|
|||||
|
KÜRESELLLEŞME SÜRECİNDE, FİNANSAL SERBESTLEŞMENİN GELİŞMEKTE OLAN ÜLKELERE ETKİLERİ Özet Küreselleşme sürecinde gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler birbirine benzer politikalar uygulamaya başlamışlardır. Bunlardan birisi de uluslararası kurumların desteği ile uygulanan finansal serbestleşme politikalarıdır. Gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde aynı amaçla uygulanan politika, ekonomik, kültürel farklılıklar nedeniyle farklı sonuçlar doğurmuştur. Bu makalede, özellikle gelişmekte olan ülkelerde finansal serbestleşmenin yoksulluk üzerindeki etkisi ele alınmaktadır. Öncelikle, finansal serbestleşme-büyüme ilişkisi ele alınmış, sonra finansal serbestleşmenin gelişmekte olan ülkeler üzerindeki etkileri açıklanmıştır. Gelişmekte olan ülkelerin uyguladıkları politikalarda, finansal serbestlik dışsal bir zorunluluk biçiminde değerlendirilmektedir. Anahtar Kelimeler: finansal küreselleşme, finansal serbestleşme, gelişmekte olan ülkeler
Abstract THE EFFECTS OF FINANCIAL LIBERALIZATION ON DEVELOPING COUNTRIES IN THE PROCESS OF GLOBALIZATION
In the process of globalization, both developing and developed countries have converged to similar policies, based on financial liberalization, implemented by the support of international institutions. Though implemented to attain the same purpose in both developed and developing countries, this policy produced different results because of economic and cultural differences. This paper deals with the effects of financial liberalization on developing countries. We first discuss the relationship between financial liberalization and economic growth, then we try to explain the effect of financial liberalization on developing countries. Economic policies of developing countries, especially financial liberalization turn out to be an external requisite. Key Words: financial globalization, financial liberalization, developing countries
1. GİRİŞ Günümüz dünyasında farklı ülkeler ve ülke grupları, giderek birbirine benzeşen bireysel ve toplumsal özellikleri ile bir bütünleşme içine girmişlerdir. Ülkeler küreselleşmenin nimetlerinden yararlanmasalar bile küreselleşmenin getirdiği olumsuzluklardan farklı derecelerde de olsa etkilenmektedirler. Bu nedenle Hirst ve Thomson’ın belirttiği gibi, “küresel ekonomi, ulusal ekonomilerin ve ulusal politikaların zaman içinde yerini almaktadır” (Hirst ve Thomson, 1998: 231). Bu çalışmada, konuyu basitleştirebilmek için; siyasi, hukuki, kültürel, sosyolojik küreselleşmeler incelemeyecek sadece finansal küreselleşme incelenecektir. Gelişmekte olan ülkeler, kalkınma amaçlarına ulaşabilmek için finansal küreselleşme sürecine katılmışlardır. Bu ülkeler başlangıçta, kısa vadeli yükümlülüklerini uzun vadeliye dönüştürmek için, uluslararası bankacılık sektöründen borç almışlardır. Ancak, uluslararası sermaye piyasalarındaki bu eğilim aynı zamanda, gelişmekte olan ülkelerin ekonomilerinde bazı sorunların doğmasına neden olmaktadır. Bunlardan ilki uygulanan politikaların yarattığı istikrarsızlık diğeri krizlerdir. Uluslararası sermaye hareketlerinin makro ekonomik politikalara, bankacılık sistemine ve beklenmedik politik ve ekonomik gelişmelere karşı aşırı duyarlılığı nedeniyle gelişmekte olan ülkeler, yurtiçi finansal piyasaların organizasyonuna ve geliştirilmesine önem vermiştir. Finansal piyasaların, kalkınma için gerekli olan hizmetlerin sunumuna katkıda bulunmasına çalışılmıştır.
