YIL: 10

SAYI: 116

AĞUSTOS 2007

 

 

önceki

yazdır

 

 

  Yrd.Doç. Mehmet Emin ERÇAKAR

 

  

TÜRK TARIMININ DURUMU VE YABANCI SERMAYE KULLANIMI


Özet

Bu çalışma, gelişmekte olan ülkelerden biri olan ülkemizdeki tarım kesiminin genel yapısına, olumlu ve olumsuz taraflarına ışık tutmaya çalışmaktadır. Ayrıca ülkemizin tarımsal potansiyelini oluşturan sermaye yapısındaki doğrudan yabancı yatırımların durumu incelenmektedir.  Ancak görünen  odur ki ülkemize tarıma yönelik gelen yabancı sermaye oldukça düşük seviyelerde ve tarımımız pek çok yapısal sorun içerisinde boğulmaktadır. Oysa tarım kesiminden sanayiye olan destek; hammadde, işgücü ve sanayi ürünlerine talep yaratma gibi katkılar sağlayabilmektedir.

 

Anahtar Kelimeler: Tarım Ekonomisi, Tarımsal Kalkınma, Kırsal Kalkınma.

 

 

Abstract

The main goal of this study is to investigate our country which is one of the developing countries with its agricultural potential advantages and disadvantages. Besides agricultural potential of  Turkey is investigated for foreign direct investment on agriculture. But foreign direct investment related to the agriculture in Turkey is insufficent and has a lot of problems. In fact, the agricultural sector supplies our industry with raw materials, employment, the demand of industrial products etc.

 

Key Words: Agricultural Economics, Agricultural Development, Rural Development.

 

 

1- Giriş

Tarım sektörü, iktisadi anlamda sanayi ve hizmet alanlarıyla birlikte ele alınan üçlü sektör ayrımında hemen hemen tüm ekonomilerde birincil faaliyet sahası olarak kabul edilmektedir. Tarım toplumundan sanayi toplumuna geçişte hem üretim, hem de istihdam olarak insanların yaptıkları iş anlamındaki bağımlılıkları bu durumun diğer bir ifadesidir. Tarım, insanların temel faaliyet alanını oluşturması yanında iktisadi kalkınmada da öncü sektör olarak kabul edilmektedir[i]

 

Tarım sektörü yapı itibarıyla türlü doğal etkiye maruz kalan ve mevcut tarımsal alanların üretime müsait olmasına rağmen, üretimde de her türlü dalgalanmaya açık bir durum arz etmektedir. Tarımsal üretimi artırmada verilen mücadele, ilk olarak tarıma uygun arazilerde üretim şartlarının engeline rağmen üretimi mümkün olan en yüksek miktarda gerçekleştirebilmek noktasında yoğunlaşmıştır. Bu aşamada tamamen üretim ağırlıklı olarak ele alınan tarım için en önemli sorun, üretimde artış ve çeşitlilik sağlayabilmektir.[ii]

 

Tarımda yeni teknolojilerin kullanımı, genetik araştırmalara ağırlık verilerek tohumda kalitenin iyileştirilmesi, gübre ve diğer verim arttırıcı maddelerin geliştirilmesi, sulama imkanlarının arttırılması, tarım araç ve gereçlerinin miktarlarının artırılması olarak sayabileceğimiz faktörler artık tarımsal üretim miktarının üretim yönü ile en önemli belirleyicileri durumuna gelmiş bulunmaktadır.  

 

Sanayi kesiminde kaydedilen gelişmeler tarım kesimini de çok yakından etkilemiş ve tarımın gelişmesine olumlu katkılar sağlamıştır. Bu durum, diğer bir ifadeyle tarım kesimi ile sanayi kesimi ilişkisi, tarıma dayalı sanayi kesimi arasında tarıma dayalı sanayiler diye adlandırdığımız bir sektörün doğmasına sebep olmuş ve ülkelerin sanayi ürünü ihracatı içerisinde tarıma dayalı sanayi ürünlerinin ağırlığından ve öneminden bahsetmek gereği ortaya çıkmıştır. Tarımsal üretimin bir kısmı tarıma  dayalı sanayilerin ürünü durumuna gelmekte ve ayrıca tarımda sağlanan verimlilik artışı sayesinde daha az kaynak ve daha az emek ile daha fazla üretimden söz etmek mümkün hale gelmektedir. 

 

Tarım sektörü, giderek doğal kaynaklar yanında sanayi ürünlerini girdi olarak kullanmak suretiyle en fazla ürünü verebilmenin çabası içerisindedir. Tarımsal üretim miktarlarının belirleyicileri durumunda olan değişkenlerin her birinde kaydedilecek gelişmeler ve bunların tarımsal üretim sahasında uygulanması, tarımın giderek daha verimli hale gelmesini sağlayacaktır. Bu durum, dağıtım ve pazarlamayı teşvik edici ve uluslararası rekabeti kolaylaştırıcı finansman, teşvik ve imkanlar sağladığı ölçüde söz konusu ürünlere uluslararası ticarette karşılaştırmalı üstünlük şansı sağlayacaktır. Tarımda kendi kendine yeterli olabilme ayrıcalığı gibi özel bir konuma ilave edilecek bu tür bir üstünlük, sanayileşme açısından yeterli gelişmeyi sağlayamamış ülkelerde sanayileşmenin finansmanında kullanılabilecek tarım kaynaklı bir dış ticaret gelirinin oluşmasını sağlayacaktır. 

 

Sektör, Cumhuriyet döneminden devralınan ve giderilemeyen temel yapısal sorunlara sahiptir. Bunun başında, tarım arazisi mülkiyetinde yaşanan adaletsiz yapı bulunmaktadır. Çeşitli dönemlerde yapılmaya çalışılan toprak reformu çalışmaları bir türlü istenilen sonucu verememiş ve tarımda arazi kullanımındaki çarpıklık süregelmiştir. Bu yapıya bağlı olarak, ikili tarım yapısı varlığını sürdürmektedir. Bir tarafta ulusal ve uluslararası sermayenin yaptığı yatırımlarla kitlesel üretim yapan "çağdaş" işletmeler, diğer yanda öztüketim için tarım yapan hane halkları gibi paradoksal yapılar ortaya çıkmıştır.

 

2005 yılında % 5,6 büyüyen  Türk tarım sektörünün GSYİH içindeki payı % 10,3, istihdam içindeki payı ise % 29,5 seviyesinde kaydedilmiştir. Arazi parçalılığı, işletme ölçeklerinin küçük olması ve örgütlenme yetersizliği gibi yapısal sorunlar yanında, tarımın hala önemli bir istihdam kaynağı olması gibi nedenlerle sektörde dönüşüm ihtiyacı sürmektedir. Türkiye, tarım alanında dünyadaki gelişmeleri ve Avrupa Birliği’ne üyelik sürecinde Türk tarımının Ortak Tarım Politikası’na (OTP) uyumu da göz önünde tutulduğunda, kaynakların etkin kullanımı ile; ekonomik, sosyal, çevresel ve uluslararası gelişmeler boyutuyla,  gıda güvenliği ilkesi çerçevesinde, artan nüfusun dengeli, yeterli, sağlıklı ve ekonomik beslenmesini esas alacak şekilde, rekabet gücü yüksek, sürdürülebilir bir tarım sektörünü oluşturmak durumundadır.[iii]  

 

2- Türk Tarımındaki Genel Durum

Türkiye, 78 milyon hektar yüzölçümü ile Akdeniz’in doğu kesimi ve Asya’nın güney-batı bölgesinde yer almaktadır. Bu alanın % 26’sını ormanlar, % 16’sını çayır ve mera alanları, % 35’ini tarım alanları oluşturmaktadır.[iv]  Türkiye; yazları sıcak ve kurak, kışları uzun ve soğuk iklimi yanında, her mevsim sürekli yağış alan nemli bölgeleri olduğu gibi, Akdeniz’in ılıman iklimine de sahiptir.

