..

 

 YIL: 9

SAYI: 99

MART 2006

 

 

önceki

yazdır

 

 

 

 Talat SARAL

 

 

  

DIŞ POLİTİKAMIZIN KIBRIS’TA İFLASI


 Bütün uyarılara rağmen nihayet korkulan oldu ve Kıbrıs politikamızda (daha doğrusu  politikasızlığımızda) en tehlikeli adım atılarak;  AB’nin önce ‘Kıbrıs ek kriter değildirdediği, sonra da sinsice hazırladığı uygun ortamı bulunca, yeni bir kriter olarak bize ısrarla dayattığı Gümrük Biriği Ek Protokolü’nü, Kıbrıs Rum kesimini de içerecek şekilde 29 Temmuzda imzaladık. Böylece AB tam üyelik hayalleri uğruna maalesef;  yalnızca Kıbrıs’ı Girit yapmaya hazır olduğumuzu göstermekle kalmadık, aynı zamanda Rum yönetimini de (üstelik tüm adanın temsilcisi olarak) fiilen tanımış olduk.

 

Bu talihsiz imzanın çok daha ağır ve acı olan tarafı; sırtımızdaki hançer olan Gümrük Birliği Anlaşması yüzünden dış ticaret politikalarımızda Rumları da egemenliğimize ortak etmiş olmamızdır.

 

Ne yazık ki iş bununla da bitmeyecek, müzakere masasına oturmayı (aslında sorgu odasına alınmayı) beklediğimiz 3 Ekim’e doğru Türkiye’ye yönelik baskılar, talepler ve entikalar daha da yoğunlaşacak   ve yayınladığımız ‘tanımıyoruz’ deklerasyonunun sıfırlanması için her yol denenecektir. Tıpkı geçen yıl AB’nin 6 Ekim tarihli ilerleme raporu ve l7 Aralık zirvesi öncesinde bize yapıldığı gibi...

 

Rum kesimini tanımama beyanımızı bu imzaladığımız metinde yapmamış/yapamamış olmamız  onların işini daha da kolaylaştıracaktır. Esasen buna itirazları o sebeple olmuştur ve biz de akıl hocamız İngiltere’nin telkiniyle bunu sineye çektik. Şimdi onlar Türkiye’ye ‘Biz atılan imzaya bakarız, ayrı beyanlar bizi bağlamaz diyeceklerdir. AB’nin karşı deklerasyon hazırlığı, fırsatçı Fransızların gönüllü (aslında rüşvet kokan) Rum avukatlığı ve AB’nin yeni şımarık çocuğu Papadopulos’un veto tehditli yaygaraları bunu gösteriyor. Boşuna dememişler: ‘Asılacaksan, İngiliz sicimi ile asıl...

 

Dahası,  alınan bu karar ve muhtemel  sonrası ile,  Helenizm  ülkemizi güneyden de kuşatmış olacak ve sıra diğer AB dayatmalarına gelecek. Kısacası, ne yönden bakılırsa bakılsın,  imza olayı Türkiye için tam bir felaket habercisi...

 

Bütün bu vahim tehlikelere karşı tek ümidimiz TBMM’dir. Acaba hükümet çoğunluğuna güvenip tarihi sorumluluğuna Meclis’i de ortak mı edecek;  yoksa, l Mart 2001 Tezkeresi’nde olduğu gibi gurubunu oylamada serbest mi bırakacaktır? Bekleyip göreceğiz.

