|
|||||
|
CARİ AÇIKLAR VE SÜRDÜRÜLEBİLİRLİĞİ Özet
Cari işlemler hesabı açık, bir ekonomide dış dengeyi gösteren ve bir ülkenin ekonomi ve siyasi politikalarına yön veren çok önemli bir göstergedir. Türkiye ve birçok gelişmekte olan ülkelerde cari açık sorununun mevcudiyeti böyle bir problemin sadece gelişmekte olan ülkelere ait bir problem olduğu kanısına yol açmıştır. Ancak özellikle son yıllarda Amerikan ekonomisinde de görülen cari açık sorunu bu problemin sadece az gelişmiş ülkelere ait olmadığını göstermiştir. Dolayısıyla cari açığın varlığından çok bunun oranı önem kazanmaya başlamıştır ve sürdürülebilir bir cari açığın ülkeler için ciddi bir problem yaratmayacağı tartışılmaya başlanmıştır. Bu çalışmada da cari açıkların nedenleri ve Türkiye ekonomisindeki gelişiminden bahsedilmiş, cari açığı sürdürülebilir kılmanın belirleyicileri üzerinde durulmuştur. Anahtar Kelimeler: Cari Açık, Sürdürülebilir Cari Açık
1. GİRİŞ
Makroekonomik dengenin bir ayağı olan dış dengenin dağlanmasının temel göstergesi olan cari açıklar özellikle birçok az gelişmiş ülke için sorun yaratmıştır. Nitekim Türkiye’de yaşanan krizler incelendiğinde bu krizlerin ortak noktasının cari işlemler bilançosundaki dengenin bozulması olduğu görülmektedir. Cari açığın büyüklüğünün yanında bu açığın finanse ediliş şekli bu sorunu tetiklemiştir. İç tasarrufların yetersizliğine bağlı olarak ortaya çıkan finansman ihtiyacının yabancı sermaye ile karşılanmaya çalışılmış bu durum riskleri daha da arttırmıştır.. Yabancı sermayenin uzun vadeli doğrudan yabancı sermaye şeklinde gerçekleşmeyip kısa vadeli borçlanma şeklinde gerçekleşmesi cari açık sorununun hem sebebi hem de sonucu olmuştur. Kısa vadeli yabancı sermaye girişi diğer adı ile sıcak para girişi her defasında bu borcun anapara ve faiz yükünü ödeyebilmek için tekrar borçlanma yoluna itmiştir. Türkiye’de borçlanmanın ve cari açık vermenin tarihi bir sürece dayanması ve kaçınılmazlığı söz konusu iken cari açık vermekten ve borçlanmaktan çok cari açıkların sürdürülebilirliği üzerinde durmak gerekmektedir. Bu bağlamda çalışmada sürdürülebilirliğin belirleyicileri olan bütçe açıkları ve cari faiz oranları, kısa vadeli yabancı sermaye girişi üzerinde durulacaktır.
2- Cari Açık Kavramı ve Cari Açığın Nedenleri:
Ödemeler bilançosu içerisindeki en önemli hesap kalemi olan cari işlemler hesabı, yurtiçi yerleşiklerin mal ve hizmet piyasasında yabancılarla yaptığı tüm işlemleri yansıtır. Cari işlemler hesabındaki değişmeler açık bir ekonomide piyasadaki tüm katılımcıların beklentileri ve davranışları hakkında bilgi verir. Cari işlemler hesabı içerisinde yer alan işlemler mal ticareti, hizmet ticareti ve tek yanlı transferler olmak üzere 3 alt bölümde ele alınır. Bu hesap kalemleri arasından görünür ticaret (visible trade) olarak da geçen mal ticareti mal ithalatı ve mal ihracatını kapsar. Ödemeler dengesinin en önemli hesap kalemidir. Mal ihracatı ülkeye döviz kazandıran bir işlem olup alacaklı bir işlem olarak bilançonun aktif kısmına kaydedilir ve ülke vatandaşları adına diğer ülke vatandaşları üzerinde parasal bir alacak hakkı doğurur. İthalat ise yabancılar lehine alacak hakkı doğurur ve borçlu bir işlem olarak bilançonun pasif kısmına kayıt edilir. Bu iki değer (toplam mal ihracı ve toplam mal ithali) arasındaki fark ise dış ticaret bilançosu olarak isimlendirilir. (Seyidoğlu, 2001: 389) Cari işlemler hesabının üç alt hesabının alacaklı ve borçlu toplamları arasındaki farka cari işlemler bilançosu denir. Borç ve alacak toplamının eşit olması durumunda cari hesap dengede olmaktadır. Ancak alacaklı kısım borçlu kısımdan fazla olursa hesap fazla, borçlu kısım alacaklı kısımdan fazla verirse hesap açık vermektedir. (Gottheil, 1996: 817) Cari işlemler bilançosunun ülkelerin dış alemle yaptıkları işlemlerin bir göstergesi olması ve dış alem girişleri ve çıkışları sebebiyle para politikaları üzerinde etkili olması sebebiyle dengeli bir seyir takip etmesi arzu edilir. Dengesizlik açık veya fazla şeklinde kendini gösterir. Fazlalıklar genellikle az görünür ve geçici olduklarından dış açıkların kaldırılmasına yönelik politikalar daha çok önem arz etmektedir. Cari işlemler bilançosunda ortaya çıkan dengesizlikler, ekonomik ve ticari hayatın normal işleyişi sonucu ortaya çıkar ve bu dengesizlikleri ortadan kaldırmak için finanse etmek, baskı altına almak ve tedavi edici tedbirler almak gibi denkleştirici işlemler yapılır. Cari işlemler bilançosu açıklarını finanse etmek, bu açıkları kapatmak için resmi rezervler kullanmak veya dış borçlanmaya gitmek şeklinde yapılır. Ancak ülke resmi rezervlerini kullanmak ve bu rezervlerin belli bir sınırının olması nedeniyle bu durum sınırlı bir seçenektir. Borçlanmaya gitmek de bu konudaki kaynakların yetersizliği ve bu borçların beraberinde getireceği faiz yükü nedeniyle istenen araçlar olmamaktadır. Cari açıklara sebep olan unsurları baskı altına alma yolu da dış ticaret ve kambiyo politikaları ile gümrük vergileri, kotalar, ithalat kısıtlamaları, döviz kontrolü, yurtdışı sermaye çıkışlarını yasaklanması gibi yöntemleri uygulamak şeklindedir. Bu tür uygulamalar ile cari açıklar belli bir süre kapatılmış olur. Söz konusu açıklar bu uygulamalar ortadan kalktığında daha da büyük açıklara sebep olabilir. Cari açıklara sebep olan unsurları tedavi edici uygulamalar ise, dış açıkları azaltma veya kapatmanın en güvenilir yoludur. En başta ihracatın ve döviz kazandırıcı işlemlerin teşvik edilmesi, arttırılması ve bu konuda karşılaşılan eksikliklerin ve istenen düzenlemelerin yapılması ilk adımdır. (Akşid; 2001) Cari açıklar sorunu Türkiye için krizleri beraberinde getiren ve tekrarlanan bir süreç halini almıştır. Türkiye’nin dış açıklarla karşılaşması tarihi bir sürece dayanmaktadır. Osmanlı döneminden kalan ihracat ve ithalat arasındaki dengesizlik ve yine bu açıkları kapatmak için borçlanma yoluna gidilmesi ancak bu borcun ödenmesi noktasında güçlükler yaşanması bu döneme kadar Türkiye’de bu havanın değişmediği bir gerçektir. İç tasarrufların en büyük kısmını kullanan kamu sektörünün tasarruflarındaki yetersizlik ve harcamalardaki fazlalığın yol açtığı bütçe açığının, cari açıkları büyütme yolu kapatılmaya çalışılması Türkiye tarihinde beraberinde krizleri getirmiştir. Cari açıkların dış borçlanma yoluyla finanse etme yoluna başvurarak kapatılmak istenmesi ve etkili bir borçlanma politikasının takip edilememesi cari açıkların kronikleşmesini sağlamıştır. (Sanalan; 2003: 66) Cari açıklara sebep olan bu temel unsur başta olmak üzere, yurtiçi yatırımların artması, yurtiçi tasarrufların azalması, ihracat gelirlerinin yetersizliği, İthal edilen malların talep esnekliğinin büyüklüğü, dış borç stoğunun artması ve sermaye hareketleri cari açıkların diğer sebepleri olabilmektedir. Bazen cari açığa bu sebeplerden biri yol açarken bazen birkaçı da yol açabilmektedir.