 

Bu coğrafik yapı ve uygun ekolojik koşullar nedeniyle, tarımsal üretimde miktar ve ürün çeşitliliği yönünden büyük ve seçenekli bir potansiyeli vardır. Ortalama yıllık 643 mm. yağış alan Türkiye’de, uygun su kaynağı olarak 14.300 km2 göl ve nehir alanları bulunmaktadır. 28 milyon hektarlık tarım arazisinin, ekonomik olarak sulanabilir özellikte olan 8,5 milyon hektarlık alanın, ancak 4,7 milyon hektarı sulanabilmektedir. Güney Doğu Anadolu Projesi’nin (GAP) tümüyle devreye girmesiyle de 1,7 milyon hektarlık ek alan sulamaya açılmış olacaktır.[v]  

 

Aşağıdaki  tabloda, Türkiye’deki tarımsal yapıya ilişkin bir profil yer almaktadır. Bu tabloya göre; Cumhuriyetten günümüze tarımın önemli aşamalardan geçtiği görülmektedir. Öncelikle nüfus artışı ile birlikte tarımdaki istihdamın sayısal olarak değişmediği, buna karşılık oransal olarak bakıldığında ise, istihdam içerisinde tarımın payının giderek düştüğü gözlenmektedir.

 

Tablo: 1- Cumhuriyetten Günümüze Bazı Tarımsal Göstergeler

Yıllar

Tarımsal İstihdam

Tarımsal İstihdamın

 Payı (%)

Tarımsal GSMH *

(sabit fiyatlarla)

GSYİH’da Tarımın

Payı (%)

Tarım GSMH Büyüme Hızı (%)

1923

4.850

90

1.263,5

43,1

27,2

1930

5.605

88

2.525,1

46,8

-3,9

1940

6.699

86

3.890,6

44,8

-1,2

1950

7.939

85

15.760,8

40,9

10,9

1960

8.940

75

26.590,5

37,5

2,3

1970

8.835

64

10.595.792

30,7

2,8

1980

8.960

54

12.287.951

24,2

1,3

1990

9.233

48

13.746.287

16,3

7,0

2000

7.628

36

15.608

13,1

4,0

2001

8.089

37

14.923

13,7

-4,4

2002

7.458

35

15.978

13,8

7,1

Kaynak: DİE, 2003; DİE Hanehalkı İşgücü Anketi (EBIM Kayıtları).

*1923-1999 yılları değer Milyon TL

  2000-2002 yılları Milyar TL.

 

Diğer yandan istihdam ile paralel olarak yine GSYİH içerisinde tarımın payının da yıllar geçtikçe düştüğü (1923’de % 43.1 iken 2002’de % 13.8’e gerilmiştir) görülmektedir.  İç ve dış ticaret hadlerinin önemli oranda tarım aleyhine döndüğü ve işsizlik oranının % 10'un üzerinde olduğu bir ortamda, tarımdan kopan nüfusun önemli bir bölümünün işsiz kaldığı ifade edilebilir. Tarımsal işgücü; eğitim düzeyi düşük, kırsalda yaşayan ve kadın işgücü oranı yüksek olarak tanımlanabilen temel özelliklere sahip olmasından dolayı üzerinde çalışılan alanın hassasiyetini göstermektedir.[vi]

 

Tarım sektörünün ülkemiz kırsal alanının hemen tek ekonomik getiri kaynağı olduğu düşünüldüğünde, tüm bu sürecin yoksulluk olarak halka yansıması kaçınılmazdır. Bu bağlamda, 2005 yılında mutlak yoksulluk oranı kentlerde % 2.8, kırsal alanda % 9.3 olmuştur. Bölgeler itibariyle durum çok daha ağırdır. Karadeniz Bölgesi'nde yaşayan insanlarımızın % 8.1'i, Güneydoğu Anadolu Bölgesi'nde yaşayan insanlarımızın ise % 17.5'u mutlak yoksulluk sınırının altında yaşamlarını sürdürme mücadelesi vermektedirler. Nisbi yoksulluk oranı ise kentlerde % 21.8, kırsal alanda % 33'e çıkmıştır.[vii]

 

Türkiye’de 668,8 milyon dönüm arazinin; % 27,6’sı koruluk ve orman, % 22,8’i tarla, % 21,9’u çayır ve otlak, % 3,9’u meyve ve diğer uzun ömürlü bitkiler (kavak ve söğüt vb), % 0,9’u da sebze ve çiçek bahçesi olarak kullanılmaktadır. Buna karşılık, söz konusu arazinin % 14,5’i tarıma uygun değildir (taşlı, batak, çorak, yerleşim yeri, mezarlık, harman yeri vb), % 5,6’sı nadasa bırakılmakta ve % 2,9’u ise tarımsal üretime uygun olmasına karşın tarımsal amaçlarla kullanılmamaktadır[viii].

 

Ülkemizdeki tüm köyler ile nüfusu 25.000’den az olan il ve ilçe merkezlerinde 4,1 milyon hane 221,5 milyon dönüm arazide tarımsal etkinliklerle uğraşmaktadır (Buralardaki tüm hane sayısının % 66,4’ü ve tüm arazinin de % 33,1’i). Haneler arasında tarımsal etkinliklerle uğraşma oranı, tarımsal  bölgelere göre önemli ölçüde değişmektedir. Sözgelimi, tüm hanelerin içinde tarımsal etkinlikte bulunma oranının en yüksek olduğu bölge Kuzeydoğu Anadolu (% 80,8) ve en düşük olduğu Bölge ise Marmara’dır (% 43,5)’dur.

 

Tablo: 2- Tarımın İstihdamdaki payı.

İstihdamda Tarımın Payı

Yıllar

Toplam

Tarım

Payı, %

2000

22.347

8.307

37,2

2001

22.231

8.990

38,9

2002

21.974

7.961

36,2

2003

21.697

7.731

35,6

2004

22.188

7.820

35,2

2005

22.721

7.266

32,0

2006

22.860

6.488

28,4

 Kaynak: TÜİK. www.tuik.gov.tr

 

Bir önceki tabloda yer alan tarımın istihdamdaki payının gerilemesi, gerek sayısal olarak gerekse oransal olarak yıllar geçtikçe devam etmektedir. Elbetteki bu azalmada tarımsal mekanizasyondaki yenilikler ve verimlilikteki artışların payı göz ardı edilemez. Ancak yönetimlerce uygulanan tarım politikalarının yanlışlığı ve sanayileşme hamlesinde tarımın ihmal edildiği de bir gerçek olarak ortada durmaktadır.

 

 Tarım işletmelerinde sermaye doğrudan doğruya hasılanın artmasına yardım etmektedir. Aynı zamanda işletmelerde verim artırıcı teknolojilerin kullanılmasında ve tarımda kitlesel üretimin sağlanmasında sermaye önemli rol oynamaktadır. Tarım sektörünün yapı ve işleyiş yönünden ekonominin diğer sektörleriyle bir bütün oluşturacak şekilde dengeli ve uyumlu olması ve ekonomik kalkınmada etkin olması her ülkede üzerinde önemle durulan bir konudur.

