %8,2 ve milli gelir %8,5 oranında küçülmüştür. Bu küçülme ile sanayi sektöründe 1.100.000 ve finansal kesimde de 21.000 nitelikli işgücünün işini kaybetmesi, yaşanan krizin boyutlarını ortaya koymaktadır (Kır, 2001; 307).

Ekonomide düzensiz ve inişli çıkışlı bir büyüme, kronikleşen enflasyon, giderek bozulan ve tehlikeli noktaya gelen gelir dağılımı, çığ gibi büyüyen kamu açıkları, kamu açıkları nedeniyle fırlayan iç ve dış borçlar oluşmuştur.

1990’da rekor düzeyde %9.4 büyüyen ekonomi 1991 yılında sıfır noktasına gerilemiş, 1992 ve 1993’te ise sırasıyla %6.4  ile  %8.1 oranlarında büyüme  gerçekleşmiştir. 1994’te 5 Nisan kararları nedeniyle bu kez %6.1 oranında küçülen ekonomide,  1995,1996,1997 yıllarında ise tekrar %7-8 dolayında büyüme sağlanmıştır. 1998 yılında Asya krizinin ardından daralmanın sinyali ortaya çıkmış ve büyüme %3.9’da kalmıştır. 1999’da ise, deprem felaketinin etkisiyle yeniden %6.1 oranında küçülme olmuştur. 1999 yılı sonunda yaşanan değişim rüzgarı ile 2000 yılında yeni bir büyüme trendine girilmiştir. Ancak 2000 yılı sonunda patlak veren mali kriz ve 2001 yılı Şubat krizi büyüme hayallerini yıkmıştır. Mali sektörün sarsılması, faizlerdeki hızlı yükseliş, yaşanan devalüasyon, TL’nin aşırı değer kaybı ekonomik dengeleri sarsmış, yüksek enflasyon, fiyat artışı tüketimi daraltırken, oluşan arz fazlası, üretimin aşırı gerilemesine neden olmuştur.

2000 yılında izlenen istikrar programına rağmen %6.1 büyüme sağlanmış ve değişen politikalarla 2001 yılında rekor düzeyde daralma  (%8.5) yaşanmıştır.

 

3. Sigorta Sektörü ve Mali Piyasalar

Tasarruf yetersizliğinin kalkınmaya bir engel teşkil etmesi, sanayileşmekte olan ülkelerde yaşanan en önemli sorunlardan biri olarak görülmektedir. Bu ülkelerin yetersiz kaynaklarını zorlayan gerçek üstü kalkınma hedefleri, bir yandan enflasyonist finansman yöntemlerine, diğer yandan aşırı ve çoğunlukla kısa dönemli dış borçlanmaya neden olarak fiyat artışlarını olağanüstü düzeylere çıkarmakta ve büyümeyi durdurmaktadır.

Bu ülkelerde süregelen birçok sorunun temelinde gerçek kaynak kıtlığının, açık anlatımı ile tasarruf yetersizliğinin yattığı olgusu iyice algılanamamaktadır. Sanayileşmekte olan ülkelerdeki temel sorun, gerçek fon yetersizliği içerisinde hızlı büyüme özlemlerinin gerçekleştirilmek istenmesidir. Şu halde kısa dönemde fon yaratabilecek her türlü imkanın zorlanması gerekmektedir.

Özellikle sanayileşmiş ülkelerde sigortacılığa, fon yaratma kapasitesine sahip ve bu fonların verimli alanlara yöneltilmesine elverişli bir sektör olarak bakılmaktadır. Sanayileşmekte olan ülkelerde ise fon yaratmada etkili olarak nitelendirilebilecek unsurların parasal boyutlarına bakıldığında, bankalardan sonra en güçlü fon yaratma kapasitesine sahip olması gereken sigortacılığın bu işlevine gereken önemin verilmediği ortaya çıkmaktadır (Ünal,1994;37). 

Sigortacılık faaliyetlerinin bireysel ya da işletme bazındaki işlevleri mikro düzeyde fonksiyonlar, ülke ve dünya ekonomisi ölçeğinde kalkınmaya olan etkileri ise makro düzeyde fonksiyonlar olarak değerlendirilmektedir. Zira sektör önemli bir tasarruf birikimi yaratmak suretiyle, sosyo-ekonomik kayıpları azaltmakta, vergiye kaynak oluşturmakta, genel refah düzeyini yükseltmekte ve uluslararası ekonomik ilişkilerle ticareti arttırmaktadır. Ayrıca hasarların yol açtığı zararın sigorta şirketlerince karşılanması, devleti vergi kaybından kurtararak, dolaylı da olsa kamuya fon yaratılmasını güvence altına almaktadır (Alkan, 2000;4). Ekonominin diğer sektörlerine kıyasla sigorta sektöründe mikro ve makro düzeyde işlevlerin birbirine daha fazla karışmış olması, bu sektörün doğasının bir gereği olarak karşımıza çıkmaktadır. Sigortacılığın mikro düzeyde fonksiyonlarını yerine getirmek için gösterilen çabalar, ülke ekonomisine itici bir güç sağlayarak ulusal gelişmeyi motive etmektedir (Alkan, 2000;2).

Gelişmekte olan ekonomilerin hizmet sektörleri içinde en fazla dinamizme sigortacılık sektörü sahiptir. Sanayileşmiş ekonomilerde ise, sigortacılığa olan talep elastikiyetinin yüksek olması ve önemli ölçüde fonun bu sektöre kayması dikkatleri sektör üzerine çekmiş, sigorta şirketleri ülke ekonomilerinde çok geniş uygulama alanları bularak, ekonomide etkin roller oynayan kurumlar haline gelmişlerdir.

Sigortaya olan ihtiyaç, riskleri karşılama, temin ettirme özlemi büyüdükçe teknik ve ekonomik olarak daha elverişli sigorta türlerinin hizmete arz edilmesi, sigorta endüstrisinin önemini ön plana çıkarmaktadır. Bu gelişme sigortacılığın ekonomik işlevlerini arttırmakta ve sigortacılığa, ekonomilere güvence, birikim ve yatırım konularında katkı sağlayan bir sektör olma niteliği kazandırmaktadır.

Ekonomi içinde üretkenliği arttıran, böylece büyüme ve gelişmeyi destekleyen ekonomik işlevler, sigorta şirketlerine mali kurum kimliği kazandırmaktadır. Sigortacılığın gelişmesine paralel olarak ekonomik işlevler önem kazanmakta ve sigorta kesimi, finansal kesim içinde önemli bir paya sahip olmaktadır. Günümüzde sigorta şirketlerinin ekonomik işlevlerinin kazandığı önem, temel işlevini geride bırakmıştır (Ünal,1994;2).