2.1. Yurtiçi Yatırımların Artması Dışa açık bir ekonomide yurtiçi yatırımları finanse eden parametre kamu ve özel kesim tasarrufları toplamından oluşan toplam milli tasarruflardır. Ülke içerisinde gerçekleşen yatırım düzeyi, yeni doğal kaynakların bulunması, makroekonomik istikrarın sağlanması, yeni ürün geliştirme ve üretime elverişli teknolojilerin geliştirilmesi, yapısal reformlar…vb nedenlerle artabilir. Dolayısıyla yatırımların finansmanı noktasında tasarrufların yetersiz kalması durumunda yabancı tasarruflara ihtiyaç duyulur ve cari işlemler bilançosu açık verir. Yurtdışından borçlanılması halinde göz önünde bulundurulması gereken iki uyarı vardır. Bu uyarılardan ilki yurtdışından alınan borçların dış piyasalara satılabilecek türde yeni mallar üretmek üzere yapılan yeni yatırımları finanse etmek için değil de, uluslar arası ticarete konu olmayan alanlara yapılması halinde ortaya çıkmaktadır. İkinci uyarı ise, hem uluslar arası ticarete konu olan, hem de uluslar arası ticarete konu olmayan sektör firmaları için geçerli olmaktadır. Yatırımları finanse etmek için borçlanmak ancak yatırımların getirisinin en azından, borçlanılan fonların maliyetini karşılaması halinde optimaldir. Aksi taktirde borçlanarak gerçekleşen yatırımların getirisi sağlıklı olmaz ise firmaların bilanço hesaplarında borçlar lehine artış görülecektir ve firmalar zarar edecektir. Bu da finansal krizleri tetikleyici bir unsurdur.( Timur, 2005: 7)
2.2. Ulusal Tasarrufların Azalması Bir ülkede yatırım-tasarruf farkının negatif olması, yurtiçi tasarrufların yetersiz olduğunu ve ne kadar dış kaynağa ihtiyaç olduğunu göstermektedir. Dış ticaret dengesi bir ülkede yatırım- tasarruf dengesinin sonucunda oluşmakta ve önemli bir ayarlama kanalı sağlamaktadır. (Azgün, 2006: 6) Ulusal tasarruflardaki düşme kamu tasarrufları veya özel tasarruflardaki bir düşmeden kaynaklanabilmektedir. Özel tasarruflar kişilerin harcanabilir gelirlerindeki bir düşüş nedeniyle azalabildiği gibi, harcanabilir gelir artsa dahi kişilerin harcama pörtföyünü genişletmesi nedeniyle harcanabilir gelirdeki artış tasarruflarda artışı meydana getirmiyor, tüketim harcamalarında bir artış meydana getiriyorsa da tasarruflar azalabilir. ( Özel tasarruf = Harcanabilir Gelir - Vergiler – Tüketim Harcamaları). Yine vergi oranlarının çok yüksek seviyelere ulaşması da özel tasarrufları azaltan bir sebep olmaktadır. Özel tasarruflardaki düşmenin, cari açığı tetikleme gücü kamu tasarruflarına göre daha fazla oranda gerçekleşmektedir. (Frankel, 2006: 656) Kamu tasarruflarına gelince, kamunun elde ettiği gelirin en önemli kaynağı olan vergi hasılatının azalması veya kamu harcamalarındaki artış kamu tasarruflarını azaltmaktadır. (Kamu tasarrufu = Vergi Hasılatı – Kamu harcamaları). Kamu bütçe açıkları artıyor ve gittikçe kronikleşiyorsa, yüksek oranlarda gerçekleşen harcamalar vergi hasılatı ile karşılanamıyorsa, bu açıkların giderilmesi zorlaşmakta ve dış finansman kaçınılmaz olmaktadır. Dolayısıyla totaldeki milli tasarruf düzeyinde bir azalış olması durumunda harcamaların finansmanı için yabancı tasarruflara ihtiyaç duyulacak ve cari işlemler bilançosu açık verecektir. Öte yandan, ulusal tasarrufların azalması yoluyla cari açıkların ortaya çıkmasında demografik faktörler de önemlidir. Bir ülkede genç ve emekli nüfusun oranı yüksekse cari açık oranı daha fazla olacaktır. Çalışma çağındaki nüfusun azlığı bu kesimden alınan vergilerin azalmasına ve kamu tasarruflarının azalmasına yol açarken, çalışma çağı dışındaki nüfusun oranının artması bu kişilere yönelik kamu harcamalarını yükselterek yine kamu tasarruflarını azaltmaktadır. Ayrıca çalışma çağı dışındaki nüfusun toplam özel tasarruflar üzerinde azalış yönünde bir etki meydana getirdiği de bir gerçektir. Bu kesimin harcanabilir gelirlerinin çoğunu tasarruf yapmak yerine tüketim harcamasına ayırması özel tasarruf oranının düşmesine yol açmaktadır. Yine çalışma çağı nüfusun oranının fazla olması bu kesimin yapacağı özel tasarrufların yüksek olması anlamına geleceğinden yurtiçi yatırımların finansmanı için kullanılabilecek olan tasarruf miktarının artması söz konusu olmaktadır. Dolayısıyla bu kesimin nüfusu azaldığında yatırımların finansmanı da zorlaşmakta ve dış finansmana ihtiyaç duyulmaktadır. Bu çerçevede, demografik faktörlerin etkisiyle toplam ulusal tasarruflar azalmakta ve cari açık ortaya çıkmaktadır. (Herbertsson and Zoega, 1999: 228) Yapılan çalışmaların çoğunda kısa dönemde kamu tasarruflarındaki bir düşmenin özel tasarruflar tarafından baskılanabileceği gösterilse de, Marga Peeters’ın (1999) “Global Ekonometrik Model” uyguladığı çalışmasında toplam tasarruflarda meydana gelen değişmenin yatırımlar üzerinde bir değişme meydana getireceği ve tasarruf-yatırım aralığının bütçe açığına ve cari açığa yol açacağını göstermiştir. Peeters bu çalışmasında yatırımlardaki artışın cari açığa yol açma etkisinin tasarruflardaki azalışın cari açığa yol açma etkisinden daha zayıf olduğunu ortaya koymuştur.