 

Kalkınmakta olan ve kalkınmalarında tarım sektörünün sürükleyici rol oynadığı ülkelerde, tarımın etkin bir yapıya kavuşturulmasının önemi çok büyüktür. Bunun sağlanabilmesi için tarımda yeni teknolojilerin geliştirilmesi ve yeni yatırımların yapılması yani üretimi geliştirmek için daha teknik daha rasyonel çalışılması gerekmektedir.[ix] Bu amaçla işletmeler gerekli girdileri sağlamada yeterli ve dengeli sermayeye ihtiyaç duymaktadır. İş, arazi ve sermaye verimliliklerinin ve çiftçi gelirlerinin artırılmasının sermaye miktarı ile yakından ilişkisi bulunmaktadır. Bunun yanında işletmelerdeki sermaye miktarının yeterli ve bünyeye uygun bulunması karlı çalışmaya da etki etmektedir.

 

Bu yapı içinde, son yıllarda dünyada uygulanan neoliberal politikalar ve 2000'li yıllarla birlikte kesintisiz bir sürece giren IMF, Dünya Bankası odaklı tarım politikaları, sektörü ülkeyi doyuramayan bir noktaya sürüklemiştir. Bu ortamda girdi fiyatları sürekli artarken, çıktı fiyatları reel olarak gerilemiş, iç ticaret hadleri tarım aleyhine gelişmiştir. Bu bağlamda, 1999 - 2003 yılları arasında tarımsal GSMH, 27 milyar $'dan 22 milyar $'a düşmüş, üretici yılda 4 milyar $ kaybetmiş, kullanılabilen tarımsal girdi % 25-30 oranında azalmış ve üretici 450 bin hektar alanı işlemekten vazgeçmiştir.[x]

 

Türkiye’de tarım işletmelerindeki toprak sermayesi toplam sermaye içerisinde geniş bir yer tutmaktadır. Elbetteki toprak olmadan, arazi olmadan üretim yapmak olanaksızdır ancak sermaye düzenli dağılmadığı takdirde üretim de sınırlı kalmaktadır.[xi] Teknolojiden yeterince istifade edilmediği durumlarda birim alandan elde edilen verim de düşük seviyelerde kalmaktadır. Hayvan sermayesinin de işletmelerde düşük olması hayvan yemi olarak değerlendirilecek bazı bitki artıklarının ve atıkların gerektiği gibi değerlendirilememesini ve ekonomik olarak işletmenin zarar görmesine yol açmaktadır. Yine bina sermayesinin de çok düşük seviyelerde kaldığını söylemek pek yanlış olmaz. % 25 olması istenen bina sermayesinin de 1998 yılındaki araştırmaya göre % 10.31 gibi seviyelerde kaldığı görülmektedir. [xii]

 

Türkiye’de tarım işletmelerinde genel olarak toprak ve toprağa bağlı değerlerin meydana getirdiği arazi sermayesi, toplam aktif sermaye içinde hakim bir yer tutmaktadır. Türkiye’nin farklı bölgelerinde işletmelerin sermaye yapılarını inceleyen çeşitli araştırmalarda işletmelerin aktif sermaye içinde toprak sermayesinin ortalama % 61,01 ile en yüksek paya sahip olduğu konulmuştur.[xiii] Aktif sermaye içerisinde bina sermayesinin payı, bölgedeki mekanizasyon, gelişme durumuna bağlı olarak ikinci, üçüncü sırayı almaktadır. Yapılan araştırmaların ortalamasında ise bina sermayesinin % 14.56 ile ikinci sırayı aldığı görülmektedir.[xiv]

IMF ile 1999 yılı sonunda imzalanan Stand by Anlaşması ve 2001 yılında Dünya Bankası ile imzalanan “Tarım Reformu Uygulama Projesi” kapsamında sürdürülen tarım reformunun ortaya çıkardığı yıkıcı sonuçların etkisiyle oluşan yeni yapı, IMF - Dünya Bankası odaklı politikaları aynı kararlılıkla sürdürmüştür. 9 Aralık 1999 IMF Niyet Mektubu ve Yeniden Yapılandırma Programı tarım politikaları açısından yeni bir dönem olmuştur. Bu niyet mektubunda tarımla ilgili aşağıdaki maddeler yer almıştır; [xv]

 

-Uygulanmakta olan mevcut destekleme politikalarından vazgeçilerek yerine küçük üreticiyi hedef alan araziye dayalı Doğrudan Gelir Desteği Sistemine geçilmesi,

-Hububat, tütün ve şekerpancarı fiyatlarının dünya fiyatları ile uyumlu olması ve zaman içinde destekleme alımlarının kaldırılması,

-Hükümet adına bazı tarımsal ürünlerde destekleme alımı yapan Tarım Satış Kooperatif ve Birliklerinin özerk yapıya kavuşturulması doğrultusunda yasa çıkartılması,

-Hükümetin çiftçilere verdiği kredi sübvansiyonunun aşamalı olarak ortadan kaldırılması

-Gübre ve diğer girdi sübvansiyonlarının 2000 ve 2001’de nominal olarak sabit tutulması ve daha sonra tamamen kaldırılması önlemleri yer almaktadır.

 

Türkiye’de Dünya Bankası ve IMF gibi kuruluşların da yönlendirmesiyle geleneksel desteklerin yerine doğrudan gelir desteği uygulamalarına geçilmesiyle doğrudan gelir desteği düzeni ulusal, bölgesel ya da yöresel olarak;[xvi]

 

- tarımsal yapının belirli bir doğrultuda dönüştürülmesi;

- belirli bir toplumsal kesimin ekonomik durumunun iyileştirilmesi;

- yerleşik ürün deseninin değiştirilmesi;

- tarımsal girdilerin verimli kullanılması;

- kırsal çevrenin korunması; vb amaçları gözetmemektedir.

 

Ek olarak, öngörülen doğrudan gelir desteği düzeninin geleneksel destekleme yöntemlerinden herhangi birisi ya da birkaçıyla birlikte bütünleştirilerek işletilmesi de hedeflenmemektedir.[xvii] Öte yandan, kimi yörelerdeki uygulamalar sırasında ödemelerden tarım arazilerinin mülkiyet düzeni, (özellikle kadastro olmayan alanlar) kullanım biçimi ve parçalılık durumu vb nedenlerle tarımsal üretici sayılamayacak kesimlerin de yararlanabilmeleri, işletmelerin kaynaklarını verimli kullanmasını güçleştirecek düzeyde parçalanması ve küçülmesine; hayvancılık işletmelerinin giderek ortadan kalkmasına yol açmaktadır. Diğer destekleme olanaklarından giderek yoksun bırakılan; parasal olarak son derece küçük desteklerle yetinmek durumunda kalan çok küçük, küçük ve kimi ürünlerde ve yörelerde de orta ölçekli işletmeler de tarımsal üretimi terk etmekte; dolayısıyla kente göç artarak sürmektedir.