Ticari ve sınai hayatın gelişmesine ve büyümesine yardım ederek girişimi kolaylaştıran, girişimcinin mal varlığını güvence altına alarak, tüccar ve sanayilere işlerini geliştirme olanağı sağlayan sigorta; risklerin kötü sonuçlarının azaltılmasına, hatta ortadan kalkmasına, ticaret ve sanayi yatırımlarının gelişmesine yardımcı olmakta, ekonomik koşulların iyileşmesine, ekonomik kayıpları önleyerek milli ekonominin gelişmesine katkıda bulunmaktadır (Kahya, 2000;23).

Türk finans sektörünün yapısı toplam aktif büyüklüğü açısından 2001 sonu itibariyle incelendiğinde (Tablo:1), sigortacılığın arzu edilen bir seviyede olmadığı görülmektedir. Bankacılık,  toplam aktif yapısı içinde en büyük paya sahiptir. Finans sektörünün ikinci ayağını oluşturan sigortacılık ise ancak %2,2 lik bir pay alabilmektedir. 

Tablo: 1 Türk Finans Sektörünün Yapısı

 

Kuruluş

Sayısı

Toplam Aktif Büyüklüğü

İçerisindeki Yüzde Pay

Reasürans

3

0,1

ÖFK

5

0,4

Tüketici Finansmanı

11

0,4

Aracı Kuruluşlar

123

0,5

Factoring

116

0,6

Finansal Kiralama

91

1,5

Sigortacılık

60

2,2

Bankacılık

63

94,1

TOPLAM

472

100,0

Kaynak: Saygılı, 2003;38.

Türk finans sektörünün temelini bankacılığın oluşturması zaman zaman krizlerde önemli bir tetikleyici olmuştur. Kamu açıklarının finansmanını sağlamak amacıyla 1990’larda yüksek reel faizlerle desteklenen sıcak para olgusu ve buna bağlı olarak artan bankaların açık pozisyonları 1994 krizinde önemli ölçüde etkili olmuştur. 5 Nisan Kararları ile birlikte mevduata %100 güvence verilmesi krizi dondurmuşsa da, yapısal bozukluk devam etmiş ve 1990’ların sonunda bankacılık sektörü yine ciddi sorunlarla karşılaşmıştır (Günal, 2001; 32).

Kasım 2000’de, piyasaların ve kamuoyunun genel desteği sürerken, bankacılık sektöründe yaşananlar soru işaretlerini arttırmaya başlamıştır. 27 Ekim 2000 tarihinde Etibank ve Bank Kapital’in yönetimlerinin TMSF’ye devredilmesiyle artan tartışmalar, Kasım ayının sonlarında para ve sermaye piyasalarında küçük çaplı bir krizin yaşanmasına neden olmuştur. Aralık ayı başında Türkiye’nin dördüncü büyük bankası olan ve sadece geçici likidite sıkıntısı yaşayan Demirbank’ın yönetimi tartışmalı bir şekilde TMSF’ye devredilmiş, Park Yatırım Bankası’nın ise bankacılık yapma yetkisi kaldırılmıştır. Bu olumsuz gelişmeler IMF ile yürütülen programa olan güveni önemli ölçüde sarsmış, bankaların yılsonu nedeniyle açık pozisyonlarını kapatmak amacıyla döviz alımlarını arttırmasının etkisiyle piyasada likidite azalmış ve faizler yükselmiştir (Günal, 2001;33).

 

4. Sigorta Sektörünün Fon Yaratma Fonksiyonu

Risk kavramı bir iktisadi kaybın oluşmasına ilişkin belirsizlik ya da istenilmeyen bir olayın meydana gelme belirsizliği olarak tanımlanabilir.  Yani iktisadi anlamı ile risk, ölçülebilir bir belirsizliği ifade eder. Riskin kaynakları doğal, toplumsal, ve iktisadi olgular olarak sıralanabilir (Öçal,1999;206). Sigortayı, tüm özellikleriyle ve gelişen işlevleriyle ortaya koyan güncel tanımda, sigortanın gerçekleşen risklerden doğan zararları karşılama işlevi yanında, sosyo ekonomik çöküntüleri dağıtan ve önleyen, yatırıma aktarılan fonları ile ekonomiye kaynak yaratan, gelir düzeyini yükselten işlevleri de vurgulanmaktadır (Ünal,1994;1). Diğer bir deyişle sigortacılık, yalnız riskleri güvence altına almak ve bunların gerçekleşmesi halinde zararı karşılamak fonksiyonlarından ibaret bir endüstri olmayıp, bunların yanı sıra prim ve öz sermaye birikimlerinden oluşan fon gücünü yatırım alanlarına aktararak ekonomik yapı ve kalkınmaya hayati önemde katkılarda bulunan bir sektördür(Uralcan, 2002;81).

Sigortacılığın en etkin fonksiyonu, fon yaratmak ve yaratılan fonları çeşitli yatırım araçlarıyla ekonomiye kazandırmaktır. Sigorta sektörünün yönettiği fonlar, sigortalının gönüllü tasarruflarıyla yaratılmakta, toplanan primler mali kesime aktarılarak rasyonel alanlarda yatırımlara yönlendirilmektedir. Gelişmiş ülkelerin en büyük kurumsal yatırımcıları arasında yer alan sigorta şirketlerinin fonları, teminat hesaplarında ve hayat fonlarında birikmektedir (Alkan, 2000;4).

Sigorta kesiminin fon yaratma işlevi dar olarak tanımlandığında, sermaye piyasasına tahsis edilen tutarlar olarak yorumlanmaktadır. Fon yaratma işlevi, en geniş anlamda yani tasarruflara katkı olarak tanımlandığında primler, kurumsal tasarruf niteliğinde sayılmaktadır. Sigorta kesimi, gönüllü tasarruflar yoluyla fon yaratır. Fon yaratma ile ekonomik işlev tam anlamıyla gerçekleşmiş değildir. Yaratılan fonların yatırıma kanalize edilmesi gerekir.

Özellikle gelişmiş ülkeler, sigortanın fon yaratma işlevinden en üst düzeyde yararlanmaktadırlar. Gelişmekte olan ekonomilerde, sermaye birikimine duyulan ihtiyaç ve zorunluluk, gelişmiş ekonomilere oranla daha fazla kendini hissettirmektedir. Sigorta faaliyetleri çeşitli halk kitlelerine ulaşabilme ve uluslararası alanda yayılabilme özelliğine sahip olduğundan sektör, gerek ülke içi ve gerekse ülke dışı kişi ve kuruluşlara ait fonların bir kısmını rezervlerinde toplama olanağına sahiptir. Bu birikimler birçok ülkede çok önemli boyutlara ulaşmış, inşaat, tarım, sanayi hatta savunma sektörlerinin kalkınmasında yararlanılan fonlar içinde uzun yıllar birinci sırayı korumuştur (Ünal,1994;2).