2.3. İhracat Gelirlerinin Azalması İhracat milli geliri arttırması ve dış dengeyi sağlamaya yardımcı olması yönüyle makroekonomik açıdan iki boyutlu öneme sahiptir. İhracat yetersizliğinin sebepleri arasında uluslar arası piyasalarda rekabet edebilme gücünün yetersizliği, ekonominin yapısal problemleri, döviz kurlarının yüksekliği ve yerli mala olan talepteki yetersizlik gibi faktörler sayılabilir. Bu problemler genellikle gelişmekte olan ülkeler için söz konusu olmaktadır. (Ünsal, 2006:39) İhracat döviz kazandırıcı kaynakların başında gelen bir gelir türü olduğu ve dış borç ödemelerinin döviz cinsinden yapılması gerektiği ve Türkiye’nin yüksek oranda dış borç stoğunun olduğu gibi etkenlerle birlikte düşünüldüğünde; ihracatın yetersizliğinin cari açıkların başka bir yönden nedeni olduğu görülebilmektedir. Yetersiz ihracat yetersiz döviz geliri ve dış borç ödeme güçlüğü anlamına gelmektedir. Bu durumda, dış borçları ödeme yolu olarak da borcu yeni borçla kapatma ve tekrar cari açık sarmalına girilmektedir. (Söyler, 2001: 20)
2.4. İthal Edilen Malların Talep esnekliğinin Büyüklüğü İthalatın aşırı artması, daha önemlisi ihracatın ithalatı karşılama oranının düşmesi cari açıkların oluşmasına yol açan diğer bir unsurdur. İthalata dayalı büyüme programı, ara-malı ve sermaye malları konusunda dışa bağımlılık, yerli malların reel değerinin yüksek olması, İthalata dayalı büyüme programı gibi ekonomik reformlar, yerli malların yabancılarla rekabet edememesi gibi sebepler ithalatın artma sebepleridir. Özellikle, üretim aşamasında sermaye ve aramalı üretiminde yetersiz olunması sebebiyle bu malların ithal edilerek elde ediliyor olması ithalatı üretimin ve adeta ihracatın bir fonksiyonu haline getirmektedir. Daha çok gelişmekte olan ülkelerde görülen bu durum ithalat oranının artmasını ve dolayısıyla cari açığı tetikleyen en temel sebeptir. (Ünsal, 2006: 41)
2.5. Dış Borç Stoğundaki Artış Ülkenin finansmana ihtiyaç duyduğu bir durumda bunun dış borçlanma ile sağlanması durumunda yurtiçine sermaye transferi gerçekleşeceğinden ödemeler bilançosunun denkleştirilmesine katkı sağlanmış olur. Ancak, bu borç yükünün faiz yükü ile birlikte geri ödenmesi durumunda bu kez yurtdışına kaynak transferi gerçekleşeceğinden, ödemeler bilançosu dengesi bozulur. Dolayısıyla ödemeler bilançosu üzerindeki net etki alınan borcun sağladığı katma değer ile alınan borcun anapara ve faiz ödemeleri neticesindeki maliyetin farkına bağlıdır. Yaratılan katma değer, anapara ve faiz ödemleri sonucu ortaya çıkan maliyetten büyük ise borçlanmanın ödemeler bilançosu üzerindeki iyileştirici etkisinden söz edilebilir. (Ünsal, 2006: 41) Bir ülke ekonomisi için dış borcun özellikle de kısa vadeli borcun milli gelire oranı o ülkeye borç veren uluslararası finans kesimlerince dikkatle takip edilen göstergelerden biridir. Her iki oranın da yüksek olması, yani dış borcu yüksek olan ülkenin uluslararası piyasalardan borçlanırken ödemek zorunda kalacağı risk primini artırmaktadır. Diğer bir ifade ile, yabancı yatırımcıların yeni borç verirken o ülkeden daha yüksek faiz oranı talep etmelerine neden olmaktadır. (Erkılıç, 2006: 9) Dış borç stoğunun yüksek olmasından ziyade bu borçların vadesinin kısa ve borçlanmanın maliyeti olan faiz oranlarının yüksek olması cari açıkları ortaya çıkaran ve tekrar borçlanma ve tekrar cari açık sonucunu ortaya çıkaran temel unsurdur.
Globalizm ve finansal serbestleşmenin bir sonucu olan sermaye hareketleri, ödemeler bilançosunun bir hesap kalemi olmakla beraber ödemeler bilançosunu doğrudan etki etmektedir. Ülkeye giren sermaye hareketleri ödemeler bilançosunu kapatıcı etki yaparken, ülke dışına çıkan sermaye hareketleri ödemeler bilançosu açığını tetiklemektedir. (Ünsal, 2006: 42) Sermaye hareketleri üç şekilde gerçekleşebilir. Bunlar; doğrudan yabancı sermaye yatırımı, banka kredileri ve tahvil ve bono gibi menkul kıymetlerin satışı yoluyla dolaylı yabancı sermaye hareketleridir.. Yerli ve yabancı yatırımcılar kendileri için optimal olan yatırımı seçerler. (Chen, 2006: 6) Yabancı sermayeye yön veren temel faktörler risk ve getiridir. Makroekonomik istikrarsızlık, sermayenin getirisinin diğer ülkelere göre düşük olması, vergi sistemindeki düzenlemeler ve yatırım teşvikleri konusunda yetersiz olunması gibi unsurlar sermaye hareketlerinin ülkeye akışını caydırıcı etki yaratmakta dolayısıyla bu şartların daha iyi olduğu ülkelere de sermaye kaçmaktadır. Her iki durum birleşince ödemeler bilançosunda açıklar meydana gelmektedir. (Ünsal, 2006: 42) Ülke içine doğru akan sermaye hareketlerinin doğrudan yabancı sermeye hareketleri yerine kısa vadeli yabancı sermaye şeklinde gerçekleşmesi ise cari açıkları ortaya çıkaran başlıca bir sebeptir. Kısa vadeli sermaye hareketi sonucu ortaya çıkan döviz bolluğu dış borç stoğunu arttırıcı etki meydana getirmekte böylece cari açıklar kronikleşmektedir. (Yeldan, 2005: 51) Başlangıçta söz konusu döviz bolluğu cari açığı kapatıcı etki yaratsa da bu borç yükü borçlanmanın maliyeti olan faiz yükü ile birleşince artan döviz arzının cari açığı kapatıcı etkisi kaybolmaktadır. Bu sebeple sermaye hareketlerinin uzun vadede cari açık üzerindeki iyileştirici etkisinin ortaya çıkabilmesi doğrudan yabancı sermaye yatırımlarının artışı ile doğrudan ilişkilidir.
3. CARİAÇIKLARIN MAKROEKONOMİK ETKİLERİ Mal ve hizmet ithalatının, mal ve hizmet ihracından fazla olması durumu veya başka bir ifade ile özel sektör ve kamu açıklarının toplamı olarak ifade edilen cari açık yaklaşmakta olan bir krizin temel göstergesidir. Nitekim; IMF başkanı Stanley Fisher (1998: 115) tarafından “Gerçekleşen ve beklenen açık büyükse ülke devalüasyona davetiye çıkarıyor.” şeklindeki açıklama da bu savı doğrulamaktadır. (Enç, 2001:31) Cari açıklar Türkiye ekonomisinin tarihi boyunca beraberinde krizleri de getirmiştir. Ancak bu krizlerin sebebi gerçekten de cari açıkların varlığı ve oranı mıdır? Cari açığa hangi faktörün sebep olduğu mudur? Yoksa; Cari açıkları finanse etme yöntemindeki yanlışlıklar mıdır? Bilhassa Türkiye’de 2003 yılından sonra cari açıklarda görülen artışlar 1994 ve 2001 krizleri öncesi düzeylerini aşma eğilimi göstermesiyle bu konu son zamanlarda Türkiye’nin tekrar gündemine oturmuştur. Dışa açık ekonomilerde, kimi zaman ABD gibi cari açığını kendi parasıyla finanse edebilecek ülkelerde dahi cari açıkların mevcudiyeti endişelere yol açmıştır. Ancak cari açığın yüksekliği ve kalıcı görüntüsü daha çok az gelişmiş ülkeler için ciddi sorunları beraberinde getirmiştir ve cari açıklar bu ülkeler için kronikleşmiştir. İhracatı ithalatının bir fonksiyonu olan bu ülkeler “almadan satamaz” hale gelmiş, döviz kurlarındaki düşmelerin bu ülkelerin paralarının değerini yükseltmesi kimi zaman bu ülkelerin işine yaramış ve daha ucuza mal ithal edebilip daha fazla mal üretimini gerçekleştirmiş ve daha fazla ihracat yapabilmişlerdir. Cari açıkların makroekonomik etkileri ve ne zaman bir krizi beraberinde getirdiği konusu cari açıkların varlığından çok bu açıkların oranı ve nasıl finanse edildiği ile ülkenin ithalat ve ihracat kompozisyonu ile ilgilidir. Büyük cari hesap