2. FİNANSAL SERBESTLEŞME Küreselleşme, çok boyutlu ve farklı disiplinlerin kendi perspektifleri ile tartıştıkları bir olgudur. Ekonomik perspektif bağlamında bile küreselleşmenin, finans, üretim ve ticaret alt kategorileri ile değerlendirildiği gözlenmektedir (Bayraktutan, 2003: 185; Bayraktutan, 2004: 154-155). Finansal küreselleşme finansal piyasaların biribiriyle entegrasyonudur. Gelişmiş ülkelerde, iletişim ve elektronik teknolojilerindeki hızlı gelişim, sermaye hareketlerini düzenleyen kuralları serbest hale getirmeleriyle finansal küreselleşme başlamıştır. Bankacılık, sermaye piyasası ve sigortacılık gibi alt piyasalarda da sınırlamalar kalkmaya başlamıştır. Finansal serbestleşme; özellikle gelişmekte olan ülkelerin, gelişmiş ülkelerin uluslararası finansal faaliyetlerini kendi ülkelerine çekmek için finans sistemi üzerindeki denetim ve kısıtlamaları kaldırdığı ya da azalttığı yeniden düzenleme uygulamaları ile ekonomilerin uluslararası sermaye akımlarına açılma süreci olarak ifade edilmektedir. Finansal serbestleşme politikaları, gelişmekte olan ülkelerin büyük bir kısmında uluslararası kurumların desteği ile uygulanmıştır. Özellikle IMF ve Dünya Bankası gibi kuruluşlar yeni sistemi genişletmeye çalışmışlardır. Bu nedenle “gelişmekte olan ülkelerde, finansal sistemin büyümeyi istikrarlı bir şekilde sağlayabilmesi için gerekli olan kurumsal değişiklikler nelerdir?” sorusunu tartışmak yerine “finansal serbestleşme yapılmalı mıdır?” çalışmalarına önem verilmiştir. Gelişmekte olan ülkelerde, 1970’li yıllarda McKinnon (1973) ve Shaw’ın (1973, 212) liberal görüşlerine uygun olarak finansal kalkınma ve büyüme arasında mekanik bir bağ kurulmuş; pozitif faiz oranlarının; finansal kurumların, tasarrufları yatırımlara dönüştürmeye aracılık etme fonksiyonu sayesinde kurumlaşmaya yol açacağı savunulmuştur. McKinnon ve Shaw (1973, 76-77), finansal baskının ekonomik büyümeyi engellediğini ve gelişmekte olan ülkelerde asıl sorunun yatırımların azlığı değil tasarruf eksikliği anlayışını öne sürmektedirler. Bu nedenle ekonomik büyüme için, banka kredileri üzerindeki sıkı kontrollerin kaldırılmasıyla faiz oranı serbestleşerek artacaktır. Reel faizlerin artışı, tasarruf–yatırım hacimleri arasında pozitif korelasyonu ortaya çıkaracaktır. McKinnon ve Shaw Hipotezi (1973: 76-77), tutarlı, teorik bir çerçeveye sahip olmakla beraber ülkelerin, politik ve kültürel şartları göz ardı edilmiştir. Makro ekonomik açıdan verimlilik, enflasyon ve büyüme yönleri eksiktir. Kurumsal olmayan (informal markets) finansal piyasalara gereken önem verilmemiş, bu sektörlerin iyi bir organizasyonla yatırımların finansmanında başarılı olabilecekleri önemsenmemiştir. Finansal küresellleşme ve finansal serbestleşmeye yapılan eleştirilere rağmen, gelişmekte olan ülkelerin bu politikadan uzak durması mümkün değildir. Çünkü, para birimlerinin konvertibilite dereceleri düşük olan gelişmekte olan ülkeler yabancılara olan tüm borçlarını yabancı para cinsinden ödemek zorundadırlar. Dolayısıyla, ihracat yapabilen sektörlerin küreselleşmesine öncelik verilmelidir. Yabancı fonlar, sadece ihracat kapasitesini artırmak için kullanılmak zorundadır. Aksi durumda kredinin geri ödenmesi projenin