Sigorta şirketlerinde fon oluşum düzeyinde işletme ölçeği önemli rol oynamaktadır. Büyük sigorta şirketleri güçlü sermaye yapıları ve yaygın organizasyon olanakları sayesinde büyük fonlar toplamaktadırlar.  Büyük fonların tek merkezden yönetimi de sigorta şirketine ayrıca avantajlar sağlamaktadır. Bu yüzden, Avrupa finans piyasalarında, orta boy sigorta şirketleri arasındaki birleşme ya da satın alma hareketleri son yıllarda hızlanmıştır. Bu da şirketlerin mali yapısını olumlu etkilemektedir (Cummins ve diğerleri,1999; 325).

Sigorta şirketleri büyük tutarlara varan fonları portföy yönetimi ışığında dağıtarak, yatırımcıların refahını maksimum kılmaya çalışırlar. Bu da sigortalıların durumuna göre portföyün getiri ve vadesinin belirlenmesi (portföy planlaması), portföye alınacak menkul kıymetlerin seçiminde yatırım analizlerinden yararlanılması (seçim, analiz) zaman içinde portföyün performansının değerlendirilmesi (portföy değerlendirmesi) çeşitli zaman aralıklarında portföyün gözden geçirilerek gerekli değişikliklerin yapılması (portföy revizyonu) gibi bilimsel çalışmalara dayalı portföy yönetiminin uygulanmasını gerekli kılar. Oysa küçük birikimcilerin ellerindeki fonların bu tür bilimsel yatırım tekniklerinden yararlanmayı olanaklı kılacak büyüklükte olmaması ve yatırımcıların finansal piyasanın yapısı ve işleyişi ile yatırım araçlarının getirisini değerlendirmede gerekli uzmanlık bilgisine sahip olmamaları etkili bir portföy yönetimine olanak vermemektedir.

Büyük tutarlardaki sigorta fonlarının sermaye piyasasında değerlendirilmesi durumunda sermaye piyasasında her şeyden önce kısa süreli fiyat dalgalanmaları azalır. Ayrıca sigorta şirketleri büyük tutarlarda fon toplayabilmeleri nedeniyle diğer büyük yatırımcıların arz ya da taleplerini karşılayabilme yeteneğine sahip oldukları için piyasada bir istikrar unsuru işlevini görürler (Berk, 2001;7).

Sigorta şirketlerinin yükümlülüklerinin önemli bir kısmı uzun vadeli olduğundan, bu şirketlerin ellerinde biriken tasarrufları sermaye piyasasında değerlendirmeleri doğaldır (Büker, 1998;348). Özellikle hayat dalında faaliyette bulunan sigorta şirketleri gelişmiş sermaye piyasalarının önemli kurumsal yatırımcılarıdır.

Sigorta şirketlerinin diğer işletmelerden farklılığı, belirli yatırım amaçları için kaynak sağlamayı amaçlamayıp, biriken fonları ek gelir elde etme düşüncesiyle yatırım alanlarına aktararak kaynak teşkil etmesidir. Sigorta şirketleri açısından bu faktörler göz önünde tutulduğunda en uygun yatırım araçları kaliteli, riski az tahviller ile ipotek karşılığı uzun vadeli krediler teşkil etmektedir. Sigorta şirketlerinin hisse senetlerine yaptıkları yatırımları ise, daha ziyade yükümlülüklerini karşıladıktan sonra uzun vadeli gelirlerini arttırma amacına yönelik bulunmaktadır (Büker,1998;348).

 

5. 1990 Sonrası Yaşanan Ekonomik Krizlerin Sigorta Sektörünün Fon Yaratma Fonksiyonu Üzerine Etkileri

         Gelişmiş ülkelerde sigorta sektörü, sermaye piyasasının vazgeçilmez sektörleri arasında yer almaktadır. Bu ülkelerde, sigortanın en önemli fonksiyonlarından birisi ekonomik kalkınma için gerekli olan fonları yaratmasıdır.  Hayat sigorta şirketleri, ekonominin ihtiyaç duyduğu uzun vadeli fonları, hayat dışı sigorta şirketleri de, kısa ve orta vadeli fonları yaratmaktadır. Özellikle hayat sigorta dalının gelişmesi ve hayat prim portföyünün artışının sağlanması ve yatırıma yöneltilen portföyün ve gelirlerin korunması için enflasyonla ciddi bir mücadele gereksinimi vardır (Alkan, 2000;17).

Sigortacılığın fon yaratma işlevinin gerçekleşmesini sağlayan en önemli etken hayat sigortacılığıdır. Hayat sigortacılığının sağladığı uzun vadeli fonlar gelişmiş ekonomilerin en büyük finansman kaynağı olmuştur. Ülkemizde toplam sigorta primleri içinde hayat sigorta primlerinin payı çok düşüktür (Tablo:2). Bu oranlar yıllar itibariyle şöyledir:

 

 

Tablo: 2 Toplam Primler İçinde Hayat Dalının Payı (%)

Yıllar

Hayat Dalı

Payı

Yıllar

Hayat Dalı

Payı

Yıllar

Hayat Dalı

Payı

Yıllar

Hayat Dalı

Payı

1994

12,16

1996

14,82

1998

16,80

2000

18,38

1995

12,96

1997

15,81

1999

17,98

2001

18,35

 

 

 

 

 

 

2002

18,41

Kaynak:Türkiye Sigorta ve Reasürans Şirketleri Birliği Faaliyet Raporları, 1997-2002.

 

1994 yılından 2002 yılına dek oransal olarak bir artma görülse de yeterli değildir. 1999 yılında yaşanan ekonomik kriz hayat dışı sigortalar ile sağlık ve hayat sigortaları üzerinde farklı etkiler yaratmıştır. Bu etki nakliyat, kaza, mühendislik, ziraat, hukuksal koruma gibi hayat dışı sigorta dallarında prim üretim oranındaki düşüşle kendini göstermiştir. Hayat dalında ise ekonomik kriz sonucu yeni poliçe üretilmesi zorlaşmış ancak eski yıllarda üretilen poliçelerin dönüşüm primleri nedeniyle hayat sigorta primleri %88,1 artışla 94.199 milyar liradan 177.221 milyar liraya yükselmiştir (Alkan, 2000;9).