açıkları kısa vadeli yabancı kaynaklarla finanse edilme yoluna gidilince, sürdürülemeyen ve sonunda bir nakit krizine sebep olan ve dış borcun birikmesine sebep olmaktadır. Bu yüzden krizlere sebep olan büyük faktör, cari hesap açıklarının sürdürülememesidir. Kriz öncesinde oluşan dinamiklerin ve etkileşimlerin, karakteristik bir sarmal yarattığı söylenebilir. Bu sarmalın oluşmasının en temel nedeni, kamu kesimi borçlanma gereğinin GSMH’ya oranından kaynaklanan kronik enflasyonun yarattığı belirsizlik ortamında iç borç stoğunun servis edilme zorunluluğudur. Belirsizlik beraberinde riski getirmekte, bu da yüksek faize ve borç stoğunun vadesinin kısa olmasına yol açmaktadır. Yükselen faizler dış piyasalardan da kısa vadeli yabancı sermaye hareketlerini hızlandırmakta bu da düşük kurlar olarak karşımıza çıkmaktadır. Dolayısıyla etkileşim zincirinin; iç tasarruf açığı ve dış tasarruf açığı şeklinde iki ayağı vardır. Türkiye’de 1989’dan bu yana yaşanan kriz dinamiği bu iki ayak üzerinde hareket etmiştir. (Çakman ve Çakmak, 2003: 33) Krizi takip eden bir- iki yıl için cari işlemler açığı kapanmaktadır. Ancak Türk lirasının başlayan ve birikimli olarak devam eden reel değerlenme süreci, krizden sonraki ikinci veya üçüncü yıldan itibaren Türk lirasını yeniden aşırı değerlenmiş duruma getirmektedir. Dolayısıyla cari işlemler açığı özellikle ekonominin hızlı büyüdüğü yıllarda tekrar oluşmaya başlamaktadır. Oluşan bu cari işlemler açığı, bundan sonraki birkaç yıl boyunca bir müddet sürdürülebiliyor görülebilmektedir. Ancak Türk lirasında devam eden değerleme süreci cari işlemler açığının idame ettirilemez düzeylere vardığı kanısını başlatmaktadır. Bu noktadan sonra içteki ve dıştaki piyasa aktörleri, herhangi bir olumsuz tetikleyici oluştuğu taktirde, yerel paraya doğru yönelme hareketi içinde olurlar. Dolayısıyla devalüasyon da kaçınılmaz olmaktadır. Çakman ve Çakmak (2003)’ın makalelerinde ifade ettiği gibi, “Ülke parasının aşırı değerlenmesi ne denli fazlaysa ve gerekli düzelmeler de gecikmiş ise, ülke parasının değer kaybı o kadar sert olacaktır. TL ve TL cinsi getiri getiren menkul değerlerden kaçış söz konusu olur, kısa vadeli faizler yüksek rakamlara ulaşır, ülke parası hızla değer kaybeder, bono ve tahvil fiyatları düşer yeni iç-borçlanma ihalelerinde ortalama vade önemli ölçüde kısalır. Bu da kamunun borçlanma maliyetlerini arttırır. Finansal kriz sırasında, yaşanan hızlı devalüasyonun üretim maliyetlerinde yaratacağı artış nedeniyle olduğu kadar, yükselen faizlerin kısalan vadelerin kamu borçlanma gereksinimi üzerinde yapacağı etkinin yaratacağı dinamikler nedeniyle de enflasyonist beklentiler artar. Bu ise ülke parasının değerinde türev düşüşlere ve bu türev düşüşlerden kaynaklanacak türev enflasyon artışına yol açar” Cari açığın bir krizi beraberinde getirmesi konusu ve makroekonomik etkileri ülkenin ithalat ve ihracat kompozisyonu ile de yakından ilgilidir. Cari işlemler hesabının en önemli kalemini oluşturan dış ticaret dengesinin özellikle 1996 yılından sonra ciddi açıklar verdiği görülür. Türkiye’de artan dış ticaret açığının iki temel nedeni olmuştur. Bunlardan biri Gümrük Birliği iken diğeri sanayinin yapısal sorunları yani; üretim ve yatırım aşamasında dışa bağımlılığın söz konusu olmasıdır. (Enç, 2001, 34) Türkiye ve Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerin ithalat kompozisyonuna bakıldığında daha çok sermaye ve ara malı ithal edildiğini görebiliriz. Nitekim Tablo 2’den de görülebileceği üzere 1996 yılından itibaren Türkiye’nin ithalatının sektörel dağılımına bakılınca da en başta sanayi daha sonra madencilik ve arkasından tarım ürünleri ithalatı yapıldığı görülür. Dolayısıyla üretimde kullanılan sanayi mallarının toplam ithalat içinde daha fazla bir yer tutması ihracatın ithalatın bir fonksiyonu olduğunun göstergesidir. 1995 yılında 35,7 milyar dolarlık ithalatın 24,4 milyar dolarlık bölümü DTÖ tanımlamasına göre sanayi grubu ve 6,7 milyar dolarlık bölümü de madencilik grubu olmak üzere, toplamda yüzde 87,1’i sanayi ürünlerinden oluşmakta iken, 1996 yılında yüzde 22 oranında artışla 43,6 milyar dolara ulaşan ithalat içinde bu oran; 30,5 milyar dolarlık bölümü sanayi ve 8 milyar dolarlık bölümü de madencilik grubu olmak üzere, toplamda yüzde 88,3 olmuştur. (Öztürk, 2003) 2000 yılında ithalat 54,5 milyar dolara ulaşırken, sanayi ve madencilik ürünlerinin toplam payı yüzde 92,3'e yükselmiştir. 2003 yılında dış ticaret açığının 6,6 milyar dolar artmasında en büyük pay madencilik ürünlerine (ham petrol) ait iken, 2004 yılının ilk dokuz aylık döneminde açığın yaklaşık 10 milyar dolar artışında en büyük pay sanayi ürünleri grubunda yer alan “otomotiv sanayi ürünleri” ve “diğer makine ve ulaşım araçları”nın olmuştur. Bu kalemlerdeki açık çoğunlukla artan tüketim talebinin, kolaylaşan tüketici kredisi imkanlarının ve böylece artan tüketim talebinin bir sonucu olarak ortaya çıkmaktadır. Halen, bir çok ülkeye göre reel olarak yüksek olan faiz oranları ve değer kaybetme yönünde pek dalgalanmayan TL kısa vadeli sermaye girişlerini artırmış, bu girişler ise henüz sağlıklı ve derin bir yapıya kavuşmamış olan mali piyasalar aracılığı ile tüketici kredilerine yönlendirilmiş, bu da 2001 yılından bu yana baskı altında olan tüketim talebinin aşırı derecede canlanmasına sebep olmuştur (Günay, 2005:34).
Tablo 1: İthalatın Sektörel Dağılımı (milyon dolar) (1996-2005) (DTM)
Ayrıca Tablo 2’den de görebileceğimiz gibi 2001-2005 yılları arasındaki yatırım malı, ara malı ve tüketim malı sınıflamasına göre ithalatın dağılımına bakınca görülen şey en çok ara malı daha sonra yatırım malı ve en son olarak da tüketim malı ithal edildiğidir. Bu göstergeler de bize ithal girdi bağımlılığımızın olduğu,“almadan satamayan” bir ülke olduğumuzu gösterir. İthalatın yapısı, Türkiye’nin hem yatırım aşamasında, hem üretim aşamasında dışa bağımlı olduğunu göstermektedir. Nitekim, ithalat sadece ekonominin küçüldüğü 1994, 1998 ve 2001 yıllarında gerilemektedir. İthalatın mutlak olarak azaldığı ve ihracatın ithalatı karşılama oranının arttığı 1994, 1999 ve 2001 yılları ekonomik küçülmenin yaşandığı yıllardır. Türkiye büyümek istiyorsa, hem yatırım aşamasında sermaye malları hem de üretim aşamasında ara malları ithalatını arttırmak zorunda kalmaktadır. Gümrük Birliği bu bağımlılığı daha da arttırmaktadır. (Enç, 2001: 33-35) Ekonomik kalkınmanın doğal bir sonucu olarak dış ticaret açıklarının ortaya çıkması ve döviz darboğazının yaşanması kaçınılmaz bir durumdur. Döviz hızlı kalkınmanın gerektirdiği ithalatı finanse ettiği için ülkenin kalkınmasında özellikle sermaye malı ithalatı gerekmekte ve bu da dışa bağımlılığı kaçınılmaz kılmaktadır. Döviz gelirlerinin ise büyük bir bölümünün birkaç temel ilkel ürünün ihracından sağlanması, bu gelirlerin düzeyini hedeflenen kalkınma oranının gerektirdiği düzeyin çok altında kalmasına ve böylece dış ticaret açığı veya döviz açığı sorununun ortaya çıkmasına neden olmaktadır. ( Zengin, 2000: 38) Tablo 2:Geniş Ekonomik Grupların Sınıflamasına Göre İthalat (milyon $),(DTM,2006)
*2007 yılına ait ilk altı aylık verilerdir.