performansına bağlı olmaktan çıkar. Sermayeyi kendine çekebilecek düzeyde olan ülkeler fon bulabilirler. Bankalar ve şirketlerin serbestçe borçlanmasına, yabancı paraların tutulmasına, bankaya yatırılmasına izin vermeyen ülkeler, fon bulmakta zorlanırlar. Özellikle gelişmekte olan ülkelerde, yabancı fonların miktarı uluslararası pazarlanabilir varlıkların büyüklüğü ile ilişkilidir. Kar elde etme olanağı artıkça, yabancı sermaye miktarı da artacaktır. Eğer beklenen getiri gerçekleşmezse, ihracat sektörünün gelirleri de otomatik olarak azalacaktır. Kredinin geri ödenmesinde sorunlar yaşanmaya başlamasıyla kredi riski de artacaktır. Finansal serbestleşme ile birlikte gündeme gelen bu sorun finansal kurumların gerekli düzenlemelerden yoksun olmasıyla riskin yükselmesine neden olacaktır. Faiz oranlarının artışı ile birlikte rekabet içindeki finansal kurumlar yüksek faizleri finanse edebilmek için getirisi ve riski yüksek alanlara yatırım yapmak zorunda kalacaklardır. Bu süreç önce finansal yapının ve denetimin eksik olduğu banka sektöründe yüksek riskli portföyler oluşturacaktır. Devamında ise kurda riske neden olacaktır. Ülkelerarası sermaye hareketlerinin son derece yoğun olduğu, dolayısıyla ekonomik ve siyasal bağların da çok kuvvetli olduğu günümüzde, küreselleşme ile birlikte kriz yaşama potansiyelini de artırmaktadır. Ekonomik olarak en küçük ülkede ortaya çıkan kriz bile, dünya ekonomisindeki istikrarı bozmaktadır. Bozulan bu istikrar sonucunda kriz hızla yayılarak derinleşmektedir. Uluslararası ekonomide, sorunlar yaşanmasının nedenlerinden birisi de bazı ülkelerin, eksikliklerine rağmen çok erken liberalleşme gayretlerine girdikleri için finansal krizler yaratmalarıdır (Arestis, 2002). Yaşanan bu krizler en fazla yoksul kesimi etkilemektedir. Finansal gelişme ve etkilerinin ekonomik büyüme ve gelişme üzerindeki etkileri inkar edilemez. Bu etkilerle ilgili, büyüme, finans ve uluslararası iktisat alanlarında çok sayıda çalışma bulunmaktadır. Ancak, finansal serbestleşmenin yoksulluk üzerinde etkilerini açıklayan çalışmalar daha azdır. Gelir kaybına uğrayabilecek nüfus gruplarını korumaya yönelik politikaları olmayan bir liberallleşme gayreti, yaşam koşullarını özellikle yoksullarınkini daha da kötüleştirebilir. Ödemeler dengesi ve bankacılık krizlerini kapsayan finansal krizler, resmi ve özel sektör kazançlarını azalttığından dolayı, işsizlikte artışı ortaya çıkarır. İşten çıkarılmalar Agenor’un hipotezinde “emek biriktirme” olarak vurguladığı gibi (Agenor, 2002: 7-9) çoğunlukla işini ilk kaybedenler vasıfsız (yoksul) işçiler olmaktadır. Göreli fiyatlardaki değişiklikler, krizler yoluyla gelir dağılımı üzerinde etkiler yaratır. Faiz oranlarındaki ve mülk fiyatlarındaki değişim, özellikle yüksek faiz oranları, finansal serbestleşmeyle birleşince yoksulları olumsuz etkilerken, zenginleri ödüllendiren yeniden dağılım etkisine sahiptir. Kriz sonrası mali politikalarda daraltıcı uygulamalar, yoksulların zorunlu hizmetlere ulaşmasını engelleyerek zengin fakir uçurumunun oluşmasına neden olabilir. Bu nedenle finansal serbestleşme sürecinde ülkenin finansal krizlerle kırılganlığını etkileyebileceği dikkate alınmalıdır. Finansal liberalleşme kavramını