YIL: 12

SAYI: 138

HAZİRAN 2009

 

 

önceki

yazdır

 

 

 Yrd.Doç.Dr. Fikret MAZI

 

                                                                                                   

  

TARİHİ ÇEVRENİN KORUNMASINDA SOSYO-EKONOMİK FAKTÖRLERİN ETKİSİ


 ÖZET

İnsanlığın ortak malı olarak kabul edilen tarihi çevreler, geçmişten günümüze yaşamış olan medeniyetlerin duygu ve düşüncelerini yansıtmaktadırlar. İçinde yaşanılan mekan bu eserlerle kimlik kazanmaktadır. Oysa günümüzde bir yandan köyden kente göçün oluşturduğu olumsuzluklar öte yandan hızlı kentleşmenin ortaya çıkardığı çarpıklıklar tarihi çevre üzerinde baskı oluşturmakta ve zarar görmesine neden olmaktadır. Bu çalışmada tarihi çevrelerin korunmasında önemli rol oynayan göç, kentleşme ve sosyo-ekonomik faktörler ele alınmaktadır. Bu şekilde sorunun daha iyi anlaşılması ve çözüme ilişkin politikaların geliştirilmesine katkı yapılacağı düşünülmektedir.

Anahtar Kelimeler: Tarihi Çevre koruma, kentleşme, Göç,

 

INFLUENCE OF SOCIO-ECONOMIC FACTORS ON CONSERVATION OF HISORICAL ENVIRONMENT

ABSTRACT

Historical environments, which are accepted as the commonwealth of humanity, reflect the emotions and thoughts of civilizations from ancient times up until today. The place where we inhabit acquires an identity through these monuments. However, the negativities posed by migration from villages to urban areas and distortions caused by urbanization exert pressure on the historical environment. In this study, migration, urbanization and socioeconomic factors, which have an important role in the protection of historical environment, are handled. This way, the problem can be better understood and a contribution can be made to the improvement of policies targeted at solution.

 

Keywords: Conservation of historical environment, urbanization, migration

1. GİRİŞ

Tarihi çevreler, yapıldıkları dönemlerin duygu, düşünce, eğitim, yaşam deneyleri birikiminin anlatıldığı, ortak bir dil barındıran yerleşmelerdir. Yaşanan mekanın okunabilirliği ve algılanabilirliği açısından önemli bir yer tutan ve ortak bir dil taşıyan ve bu nedenle tanıdık, bildik ortamlar olan tarihi çevrelerin hızlı, ancak olumsuz yöndeki değişmeleri, yok olmaya yüz tutmaları sonucunda bir bütün içinde algılanabilirlikleri zorlaşmaktadır. Oysa bu çevreler geçmişle gelecek arasında bir köprü kuran mekanlardır ve korunmalarının yanı sıra sürekliliklerinin sağlanabilmeleri de ayrıca önem taşımaktadır. Son 50 yıllık süreç içinde kapalı ekonomiden, açık ekonomiye geçişin sağlamış olduğu dış kültürlerle yakın temas toplumun değer yargılarını değiştirmiş, tarih ile bağlarını zayıflatmıştır. Bu olgu giderek büyük bir hızla ve çağdaş teknolojinin olanakları ile imar faaliyetlerinin hızlanmasına ve insanoğlunun tarihi kentsel çevrelerinden soyutlanmalarına neden olmuştur.

Türkiye’de yaşanan hızlı kentleşmeye koşut olarak özellikle büyük kentlerde eski tarihsel çevrelerin önlenemez bir biçimde tahrip edilerek yok olmaları bu çevrelerin oluşturduğu zengin mirasın nasıl korunabileceği sorununu giderek ülkenin güncel konularından biri durumuna getirmiş bulunmaktadır. Yüzyılların durağan yapısından bir sanayi toplumu yapısına geçme sürecini yaşayan ülkemizde bu sürecin bir parçası olarak ortaya çıkan kentlere yönelik sürekli göçler ve kentsel işlevlerle ilgili değişim ve gelişmeler karşısında kentlerin eski tarihsel çevreleri savunmasız kalmaktadır. Dolayısıyla değişen sosyo-ekonomik koşullarda, tarihi çevrenin koruması çeşitli toplumsal kesimler için farklı önem taşımaktadır.