Öte yandan Türkiye’nin ithalatında belirli ülke/ülke grupları veya bölgeler bazında bir yoğunlaşma görülmektedir. Kuşkusuz bunda, ekonomik, coğrafi, tarihsel ve kültürel faktörler etkili olmaktadır. Ekonomik açıdan ele alındığında, Türk sanayinin mevcut yapısı, teknolojik donanımı ve ithal girdi bağımlılığı doğal olarak, sanayi kesimini yabancı kaynaklara yöneltmektedir. Örneğin, sanayi üretimi teknolojik açıdan gelişmiş ülkelere, ham petrol açısından ise Ortadoğu ülkelerine bağımlılık söz konusudur. Ayrıca, gerek Avrupa gerek Ortadoğu ile olan coğrafi yakınlık, taşıma masraflarının etkisi ile ithalatın bu bölgelerden yapılmasını kolaylaştırmaktadır. Dolayısıyla, çoğunlukla gelişmiş ülkelerin içinde yer aldığı Batı Avrupa grubu ile Ortadoğu bölgesinin ithalatımız içindeki payı önemli ölçüde yüksektir (Vehbi, 2002: 23). Dış ticaret açıklarının analizine ihracatın ve ithalatın GSMH içindeki payları açısından ve ihracatın ithalatı karşılama oranı açısından bakılınca da cari açık analizinde farklı tespitler söz konusu olmaktadır. Türkiye’nin gerek ithalat gerekse ihracat hacminde 2000 yılından beri bir artış söz konusudur. Nitekim ithalat/GSMH oranında ve ihracat/GSMH oranlarında da giderek bir artış yaşandığını görmekteyiz. İthalat arttıkça ihracatta da artışlar yaşanıyor. Dış ticaret açığına bakınca açığın büyüyerek devam ettiği görülebilir. Ancak ihracatın ithalatı karşılama oranına bakınca düşüşler gözlemlenebilir. Bu da ithalat harcamalarının ihracat gelirlerinden karşılanma oranının düşmesi anlamına gelir. 2001 yılında ithalat harcamalarının %75’i ihracat harcamalarından karşılanabiliyorken bu rakam, 2005 ve 2006 yıllarının Ocak-Ekim arasını kapsayan dönemde sırasıyla yaklaşık %63 ve %60 olarak geçekleşmiştir.
Tablo3: Türkiye’nin Dış Ticaret Yapısı ( Yıllık ve Dönemsel ) (DTM)( Milyon $)
4. CARİ AÇIKLARIN SÜRDÜRÜLEBİLİRLİĞİ ve SÜRDÜRÜLEBİLİRLİĞİN TEMEL BELİRLEYİCİLERİ Cari açığın sürdürülebilirliği yüksek dış borcu olan ülkeler açısından bir hayli önemli bir konudur. Çünkü cari açığın sürdürülebilirliği, dış borçlanmanın sürdürülebilirliği anlamına gelir. Nitekim Maastricht Kriterleri arasında cari açığın sürdürülebilir olması maddesinin yer alması konunun önemini gösteren diğer bir göstergedir. (Uygur, 2004: 15) Sürdürülebilirliğin en önemli göstergesi cari açığın GSMH’a oranıdır. Dünya ekonomisine büyük oranda yön veren ABD’de cari açık/ GSMH oranının %5’e ulaşması, cari işlemler fazlasının Çin’de %3 Rusya’da %8’e yükselmesi politikacı ve akademisyenlerin bu konuya ilgisini arttırmıştır. (Barışık ve Çetintaş, 2006:2). Uygur, (2004) cari açığın sürdürülebilirliği konusunda %5’lik bir eşik oranı, döviz kuru politikası, dış borçların vadesi ve bileşimi, dış ticaretin yapısı ve dışa açıklık oranı, açısından değerlendirilmesi gerektiğini belirtmiştir. Cari İşlemler açığı/ GSMH oranı dış kaynak ihtiyaç oranı olarak da düşünülebilir. Bu oran ülkenin yabancı sermayeye olan bağımlılığının en önemli göstergelerinden birisidir. Oranın yükselmesi ülkenin yabancı sermayeye olan bağımlılığının artmakta olduğunu ve ülkenin diğer ülkeler odaklı krizlerden daha hızlı şekilde etkilenme olasılığının yüksek olduğunu gösterir. Gelişmekte olan ülkeler için bu oran % -7.8 iken, gelişmiş ülkelerde % 2 civarındadır. (Yavuz ve Çiçek, 2006: 114) Dünya ekonomisi küreselleştikçe ve sermayenin önündeki engeller kaldırıldıkça tasarruf-yatırım, gelir harcama dengesizliği sonucu oluşan cari açıkların yabancı sermaye ile finanse edilmesi yöntemine başvurulmaktadır. Cari açığın sürdürülebilirliği kamu-özel sektör harcamaları, vergi gelirleri, borçlanma, sermaye hareketleri, kamu-özel sektör yatırım-tasarruf karları arasındaki dengesizlikleri yansıtan karmaşık bir ilişki olarak görülmektedir. Makul ve sürdürülebilir cari açık iki açıdan önemlidir. Birincisi uluslar arası piyasalardan borçlanmayı kolaylaştırması, ikincisi yabancıların ülke tahvil-hisse senetlerine kaynak aktarımını sağlamasıdır. (Barışık ve Çetintaş, 2006:2) Bir cari hesap sadece ve sadece yabancı yatırımcılar tarafından finanse edildiği taktirde sürdürülebilirdir. Ancak bu finansman şekli de önemlidir. Sermayenin aniden ülke dışına kaçması ciddi problemler oluşturabilir. Özellikle, egemen ülkeden, ya da bankacılık sisteminde veya finansal sistemden borçlanıldığı zaman karışıklığa yol açılmış olunur. Bireysel girişimcilerin dış nakit borçlarını ödememesi genellikle bir problem olmamasına rağmen anonim şirketlerce ödenmeyen ve bankacılık sisteminin kararlılığını tehdit edecek büyük ölçekli borçlar problemleri tetikler. Eğer yatırımcılar aniden bir ülkenin kredi verilebilirliğine olan güvenlerini kaybederlerse, ülkenin kısa dönem borç stokunun vadesini uzatmayı reddedebilirler. Böylece; ülke mevcut rezervleri veya cari hesap hasılatı ile dış borç yükümlülüğünü finanse etmekte zorlanır. Bu yüzden toplam borçlar içinde kısa dönemli borçların yüzdesinin yüksek olması, krize götüren ani büyük sermaye akışlarının olma olasılığını arttırır. ( Togan and Ersel, 2005:6) Türkiye’de 2003 yılından itibaren cari açıktaki artış süreci, ile birlikte artan yabancı sermaye girişleri dikkat çekicidir. Artan yabancı sermaye girişleri cari açığın sürdürülebilirliğine katkıda bulunmasına rağmen sermaye akımlarının yönlendirilmesi önem kazanmaktadır. Cari açıkların sadece % 10’nun doğrudan yabancı sermaye girişleri ile karşılanması beraberinde tasarruf-yatırım eşitsizliğinin devam etmesi cari açıkların sürdürülebilirliği noktasına dikkatleri çekmiştir. (Barışık ve Çetintaş, 2006:13). Bu nedenle cari açıkların sürdürülebilirliğini sağlamak için, sürdürülebilirliğin temel belirleyicileri üzerinde durmak önem kazanmaktadır. Sürdürülebilirlik yabancı sermaye girişlerinin disipline edilmesi, doğru bir döviz kurunun seçimi, tasarruf-yatırım farkının yol açtığı yüksek orandaki bütçe açıklarının azaltılması ve faiz ödemelerinin azaltılması gibi parametrelerle belirlenmekte olduğundan bu noktalar üzerinde daha geniş durmakta fayda vardır