Kaminsky ve Schmukler, çok boyutlu olarak tanımlamışlardır (Schmukler, Kaminsky, 2002, 7). Finansal serbestleşmede sermaye hesabının serbestleştirilmesi; finansal kuruluşlar ve finansal olmayan şirketlerin offshore fonları, çoklu döviz kuru piyasaları ve sermayenin akımı üzerindeki kontroller üzerindeki düzenlemelerdir. Tam liberal bir sermaye rejiminde, bankalar ve şirketlerin dışarıdan serbestçe borçlanmasına izin verilir. Bu şirket ve bankalar resmi kurumları bilgilendirebilir. Ama çoğunlukla bunlara otomatik izin verilir. Her bir döviz kuru ve sermaye hesabı işlemi için özel bir döviz kuru yoktur. Aynı zamanda, sermaye yurt dışına tranferi için de bir sınırlama yoktur. Tam liberal bir menkul kıymetler borsasında, yabancı yatırımcıların yerel fonları tutması konusunda herhangi bir kısıtlama olmamaktadır. Kaminsky ve Schmukler (2002, 12), gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler için finansal liberalleşmeyle ilgili çalıştıkları endeksler sonucu, tam bir finansal serbestleşme, sektörlerin 2/3’ünün tam, 1/3’ünün kısmen serbestleşmesiyle gerçekleştiğini kabul etmişlerdir. Finansal liberalleşme süreci, 1970 ve 1980’li yıllardan başlamak üzere iki aşamadan oluşmaktadır. İlk aşama, (1970’li yılların başında) gelişmiş ülkelerde, özellikle G-7 ülkeleri, öncelikle borsalarını liberalleştirmişlerdir. 1980’li yıllardan itibaren, baskı altında tutulan yerel finans sektörü ve daha sonra sermaye hesabı serbestleştirilmiştir. Gelişmiş ülkelerin hepsi 1990’lı yılların başlarında sermaye hesabının liberalleşmesini tamamlamışlardır. Gelişmekte olan ülkeler ise yerel finans sektörünü, sermaye hesabıyla beraber 1970’lerde serbestleştirdiler. Ama borsayı yabancı yatırımcıya açmadılar. Bu dönem 1982 borç kriziyle sona erdi. 1980’li yılların sonlarına kadar özellikle sermaye hesabı kontrolü gibi kontroller yeniden getirildi. 1990’ların başında gelişmekte olan ülkelerde yerel finans sektörü ve borsalar yeniden düzenlendi (Schmukler, Kaminsky: 2002: 57).
3. FİNANSAL SERBESTLEŞME VE GELİŞMEKTE OLAN ÜLKELER Finansal serbestleşmenin gelişmekte olan ülkeleri nasıl ve ne kadar etkileyeceği konusunda bir fikir birliği bulunmamaktadır. Bu konuda geliştirilen finansal serbestleşme hipotezinin de eksik tarafları eleştir konusu olmuştur. McKinnon (1973: 110) ve Shaw (1973: 82) çalışmalarında finansal liberalleşme ve büyüme arasındaki ilişkiyi incelemişler ve finansal liberalleşme teorisini geliştirmişlerdir . Bu teorinin varsayımları şunlardır: · Tassarruf, mevduat reel faiz oranının artan bir fonksiyonudur. · Yatırım ve çıktı için reel büyüme, reel borçlanma faiz oranının azalan, ekonomik büyümenin artan bir fonksiyonudur. Bu teoriye göre, yatırım fırsatlarının bol, ancak finansal sistemin baskı altında olduğu bir ortamda daha yüksek ve etkili yatırımın anahtarı, tasarruf sahibine getirilerin artmasıdır. Uygulanan ilk baskıyla nominal faiz oranları düzenlenmiş ve böylece reel faiz oranları denge düzeyinin altında tutulmuştur. Düşük faiz oranları döviz tüketimini cesaretlendirirken, tasarruflardan vazgeçirmektedir. Borçlanma faiz oranlarına getirilen tavan, yatırım projelerinin etkinliğini azaltmaktadır. Artan reel faiz oranlarını izleyen tasarruf artışına