 

Peki, nedir bu Ek Protol, bunu imzalamamız şart mı idi, bütün bunlar ne için ve başka çıkış yolu var mı idi? İşin içyüzünü net olarak görebilmek  için özetle cevaplayalım:

 

1. AB’nin Ek Protokol dayatması, 1963 tarihli Ankara Antlaşması’nın (bu arada aramızda mevcut ve 9,5 yıldır uygulamada olan gümrük birliğinin)  yeni üyelere uyarlanması içindir.Ancak, ilk bakışta gayet masum bir talep gibi görünen bu sinsice planlanmış isteğin, tam bir ibret teşkil eden çok ilginç bir hikayesi de vardır: AB bu talebi yalnızca geçen yıl AB’ye katılan 10 yeni üye (bu arada Kıbrıs Rum yönetimi için ) istemiyor, daha önce üye olmuş  öteki 6 devlet için de talep ediyor. Bu ülkeler 1981’de üye olan Yunanistan,  l986’da üye olan İspanya ve Portekiz ile 1995’te AB’ye giren Avusturya, Finlandiya ve İsveç’tir.

 

2. İşte işin püf noktası ve AB’nin riyakarlığı da buradadır: Sen 24 yıldır, l9 yıldır ve en azından l0 yıldır Ankara Antlaşması’nı yeni üyelerine uyarlamayı bizden isteme, bunu hiç aklına getirme; şimdi, daha dün üye olan 10 yeni ülke için sürekli bunu dayat...Eğer bu gerekli idiyse, şimdiye kadar aklın neredeydi? Bu uyarlamasız 10- 24 sene (gümrük birliğini esas alırsak 9,5 yıl) işler yürüdüyse, şimdi  sorun nerede, acelen neden?

 

Bu soruların tek bir cevabı var: AB’nin fırsatı ganimet bilip, bu yolla Rum kesimini tanımamızı, böylece uluslararası hukuku katledip üye yaptığı Rumları  bir kez daha sırtımızdan ödüllendirmesi ve en büyük günahlarından olan’Kıbrıs Sorunu’nu, asla üye yapmayacağı artık belli olan Türkiye’ye kendi istediği şekilde, havuç politikasıyla çözdürmek istemesi... Başka bir anlatımla; Annan planına %76 ile hayır diyen Rumların tekrar ödüllendirilmesi, buna karşılık AB ve ABD’nin yalan vaadleri, olukla akıttığı paralar ve Ankara’nın telkinleriyle %56’lık evet için Kıbrıs Türklerinin bir kez daha cezalandırılması...

 

Hak, hukuk, adalet, hatta insanlık bunun neresinde? Bu yalın gerçeği göremeyen (veya görüp tavır almayan/alamayan) siyasetimiz ve diplomasimiz kime, neye hizmet eder ve ne işe yarar?..

 

3. Bu protokolü imzalamamız şart değildi. Çünkü, yukarıda sıraladığımız geçmiş tutumlar vardı, Kıbrıs’ta çözümün ek bir kriter olmadığı, Aralık1999 Helsinki Zirvesi’nde dönem başkanlığının bir resmi deklerasyonu ile bize bildirilmişti ve hukuk dışı üye yapılmasına resmen itiraz ettiğimiz, ayrıca tanımadığımız bir ülkeyi (Rumları) bizim tanımamız tehlikesi ufuktaydı.

 

Kaldı ki, AB ile l995’te imzaladığımız Gümrük Birliği Anlaşması, AB tarihinde bir ilktir: Bu toplulukta Gümrük birliğine değil adaylık öncesi,  aday üye olduktan sonra da (tam üye olmadan) girmiş hiçbir devlet yoktur. AB uygulamasında gümrük birliği,  tam üyelikle birlikte veya daha sonradır. ( Örneğin Yunanistan, İspanya ve Portekiz gibi ülkeler, AB’ye tam üye olduktan sonra bile 5-7 yıl süreyle gümrük birliğine ekonomilerinin zayıflığı nedeniyle dahil edilmemişlerdir.) Bu yönüyle, aday ülke bile olmadan gümrük birliğine girişimiz maalesef bizim gönüllü kabulümüze dayanır. Bu nedenle de anlaşmayı yeni üyelere de uygulamamız istenemez.Aksini iddia edenler, AB ile mevcut anlaşmaları teslimiyetçi bir mantıkla çok kötü yorumlayanlardır. Bunlar, 1970 tarihli  Katma Protokol’ün öngördüğü gümrük birliği ile, l995’te imzaladığımız Gümrük Birliği Anlaşması’nı kasıtlı olarak birbirine karıştırırlar.