 

VII. Plan döneminde tarım sektöründeki gelişme % 2,9 - 3,7 olarak hedeflenmesine rağmen % 1,7 olarak gerçekleşmiştir. Sekizinci Beş Yıllık Planda (2001-2006) ise tarım sektörünün gelişme hızı % 2,1 olarak hedeflenmiştir. Bu bağlamda, Türkiye'de 2004 - 2005  yılında yalnızca tütün, fındık ve yaş çay yaprağının fiyatları yükselirken; fiyat düşüşleri yaş meyve sebzede % 46, hububatta % 13, yağlı tohumlarda % 12 ve seçilen 19 üründe (buğday, çeltik, mısır, ayçiçeği, pamuk, tütün, soya, fındık, yaş çay yaprağı, narenciye, elma, domates, salatalık, taze fasulye, kavun, taze ve kuru kayısı, yaş üzüm ve şeftali) % 25 düzeyinde gerçekleşmiştir. Buna karşılık ortalama girdi maliyetleri % 16 oranında yükselmiştir. 2006 yılının ilk yarısında mazota yapılan zam oranı % 20'nin üzerindedir. Tarımın gelir getirici özelliğinin giderek yok olduğu süreçte, küçük üreticinin yaşama tutunma gücü de giderek kırılmaktadır. [xviii]

 

Araştırma ve geliştirme çalışmalarına ayrılan kaynağın toplam tarımsal gelir içindeki payı, dünya ortalaması olarak % 1,1 ve sözgelimi Almanya ve Norveç’te % 3,6; İsveç ve Danimarka’da % 2,9 iken Türkiye’de % 0,5 dolayındadır. Öyle ki, Türkiye’de özel kesim, araştırma ve geliştirme çalışmalarına hemen hemen hiç kaynak ayırmamaktadır: Türkiye’deki tarımsal araştırma ve geliştirme harcamalarının % 92’si kamu kurum ve kuruluşları tarafından gerçekleştirilirken, özel kesimin payı % 5 dolayında kalmaktadır. [xix]

 

3- Yabancı Sermaye Girişleri ve Türk Tarımındaki Payı

 

 Türkiye’ye gelen yabancı sermayenin dağılımını gösteren aşağıdaki tabloya bakıldığında, ülkemize gelen yabancı sermayenin tarım kesimine çok düşük miktarlarda yatırım yaptığı görülmektedir. Bu durum bir yönüyle tarımın ihmal edilmişliğinin devamını sağlarken, diğer yandan da tarımdaki verimlilik artışını kısacası teknolojiden ve bilgi birikiminden tarımın uzak kalmasına da yol açmaktadır.

 

Tablo: 3- İzin Verilen Yabancı Sermayenin Sektörlere Göre Dağılımı.

Yıllar

İmalat

Tarım

Madencilik

Hizmetler

Toplam

Fiili Giriş

1980

88,76

0,00

0,00

8,24

97,00

35

1981

246,54

0,86

0,98

89,13

337,51

141

1982

98,54

1,06

1,97

65,43

167,00

103

1983

88,93

0,03

0,02

13,76

102,74

87

1984

185,92

5,93

0,25

79,26

271,36

162

1985

142,89

6,37

4,26

80,97

234,49

158

1986

193,47

16,86

0,86

152,81

364,00

170

1987

293,91

13,00

1,25

347,08

655,24

239

1988

490,68

27,35

5,62

296,87

820,52

488

1989

950,13

9,36

11,86

540,59

1.511,94

855

1990

1.214,06

65,56

47,09

534,45

1.861,16

1.005

1991

1.095,48

22,41

39,82

809,55

1.967,26

1.041

1992

1.274,28

33,59

18,96

493,13

1.819,96

1.242

1993

1.568,59

21,05

11,37

462,38

2.063,39

1.016

1994

1.107,29

28,27

6,20

335,85

1.477,61

830

1995

1.996,48

31,74

60,62

849,48

2.938,32

1.127

1996

640,59

64,10

8,54

3.122,74

3.835,97

964

1997

871,81

12,22

26,70

767,48

1.678,21

1.032

1998

1.018,29

5,75

13,73

609,67

1.646,44

976

1999

1.123,22

17,19

6,76

553,40

1.699,57

817

2000

1.105,49

59,74

5,01

2.307,18

3.477,42

1.719

2001

1.244,59

134,68

29,11

1.317,20

2.725,28

3.288

2002

892,01

32,82

17,29

1.300,81

2.242,92

590

2003*

710,65

7,73

124,18

365,43

1.207,99

150

Toplam

18.642,60

617,67

442,45

15.502,89

35.203,30

18.085

*30.06.2003 tarihinden itibaren yabancı sermayeye izin verme uygulaması kaldırılmıştır.

Kaynak: Hazine Müsteşarlığı www.hazine.gov.tr.

 

Türkiye’de 2003 yılından itibaren bütün sektörlerdeki uluslararası sermayeli şirket sayısında artış görülmekle beraber, özellikle gayrimenkul kiralama ve iş faaliyetleri ile inşaat sektörlerinde kurulan veya iştirak edilen şirket sayısı önemli miktarlarda artış göstermiştir.[xx]   Dünya ölçeğinde bakıldığında, Türkiye’de -özelleştirmeler dışında- zaten az olan doğrudan yabancı sermaye yatırımları, tarımsal alanda neredeyse hiç göze çarpmamaktadır. Türkiye’nin sosyo-kültürel yapısının daha belirgin olarak gözlemlendiği tarımsal alana yabancı yatırımcıyı çekebilmek en azından kısa ve orta vadede zor görünmektedir.

     

Tarımsal alanda yabancı sermayenin yokluğu, sanayi üretiminde gözlemlenen bilgi transferine tarımsal üretimde imkan vermemektedir. Yabancı yatırımcının beraberinde getirdiği kalite, standart artışı, know-how türünden artılar tarımda bugüne kadar gözlemlenemeyen unsurlar olarak karşımıza çıkmaktadır. Tarımda teknoloji transferinin yetersizliği ve tarımsal üretimdeki parçalanmış yapının ise; kendi başına teknoloji üretebilme, mevcut üretime yeni teknolojileri adapte edebilme ve teknoloji transferini sağlama potansiyeli sözkonusu olamadığı gibi mevcut teknolojileri uygulamaya bile imkan bulamamaktadır. Tarımdaki teknoloji yetersizliği, beraberinde üretim, verimlilik ve rekabet gücü açılarından da yetersizliği ortaya koymaktadır.

 

 

 

Tablo: 4- Yabancı Sermayeli Şirketlerin Sayısı.

Sektörler

2004

2005

2006

Ocak-Nisan

2006

2007

Tarım, Avcılık ve Ormancılık

4

5

5

--

--

Balıkçılık

2

2

1

--

--

Madencilik ve Taşocakçılığı

75

40

125

25

14

İmalat Sanayii

214

788

1.874

292

1.661

 

Gıda Ürünleri ve İçecek İmalatı

78

68

605

139

196

 

Tekstil Ürünleri İmalatı

14

183

24

5

19

 

Kimyasal  Madde ve Ürünlerin İmalatı

39

174

600

18

130

 

B.Y.S. Makine ve Teçhizat İmalatı

8

13

56

40

7

 

Elektrikli Optik Aletler İmalatı

2

13

53

10

27

 

Motorlu Kara Taşıtı , Römork ve Yarı-Römork İmalatı

35

106

102

32

50

 

Mobilya İmalatı; B.Y.S. Diğer İmalat

0

4

3

--

2

 

Diğer İmalat

38

227

431

48

1.230

Elektrik, Gaz ve Su

69

4

112

55

3

İnşaat

23

80

316

68

195

Toptan ve Perakende  Ticaret, 

103

68

1.145

12

31

Oteller ve Lokantalar

1

42

28

9

9

Ulaştırma, Haberleşme ve Depolama Hizmetleri

639

3.285

6.699

89

382

Mali Aracı Kuruluşların Faaliyetleri

69

4.016

7.002

63

6.206

Gayrimenkul Kiralama ve İş Faaliyetleri

3

29

92

22

125

Eğitim Hizmetleri

0

17

--

--

--

Sağlık İşleri ve Sosyal Hizmetler

53

74

264

25

11

Diğer Toplumsal, Sosyal ve Kişisel Hizmet Faaliyetleri

36

86

106

64

4

TOPLAM

1.291

8.536

17.769

724

8.641

Kaynak: Hazine Müsteşarlığı. www.hazine.gov.tr.