benzer olarak faiz oranı tavanındaki oynamalar da tasarruf artışına yol açar. Yatırımların artan etkinliği çıktıyı artırırken, tasarrufları da daha fazla artırır. Prasad yaptığı çalışmalarda; yoksul bir ülkenin finansal bütünleşmesinin, sermaye girişi ve getirisini artıracağı, daha sonra risk dağılımıyla risk priminin azaltıp sermaye maliyetini düşüreceği sonucuna varmıştır. Teknoloji transferi ve uzman yönetim toplam verimliliği artırarak ekonomik büyümenin artmasına yardımcı olabilir (Bkn. Prasad vd:2003: 10). Gelişmekte olan ülkelerde finansal düzenleme, finansal aracılar arasında artan rekabet nedeniyle baskı dönemlerinde kısıtlanan birimlerden borçlanmayı artırmaktadır. Bu durum tasarrufların azalmasına neden olabilir (Bayoumi,1993). Finansal serbestleşmenin gelişmekte olan ülkelerdeki mevcut tasarruf üzerindeki etkisini inceleyen çalışmaların bir çoğu gerçek faiz oranları ve toplam tasaruf arasında önemsiz seviyede bir ilişki bulmuşlardır[1]. Döviz piyasalarındaki serbestleşme büyük miktarlarda sermaye girişine neden olabilir. Bu da reel gelirde artmaya neden olabilir. Ancak gelir etkisi ikame etkisine hakimse, faiz oranlarının serbest bırakılması, tasarruflardan vazgeçilmesine neden olabilir. Borsanın serbestleşmesi, toplam tasarruflar üzerindeki etkisinin belirsiz olmasına rağmen, daha geniş aralıkta tassarruf araçları kullanılmasını ve fonların kamu finans kesiminden özel sektöre geçmesini sağlar (Bandiera vd. 2000: 239 -263). Finansal serbestleşme teorisini, Keynesyen modeller de eleştirmektedir. Mevduat faiz oranlarındaki artış, marjnal tasarruf eğilimini artırır, toplam talebi azaltır. Toplam talep ve çıktı düşerse, karlılık toplam talebi azaltır. Karlılık oranı ve yatırımlar düşer. Dolayısıyla, baskıcı rejimlerde yatırımlar, finansal açıdan serbestleşmiş ekonomilere göre daha yüksektir (Burkett ve Dutt, 1991: 127). Keynesyen görüşün vardığı sonuca göre liberalleşmenin faydadan uzak olduğu görünmektedir. Gerçekten burada “ters nedensellik” olabilir. Finansal serbestleşmenin ekonomik büyümeye neden olmasından ziyade, hızlı büyüyen ekonomiler, ekonomilerini liberalleştirmeyi tercih edebilirler. Gelişmekte olan piyasalarda, yabancı katılımcıların girişine yönelik korumaların kaldırılmasından önceki ve sonraki durum incelendiğinde, ortalamadan daha fazla büyüme oranına ulaşmışlardır. Bekaert, Harvey ve Lunbad’ın yaptığı araştırmaya göre liberalleşmenin ekonomik büyüme üzerindeki etkisi %0.7- 1.4 arasındadır. Ayrıca bu etki ülkedeki eğitim düzeyi yükseldikçe daha da artmaktadır (Bekaert vd, 2000). Finansal liberalleşme ve büyüme arasındaki ilişkiyi araştıran çok sayıdaki çalışmada, aynı büyüme modeli kullanılsa bile farklı dönemler ve farklı tahmin yöntemleri kullanılması nedeniyle farklı sonuçlara ulaşılmaktadır[2]. Yönetim, hukuk kuralları gibi farklılıklarla da açıklanabilen kişi başına düşen gelirin nitelenmesi ve incelenmesi sorun olmaktadır. Diğer bir sorun hangi ekonomik büyümenin yoksullara fayda sağladığıdır. Ekonomik büyümenin doğrudan sağladığı fayda yadsınamaz. Büyümeyle değişen gelir dağılımının tekrar nasıl dağıtıldığı önemlidir. Bunun yanında, yoksullar için yeni fırsatlar yaratılması ve bazı gelirlerin aktarılması