 

Katma Protokol’un esasta hedeflediği 22 yılda gümrüklerimizin AB’ye karşı sıfırlanması ve 3. ülkeler için de (ekonomimizi de koruyacak) ortak tarife uygulanmasıdır. Ancak bunun; işgücümüzün serbest dolaşımı, alacağımız mali yardımlar ile AB’ye sıfır gümrükle ve kotasız olarak sanayi ürünü ihracatı yapabilmemiz gibi çok önemli karşılıkları da vardı ve bunları AB kısa sürede rafa kaldırmıştı.

 

Bu durumda, esasen aleyhimize işlemeye başlayan Katma Protokol uygulamasını da dikkate alarak, 6 Mart  l995 tarihli Gümrük Birliği Anlaşması’nı (en azından bu çok kötü içeriğiyle) yapmamız gerekmezdi. Üstelik süresi belirsiz, hassas sektörlerimiz için özellikle 3. ülkelere karşı koruma önlemsiz ve ileride Rumların tam üye yapılacağı, AB’nin Aralık l994 Essen Zirvesi’nde resmen açıklandığı halde, bu görünen tehlikeye karşı rezerv hakkından yoksun olarak... Daha da vahim olanı, AB’nin aksine,  idari tasarruf (!) diye  TBMM’ne dahi sunmadığımız bu anlaşma ile  Anayasamızın 6, 90 ve 167/2. maddelerini de  ihlal  ederek...

 

Yunanistan’ın tam üyelik süreci bizim için tipik bir örnek olarak ortadadır. Özellikle son yıllarda düşük döviz kurlarının da etkisiyle hızla artan ithal rantlarının esiri olanlarla AB lobicileri , yukarıdaki acı gerçekleri  ve bu örneği hep gözardı ederler.

 

Bütün bunlara rağmen bize Ek Protokol dayatılıyorsa, yapmamız gereken; gümrük birliğinin bize verdiği ağır zararları (son 9 yılda bu yüzden yalnızca dış ticaret açığımız 184 milyar dolar olmuştur, ayrıntı için bkz. Jeopolitik Dergisi’nin Haziran 2005 sayısındaki incelememiz) ve ekonomimizin durumunu ileri sürerek, Katma Protokolun 60. maddesi uyarınca, diğer tüm adaylarda olduğu gibi gümrük birliğini askıya alıp serbest ticaret antlaşmasına dönmek olmalıdır.

 

Ama 17 Aralık Zirvesi’nde, AB’den sırf bir tarih alma uğruna ve vahim sonuçlarını düşünmeksizin, dayatılan protokolü imzalama sözü ne yazık ki verilmişti. Bize tam üyelik yolunu kesin olarak kapayan AB’nin 17 Aralık kararlarına da resmen itiraz etmiştk. Ancak, daha önceki gibi bunun da cevabını beklemeden, üstelik ‘nihai çözüm olmadan imzalamayız’ dediğimiz halde ve 3 Ekim’e daha 2 ay varken imzayı maalesef atıverdik.

 

Bu çok riskli kararla da 22 yıldır tüm engellere rağmen yaşattığımız KKTC’yi de ölüm döşeğine yatırmış olduk...Hangi KKTC’yi? Şimdilerde daha yoğun olarak  tanınması için  dost ülkelerden yardım istediğimiz ve insanlık suçu ekonomik ambargoların kalkması için çaba gösterdiğimiz Türk ülkesini... Bu ne yaman bir çelişkidir, ne büyük bir dış politika perişanlığıdır!..