2. TARİHİ ÇEVRE KORUMA

Tarihi-kültürel çevrenin korunmasında; bütün bir kentin ya da kentler sisteminin korunmasından başlayarak, bir yapının korunmaya değer elemanına (yapı detayına) kadar inen farklı ölçekler korumaya konu olabilmektedir (Fitz, 1998:41). Tarihi-kültürel çevre değerlerinin korunması gereğinin topluma kabul ettirilmesi farklı gerekçeler ile temellendirilmektedir, Bunlar; (Tekeli1988:57).

Yerel, bölgesel, ulusal, dini vb. bir kimliğin yaratılma aracı olarak koruma,

Estetik-sanatsal değerleri nedeniyle koruma,

Turizm getirisi nedenli koruma, ve

Bir toplumsal kültür ürünü olarak önceki kuşaklardan alınan mirasın sonraki kuşaklara aktarılmasını temel alan koruma olmak üzere sınıflandırılabilir (Kiper,2004:17-18).

Geçmişten günümüze kadar tarihi çevreler ve tarihi çevreleri koruma ile ilgili olarak çeşitli tanımlar yapılmıştır. Başlangıçta tarihi çevre ve koruma daha çok anıt niteliğindeki yapıları korumaya yönelik olduğu için tanımlarda da tarihi anıt kavramı kullanılmıştır. Daha sonraları koruma kavramında anıt ölçeğinden çevre ölçeğine doğru bir gelişim olmuştur.

Anıt; sahip olduğu sanat, tarih ya da genel olarak kültür değeri bakımından kamu için olduğu kadar, bir ülke, bir ulus, bir bölge, bir kent, bir köy,  bir aile vb bakımlardan da belirli bir önem taşıyan nesnelerdir. 1964 yılında kabul edilen Venedik Tüzüğü 1. madde’de tarihi anıt kavramı sadece bir mimari eseri içine almaz, bunun yanında belli bir uygarlığın, önemli bir gelişmenin, tarihi bir olayın tanıklığını yapan kentsel ya da kırsal yerleşmeyi de kapsamaktadır.

Tarihi çevre ise, kendi başlarına anıt olmayan, fakat bir arada tarihi, geleneksel, görsel değerler taşıyan kasabaların, kentlerin kendilerine özgü karakterlerini yaratan tüm öğelerin bir arada değerlendirilmesidir.

Tarihi mekanlar ise ölçeğe bağlı olarak gruplandırılmaktadır. Buna göre;

Tarihi çevre; tarihsel, mimari, arkeolojk ve anıtsal değerleri ile bütünlük gösteren bir veya birkaç sokaktan oluşan dokulardır. Tarihi kent; tarihsel, mimari, arkeolojik ve anıtsal değerleri ile bütünlük gösteren dokuların oluşturduğu kent yerleşmeleridir. Tarihi bölge; birkaç kenti de içine alan tarihsel, mimari, arkeolojik ve anıtsal değerler ile bütünlük gösteren bölgelerdir.

Kentsel koruma, toplumun geçmişteki sosyal, ekonomik koşullarını kültür değerlerini yansıtan fiziksel yapının, günümüzün değişen sosyal, ekonomik, koşulları altında yok olmasına engel olmak ve çağdaş gelişmelerle bütünleştirerek yaşamasını sağlamak olarak da açıklanmaktadır. Yine başka tanımlama da; kentlerin belli kesimlerinde yer alan tarihsel ve mimari değerleri yüksek yapılarla anıtların ve doğal güzelliklerin gelecek kuşakların da yararlanması için her türlü yıkıcı, saldırgan ve zararlı eylemler karşısında güvence altına alınması olarak tanımlanmıştır. İnsanlığın tarih boyunca yarattığı kültürel değerlerin fiziksel çevreye yansımış olan görüntüleri de tarihsel-kültürel çevre olarak tanımlanmaktadır (Keleş-Hamamcı, 1997:120).