Günümüzde hayat sigortacılığında egemen olan düşünce, hayat sigortasının hem bir tasarruf aracı hem de geleceğin güvence altına alınmasını sağlayan bir araç olarak görülmesidir. Oysa sigortacılığın gelişmiş bulunduğu ülkelerde hayat sigortası toplam primler içinde en üst sırayı almakta, sigortacılığın sadece bu dalında yaratılan fonlar, devlet bütçesi olanaklarına yaklaşmaktadır. Ülkemizde enflasyon oranının yüksek olması, korunma amaçlı olan ve kısa vadeli hayat poliçelerinin tercih edilmesine neden olmuş, tasarruf amaçlı uzun vadeli hayat poliçeleri tercih edilmemiştir (Kahya, 2000;28).

Tablo: 3  Y.İ.D.Prim Artış Oranları (%)

Yıllar

Yurt İçi Direkt Prim

Üretimi Reel Artış Oranı  

1994

                     -28,85

1995

24,46

1996

15,71

1997

15,07

1998

27,45

1999

 2,69

2000

45,51

2001

                     -34,73

2002

30,33

Kaynak: Türkiye Sigorta ve Reasürans Şirketleri Birliği

Faaliyet Raporları, 1997-2002.

 

 

Sigorta sektöründe büyümenin, göstergesi olarak genellikle sektörde üretilen primlerin miktarı gösterilmektedir (Temel,1996; 24). Tablo:3’den de görüleceği üzere 1994 ve 2001 yıllarında yurt içi direkt prim üretimi reel olarak negatif değerlere sahiptir. Söz konusu yıllarda varolan krizler direkt olarak prim üretimini etkilemekte ve sektörde bir daralma yaratmaktadır. 1996-1998 yıllarında gözlemlenen artış sürecinde, 1999 yılında yaşanan deprem nedeniyle hızlı bir düşüş meydana gelmiştir. 2000 yılında dikkati çeken yüksek artış oranı ise 2001 krizi ile negatif değerlere ulaşmış ve sektör 2002 yılında tekrar toparlanma sürecine girmiştir.

Sigorta sektörünün mali tabloları, halka açık ticari ve sınai şirketlerin tablolarından farklılık göstermektedir. Sektörün doğasındaki özgünlükten kaynaklanan bu fark, en somut ifadesini sigorta şirketlerinin sermaye piyasasında görmeye alışık olduğumuz diğer şirketlerdekine benzer bir gelir tablosuna sahip olmamasında bulmaktadır. Bu sektöre ait hesap planında “Teknik Gelirler”, “Teknik Giderler”, “Mali Gelirler” ve “Mali Giderler”’den oluşan sonuçları yer alan sigorta şirketlerinin dönem kar-zararı, teknik gelir-gider farkı ile mali gelir-gider farkının toplamına eşit olmaktadır (Ergenekon,1995;31).

Sigortacılık sektöründe karlılık teknik ve mali kar olmak üzere ikiye ayrılmaktadır (Ergenekon,1995;28). Şirketlerin sigortacılıkla ilgili faaliyetleri sonucunda elde ettikleri kar, Teknik Karı oluşturmaktadır. Teknik karlılığın yüksekliği, büyük ölçüde tarifelerin yüksek oluşuna bağlıdır. Sigorta sektöründe arzu edilen, yüksek değil, makul ve istikrarlı bir teknik karlılığın sağlanmasıdır.

Sigorta şirketleri yıllık prim istihsallerinin bir bölümünü yatırıma yöneltmektedirler. Bu yatırımlar sonucunda sigorta şirketlerinin kontrolü altında hisse senetleri, tahviller, gayrimenkuller, hayat poliçeleri üzerine ve ipotek karşılığı ikrazatlardan oluşan kayda değer bir portföy oluşturulabilir. Bu yatırımların geliri Mali Kar olarak ifade edilmektedir. Mali sektörde yer alan sigortacılıkta mali karlılığın yüksek olması, sağlıklı bir yapının varlığına işaret etmektedir. Sigorta şirketlerinin fonları yatırım alanlarına aktarılırken likidite, rantabilite ve güven unsurları göz önüne alınmaktadır (Ergenekon,1995;29).

En önemli fonksiyonlarından biri fon yaratmak ve yaratılan bu fonları çeşitli yatırım araçları kanalıyla ekonomiye kazandırmak olan sigorta ve reasürans şirketlerinin yatırımları, 2002 yılında bir önceki yıla göre yüzde 35,64 artarak 4.209 trilyon liraya ulaşmıştır (Tablo:4).      Şirketlerin toplam yatırım portföylerindeki en yüksek pay yüzde 64,84 ile hazine bonosu ve devlet tahviline ait olup, bunu yüzde 12,09 ile vadeli mevduat, yüzde 9,07 ile gayrimenkuller, yüzde 8,15 ile iştirakler izlemektedir (Türkiye Sigorta ve Reasürans Şirketleri Birliği Yıllık Faaliyet Raporu, 2002; 21)  .

Tablo : 4 Sigorta ve Reasürans Şirketlerinin Yatırımları                                  (Milyar TL)

 

1994(1)

1995

1996

1997

1998

1999

2000

2001

2002

A.Menkul Değerler

17.677

40.817

106.584

229.031

415.725

733.654

1.360.703

2.151.689

2.949.470

Hazine Bonosu (2)

14.828

27.954

86.450

123.141

266.626

249.221

194.361

618.120

1.239.978

Devlet Tahvili

 

7.396

5.342

77.690

108.988

417.871

898.698

1.103.157

1.488.393

Yatırım Fonu

431

813

1.806

7.498

9.696

20.350

76.276

131.528

56.453

Hisse Senetleri

1.601

2.132

7.044

13.920

26.106

24.689

144.187

187.352

16.524

Diğer

817

2.522

5.942

6.782

4.309

21.523

47.181

111.532

148.122

B.Gayrimenkuller

3.410

7.552

14.613

28.669

51.784

78.723

141.173

250.068

381.791

C.Vadeli Banka Mevduatı

3.143

5.312

9.661

16.687

71.444

414.324

334.504

473.291

508.745

D. İştirakler

1.691

1.791

4.010

8.644

23.907

62.953

130.517

208.241

342.931

E. İkrazlar

94

156

86

190

988

2.022

5.297

19.618

26.048

Genel Toplam

26.015

55.628

134.954

283.221

563.848

1.291.676

1.972.194

3.102.907

4.208.985

(1) 1994 yılına ait sigorta ve reasürans şirketlerinin yatırımlarına ilişkin veriler sigorta şirketlerinin ve reasürans şirketlerinin verilerinin toplanmasıyla elde edilmiştir.

(2) 1994 yılına ait yatırım değeri hazine bonosu ve devlet tahvili toplamını göstermektedir. Ayrı ayrı verilere ulaşılamamıştır.