4.1. Kısa Vadeli Yabancı Sermaye Girişleri Bir ekonominin yatırım, büyüme ve cari açığının sebep olduğu finansman ihtiyacını karşılamak için ihtiyaç duyduğu yabancı sermayenin farklı ülkeye giriş yöntemleri mevcuttur. Uluslar arası sermaye doğrudan yatırımlar şeklinde girebileceği gibi pörtföy yatırımları ve kısa vadeli sermaye (sıcak para) şeklinde de ülkeye girişi söz konusu olabilmektedir. Bir ülke için büyüme süreci ile birlikte gelişimine önem verilen menkul kıymetler piyasası (borsa) ciddi oranda sermaye çekebilme kapasitesine sahiptir. Bu nedenle yabancı sermayenin menkul kıymetler piyasasına ani giriş ve çıkışı önemli bir makro ekonomik istikrarsızlık kaynağı olabilmektedir. (Barışık ve Açıkgöz, 2007: 202) Ülkeler için kamu açıklarını veya ithalatın ihracatı aşmasıyla ortaya çıkan cari açıkları finanse etmede en sık başvurulan yollardan biri olan borçlanma politikası, Türkiye için bir politika aracı olmaktan çok kısa süreli ve geçici çözüm üretmek üzere başvurulan bir yol olmuştur. Borçlanma iç ve dış borçlanma şeklinde gerçekleşmektedir. İç borçlanmanın “crowding out” etkisi yani; özel sektörün elindeki fonların çekilip toplam yatırımların ve toplam talebin azalması şeklinde yaratacağı etkisi nedeniyle ve genellikle Türkiye için dış borçlanma daha çok başvurulan bir yoldur. Ayrıca faiz hadlerinin yükselmesi bir dönem sonra bütçe açığının daha da yükselmesine sebep olarak özel sektörü dışlayıcı etkisini arttırarak kısır döngü yaratmaktadır. (ZENGİN, 2000: 38) Döviz kurları düşük tutulmasının yanında yüksek faiz oranları ile de yurtiçi menkul kıymetlere olan talebi arttırma şekildeki finansman Türkiye’nin borçlanma politikasına hakimdir. Türkiye’nin ne şekilde olursa bir borç bulabiliyor olması avantajına bir durum olarak algılanabilir. Daha yüksek faiz, daha fazla risk ve daha fazla komisyon ödeyerek de olsa dış kredi sağlayabilmektedir. Ancak bu durum büyük bir dezavantajı da beraberinde getirmektedir. Hükümetler bu durumda gelecek yılların gelirlerine güvenip, gelecek nesilleri şimdiden borçlandırarak harcama yapmış olurlar. Alınan borçlarla finanse edilen faaliyetlerin bu borçları ve faizleri karşılayabilme konusu da şüphelidir. Borçlanmaya dayalı ekonomik büyümenin, dur- kalk şeklinde cereyan eden, piyasalara güven aşılamaktan çok belirsizlik aşılayan ve yerli-yabancı yatırımcıların uzun vadeli yatırım kararlarını kısıtlayan olumsuz tarafları önemsenmelidir. Türkiye ekonomisi ülkeye borç akışının yoğun olduğu yıllarda hızlı büyümektedir. Ancak diğer yıllarda ekonomik faaliyet hacmi daraltmakta, ve büyüme gerilemektedir. Çünkü yabancı yatırımların yoğunluğu artmamakta ve iç tasarruf eğilimi fazla olmamaktadır. (Sanalan, 2003: 72) Devletin yanlış finansman politikasının ekonomi üzerinde önemli zararları olmuştur. 1- Bütçe açığının yanı sıra, devletin yanlış borçlanma politikası borç yükünün daha da artmasına sebep olmuştur. Örneğin, 1992 yılında devlet borçlanması %35,2’lik bir reel faiz yerine %5’lik bir reel faizle yapılsaydı 16.5 trilyona yakın bir tasarruf sağlanabilecekti. Bütçe açığının yarısına yakın bir kısmı devletin yanlış borçlanma politikasından kaynaklanmıştır. 2- Yüksek faiz ile borçlanma piyasa faiz oranlarını da yükselterek yatırımların düşmesine ve büyüme oranının potansiyel büyüme oranının altında kalmasına yol açmıştır. 3- yükselen faiz oranlarına bağlı olarak kamu borçları nedeniyle devletin halka yaptığı ödemeler gelir dağılımını daha da bozmuştur. 4-yükselen kamu iç borçlanması halkın elindeki devlet tahvili, hazine bonosu, gibi likit servet miktarını arttırarak tüketim eğilimini arttırmıştır. (Zengin, 2000: 62) Ancak cari açıkların finansmanında yabancı doğrudan yatırımların daha emin bir yol olduğu tartışmasızdır. Eğer cari hesap açığının yüksek bir yüzdesi, doğrudan yabancı sermaye yatırımıyla finanse edilirse cari açığın sürdürülebilir olduğu söylenebilir. Ancak Türkiye’nin geniş doğrudan yabancı yatırım (FDI) akımını cezp edemediği bir gerçektir. Tablo 5, 1999 ile 2007 yılları arasındaki ülkeye giren doğrudan yabancı sermaye akımlarını göstermektedir. Tabloya göre, Türkiye’ye gelen FDI’nın hemen hepsinin imalat ve hizmet sektörünce cezp edildiği görülmektedir.
*1999-2003 verileri TCMB’na ait iken 2003-2007 verileri Hazine Müşteşarlığından alınmıştır. Foreign Investment Advisory Service’e göre, 2000’li yılların başlarından itibaren FDI girişimlerine müdahale etmeyi engelleyen yedi temel problemden bahsetmiştir: i.) Politik istikrarsızlık, ii.)Hükümet içi tartışmalar, iii.) Zayıf bir yargı sistemi, iv.) Ağır vergiler, v.) Ahlak yapısının çöküşü ve rüşvetçilik, vi.) Yetersiz altyapı, vii.) İnformal ekonomi ile rekabet. Diğer yandan; Organization for Economic Co-operation and Development (2004), yukarıdaki faktörlere ilaveten Türkiye’nin politik istikrarını kurması ve informal ekonomiden kaynaklanan haksız rekabeti gidermesi gerektiğini belirtmiştir. Bu durumda Türkiye gelecekte daha yüksek FDI akımları çekebilmek için politik istikrarlılığını ve makro ekonomik çerçevesini geliştirmeli, yasal kurallara olan saygıyı arttırmalı, özelleştirme programlarının yasal yönetim çerçevesini yeniden gözden geçirmeli, işçi-işveren ilişkileri çerçevesinde işçi birliklerinin daha net olarak anlaşılması sağlanmalı, yerel piyasalardaki rekabet arttırılmalı,bürokratik kırtasiyeciliği arttırmalı ve ekonomideki informal sektörün azaltılması için ölçüler almalıdır. ( Togan and Ersel; 2005:7)
4.2. Bütçe Açıkları ve Cari Faiz Oranları Cari hesap açığının kaynağı bütçe açıkları olduğunda, bu açık ulusal yatırımdaki bir artıştan kaynaklanabileceği gibi, ulusal tasarrufta veya özel tasarrufta bir düşüşten de kaynaklanıyor olabilir ( CA = S – I ). Eğer bu açık yatırımlarda yaşanan bir yükselmenin (boom) yol açtığı bir açıksa (ki cari açıklara büyük oranda sebep olan budur) bu durum; yabancı kaynaklı borçlanma şeklinde finanse edilirse cari açık sürdürülemez. Diğer taraftan eğer cari hesap açığına neden olan faktör, özel tasarruflardaki düşüşler ise konu üzerinde daha az durulur, çünkü özel tasarruflardaki bir düşüşün geçici olabileceği kabul görür. (Kalaycı, Aytemiz, Helhel, 2004: 80) Dolayısıyla cari açıkların sürdürülebilirliği, kamu ve özel sektör açıklarının sürdürülebilirliğine bağlıdır. Sürdürülemeyen kamu açıklarının parasal finansmanı, ilk intibak değişkeninin enflasyon olmasına neden olur. Sabit kur rejimi altında, bu tür bir finansmanın yol açtığı enflasyon-reel kur değerlenmesi ve sürdürülemez bir cari açık kriz ile sonuçlanır. Sabit kur rejiminde döviz kurunun nihai intibakı sonucunda oluşan finansal krizlerde sürdürülemeyen cari açıkların kaynağı Meksika ve Asya’da özel sektör açıkları olmuştur. Bu özel sektör açıkları Meksika’da özel tüketim, Asya’da özel yatırımlar olmuştur.