4. Bütün bunlar AB’ye tam üye olma hayali ve bu yolda 2 ay sonra müzakere masasına oturmak ümidi içindir. AB tarihinde ilk defa bize uygulanacağı resmiyet kazanan ‘Tam üyelüği asla garanti etmeyen,  ucu açık  müzakerelerin yeni çerçevesiyle ( ki bu yeni çerçeve tuzağı her konu başlığında Rumları defaatle karşımıza dikmek için AB kurnazlarınca icat edilmiştir) ve kalıcı  kısıtlamalarla önümüzün çok sık olarak kesileceği ve veto yetkisiyle de aşırı şımartılmış bir avuç Rumun önünde  sürekli mahkum gibi oturacağımız’ şimdiden belli olan bu müzakerelerle Türkiye’nin varacağı yer ise; ‘AB limanına temelli demir atarak  (ancak asla rıhtıma yanaşamayarak ve karaya adım atamayarak) onların arka bahçesi/sömürgesi olmak’tan ibaret kalacaktır. Üstelik Kıbrıs’ı ve diğer tüm dayatmaları da kabul etmiş olarak...

 

Bunun vebali ve siyasi sorumluluğu çok ağırdır. Kararın TBMM’nin onayına sunulması sadece bir politik taktiktir. Bu taktik sorumluluğu ortadan kaldırmaz, aksine şu büyük çelişkiyi de yaratır: Yasama organınca esas onaylanması gereken 1995 tarihli Gümrük Birliği Anlaşması’nı  şimdiye kadar TBMM’ne sunmamış olmak, ancak tali/ek bir işlem olarak onun  yeni üyelere uyarlanmasını yasama organına getirmek... İşin bu akıl almaz yönü ve söz konusu anlaşmanın Anayasamıza aykırılığı acaba düşnüldü mü?..

 

5. Türk milleti bu zillete asla katlanamaz. Gaflet uykusundan derhal uyanmalı, 40 yıllık Kıbrıs politikalarında, siyasi slogan yaratma sevdası uğruna yapılan  büyük yanlışlardan tez elden dönülerek, Rum kesiminin tam üyeliğine karşı Uluslararası Lahey Adalet Divanı’na acilen başvurmalı ve gümrük birliğini de masaya yatırmalıyız. (AB yetkililerinin ‘liman ve havaalanlarınızı Rumlara açmazsanız, biz de 36 konu başlığından biri olan gümrük birliğini gündemden çıkarırız’ yolundaki sözleri büyük bir yavuz hırsız oyunudur.   Bu taktikle en haklı olduğumuz ve son 10 yıldaki tüm ekonomik, hatta siyasi krizlerin temelini oluşturan sırtımızdaki hançer misali Gümrük Birliği Anlaşması’nı masaya getirmemizi önlemek/geciktirmek istiyorlar. Bunu yapmaları  halinde, bizim de gümrük birliğini askıya almamz,  artık bir gereklilik olmaktan çıkar, kaçınılmaz bir zorunluluk olur.)  

 

Sorumluluk yalnızca hükümetin değil, tüm kurumların, tüm siyasi partilerimizin ve Türk halkınındır.

Bu nedenle, milli iradenin gerçek temsilcisi olarak TBMM mutlaka bu kararı reddetmeli ve konu bize dayatılan 17 Aralık kararları ile birlikte referanduma götürülmelidir. Eğer ‘Halkın%70’i  AB’yi istiyor’ deniyorsa, bundan neden çekiniliyor? Yoksa, Türkiye’ye yönelik malum AB dayatmalarının  ve Kıbrıs facıasının türban kadar önemi yok mu?...

 

Sonuç: Özellikle AB’deki son referandumlarla Türkiye’ye biçilen kaftanımsı kefeni bile bile, sırf sözde müzakerelere başlama görüntüsü verme uğruna masaya oturmak ve bu amaç için herşeyi sineye çekerek aşağıdan almak; hayal ötesi  iyimserleri, AB lobicilerini ve beynini AB’ye kiralamış sözde aydınları çok sevindirir, ama Türk milletinin büyük çoğunluğu (geçmiş acı deneyimlerin ışığında), ardından gelecek felaketlerin bilinciyle bunu asla istemez. Milli iradenin gerçek temsilcilerinin  milletin sesine kulak vereceğine inanıyoruz.