 

Yukarıdaki tablodan da görüldüğü gibi, tarım, hayvancılık, ormancılık gibi özellikle kırsal kalkınmayı sağlayacak olan alanlarda son yıllarda neredeyse hiçbir yabancı kuruluş girişimci olarak müracaat etmemiştir. Dolayısıyla Türkiye gibi gelişmekte olan bir ülke için hayati önem taşıyan, bölgelerarası gelişmişlik farkı olan, hatta tarım ve diğer sektörler arasındaki dengenin korunması gereken bir ülkede kırsal kalkınma için muhakkak surette yerli yada yabancı kuruluşların yatırımcı olarak bu sektörlere girmesi gerekmektedir. Aksi takdirde tarım sektörünün can çekişmesi devam edeceği gibi, ülkenin makro ekonomik dengeleri de tarım aleyhine değişmeye devam edecektir.

 

2006 yılında kurulan şirket ve şubeler ile gerçekleştirilen iştiraklerin sektörel dağılımı, toptan ve perakende ticaret, gayrimenkul kiralama ve iş faaliyetleri ile imalat sanayi sektörlerinde yoğunlaşma olduğunu göstermektedir. 2006 yıl sonu itibarıyla, Türkiye’de faaliyet gösteren 14.955 adet uluslararası sermayeli şirketin, 4.941’i toptan ve perakende ticaret, 2.978’i imalat sanayi, 1.942’si gayrimenkul kiralama ve iş faaliyetleri sektörlerindedir.[xxi] İmalat sanayiinde faaliyette bulunan uluslararası sermayeli şirketler arasında birinci sırada yer alan tekstil sektörünü, kimya ile gıda ve içecek sektörleri takip etmektedir.

 

Yerli tarımsal üretimin Türkiye'de işlenerek katma değerinin artırıldığı bir sistem içinde, planlı gelişen bir tarım sanayiinin ve çalışanlarının büyük önemi vardır. Üretim yanında tüketici açısından da aslında tarımsal üretimin devamlılığı büyük önem taşımaktadır.  Sağlıklı ve ucuz gıdaya erişim hakkı, tüketiciler için soyut bir kavram olmaktan çıkacak ve elle tutulur bir gerçekliğe dönüşecektir. Bu bağlamda tüketici de kendi çıkarı, kendi yararı için ülkemizdeki tarımın sürdürülebilirliği konusunda duyarlı olmak durumundadır.

 

Yukarıdaki tablo(lar)da her ne kadar tarım sektörüne yatırım yapan yabancı sermayeli kuruluş sayısının ve miktarlarının diğer sektörlerle kıyaslandığında az bulunduğu belirtilse de, madalyonun diğer yüzünde tarımdaki yerli ve yabancı sermayeye yönelik özelleştirme çalışmaları da önemli yer tutmaktadır. Cumhuriyetin kuruluşundan günümüze Türk tarımı ve hayvancılığını geliştirmek amacıyla oluşturulmuş kuruluşların özellikle 1980 sonrası süreçte özelleştirme faaliyetleri sonucu yerli sermaye grupları yanında, yabancı menşeili çokuluslu firmalar tarafından da gördüğü ilgi dikkatlerden kaçmamakta ve çalışmanın ilerleyen kısımlarında kuruluş bazında bilgiler verilmeye çalışılmaktadır.

 

24 Ocak 1980 Kararları ile başlayan tarımdaki özelleştirme faaliyetleri, 1999 yılında Dünya Bankası'yla beraber "Tarımda Yeniden Yapılandırma" adı altında uygulanan uyum programıyla devam etmiştir. AB ile müzakere süreci öncesinde ise, tarımda yaşanan değişim furyası daha da hızlandırılmış durumdadır. Önce IMF uyum programının, arkasından DB'nın, daha sonra DTÖ'nün ve AB sürecinin getirdiği taleplerle Türkiye tarımı zor dönemlerden geçmektedir. Bu zorlukların ortak yanları; tarım sektörüne sağlanan her türlü desteklerin kaldırılması, tarımsal yapının değiştirilmesi, tarımsal faaliyetlerin şirketleştirilmesi vs. olmaktadır. Yeni dönemin tarımsal stratejisi “talep çıkışlı, sanayi odaklı, sözleşmeli üretim modeli” olarak belirlenmektedir. Böylece, tarımsal üretimin tohumundan başlayarak pazarlanmasına kadar olan zincirini bütün dünyada eline geçirmek isteyen çokuluslu şirketlerin önünün açılmak istendiği anlaşılmaktadır.[xxii]

 

Türkiye'de özelleştirmeye ilişkin ilk hazırlıklar, 1983 sonrasında, Anavatan Partisi (ANAP) iktidarıyla birlikte başlatıldı. KİT ile ilgili yasa gücündeki 233 Sayılı Kararname’nin çıkarılmasıyla özelleştirme yolu da açılmış oldu. Özelleştirmenin yol ve yöntemini hazırlamak için de yabancı danışmanlık firmalarına çağrı yapılmıştır. Bu konudaki çalışmaların en kapsamlısı, 1985 sonunda hükümete verilen Morgan Guaranty Bank'ın "Özelleştirme Ana Planı"dır. Özelleştirme, bu plandaki önerilere bağlı kalınarak yürütülmüştür. Özelleştirme Ana Planı'nda tarımsal KİT'lerin satış öncelikleri şöyle belirlenmiştir:

 

- Birinci derecede öncelikli KİT'ler: Yem Sanayii (YEMSAN), Tarım İşletmeleri Genel Müdürlüğü (TİGEM)

- İkinci sırada öncelikli KİT'ler: Türkiye Süt Endüstrisi Kurumu (TSEK), Et ve Balık Kurumu (EBK), Orman Ürünleri Sanayi A.Ş. (ORÜS), Çay Kurumu (ÇAYKUR), Türkiye Gübre Sanayi Anonim Şirketi (TÜGSAŞ), Türkiye Şeker Fabrikaları A.Ş. (TŞFAŞ)

- Üçüncü sırada öncelikli KİT'ler: Toprak Mahsulleri Ofisi (TMO), Türkiye Zirai Donatım Kurumu (TZDK)

 

Yasaya göre KİT'lerin özelleştirilmesine Bakanlar Kurulu, bunlara bağlı müessese, bağlı ortaklık ve işletmelerin özelleştirilmesine de Toplu Konut ve Kamu Ortaklığı Kurulu yetkili olacaktı. Özelleştirmede temel amaç; “piyasa güçlerinin ekonomiyi harekete geçirmesine olanak verilmesi ve verimliliğin artırılması” olarak açıklanmasına karşın, gerçek amacın, sermayeye birikim alanı yaratmak olarak ortaya çıktığı söylenebilir [xxiii].

 

1984'te TEKEL'e sigara ithalatı için izin verilmiştir. 1986'da tütünde devlet tekeli, 1988'de de Amerikan tipi tütün ithalat yasağı kaldırıldı. 1991'de bu konudaki son kısıtlamalar da yürürlükten kaldırılarak yerli ve yabancı gerçek ve tüzel kişilere yurt içinde tütün mamulleri üretme hakkı verildi. 1992 yılında Philip Morris-Sabancı ortaklığı (Philsa) ve 1993'te ise R. J. Reynolds, Torbalı'da sigara fabrikalarını kurarak üretime başladılar. 1985'te TEKEL'in piyasaya sunduğu 68 bin ton sigaranın yalnızca 6 bin tonunu yabancı ithal markalı sigaralar oluşturmakta iken, yabancı markalı sigaraların payı 1995'te yüzde 18'e, 1999'da ise yüzde 30'a yükselmiştir. 1999'da 3.8 milyar dolarlık sigara pazarının yüzde 30'unu iki çokuluslu sigara tekeli (Philip Morris ve R. J. Reynolds) kontrol etmektedir. 1995-1999 yılları arasında TEKEL üretimi sigaraların tüketimi yalnızca yüzde 2.3 artmasına karşılık, yabancı tekellerce üretilen sigaraların tüketimi yüzde 100'ün üzerinde artmış olup, TEKEL'in ürettiği sigaraların yüzde 58'i yerli, yüzde 42'si Amerikan harmanlı sigaralardan oluşmaktadır. Günümüzde Türkiye'de içilen her on sigaradan altısını Amerikan harmanlı sigaralar oluşturmaktadır[xxiv].