Kaynak: Milli Reasürans Birliği Yıllık Faaliyet Raporu, 1995-2002; T.C. Başbakanlık Hazine Müsteşarlığı, Hazine Aylık İstatistikleri, Mart-Nisan 1996, s. 93; T.C. Başbakanlık Hazine Müsteşarlığı, Hazine Aylık İstatistikleri, Mayıs- Haziran 1996, s. 96.

 

Sigorta şirketleri topladıkları primleri verimli alanlara yatırarak, bir gelir elde etmek zorundadırlar. Bu hem toplanan primlerin enflasyon karşısında değer kaybını önlemek için hem olası tazminatlara karşılık verebilmek hem de sigorta kuruluşlarının kar elde edebilmesi için gerekli koşuldur. Sigorta şirketleri ekonomik koşullara bağlı olarak bir portföy oluşturarak karlılıklarını en yüksek düzeye çıkarmaya çalışırlar. Ülkemizde son yıllarda kamu kesiminin büyük oranda açık vermesi ve fon ihtiyacı içerisinde olması devleti yüksek maliyetle fon toplamaya itmiştir. Bu durum yatırım araçları içerisinde devlet kağıtlarının en risksiz olduğu kadar en karlı bir yatırım aracı olmasını da beraberinde getirmiştir (Sarıkamış ve diğerleri, 2002; 214).

Gelişmiş finansal piyasalarda önemli kurumsal yatırımcılardan birisi olan sigorta şirketleri, Türkiye’de gerek yatırımlarında kamu kağıtlarına ağırlık veren muhafazakar bir çizgi izlemelerinden ötürü, gerek ise İMKB’nin volatilitesini yüksek bulduklarından dolayı, hisse senetlerine yatırım yapma konusunda çekingen davranmaktadırlar. Yaşanan ekonomik kriz dönemlerinden sonra talepte görülen düşmenin olumsuz etkilerinin giderilmesinde, portföy gelirleri ile sağlanan yüksek mali karlılığın önemli bir etkisi olabilmektedir. Kriz dönemlerinde yatırım portföylerini faize dayalı enstrümanlarda başarılı bir şekilde değerlendirebilen sigorta şirketleri, kayda değer bir reel getiri elde etmişlerdir (Ergenekon,1995;30).

Kamu kesiminde sağlıklı bir dengenin sağlanamadığı 1990’lar boyunca devletin iç borçları hızla menkul kıymetlendirilmeye başlanmış hazine bonosu ve tahvil ihraçlarıyla finansal sektörde pazarlanmıştır. Bu tür spekülatif sermaye birikimi bankacılık kesiminde çok hızlı ve sağlıksız bir şişkinlik yaratmıştır. 1990-1999 arasında bankacılık kesiminin toplam aktiflerinin sabit fiyatlarla artış hızı yılda ortalama %13.4 iken ulusal gelir yılda ortalama sadece %3.1 reel artış göstermiştir. Bu tür finansal derinleşmenin temelinde de finans kesiminde gerçekleşen yüksek reel faiz oranları etkili olmuştur (Özsuca, 2001; 9).

1994 yılında bütçe finansmanında yüksek reel faizle birlikte artan iç borçlanma sonucunda iç borç yükü sürekli artmıştır. Borçların para basılarak finanse edilmesiyle faiz oranları düşürülmeye çalışılmıştır. Böylece dış borç ödemelerinde düşük faizli yabancı fonlar kullanılmaya başlanmıştır. 1991 yılından itibaren de altı aylık ve bir yıllık kamu menkul değerlerinin faiz oranları hızla yükselerek %70-80’lere ulaşmıştır (Parasız, 2002; 384-385).

Sigorta şirketlerinin menkul değer portföyü incelendiğinde (Tablo:4), bir önceki yıla göre 1999 yılında devlet tahvilinin %283,41, vadeli banka mevduatlarının ise %479,93 oranında artış, hazine bonosunun ise %6,53 oranında azalış gösterdiği gözlenmektedir. Hazine bonosu ile devlet tahvili arasında zaman zaman bir değişim olduğu fonların bu iki varlık arasında transfer olduğu tespit edilmiştir. Ayrıca vadeli banka mevduatları da üçüncü bir alternatif olarak ortaya çıkmaktadır. Benzer şekilde 2001 yılında hazine bonosu %218,03 oranında bir artış sergilerken, devlet tahvili artışı %22,75 ve vadeli banka mevduatları artışı da  %41,49’ da kalmıştır.

1980’li yılların sonlarından itibaren dış borçlanmanın hazine tarafından değil, ağırlıklı olarak bankalar aracılığıyla yapılmasının tercih edilmesi bu alandaki faiz yükünü artırmış ve disiplin yitirilmiştir. Hazinenin borç alınan dış kaynaklarının karşısına sorumlu olarak bankaları çıkarması ve dış kaynaklardan borçlandıkları dövizler karşılığında onlara iç borç kağıdı satması, yükselen faizler nedeniyle bankaların dışarıdan hesapsızca borçlanmaya gitmelerine neden olmuştur (Tanör, 2003; 46). Türk Bankacılık sektörü, uygulanan kur politikası nedeniyle yurt dışından döviz borçlanmasına girmiş, bu dövizi MB’na satarak elde ettiği TL’yi devlet tahvili ve hazine bonosuna yatırmış, böylece devleti yüksek faizle borçlandıran bir sistem seçilmiştir (Acar,2001;33). Bu durum, banka bilançolarında dövizde açık pozisyon yaratılmasına neden olmuştur (Çelik,2001;1). Bu işlem yöntemiyle klasik bankacılık işlevini yerine getirmeden yüksek kazançlara yönelen bankaların kısa vadeli kazançların çekiciliğiyle pozisyonlarını olması gereken standartların üzerinde tutmaları onları krizlerle birlikte öz sermayelerini yitirecek noktaya getirmiştir (Tanör, 2003;46). Bu programın sürdürülebilirliğine karşı Kasım 2000’de yılsonu açık pozisyonlarını kapatmaya çalışan bankaların yaratmış olduğu ek döviz talebi TL talebini artırmış ve sonuçta faizler üzerinde yukarı doğru bir baskı oluşmuştur. Para programında öngörülen net iç varlıklar hedefini aşmamaya çalışan MB faizlerde yükselişe fazla müdahale edememiş, Hazine bonosuna yüksek oranda yatırım yapmış olan bankaların bankalar arası para piyasasında borç bulmaları zorlaşmış, piyasada likidite darlığı baş göstermiştir (DTM, 2002;5).