gereklidir. Yoksulların yaşadığı bölge ve yoksulların sahip olduğu üretim faktörlerine ayrıcalıklı davranılmalıdır. Büyümenin, vergiler, transfer harcamaları ve kamu harcamaları gibi yeniden dağılım yoluyla fayda sağlayan politikalarının olumlu etkilerini görmek mümkündür. Ekonomik büyüme ve yoksulluk arasındaki ilişkiyi araştıran Dollar ve Kraay (Dollar ve Kraay, 2002: 239) kişibaşı GSMH’daki tüm artışlarla beraber yoksulların gelirlerinin de artığını ve bu gelir artışının (inanışın aksine) zengin- fakir ülkelerde farklı olmadığını bulmuşlardır. Yaptıkları araştırmaya göre, yoksulluk -büyüme ilişkisi 1960-70’lerden 1980-90’lara değişme göstermiştir. Yüksek bir ortalama gelir artış oranı, yoksulluğun ortalama gelir artışına karşı duyarlılığının yüksek oluşu ve birbiriyle ilişkili gelirde yoksulluğu azaltan büyümenin yoksulluk artışının lehine kaynaklar olarak kabul etmişlerdir.
TABLO 1: ORTALAMA BÜYÜME ORANLARI (%)
Kaynak: Dünya Bankası, David Dollar and Aart Kraay,2002
Finansal serbestleşme süreci, borç alanlarla tasarruf sahiplerine yeni seçenekler sunmasına karşın, finansal kurumların yoksullara kredi vermesi, yüksek izleme maliyetleri gibi nedenlerle tercih edilmemektedir. Kredi verirken sosyal uzantılar yerine karlılık oranlarını tercih ederler. Finansal serbestleşmeyi savunanlar ise bu süreçte giriş engellerinin kalkmasıyla rekabet ve finansal derinliğin artacağından bankaların kredi arzının da artacağını dolayısıyla yoksul kesime hizmet sunumunun gelişeceğini ileri sürmektedirler. 2002 yılında Jalilian ve Kirkpatrick 26 gelişmekte olan ve 16 gelişmiş olan toplam 42 ülkeyi kapsayan araştırmalarında, finansa gelişmedeki bir birimlik değişimin, yoksulların gelir oranındaki artışı %0.4 oranında değiştirmektedir. Gelişmekte olan ülkelerde, makro ekonomik istikrarsızlık ve finansal kurumların düzenlemesinde eksiklik nedeniyle, mevduat olanakları talebi ve tassarruf arzı düşüktür. Tasarruf olanakları arzı, düşük ölçek ekonomilerinden dolayı ve kredi risklerinin değerlendirilme- izlenme zorluğu nedenleriyle yüksek maliyetlerle çalışmak zorundadır. Bu nedenlerden dolayı yoksul kesim sistemin dışında kalmaktadır. Gelişmekte olan ülkelerde, liberal politikalara hazırlıksız geçilmesi büyük oranda zayıf kuruluşların ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Bu da sistemde sorunlar yaratarak krizlere neden olmaktadır. Yaşanan bu krizler en fazla yoksul kesimi etkilemektedir. Gelişmekte olan ülkelerde görülen hızlı ve yüksek oranlı sermaye girişi ve çıkışı nedeniyle, faiz oranları ve döviz kuru gibi makro ekonomik değişkenlerin dalgalanması artmaktadır. Dış borç kontrolü zorlaşmasıyla dış borç krizleri ile karşılaşılmaktadır. (Stiglitz, 2000). Finansal serbestleşmenin yoksullar için krediye ulaşması konusunda yapılan çalışmalarda da bulgular olumsuzdur. Bandiera’nın Euler eşitlik tahminlerine göre, gelişmekte olan Türkiye, Zimbabwe, Gana, Endonezya, Şili, Meksika, Kore olmak üzere sekiz ülkenin resmi finans sektöründe finansal serbestleşmenin, yoksulların kredi kullanılabilirliği konusunda küçük bir etkisi olduğunu bulmuştur (Bandiera, 2000). Bu nedenle gelişmekte olan ülkelerde yoksulların krediye ulaşımını artıran politikalar uygulanmalıdır.