 

Uluslararası mali kuruluşlara verilen taahhütlerde geçen ifade ile "tütün sektörünü serbestleştiren, tütünde destekleme alımlarını ortadan kaldıran ve TEKEL'in varlıklarının satışına izin veren" Tütün Yasası 3 Ocak 2002'de kabul edildi. Diğer yandan, 6 Ocak 2001 tarihinde çıkarılan yasa ile TEKEL'in alkollü içki üretim ve dağıtımındaki 136 yıllık denetimine son verilmiştir. Yasaya göre, yılda en az bir milyon litre üretim ve ithalat miktarına ulaşan firmalar, bu etkinliklerini yürütmek ve fiyat belirlemekte serbest olacaklardır.

 

1980'lerde özel sektöre açılan bir başka alan çay üretimi oldu. Çayda kalite ve ihracatın artacağı beklentileriyle 1984'te çayda devlet tekeli kaldırılarak çay alımı, işleme ve satışı yerli ve yabancı sermayeye açıldı. Özel sektöre yatırım yapması için önemli teşvikler sağlandı. Özelleştirmeyi izleyen 10 yıl içerisinde yüzde 65'i atölye ya da değirmen düzeyinde olmak üzere özel sektörce 263 adet çay işleme tesisi kurulurken, kurulu kapasitenin yüzde 60'ı özel sektörün eline geçti. Türkiye, yılda 150-160 bin tonluk çay tüketimiyle dünyada en çok çay tüketilen ilk beş ülke arasında yer alan dev bir çay pazarı olması nedeniyle yerli ve yabancı sermaye grupları bu alandaki pazara yönelik özelleştirmeleri ilgi ile takip etmektedirler[xxv].

 

1980 öncesi tohumculuk devlet tekelindeydi ve tohum fiyatları devletçe belirlenmekteydi. 1982 yılında tohumluk fiyatları serbest bırakıldı. 1984'te Dünya Bankası'yla yapılan ikraz anlaşması uyarınca, tohumluk ithalatının serbest bırakılmasıyla bu alan tümüyle yerli ve yabancı sermayeye açılırken, öte yandan konu ile görevli kamu kuruluşu TİGEM (Tarım İşletmeleri Genel Müdürlüğü)'in işlevleri aşındırıldı ve kurumun görevleri çokuluslu tekeller temelinde özel sektöre devredilmeye başlandı. Günümüzde sayıları 120'yi bulan çeşitli boyuttaki yerli ve yabancı sermayeli tohumculuk şirketi Türkiye'de etkinliğini sürdürmektedir. Sebze, patates, hibrit ayçiçeği ve hibrit mısır tohumluklarının hemen hemen tümü bu şirketlerce karşılanmaktadır.

 

4046 sayılı Özelleştirme Yasasına tabi olmayan TİGEM de, “kaynak ve teknoloji transferi olacağı, verimliliğin artacağı” gerekçeleri ile işletme bazında özelleştirme kapsamına alınmış ve verilen teklifler karlı bulunarak Eylül 2001'de Yüksek Planlama Kurulu'nun onayına sunulmuştur. Bu süreçte özelleştirilmek istenen kurumlardan birisi de TZDK (Türkiye Zirai Donatım Kurumu) olmuştur. Tarımla ilgili her türlü makine, araç ve gereçler ile diğer girdileri sağlamak ve dağıtmak ile görevli kurum, 1975-1986 döneminde kimyasal gübre gereksiniminin yüzde 86'sını tek başına sağlamaktaydı. Dünya Bankası'yla yapılan tarım sektörü uyum kredisi çerçevesinde 1986 yılında gübre sağlama ve dağıtımı serbest bırakıldı. Aynı şekilde, bu kararın ardından kurumun işlevleri aşındırılarak, kurumun pazar payı kısa sürede yüzde 15'in altına, 1993'ten sonra da yok denecek bir düzeye indirilmiştir. TZDK'de Eylül 1998'de başlatılan özelleştirme sürecinde, kurumun depo, lojman ve arsaları satıldı ya da devredildi. Dünya Bankasıyla Mayıs 2000'de yapılan ikraz anlaşmasında kurumun tüm varlıklarının tasfiye edileceği taahhüdüne uyularak, traktör ve tarım makineleri işletmesi 2000 yılı sonunda özelleştirilmiştir.

 

Tarımsal üretimde verimliliği etkileyen unsurların başında gelen kimyasal gübrede, Türkiye'de zaten yetersiz olan üretimde son yıllarda artış yerine azalışlar yaşanmaktadır. 1995-98 döneminde üretim yıllık 3.8 milyon ton dolayında gerçekleşmiş, tüketimin yüzde 35-45'i ithalatla karşılanmıştır. Birim alana gübre tüketimi 85 kg/ha dolayında olup, bu miktar Pakistan ve Bangladeş'in bile altındadır. Toplam 5.8 milyon ton olan kurulu kapasitenin yüzde 42'si kamu, yüzde 58'i özel sektör kuruluşlarına aittir. Buna karşılık olarak üretimde kamunun payı yüzde 37, özel sektörün ki ise yüzde 63 dolayındadır.

 

Sektörün en büyük kuruluşları; üretimde yüzde 30'luk paylarıyla bir kamu kuruluşu olan Türkiye Gübre Sanayi A.Ş. (TÜGSAŞ) ve Tekfen Holding'in büyük hissesine sahip olduğu Toros Gübre'dir. İthalatın yarıya yakın bölümü Toros Gübre ya da Tekfen Holding'in kontrolündeki şirketlerce yapılmaktadır. Sektörde toplam üretimin yüzde 35-40'lık bölümünü sağlayan kamu kuruluşları (TÜGSAŞ ve İGSAŞ), gübre fiyatlarını düzenleyici bir rol oynamaktayken, bu kuruluşlar Ağustos 1998'de özelleştirme programına alınmıştır. Eylül 2000'de yapılan özelleştirme ihalesinde İGSAŞ ile TÜGSAŞ'ın en büyük kuruluşu olan Gemlik Gübre'ye en yüksek teklifi Toros Gübre vermiş, ancak oligopol piyasanın egemen olduğu bu sektörde özelleştirme ihalelerinden birisi ÖİB, diğeri ise Rekabet Kurulu tarafından iptal edilmiştir.

 

Hayvancılık sektörüne bakıldığında; bu sektörle doğrudan ilişkili üç KİT (Süt Endüstrisi Kurumu -SEK, EBK, YEMSAN) Mayıs 1992'de özelleştirme kapsamına alınmış, pazar payları düşük olmasına karşın bu KİT'ler hem müdahale alımları ile fiyat oluşturma, hem de pazarda istikrarı sağlama gibi işlevlere sahip iken süt ve süt ürünleri sanayiinde kurulu kapasitenin yüzde 27.4'üne sahip olan SEK işletmeleri Koç Grubuna satılmıştır. SEK'e ait 32 işletme 1995 yılı içerisinde özelleştirildi. Bu kapsamda 1.8 trilyona satılan SEK isim hakkı ve İstanbul İşletmesi’nin yalnızca arazisine özelleştirmeden yalnızca 18 ay sonra 18 trilyon lira teklif edilmiştir. Bu işletmenin yüzde 72 hissesi halen Koç Holding'in (Fransız Sodial firması ile birlikte) elindedir. SEK'in 4 adet işletmesini Tekfen Grubuna bağlı Mis Süt alırken, Mis Süt de 1996'dan başlayarak dünyanın en büyük gıda şirketi Nestlé'ye devredilmiştir. Bu işletmelerin tümü, üç yıl süreyle çalıştıracakları taahhüdüne karşın -düşük kapasiteli oldukları- gerekçesiyle kapatılmıştır. SEK işletmelerini alanlar arasında Aytaç ve halen Sabancı-Danone ortaklığı olan Danonesa'ya ait Tikveşli de bulunmaktadır.

