YIL: 9

SAYI: 98

OCAK 2006

 

 

önceki

yazdır

 

 

 

 Talat SARAL

 

 

  

NE  DEMİŞTİK, NE  OLDU? (1)


Geçen hafta ilgili dosyaları karıştırırken, 3 Şubat 2003 tarihinde Frankfurt’ta Atatürkçü Düşünce Derneği’ nin başkanı, değerli dostum Mahmut Tellli’nin davetlisi olarak verdiğim ‘Kopenhag Zirvesi Sonrasında  Türkiye-AB İlişkilerine Farklı Bir Bakış’ konulu konferansta, AB, Kıbrıs ve GB  için söylediklerimin geniş bir özetine yer veren Hessen Güncel Gazetesi’nin Şubat 2003 sayısına takıldım. O tarihte söylediklerimi, bugün yaşadıklarımız nedeniyle sizlerle paylaşmayı (asla bir övünme vesilesi olarak değil, ‘görünen köy kılavuz istemez’ samimi anlayışıyla) siz değerli okurlarımla paylaşmak istedim.

 

<AB ile ilişkilerimizde tarihi dönemeci oluşturan  Kopenhag Zirvesi’nde (Aralık 2002) alınan kararlarda şapkamızı önümüze koyup  derin derin düşünmemiz gerekir. Mutlaka irdelememiz gereken 3 önemli nokta bulunmaktadır.

 

Bunlardan birincisi,  Aralık 2004’te duruma bakılması ve şartlar yerine getirilmişse geciktirilmeden müzakere masasına oturulması  kararıdır. Bu karar ne kesin bir tarih, ne de yeni bir ray döşemedir. Kesin müzakere tarihini AB belirleyecek. Bunun ölçüsü tıpkı Mondros Mütarekesi’nin 7. maddesinde öngörülen ve işgal edilebilecek stratejik yerleri yalnızca itilaf devletlerinin belirlemesi gibi, AB’nin istediği gibi yorumlayacağı, öyle de yaptığı ‘siyasi’ kriterlerdir. Bu yoruma itiraz hakkımız da yok.

Bu da yetmezse ‘uygulamayı görme’ bahanesi gibi, kapsam ve sınırlarını istedikleri gibi genişletecekleri  bir nedenle bu tarihi ertelemeleri her zaman mümkün.

 

Buna şimdilerde ‘Avrupa kamuoyu Türkiye’yi kabule henüz hazır değil’ türünde riyakarlık kokan, haksız yeni bir gerekçe eklendi.

 

Riyakarlıktır, çünkü sanki müzakereye oturmakla, birkaç yıl içinde üye olacakmışız ve hemen başlatılacak serbest dolaşımla Türklerin Avrupa’ya akın edeceği gibi bir izlenim AB toplumuna verilerek, kamuoyu ürkütülmekte ve sonra bu korku Türkiye’ye ilişkin kararların gerekçesi yapılmaktadır.

 

Haksızlıktır, çünkü AB bütçeleri de gerekçe gösterilerek, en az 2013 yılına kadar Türkiye’nin tam üye olamayacağı açıkça ifade edilmekte, ayrıca Türkiye’yi tam üye yapma gibi bir niyet görülmediği de bir bakıma itiraf edilmektedir. Eğer böyle bir niyet olsaydı, AB ve üye ülke yöneticilerinin öncelikle yapması gereken, Türkiye’nin üyeliği konusunda Avrupa kamuoyunu hazırlamak olmalıydı.

 

Sormak gerekir: Acaba en geç 1986’da Türklere serbest dolaşım hakkı verilmesi kararı alınırken, Avrupa toplumuna mı sorulmuştu?

 

Yine sormak gerekir: 1995 yılında Türkiye ile Gümrük Birliği imzalanırken Avrupa kamuoyunun görüşü alınmış mıydı? Türkiye’nin ısrarlı taleplerine rağmen KADEK’in terörist listesine alınmaması Avrupalıların mı, yoksa AB’nin bir kararı mıydı?

 

Dikkate alınması gereken ikinci konu, Mayıs 2004’te üye olmak üzere Kıbrıs’la 16 Nisanda anlaşma imzalanması olduğudur. Bu üyelik, Annan planı kabul edilirse KKTC’yi de kapsayacak. AB’nin bu kararları Türkiye için ‘GB+’ formülüne yönelme, Kıbrıs için ise Annan planı ile birlikte II. Sevr dayatmasıdır.

 

Ne bu yönelmenin, ne de mevcut şekliyle bu planın kabulü söz konusu olabilir.>  (Sürecek).