4. SONUÇ 1970’li yıllardan itibaren finansal politikalar ile ekonomik büyüme arasındaki ilişki tartışılmaktadır. Uluslararası Para Fonu ve Dünya Bankası, gelişmekte olan ülkelerde uyguladıkları politikalarda, finansal yeniden yapılanmaya önem vermişler; bu amacı gerçekleştirmek için finansal serbestliği vurgulamışlardır. Finansal serbestlik bir zorunluluk haline gelmiştir. Ancak, uygulanan politikalar her ülkede aynı sonucu vermemiş, bundan da en fazla gelişmekte olan ülkerdeki yoksul kesim etkilenmiştir. Geçiş sürecinde, finansal kurumların gerekli düzenlemelerden yoksun olması ve yeterli dikkat gösterilmemesi nedeniyle başarı oranı düşmüştür. Gelişmekte olan ülkelerde, makro ekonomik istikrar sağlandıktan sonra finansal kuruluşları denetleyen ve düzenleyen bir kuruluşun varlığı, sistemin daha düzenli ve güvenilir çalışmasını sağlamaktadır. Finansal baskı arzulananmamakla birlikte, özellikle yoksullar açısından, literatür bize tam serbestleşmenin her zaman sağlıklı olmadığını göstermektedir. Yetersiz düzenleme ve denetleme, finansal kuruluşların daha fazla risk almasını teşvik etmekte, bu da ekonomik genişlemeye rağmen krizler ve yetersizliklerin ortaya çıkmasına neden olmaktadır. |
Kaynakça
Agenor, Pierre-Richard, (2002) “Macroeconomic Adjustment and The Poor:
Analytical Issues and Cross- Contry Evidence”, Policy Research Working
Paper No. 2788, Washington, DC: The World Bank., pp. 7-9
Alkin,Erdoğan,(1987), “Gelir ve Büyüme Teorisi”, İ.Ü. Yayın No: 2751, İktisat Fakültesi Yayın No: 517, İstanbul.
Arestis, Phillip and Gickman,(2002), “Financial Crises in Southeast Asia: Dispelling Illusion the Minskyan Way”, Cambridge Journal of Economics, Vol. 26, No. 2, pp. 237-260.
Bandiera, Oriana, Gerard Caprio, Patrick Honohan and Fabio Schantarelli, (May2000), “Does Financial Reform Raise or Reduce Saving?” The Review of Economics and Statics, Cambridge Vol. 82, No. 2, pp. 239-263.
Bayoumi, Tamim, “Financial Deregulation and Hosehold Saving, (Nov 1993) ”The Economic Journal, Vol. 103, No. 421, pp. 1432 -44.
Bayraktutan, Yusuf,(2003), “Küreselleşme: Kurumsal Performans (İkinci En İyi’ye Dayalı Kurumsal Altertanif Denemesi)", (Güz), ss. 185-194.
Bayraktutan, Yusuf, (2004), “Global Ekonomide Bütünleşme Trendleri: Bölgeselleşme ve Küreselleşme”, 2. Baskı, Nobel Yayınları, Ankara.