Likidite sıkışıklığının faizleri daha da arttırması üzerine Hazine bonosuna yatırım yapan yatırımcılar ilerde bu bonoları satamayacaklarını düşündüklerinden piyasadan ayrılmaya başlamışlardır (DTM, 2002;5).  Bankacılık sektörü ile ortaklık yapılarının olması nedeniyle aynı durum sigorta şirketlerinin portföylerinde de görülebilmektedir. İncelenen süre içerisinde sadece 2000 yılında hem hazine bonosu hem de devlet tahvili mevcutlarında, bir önceki yıla göre azalma söz konusudur. Aynı yıl portföyde dikkati çeken kalemler yatırım fonları ve hisse senetleridir.

2001 yılında yaşanan kriz, finansal sektörün önemli bir parçası olan sigorta sektörünü de olumsuz etkilemiş ve 2000 yılında hayat dışı dallarda yaşanan üretim artışı 2001 yılında yerini düşüşe bırakmıştır. 2001 yılında TEFE %61,6 iken, sektörde alınan primlerde ortalama %40 artış yaşanması, gerçekte %22’ lik bir küçülmeyi işaret etmektedir.

Kasım 2000’de yaşanan spekülatif atak MB’nın net iç varlık hedefini bir tarafa bırakarak piyasaya ek likidite sürmesi, çok yüksek faizler, IMF’nin vaat ettiği 7.5 milyar dolarlık ek rezerv olanağı ve döviz piyasasında yapılan önemli satışlar ile atlatılabilmiştir. (Tunca ve Karabulut,2001;936). Bunların sonucunda mali piyasalardaki dalgalanmalar kısmen giderilmiş, MB’nın döviz rezervleri kısmen artmış ve faiz oranları gerilemiştir. Ancak finansal kesimin riskleri ve ekonomilerin duyarlı hale gelmesi bu ortamda daha da artmıştır (Ergi, 2001;950).

         Sigorta şirketlerinin 1993-2003 dönemine ait kar kompozisyonu incelendiğinde (Tablo:5), cari ekonomik koşulların teknik kârlılığın bilanço karı içindeki oranını hızla azalttığı ve şirketlerin mali karlılıklarını kullanarak işlevlerini sürdürdükleri görülmektedir. Bu dönemde mali karlılık enflasyonun faiz oranlarına yaptığı baskılar sonucu artmıştır. Sigorta sektöründe arzu edilen, yüksek değil, makul ve istikrarlı bir teknik karlılığın sağlanmasıdır. 1980'li yılların sonuna kadar tarifeli sistem içerisinde artış göstererek %40'lara ulaşan teknik karın toplam prime oranı, serbest tarife sistemine geçilmesiyle birlikte 1991 yılından sonra düşmeye başlamıştır.  Mali kar ise 1993 yılına kadar eksi değerde kalmış, bu yıldan sonra artıya geçmiş ve 1996 yılında mali kar teknik karı geçmiştir. Bu durum 1997 yılında da devam etmiştir. 

 

Tablo: 5 Sigorta Şirketlerinin  Teknik ve Mali Kar / Zarar Değerleri             (Milyar TL)

Yıl

     Hayat

Dışı

Branşı

  Hayat

Branşı

 

Toplam

 

Teknik

Mali

Toplam

Teknik

Mali

Toplam

 

1993

2.395

40

2.435

363

40

403

2.838

1994

3.774

1.298

5.072

647

551

1.198

6.270

1995

6.661

2.610

9.271

1.163

1.279

2.442

11.713

1996

9.348

11.490

20.838

2.696

5.036

7.732

28.570

1997

15.845

19.545

35.390

6.859

8.258

15.117

50.507

1998

32.150

19.091

51.241

18.470

7.279

25.749

76.990

1999

69.164

67.678

136.842

38.349

42.119

80.468

217.310

2000

210.843

1.640

212.483

69.897

-30.324

39.573

252.056

2001

207.656

138.515

346.171

78.557

34.129

112.686

458.857

2002

297.147

15.886

313.033

140.249

-9.682

130.567

443.600

2003

191.143

66.561

257.705

201.782

-29.055

172.727

430.432

 

Kaynak: http://www.hazine.gov.tr/stat/finans/ti51.htm

 

Teknik karlılığın bilânço karı içindeki payı 1998 yılından itibaren artış trendine girmiş, ancak istenilen seviyeye gelememiştir. Gerek deprem, gerekse serbest rekabetin hasar-prim oranlarında yarattığı artış,  bu artışın konservasyon ve reasürans neticelerine olan ciddi etkileri teknik karlılık artışını önemli derecede etkileyen unsurlar olmuştur (Alkan, 2000;15). Gerek hayat dışı gerekse hayat branşında sektörel karlılıkta, esas faaliyet gelirlerinden sağlanan karlılık diğer gelirlerin özellikle faiz gelirlerinin gerisinde kalmıştır.

Toplam karlılıkta teknik kar payının gittikçe azalmasına karşın, esasını faiz gelirlerinin oluşturduğu mali karların payı artmış, bunun sonucunda sektör karlılığını korumuştur. Teknik kardaki bu dalgalanma sektörde yaşanılan fiyat rekabetine bağlanmaktadır.

 1998 yılından itibaren genel giderler ile karşılıkların artmasına bağlı olarak mali giderler artmış, mali kar azalmıştır. 1999 yılından itibaren ise, sektördeki tüm şirketler kıdem tazminatı karşılıkları ile vergi karşılıklarını mali tablolarına yansıtmışlardır. Vergi karşılıkları ise gerek devlet iç borçlanma senetlerindeki vergi yükü, gerekse 1980 yılından devreden ertelenmiş vergi karşılığının etkisi ve deprem hasar karşılığı ile kıdem tazminat karşılığının üzerindeki vergisel yükün etkisi ile ticari bilanço karı olması halinde bile bir çok şirketin mali tablolarında dönem zararı görülmesine neden olmuştur.

Ayrıca enflasyonu düşürme programının etkilerine bağlı olarak sigorta sektöründe 2000 yılında mali gelirlerin önceki yıllara göre önemli ölçüde azalması, genel giderlere dikkat edilmesini gerektirmektedir. Şirketlerin faaliyet gelirlerine olan gereksinimlerinin eski yıllara oranla daha çok ön plana çıkması beklenmektedir (Alkan,2000;15). Diğer taraftan mali bünyeleri ve likiditeleri zayıf olan şirketlerin nakit ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla tarife uygulamalarında, maliyet ve kar ilişkisi yapmadan, hasar/prim oranlarını ve teknik karlılık durumlarının dikkate almadan tarife fiyat uygulamalarına geçmeleri, iyi durumdaki diğer sigorta şirketlerini de bu yola yöneltmiştir (Alkan, 2000;18).