 

1990'lı yılların başında et ve et mamulleri üretiminde yüzde 16'lık bir pazar payına sahip olan EBK'nin 28 kombinasından 12'si 1995, 4'ü 2000 yılında -arsa bedellerinin bile altında kalan- fiyatlarla özel sektöre devredildi. Özelleştirme öncesi yılda 14 bin ton olan üretimleri 1.3 bin tona düştü. Nitekim Ankara/Yenimahalle'de 100 dekar arsa üzerinde kurulu EBK kombinası Gimat Kooperatifine satıldı. Arsanın tapusu alındıktan sonra kooperatif dağıtılıp anonim şirket kuruldu ve şirket arsanın yarısını yıllığı 10.5 milyon dolardan Koç Holding'e ait Migros'a kiralamıştır.

 

 1990'ların başında 26 adet fabrikası ile karma yem piyasasında yüzde 11.5 paya sahip olan YEMSAN, 1989 yılından sonra zarar ettiği gerekçesiyle, önce kuruluşun ortak olduğu fabrikalardaki payları özel sektöre devredildi, daha sonra da (Mayıs 1992'de) özelleştirme kapsamına alınmıştır. 1993-1995 yılları arasında YEMSAN'a bağlı tüm üretim birimleri  yerli sermayeli firmalara satılarak özelleştirildi ve devlet karma yem üretiminden çekildi. Özelleştirilen 26 fabrikadan 6'sının üretim faaliyeti satıldığı şirketler tarafından durduruldu.

 

Türkiye'de yıllık ortalama 2 milyon ton dolayında olan şeker üretiminin yüzde 80'i bir kamu kuruluşu olan TŞFAŞ, yüzde 20'si ise özel şeker fabrikalarınca gerçekleştiriliyor. Toplam 29 şeker fabrikasından 26'sı TŞFAŞ'ye, 3'ü de özel sektöre aittir. Geçmiş yıllarda 1.9 milyon ton dolayında olan kayıtlı şeker tüketimi, sınır ticareti ya da kaçak yollardan şeker girişleri nedeniyle 1.7 milyon tona düşmüştür. Bunda, şeker yerine yapay tatlandırıcı kullanımının artması da etkili olmuştur. Bir yandan pazar payı yüzde 10 dolayında olan Cargill firması, İznik Gölü kıyısındaki kaçak olduğu iddia edilen fabrikasında mısırdan tatlandırıcı üretimini sürdürürken, öte yandan 1998 yılından itibaren şekerpancarı üretiminde kota uygulanmaktadır[xxvi].

 

Özelleştirme faaliyetlerinden devlet ormanları da etkilenmiştir. Orman sanayii alanında kuruculuk ve işletmecilik yapmak, gelişimine katkıda bulunmak amacıyla kurulan ORÜS işletmeleri, arsa bedellerinin bile çok altındaki fiyatlarla özelleştirildiği iddia edilmektedir.[xxvii]  

 

4- SONUÇ

İşsizliğin, yeni iş alanları yaratamamanın ciddi sıkıntılara yol açtığı ülkemizde, tarımsal istihdamda özellikle son yıllarda daralma olması, arzulanan bir durum değildir. Aslında bu çözülmeden kaynaklanan göç sorunu kadar, bu azalmaya yol açan çiftçi sorunları da önemlidir. Daha önceleri tarımdan geçinmeye razı olup, iş aramayan insanların son yıllarda iş aramaya başlaması ve şehirlere göçü göze almasına dikkat edilmeli, bu zorunluluğu yaratan sebepler iyi gözlenmelidir.

 

Tarım kesiminde yaşanan yüksek yoksulluk oranı ve geçim sıkıntısının bu kopmayı yarattığı gözden uzak tutulmamalıdır. Yapılması gereken, öncelikle AB Ülkelerinde olduğu gibi kırsal kalkınma politikaları eşliğinde tarım dışı istihdam kapasitesinin yeterince artırılması ve buna paralel olarak kontrollü bir şekilde tarımdaki istihdamın azaltılmasıdır. Aksi halde özellikle büyük şehirlerimizde sosyal riskin artmasının önüne geçilmesi mümkün değildir.

2005 yılında başlatılmış bulunan, alan başına temel DGD ödemesine ek olarak, toprak analizi yaptıran, sertifikalı tohumluk kullanan ve organik tarım faaliyetinde bulunan üreticilere ilave DGD ödenmesi uygulamasına devam edilmektedir. Ayrıca, 2005 yılında başlatılan alan bazlı mazot ve gübre desteği uygulamasına 2006 yılında da devam edilmiştir. Bütün bu tarımsal desteklerden faydalanmak için Çiftçi Kayıt Sistemine kayıtlı olma şartı getirilmiştir. [xxviii] Bu hedeflere ulaşmak amacıyla, 2005 yılında % 64 seviyelerinde gerçekleşen Doğrudan Gelir Desteği (DGD) ödemelerinin destekleme bütçesindeki payı 2006 yılında % 55’e gerilemiştir. Bu destek kapsamında, uygulamanın başlangıcı olan 2001 yılında 12,2 milyon hektarlık alanda üretim yapan 2,18 milyon çiftçiye DGD ödemesi yapılmış olup, 2005 yılında kayıt altına alınarak ödeme yapılan çiftçi sayısı % 26 artış göstererek 2,75 milyon kişiye, kayıt altına alınan alan ise 17 milyon hektara ulaşmıştır.

 

Sektörde DGD ödemesi ile sağlanmaya çalışılan gelir istikrarı dışında kalan ihtiyaçlara yanıt verebilmek amacıyla, 2004 yılında uygulamaya konulan Tarım Strateji Belgesinde (2006-2010) yer alan öngörülere uygun olarak; 2006 yılında 5488 sayılı “Tarım Kanunu” yürürlüğe girmiştir. Bu Kanun ile temel olarak, tarım politikalarının konuları ve amaçları, tarımsal destekleme politikalarının ilke ve öncelikleri, desteklemelerin hangi programlar ile yapılacağı belirlenmiş; üreticilerin üretim planlaması yapabilmelerini sağlayacak ve bunun için kısa dönem tercihlerinden çok fazla etkilenmeyen istikrarlı bir ortamın oluşturulması amaçlanmıştır. Bu amaca uygun olarak, tarımsal destekler yeniden yapılandırılmakta olup, DGD ödemeleri de üretime ilişkin politika araçları ile birlikte ele alınmaktadır.

 

Ülkemizde bitkisel ve hayvansal üretimi tehdit eden risk ve belirsizlikler sonucu meydana gelecek kayıplar nedeniyle üreticilerin uğrayacağı zararların tazmin edilmesini temin etmek üzere 2005 yılında çıkartılan 5363 sayılı Tarım Sigortaları Kanunu uyarınca, Devlet Destekli Tarım Sigortaları uygulaması 2006 yılında başlamıştır. İhracatta rekabet gücünün artırılması amacıyla ihracat sübvansiyonlarının katma değeri yüksek, markalı ve nihai tüketiciye yönelik ürünlere yönlendirilmesi ve kıt kamu kaynaklarının etkin kullanımı ihtiyacı devam etmektedir.