(ÖZMEN, 2004: 7) Bütçe açıkları için, Bütçe açıkları = (Özel tasarruf-özel yatırımlar)+(cari hesap açıkları) şeklindeki eşitlik yazılabilir. Formülde net özel tasarruflar özel kesim toplam tasarruflarından toplam yatırımların düşülmesi ile bulunur. Net kamusal tasarruflar bütçeye dahil olmayan kuruluşların net tasarrufundan oluşmaktadır. Net dış tasarruflar ise, ihracatın ithalattan fazla olması durumunda oluşan pozitif net farktır. Eşitliğe göre bütçe açıkları konsolide kamu sektörü açıklarıdır. Hükümetin bütçe açıkları vergilerle finanse edilmezse, borçlanma yoluyla yurtiçi ve yurtdışındaki net tasarruflardan kaynak teminine başvurulmaktadır. (Bilgili ve Bilgili, 1998: 7). Eşitlikte ifade edildiği şekilde tasarruf yatırım eşitliği crowding out sorunu bütçe açıklarında bir artış ya yatırımlarda aynı miktarda bir azalmaya neden olacak ya yatırımlarda aynı miktarda bir azalmaya neden olacak ya da cari açıkta bir artışa sebep olacaktır. Bu çerçevede bütçe açıkları ile dış ticaret açıkları arasında bir bağıntı (ikiz açıklar hipotezi) söz konusudur. Bütçe açıklarındaki bir azalmanın dış ticaret açığı üzerindeki etkisi para politikasıyla desteklenmesine, döviz kurundaki değişmelerin etkisine ve reel faiz oranlarına bağlıdır. Mali bağıntı para politikası ile birlikte düşünüldüğünde faiz oranları düşerek döviz kurunun düşmesine sebep olur. Bundan dolayı ticaret açıkları azalırken yatırımları arttırma eğilimi de ortaya çıkar. (Fischer and Easterly, 2006) Bu bağlamda, faiz oranları ve döviz kurları arasında pozitif yönlü bir ilişkini varlığından söz edilebilir. Nitekim para otoriterinin döviz kurları üzerinde doğrudan müdahale yetkisinin olmadığı durumlarda, döviz kurları piyasa faiz oranları vasıtasıyla piyasa üzerinde belirlenebilmektedir. Döviz kurlarını düşürme hedefli bir politikanın faiz oranları düşürülerek gerçekleştirilmeye çalışılması durumunda hem bütçe açığını hem de cari açığı iyileştirme sonucuna çıkan bir politika şekline dönüşmesi söz konusu olabilir. (Kim and Roubini, 2004) Tablo 7, 1990-2004 yılları arasında Türkiye’de tasarruf, yatırım ve cari hesaptaki gelişmelerin GSMH’ya olan oranını göstermektedir.Tablodaki göstergeler de yatırım tasarruf aralığının genişlemesi ve cari açık ilişkisini ortaya koymaktadır.
Tablo 6. Tasarruf, Yatırım ve Cari Hesabın GSMH'ya Oranları ( Yüzde )(DPT)
* 2006 Yılı Gerçekleşme Tahmini **2007 Yılı Program Hedefi
Önceki dönemlerden 1994 ve 2001 krizine olan dönemde tasarruf-yatırım aralığı oldukça büyüktü. 1992 – 93 esnasında, ortalama kamu tasarruf-yatırım aralığı’nın GSMH’ya oranı yüzde -8,78’e düzeyindeyken, ortalama özel tasarruf-yatırım aralığının GSMH’ya oranı yüzde 5.35’tir. Benzer şekilde, 1999 – 2000 döneminde ortalama kamu tasarruf-yatırım aralığının GSMH’ya oranı yüzde -12,76 düzeyindeyken, ortalama özel tasarruf-yatırım aralığının GSMH’ya oranı yüzde 8,2’dir. Dengelenmeyle birlikte ölçüler göstermiştir ki, kamu tasarruf-yatırım aralığının GSMH’ya oranı 1994'te yüzde -4.73 düzeyine düşmüştür ama 2001 krizden sonra benzer bir gerilemeye rastlanmamıştır. 2001 süresince ayarlamaların çoğu özel tasarruf-yatırım aralığının GSMH’ya oranındaki ilerleme ile başarıldı. 2001 süresince özel tasarruf oranları çok fazla değişmezken, özel yatırım oranlarında oldukça büyük bir gerileme vardır. (Togan Ersel, 2005: 10) Yatırım tasarruf aralığının genişlemesiyle paralellik gösteren borçlanma ile cari açıkların finanse edilmesi yolu makroekonomik istikrar üzerinde de olumsuz sonuçlar doğurmuştur. Türkiye gibi zamanında doğru vergileme yapamamış ülkelerde borçlanma kamu gelirlerindeki yetersizliklerin giderilmesi amacıyla, çok sık başvurulan bir kaynak haline gelmiştir. Kamu harcamalarını borçlanma ile finanse edip bir kez borç- faiz-yeniden borç kısır döngüsüne girilince bu borçları finanse etmekte ülke kaynakları kısır kalmıştır. Dolayısıyla faizler artıp borcun maliyeti artmış, ülke krize elverişli hale gelip, üretim olumsuz etkilenmiştir. Gelişmiş ülkelerde borçlanma talep fazlalığının yaşandığı dönemde bütçe fazlası yoluyla toplam talebi kontrol etmek üzere bir “talep yönetimi politikası” olarak kullanılırken, Türkiye borçlanmayı bir talep yönetimi politikası olarak kullanmamıştır. Kamu bütçesi açık verdiği için veya ithalatın ihracattan fazla olmasının bir sonucu olarak borçlanma yoluna gidilmiştir. Yeni borçlanmalar mevcut borç stokunun ana para taksiti ve faiz ödemelerini karşılama amacına yönelik bir hal almıştır. Borçlanma kısa vade ile ve yüksek faizle gerçekleştiği gibi kamu açıklarının ve enflasyon yükünü toplum kesimleri arasında adaletli dağıtmamaktadır. (Kalaycı, Aytemiz ve Helhel, 2004: 83) Öte yandan; borçların sürdürülebilirliği diğer bir ifade ile cari açıkların sürdürülebilirliği hakkında çok kuvvetli verilerin mevcut olması önemlidir. Borç stoğunu belirleyen dört değişken vardır. Bunlar; reel büyüme hızı, reel faizler, reel kur ve faiz dışı fazladır. Bu değişkenler arasında kontrol edilmesi en mümkün değişken, faiz ödemeleri dışarıda tutulduğunda bütçenin fazla vermesi anlamına gelen faiz dışı fazladır. Yani bütçe gelirleri faiz dışındaki bütçe giderlerini karşılayabilmeli ve bir miktar da fazla verilmelidir. Bu gelir fazlası ile faiz ödemelerinin bir kısmı gerçekleştirilir. Faiz ödemelerinin kalan kısmı borçlanmayla karşılanır. Bunun sonucu, borç stokundaki artışın faiz ödemelerinden daha az olmasıdır. Dolayısıyla cari açıkların sürdürülebilirliği için ekonomideki reel faiz oranlarının düşüyor olması, keskin kur hareketlerinin olmaması en önemli piyasadaki insanlara güven verebilecek bir faiz dışı fazlanın var olması çok önemli hususlardır. (Özatay, 2004: 32)
Sonuç: Son yıllarda artan cari açık sorunu ekonomideki diğer istikrarsızlıklarla birleşince bu konu tüm akademik çevrelerde tekrar tartışılmaya başlanmıştır. Bu açıkların etkilerinin tüm ekonomik birimlerde kendisini göstermesi konunun üzerinde hassasiyetle durulması gerektiğinin diğer bir nedeni olmuştur. Bu çalışmada cari açıkların Türkiye ekonomisinde nasıl bir seyir takip ettiği ve sebepleri incelendi. Cari açıkların etkileri ortaya çıkış sebepleri üzerinden değerlendirilerek, bu açıkların ne zaman bir risk oluşturacağı üzerinde duruldu. Çalışma sonucunda varılan sonuç ise, cari açıkların sürdürülebilir olduğu sürece tehdit yaratmayacağı olmuştur. Ancak ülkemiz açısından sürdürülebilirliği tehdit eden bir takım sorunlar mevcuttur. Türkiye’deki cari açığın sürdürülebilirliğini tehdit eden en önemli konular yüksek faizler, düşük döviz kuru ve sıcak para denen kısa vadeli yabancı sermaye girişlerinin Türk mali piyasalarına göre hacimce büyüklüğü, ihracatın ithalata bağlılığı olmaktadır. Yüksek faiz sıcak para girişini desteklemekte, bu da döviz kurlarını düşürerek TL’nin aşırı değerlenmesini beraberinde getirmektedir. Aşırı değerli TL ise ihracatı azaltıp ithalatı arttırmaktadır. Dolayısıyla bu sorunlar birbirini tetiklemekte e cari açıklar kronikleşmektedir. Kamu finansman açığı ve dış ticaret açığını finanse etme noktasından hareketle borçlanma yoluna başvurmak ve iç borçlanmanın yarattığı crowding-out etkisi nedeniyle özellikle dış borçlanma yolunu seçmek mevcut riskleri her defasında daha fazla arttırmaktadır. Ülke olarak açıkları kapatıcı acil önlemler dış borçlanmayla alınmaya çalışılınca dış borç yükü buna faiz ödemeleri eklenince gelecek nesiller üzerine daha ciddi yüklenmektedir. Cari açığın sürdürülebilirliği birinci derecede borçların sürdürülebilirliğine bağlı olmaktadır. Dolayısıyla cari açıkları iyileştirme yolu ülkenin sahip olduğu makroekonomik göstergelerin iyileştirilerek kalıcı çözümler bulunmasından ve bir takım yapısal reformlardan geçmektedir. Bu bağlamda dış kaynak gereksinimini azaltmak ekonominin büyüyerek, doğrudan yatırımları arttırarak üretim düzeyinin artmasını sağlayarak cari fazla vermek önem kazanmaktadır.