 

6. Sonuç

Çeşitli faktörlere bağlı olarak ortaya çıkan krizler, ekonominin sadece bir alanında etkili olarak dar kapsamlı bir nitelik taşıyabileceği gibi,  çok kısa bir sürede bütün ekonomiyi sarsan bir olay haline de gelebilmektedirler. Ancak, küreselleşmenin artması ile krizler ülke sınırları ile sınırlı kalmamakta bir ülkedeki ekonomik dengesizlik dünya piyasalarını etkileyen büyük çaplı krizlere neden olabilmektedir.

 

1994 ve 2000-2001 yıllarında Türkiye’de, para, döviz, sermaye, mal ve emek piyasası arasında ve özellikle ilk üç piyasa arasında dengesizlik sonucu oluşan krizler ve alınan istikrar önlemleri GSMH’nın gerilemesine, enflasyonun yükselmesine, faiz oranlarının artmasına ve devalüasyona neden olmuş ve ekonomik dengeleri sarsmıştır.

 

Ekonomik yapı içinde yer alan finansal kurumlardan biri olan sigortacılık sektörü de ekonominin içinde bulunduğu koşullardan etkilenmiştir. Sigortacılık faaliyetlerinin bireysel ya da işletme bazındaki -mikro düzeyde- fonksiyonları ile ülke ve dünya ekonomisi ölçeğindeki -makro düzeyde- fonksiyonlarının verimli bir şekilde yerine getirilebilmesi, ülkedeki ekonomik koşulların sağlıklı olmasıyla yakından bağlantılıdır.

 

Türk finans sektörü içinde sigortacılık sektörü 2001 sonu itibariyle %2,2 gibi oldukça düşük bir paya sahiptir. Ancak ekonomide yaşanan krizler ve çözüm amaçlı uygulamaya konulan istikrar programları tüketicilerin tasarruf ve yatırım eğilimlerini etkilemiştir. Kredi faiz oranlarının yükselmesi ve enflasyon, tasarrufların banka faizlerine ve dolara yönelmesine neden olduğundan fonların sigorta sektörünün dışına çıkmasına neden olmuş ve talebi daraltmıştır. GSMH’nın gerilemesi ise yatırımların durmasına ve yavaşlamasına neden olmuştur. Devamında da sigorta sektörünü ayakta tutan prim seviyeleri değişmiştir.

 

Özellikle, devalüasyon, yeni yatırımlar yapmaktan vazgeçen sanayi firmalarının potansiyel sigortalarını ve azalan ithalatlar dolayısıyla nakliyat sigortalarını olumsuz etkilemiştir. Türk Lirası’nın değer kaybından dolayı sigorta şirketlerinin primleri ve faiz gelirleri büyümüş gözükürken, dolar bazındaki karlılıkları ve gerçek faaliyet gelirleri küçülmüştür. Bunun yanı sıra prim tahsilatlarında da gecikme ve sorunlar yaşanmıştır. Özellikle 1994 ve 2001 yıllarında yurt içi direkt prim üretiminde daralma gözlemlenmiştir. Sigortacılığın fon yaratma fonksiyonunda önemli paya sahip olan hayat sigorta primlerinin ise genel toplam içinde yeterli bir büyüklüğe sahip olmadığı tespit edilmiştir.

1990 sonrası yaşanan ekonomik krizler başlangıçta ya da ilerleme sürecinde farklılıklar göstermekle birlikte, hükümetin iç borçlanmayı bir çıkış yolu olarak görmesi nedeniyle kriz dönemlerinde devlet tahvili ve hazine bonosu satışları artmıştır. İkinci olarak hükümetin bankacılık sistemine zaman zaman müdahale etmesi sonucunda faiz oranlarında beklenmedik değişiklikler olmuştur. Sigorta sektörü de değerlendirmesi gereken fonları bu üç yatırım aracı arasında vadelerini ve getirilerini dikkate alarak değerlendirmiştir. Genel olarak, sigorta şirketleri ülkemizde fazla riskli yatırımlara girmediklerinden kamu kağıtlarını ya da banka mevduatlarını tercih etmişlerdir.  

Krizlerin ekonomideki olumsuz etkileri dikkate alınarak, ülkemizde ekonomi yönetiminin yapısal sorunları tespit ederek gerekli önlemlerin alınmasında etkin ve hızlı bir şekilde davranabilmesi krizlerin ortaya çıkması ve büyümesi açısından son derece önemlidir. Finansal konularda işbirliği yapılan uluslararası kuruluşların programları ile ülke dinamiklerinin uyum sağlaması ve ortaklaşa geliştirilen istikrar programlarının da sağlıklı yapılması gerekmektedir.

 

 


Yararlanılan Kaynaklar

ACAR, Fatih “Uygulanan Son İstikrar Programı Öncesi ve Sonrası Ekonominin Genel Değerlendirilmesi”, Vergi Sorunları Dergisi, Yıl.24, Sayı. 151, Nisan 2001.

 

AKDİŞ,  Muhammet “Küreselleşmenin Finansal Piyasalar Üzerindeki Etkileri ve Türkiye: Finansal Krizler- Beklentiler”, Dış Ticaret Dergisi, Yıl.7, Sayı. 26, Ekim 2002, s.1-45.

 

AKMAN, Vedat Modern Dünyadaki En Büyük Ekonomik Kriz, Rota Yayınları, İstanbul, 1998.

 

AKTAN,  Coşkun Can ve Şen Hüseyin “Ekonomik Kriz: Nedenler ve Çözüm Önerileri”, Yeni Türkiye Dergisi, Yıl.7, Sayı.42, Kasım-Aralık 2001, s.1225-1233.

ALKAN, Selma, Sigorta Sektörü, Türkiye Vakıflar Bankası T.A.O., Sektör Araştırmaları Serisi/No: 22, 2000.

 

ALP, Ali Uluslar arası Mali Piyasalardaki Gelişmeler ve Türkiye, Ankara, 2002.

 

BERK, Niyazi, Sigortacılıkta Fon Yönetimi, İMKB Yayını, 2001.

 

BORATAV, Korkut “Türk Ekonomisinin Son Durumu”, Türkiye Bilimler Akademisi Forumu, Ankara, 2002.

BÜKER, Semih ve Doğan Bayar, 1998, Finansal Yönetim, Eskişehir Anadolu Üniversitesi Yayınları No: 875.