 

Ülkedeki istihdam hacminin artırılmasında elbetteki gereken teşviklerin sağlanmasıyla yatırımların artırılması temel çaredir. Ancak gerek Ekonomik ve Sosyal Konsey’e sunulmak üzere hazırlanan bir raporda ve gerekse Dokuzuncu Kalkınma Planı’nda vurgulandığı gibi, “Piyasanın ihtiyaç duyduğu nitelikte işgücü yetiştirmek üzere eğitim ile işgücü piyasası arasındaki etkileşimin güçlendirilmesi; mesleki eğitim ve yüksek öğretimde mevcut eğitim programları gözden geçirilerek, yeni açılacak eğitim programlarının insan gücü ihtiyacı doğrultusunda belirlenmesi” de çok önemlidir.

 

Ülkemizde tarım sektörü önümüzdeki dönemde, dış etkenler yönünden çok daha zorlayıcı bir döneme girecektir. Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ) ve Avrupa Birliği (AB), yeni dönemin politika yapıcıları olarak sektörü, taleplerine uyarlı bir dönüşüm sürecine sokmaya hazırlanmaktadırlar. Bunlardan birincisi olan Dünya Ticaret Örgütü Tarım Anlaşması, 150'ye yakın ülkenin tarım politikalarının temel çerçevesini çizmektedir.

 

2005 yılı Aralık ayında ve 2006 yılının haziran ayında Hong Kong'da ve Cenevre’de düzenlenen İleri Tarım Müzakereleri Roundu ile, iç destek, dışsatım sübvansiyonları ve gümrük vergilerinin azaltılması konusunda temel niyet ortaya konmuş olup, az veya çok, bu alanlarda bir liberalizasyonu gündeme getirecektir. Bu hükümlerden iç destek ve ihracat sübvansiyonları, bütçe yetersizlikleri nedeniyle, içlerinde Türkiye'nin de bulunduğu birçok azgelişmiş ülkenin etkinlikle kullanamadığı destek biçimleridir.

 

Türkiye, "de minimis" kuralı uyarınca iç destek indiriminden tümüyle muaf, dışsatım sübvansiyonları alanında ise miktar ve tutar açısından kısıtlı indirgeme taahhüdü altına girmiş ve taahhütlerini de yerine getirmiştir. Ancak önümüzdeki süreçte, "de minimis" oranının % 5'e inmesi söz konusu olup, bu durum Türkiye'yi zorlayabilecektir. Ancak daha önemlisi, gümrük vergilerinde yaşanabilecek radikal bir indirim süreci, Türkiye iç piyasasını tümüyle korumasız durumda bırakabilecektir.

 

Bu derece iç ve dış olumsuzlukların tarımımızı etkilediği bir dönemde tarım kesiminde yeniden yapılanma ve diğer sektörlerle uyum içerisinde bir kırsal kalkınma hamlesine her zamankinden daha fazla ihtiyaç duyulmaktadır. Bu itibarla, gerek yurtiçi sermayenin gerekse doğrudan nitelikli yabancı sermayenin var olan kamu kuruluşlarındaki devirlerden ziyade, tarımı modernize edecek yatırımlara girişmesi ve üreticilere de gerekli desteklerin verilmesi zorunluluğu bulunmaktadır. Unutulmamalıdır ki, tarım kesimi her şeyden önce ülkenin gıda ve beslenmesini karşılayan bir sektördür. Ancak bu destekler verilirken de sadece toprağa bağlı değil, tam aksine verimliliği teşvik eden, ürüne yönelik desteklemelerin yapılması yerinde olacaktır.

 



[i] Günaydın G., “Bağımsız Türkiye İçin Bağımsız Tarım Modeli”, Tarım ve Mühendislik, TMMOB Ziraat  

  Mühendisleri Odası Yayını, Nisan 2007.s:10.

 

[ii] Dinler, Z., Tarım Ekonomisi, 5.Baskı, Bursa: Ekin Kitabevi Yay., 2000

 

[iii] DPT, “Dokuzuncu Beş Yıllık Kalkınma Planı 2007 Yılı Programı”, DPT, s: 142.

 

[iv] DİE, “Genel Tarım Sayımı”, Ankara 2001.

 

[v] DİE, “Genel Tarım Sayımı”, Ankara 2001.

 

[vi] Yavuz F., “Türkiye’de  Tarım”, Tarım ve Köyişleri Bakanlığı Yayını, Ankara, Aralık 2005.

 

[vii] Gülçubuk B., “Kırsal Kalkınma”, Tarım ve Köyişleri Bakanlığı Yayını, Ankara, Aralık 2005.

 

[viii] DİE, 2001.

 

[ix] Gündoğdu, 2001.

 

[x] Günaydın G., 2007.s:12.

 

[xi] Karacan, 1991.

 

[xii] Gürel Cem Türkiye Tarımında Sermaye ve Kredi Sorunları - 18.05.2004 www.ziraatci.com.

 

[xiii] Bülbül, M. Erkan, O., Orhan, M.E., Budak, F., Şengül, H ve Yılmaz, İ. 1990. Türkiye’de Tarım İşletmelerinin  

    Sermaye Durumu ve Kredi Kullanımı, Türkiye Ziraat Mühendisliği 3. Teknik Kongresi, s.195, Ankara.

 

[xiv] Gürel Cem 2004. a.g.e.

 

[xv] Yeni ve Dölekoğlu, 2003. Osmanlıdan Günümüze Türk Tarımı.

 

[xvi] Dikmen, A., "Küresel Üretim ve Uluslararası İşbölümü", Küreselleşme Siyasaları Kıskacında Türkiye,  

    TMMOB Ziraat Mühendisleri Odası Bahar Konferansları, 2003, Ankara, s. 37 - 46

 

[xvii] Çağlar Y., 2004 “Türkiye’de Tarımsal Yapı ve Köylülük Üzerine”. Solmeclis.net.

 

[xviii] Oral N. 2006 “Türkiye Tarımında Kapitalizm ve Sınıflar” TMMOB Ziraat Mühendisleri Odası Yayını.

 

[xix] Günaydın G., 2007 a.g.e.

 

[xx] Dölek A., Yabancı Sermaye Tarıma Yabancı, http://www.ntvmsnbc.com/news/241441.asp 29.10.2003.

 

[xxi] Hazine İstatistikleri. www.hazine.gov.tr

 

[xxii] Erdem A.B. 2005 “Sözleşmeli Üreticilik, Tütüncüyü Yabancı Şirketlere Bağımlı Kılacak”, Tarım ve 

   Hayvancılık Dergisi.

 

[xxiii] Sönmez M., Sayılarla Tarımın Çöküşü, Bianet, 2 Mayıs 2006

 

[xxiv] Erdem A. B. 2005. Tarım ve Hayvancılık Dergisi 09.08.2005

 

[xxv] Yeldan, E. 2001. Küreselleşme Sürecinde Türkiye Ekonomisi (Bölüşüm, Birikim ve Büyüme). İletişim  

    Yayınları, İstanbul.

 

[xxvi] Ziraat Odaları Birliği Basın Bültenleri. www.tzob.org.tr

 

[xxvii] Yenal, N. Z. 2001. "Türkiye'de Tarım ve Gıda Üretiminin Yeniden Yapılanması ve Uluslararasılaşması".  

    Toplum ve Bilim, Sayı: 88, İstanbul, s. 32-54.

 

[xxviii] Tarım Destekleri, 2007 Yılı Tarım Programı Tarım Bakanlığı,  http://ekutup.dpt.gov.tr/program/2007.pdf