Bekaert, Geert, Campbell R. Harvey and Christian Lundbad, (2000), “Emerging Equity Markets and Economic Development”, Journal of Development Economics, Amsterdam: Dec 2001. Vol 66, Iss. 2, p 465
Burkett, Paul and Amitava Krishna Dutt, (1991), “Interest Rate Policy, Effective Demand and Growth in LDCs”, International Review of Applied Economics, Vol. 5, No. 2, pp. 127 -154.
Cho, Yoon Je and Deena Khatkhate, (1990), “Financial Liberalisation: Issues and Evidence”, Economic and Political Weekly, May.
Cole, D. and Park C, (1983), Financial Development in Korea 1945-1978, Mass:Harvard Universty Press.
Ghate, P,B. (1988), “Informal Credit Markets in Asian Developing Countries” Asian Development Review, 6,1, pp. 64-88.
Giovannini, Alberto, (1983), “The Interest Elasticity of Savings in Developing Countries: The existing evidence”, World Development, Vol. 11, No. 7- July, pp. 601 - 607
Dollar, David and Aart Kraay, (2002), “Growth is Good for the Poor”, Journal Of Economic Growth, Vol. 4, pp. 239-276.
Fry, Maxwell J., (1995), “Money, Interest and Banking in Economic Development”, 2. ed., Baltimore: Johns Hopkinks University Press
Hermes, Niels, (1994), “Financial Development and Economic Growth: A Survey of Litearutere”, Internetional of Development Banking, 12 (1), pp. 3 -22.
Hiç,Mükerrem, (1992), “Para Teorisi ve Politikası”, Menteş Kitabevi, İstanbul.
Hirst Paul and Thompson Grahame,(1996), “Küreselleşme Sorgulanıyor”, Dost Kitabevi, Ankara.
Prasad, Eswar, Rogoff Kenneth, Sang –Jin Wei and Ayhan Köse, (2003)“Effecets of Financial Globalization on Developing Countries: Some Emprical Evidence”, IMF Board Document, Washington, DC: IMF.
Schmukler, Sergio L., and Kaminsky Graciela Laura, (2002), “Sort Run Pain, Long –Run Gaiz: The Effect of Financial Liberalization”, IMF Working Paper WPS 2912 – 2002/10 Washington, DC: IMF.
Seyidoğlu, Halil,(1998), “Uluslararası İktisat Teori, Politika ve Uygulama”, Güzem Yayınları, İstanbul.
Shaw, Edward S.,(1973), “Financial Deepening in Development”, New York: Oxford University Press.
Stiglitz, J.E.,(2000), “Capital Market Liberalization, Economic Growth and Instability”, World Development, 28 (6), 1075 -1086.
Williamson John,(1993), “Democracy and the Washington Consensus”, World Development, Vol. 21, No. 8August, pp. 1329 -1336.
Yentürk, N.,(1997), “Finansal Serbestlik ve Makroekonomik Dengeler Üzerindeki Etkiler”, İktisat Dergisi, Sayı: 366-367, (Mayıs), ss.55-64.
[1] Giovanni (1983), Dünya Bankası’ndan Cho Ve Khatkhate (1990) yaptıkları araştırmayla şu sonuca varmışlardır. “Kapsamlı ve genellemeye yönelik bir şekilde veya ölçülü ve yavaş bir şekilde olsa da finansal reformla serbestleştirilen ülkelerdeki mevcut tasarruf ve yatırım faaliyetlerinde önemli bir fark yaratmış olduğu gözükmemektedir. Yakın zamana kadar baskıcı politikaların ortadan kaldırılmasının tasarrufları artıracağına inanılmaktaydı. Beş Asya ülkesinin finansal serbestleşme deneyimine ilişkin yapılan çalışmada; tasarruf kararlarının bir kaç etken tarafından belirlendiğine ve tasarruf ve gerçek faiz oranları arasındaki ilişkinin belirsiz olduğunu ifade eden çıkarıma destek sağlamaktadır.”
[2] Bu konu ile ilgili olarak Fry 61 gelişmekte olan ülkeyi incelediği kitabına(1995), Williamson(1998) ve Hermes (1994)’e bakınız.