CELASUN, Oya “The 1994 Currency Crisis in Turkey”, Macroeconomics and Growth Group Development Research Department, The World Bank,1998, http://www.econturk.org/Turkisheconomy/kriz.pdf

 

ÇELİK, Hüseyin 1994’Teki Ekonomik Krizle Bugünkü Arasında Bir Karşılaştırma”,Mayıs 2001,www.huseyincelik.net/koseyazilari

ÇELİK, Hüseyin “Ekonomik Kriz Nasıl Geldi ve Nasıl Geçmedi?”, Ocak 2001, www.huseyincelik.net/koseyazilari/

 

CUMMINS, J. David., Sharon Tennyson and Mary A. Weiss,(1999). “Efficiency, Scale Economies and Consolidation  in the U. S. Life Insurance Industry”, Journal of Banking and Finance 23, pp.325-357.

 

DEVRİM, Fevzi, Küreselleşen krizler ve Türkiye, Yeni Türkiye, Y.7, S. 42, 2001, s. 939-945.

 

DTM, Arjantin ve Türkiye Ekonomisi Krizleri, http://www.dtm.gov.tr/ ead/ekonomi/sayi9/arjantin.htm

 

EĞİLMEZ, Mahfi ve Ercan KUMCU, Ekonomi Politikası, OM Yayınevi, İstanbul, 2002.

 

ERGENEKON, Çağatay, Sigorta Sektörü, İstanbul Menkul Kıymetler Borsası Araştırma Müdürlüğü Yayını, 1995.

 

ERGİ,Mustafa “Dünya’da ve Türkiye’de Krizin Anatomisi”, Yeni Türkiye, Y.7, S.42, 2001, s. 946-955.

 

GÜNAL, Mehmet, “Kasım 2000 Krizine Teorik Yaklaşım: Para Arzının İçşelliği ve

Mınsky’nin Finansal İstikrarsızlık Hipotezi”, İktisat-İşletme-Finans Dergisi, Mart 2001, s.31-51.

 

HAZİNE MÜSTEŞARLIĞI, http://www.hazine.gov.tr/stat/finans/ti51.htm

 

HRISTOV, Simeon “The Crisis in Turkey”, Institute for Regional and International Studies, Sofia, May 2001, http://www.iris.bg.org/publications/turkey.pdf.

 

KAHYA, Mehmet, “Sigorta Sektörünün Ekonomik Kalkınmadaki Yeri ve Önemi ile Fon Yaratma işlevi ve Sermaye Piyasalarındaki Etkinliği”, Reasürör Dergisi, 37. 2000, s.22-35.

 

KARLUK,Rıdvan “Küresel Dünya’da Ekonomik Kriz”, Yeni Türkiye Dergisi, Yıl.7, Sayı. 42. Kasım-Aralık 2001, s. 1009-1028.

 

KIR, Ş.Yavuz “Ekonomik Kriz ve Çıkış Yolları”, Yeni Türkiye Dergisi, Yıl. 7, Sayı.41, Eylül-Ekim 2001, s. 306-318.

 

KİBRİTÇİOĞLU, Aykut “Türkiye’de Ekonomik Krizler ve Hükümetler (1969-2001), Yeni Türkiye Dergisi, Yıl. 7, Sayı.41, Eylül-Ekim 2001, s. 174-182.

 

KUMCU, Ercan, “Krizlerin Faturası Hep Aynı Yere Kesilir”, Krizleri Nasıl Çıkardık, İstanbul, 2001

 

Milli Reasürans Birliği Yıllık Faaliyet Raporu, 1995-2002.

ÖÇAL, Tezer, Çolak,Ö. Faruk, Finansal Sistem ve Bankalar, Ankara, Nobel yayın Dağıtım Yayın No:131, 1999.

 

ÖZATAY, Fatih “The 1994 Currency Crisis in Turkey”, Journal of Policy Reform, Vol.3, Issue. 4, 2000, pp.327-352.

 

ÖZER,Mustafa Finansal Krizler, Piyasa Başarısızlıkları ve Finansal İstikrarı Sağlamaya Yönelik Politikalar, Anadolu Üniversitesi Basımevi, Eskişehir, 1999.

 

ÖZSUCA, Şerife, Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı Üzerine Değerlendirmeler, Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği, Ankara, 2001.

 

PARASIZ, İlker Enflasyon, Kriz ve Ayarlamalar, Ezgi Kitabevi, Bursa, 2002.

 

PARASIZ, İlker Kriz Ekonomisi: Hiperenflasyon ve Yüksek Enflasyonla Mücadelede Ünlü İstikrar Politikaları ve 5 Nisan 1994 Kararları, Ezgi Kitabevi, Bursa, 1995

 

SARIKAMIŞ, Cevat, Nurhan Aydın ve Güven Sevil, Sermaye Piyasaları ve Finansal Kurumlar, Anadolu Üniversitesi Yayınları No:957, 2002.

 

SAYGILI, Şeref, Yeni Büyüme Stratejisi ve Finans Sektörü, ODTÜ İktisat Sempozyumu,6-7 Eylül 2003.

 

TANÖR,Reha Finansal Kriz ve Sermaye Piyasası, Türkiye Sermaye Piyasası Aracı Kuruluşları Birliği, Galatasaray Üniversitesi Yayını, İstanbul, 2003.

 

 T.C. Başbakanlık Hazine Müsteşarlığı, Hazine Aylık İstatistikleri, Mart-Nisan 1996.

 

 T.C. Başbakanlık Hazine Müsteşarlığı, Hazine Aylık İstatistikleri, Mayıs- Haziran 1996.

 

TEMEL, Nizamettin, Türk Sigorta Sektörünün Son On Yılı, İktisadi Araştırmalar Vakfı Semineri, 1996.

 

TUNCA, Zafer ve Gökhan KARABULUT, Küreselleşme, Kriz ve Türkiye, Yeni Türkiye, Y.7, S. 42, 2001, s. 932-938.

 

Türkiye Sigorta ve Reasürans Şirketleri Birliği Faaliyet Raporları, 1997-2002.

URALCAN, G. Şebnem, Sigortacılık Uygulamaları, Eskişehir Anadolu Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi Yayınları, Yayın No:761, 2002.

 

UZUNOĞLU,Sadi Para ve Döviz Piyasaları, Literatür Yayınları, İstanbul, 2003.

 

ÜNAL, Targan, Sigorta Sektörünün Ekonomik İşlevi ve Fon Yaratma Kapasitesi, İstanbul Ticaret Odası yayın No:1994-04, 1994.

 

YAY,Gülsün Gürkan, 1990’lı Yıllardaki Finansal Krizler ve Türkiye Krizi, Yeni Türkiye, Y.7, S. 42, 2001, s. 1234-1248.



[1] Ocak 1994’te MB’nın yüzde 17 civarında yaptığı devalüasyon serbest piyasada döviz fiyatlarının daha da artmasına neden olmuştur.