|
Kaynakça
Akşid M., Para
Teorisi ve Politikası, 1. baskı, Beta yayınları, İstanbul, s:271-291
Azgün, S. (2006). Kamu Açıkları ve Dış Açıkların Gelişimi: 1980- 2004 Analizi.
e_akedemi Ekonomi ve Siyasal Bilimler Dergisi. Sayı 53
Barışık,
S. Ve Açıkgöz, E. (2007). Türkiye’de Uluslar arası Sermaye Hareketleri
Faiz İlişkisi: (1992-2005 Dönemi Var Analizi). TİSK Akademi Dergisi. Cilt 2
Sayı3. ss 199-218
Barışık, S. ve Çetintaş H. (2006). Türkiye’de Cari Açıkların
Sürdürülebilirliği: 1987-2003 yapısal Kırılma Modeli. Süleyman Demirel
Üniversitesi İİBF Dergisi, C.11, S.1 s1-16
Bilgili, E. ve Bilgili, F. (1998); “Bütçe Açıklarının Cari işlem Dengesi
Üzerindeki Etkileri: Teori ve Uygulama”, İşletme-Finans Dergisi,
146
Chen, D. Y.(2006) Effects of monetary policy on the twin deficits. The
Quarterly Review of Economics and Finance Department of Economics &
Transportation/Logistics, North Carolina A&T State University,
Çakman, K. ve Çakmak, U.(2003), “1989 sonrası Türkiye Ekonomisinde
Kriz Dinamikleri”, İşletme ve Finans Dergisi, s:29-50
Enç E. (2001) “Dış Ticaret, Cari açık ve Kriz”, Gazi
Üniversitesi, İİBF Dergisi, Cilt2, s31-38
Erkılıç, Serdar (2006) Türkiye’de Cari Açığın Belirleyicileri. Türkiye
Cumhuriyeti Merkez Bankası Uzmanlık Tezi
Frankel J. (2006). Could Twin Deficits Jeopardize US hegemony? Kneedy Scholl of
Goverment, Harward Universty, Cambridge, USA. Journal Policy Modeling
vol 28 pp653-663
Fischer Stanley, Easterly William (2006), Bütçesel sınırlamaların ekonomik
etkileri. Sakal M.(Çev.)
http://www.canaktan.org/ekonomi/kamu_maliyesi/maliye-genel/diger-yazilar/sakal-fischer-butcesel-sinirlama.htm
(02.11.2006)
Gottheil. F.M. (1996). Principle Of Economics. South-Western Coollage
Publishing Cincinnati. Ohio
Günay, K. (2004). 2003-2004 Yıllarında Türkiye’nin Dış Ticaretine
İlişkin Gelişmeler, http://www.dtm.gov.tr (19.05.2006).
Herbertsson, T. T., Zeoga G. (1999) Trade Surpluses and Life-Cycle Saving
Behaviour. Economic Letters. vol.65 pp: 227-237
Kalaycı, Ş. Aytemiz, L. ve Helhel, Y (2004). “İç borç, Faiz, Enflasyon ve
Üretim etkileşimleri: Türkiye Örneği” ;İşletme ve Finans Dergisi,
s.81-83
Kim, S., & Roubini, N. (2004). Twin deficit or twin divergence? Fiscal
policy, current account and real exchange rate in the US. Joint Working Paper. Department of Economics, Korea University, and Stern School of Business, New York University. http://econ.korea.ac.kr/prof/sykim/fiscalus9.pdf.
Özatay, F.(2004), “Sürdürülebilir Yüksek Büyüme ve Makroekonomik
İstikrar”, İşletme ve Finans Dergisi, s.31-32
Özmen, E.(2004), “Cari Açık ve ekonomi Politikaları Üzerine”, İşletme
ve Finans Dergisi,, s.7-19
Öztürk, H. (2003). Ülkemizin İzlediği Ve/Veya İzleyeceği Başlıca Ticaret
Politikası
Peeters, M. (1999) The Public-Private Saving Mirror and Causality Relations
Among Private Saving, Invesment, and (twin) Deficit: A Full Modeling Approach.
Econometric Research and Special Studies Department, De Nederlandsche Bank,
Amstersam. Journal of Policy Modeling 21 (5): 579-605
Sanalan T.(2003), “Türkiye Borçlanabiliyor ama...”, İşletme ve
Finans Dergisi, s.65-72
Seyidoğlu, H.(2001) Ulusarası İktisat, 14.baskı, Birsen Yayınevi,
İstanbul s:383-420
Söyler İ. (2001) Türkiye’nin Dış Borçlarının Ekonomik Açıdan
Değerlendirilmesi. Maliye Dergisi. Maliye Bakanlığı. Ankara. S 137. s 20
Timur, Y. (2005), Cari İşlemler Ve Bütçe Açığı Arasındaki_ Nedensellik
İlişkisi: Teori ve Uygulama, Erciyes Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü,
Yüksek lisans Tezi
Uygur E.(2004), “Cari Açıkların Sürdürülebilirliği”, İşletme ve
Finans Dergisi
Togan Sübidey and Ersel Hasan, (2005), Current Account Sustainability: The Case
of Turkey, “AB’ne katılım için Makroekonomik Politikalar,
TCMM
Ünsal, H. (2006) Kamu Açıkları İle Ödemeler Bilançosu Açıkları Arasındaki
Etkileşim: 1980 Sonrası Türkiye Örneği. Doktora Tezi, Gazi Üniversitesi SBE,
Maliye ABD
Vehbi, M.T. (2002). Türk Dış Ticaretinin Tahmini: Hata Düzeltme Modelinin
Bir Uygulaması, Hazine ve Dış Ticaret Müsteşarlığı İnceleme Dizisi, No:28
Yavuz,A. ve Çiçek H. G. (2006). Türkiye’nin 1994-2005 Yılları Arasında
Dış Borçların Rasyo Analizleri İle Değerlendirilmesi. Süleyman Demirel
Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi C.11, S.1 s 97-120
Yeldan, E. (2005).Türkiye Ekonomisinde Dış Borç Sorunu ve Yapısal Nedenleri.
Çalışma ve Toplum Dergisi. Sayı 4, ss 47- 60
Zengin, A. (2000), İkiz Açıklar Hipotezi (Türkiye Uygulaması) , Gazi
Üniversitesi Ekonomik Yaklaşım DergisiSayı:39, Cilt:11, Kış, 2000, S.
37-67.