2.1. Tarihî Çevre Korumanın Dünyadaki Gelişim Süreci

Tarihte ilk koruma çalışmaları, yönetimin ve dinin etkisi ile yönetim binaları ve kilise, manastır gibi dinsel binalarda olmuştur. Bu yapılar, hem temsil ettikleri gücün etkisini arttırmak hem de doğal ve fiziksel eskimeleri önlemek amacıyla korumaya alınmış, restorasyonları yapılmıştır. Eski Mısır ve Mezopotamya uygarlıklarında da, koruma daha çok dini inanç ve törelere bağlı olarak gelişmiştir. Yazıtlar, anıtların dini ve aşkın değerlerini ön plana çıkarmaktadır. Eski Mısır yerleşmelerinin, kutsal yapılar ve çevrelerine gösterdikleri özen ile ve bu yapıtları merkez alarak geliştirdikleri yerleşme düzeni ile hem yerleşme planlaması ve hem de çevresiyle birlikte koruma çabalarının ilk örnekleri olduğu belirtilmektedir (Erder, 1999:13).

Roma İmparatorluğunda, kentin bütünü bir sanat yapıtı olarak değerlendirilmekteydi ve önceki devirlere ait yapıların korunması da başlıca kaygılardandı. İmparatorluğun parçalanmasından sonra İtalya’da koruma duyarlılığı giderek zayıflamıştır. Hristiyanlığın yayılma devri koruma adına şanssız bir dönem olmuştur. Bu dönemde, daha hızlı yayılabilmek adına, Hristiyanlık dışındaki inançların simgesi durumundaki her türlü dini yapıt yok edilmeye çalışılmıştır. Bu dnemi izleyen Ortaçağda da eski Roma ve Helen yapıtları tahrip edilmiştir Erder, 1999:71-73)..

19.yüzyılda Avrupa’da gelişen milliyetçilik akımları da, bir bakıma, koruma çabalarını desteklemiştir. Ulus devlet olma özellilerini yeni kazanan Avrupa Avrupa ülkeleri; tarihi mirası uluslarının kurulmasını meşru kılacak nemli bir destek aracı olarak görmüşlerdir. Bu dönemde, koruma konusunda bilimsel tartışmalar yoğunlaşmış ve arkeolojik kazılar yapılmıştır. Ancak, koruma yine de önemli yapılar ölçeği ile sınırlı kalmıştır. Hatta, bu yaklaşım abartılarak, anıt niteliğindeki bu tek yapıların çevresinin yıkılıp boşaltılmasına kadar götürülmüştür. Böylece, anıtın daha da görkemli bir şekilde ortaya çıkartılması hedeflenmiştir. Bu tutum genelde, belirli dönemlere ait çevresel değerlerin yitirilmesine neden olmuştur. Uzunca bir dönem, koruma anlayışı tek yapıların korunması ölçeğinden öteye geçememiştir (Kiper, 2004:28-29).

Eski yapıların korunması ve onarımıyla ilgili ilkeler üzerinde karara varmak ve bunları uluslar arası bir temele yerleştirmek amacıyla da Venedik’te 25-31 Mayıs 1964 tarihleri arasında toplanan II. Uluslar arası Tarihî Anıtlar Mimar ve Teknisyenleri Kongresi “ Venedik Tüzüğü” adıyla anılan kararları almıştır. Tüzükte; korumanın sürekliliğinin sağlanması, anıtların çağdaş teknolojiden yararlanma, çevre düzenleme, arkeolojik sitlerde yapılacak onarımlar konularında açıklamalar getirilmiştir. Bu içeriği ile Venedik tüzüğü tarihî anıt ve çevrelerinin korunmasıyla ilgili çağdaş düşünceleri bir araya getirmektedir (Çelik-Yazgan, 2007:4 ).

1969’da Brüksel’de yapılan Avrupa Konferansı Sorumlu Bakanlar toplantısında, özellikle Avrupa ülkelerinin koruma politikalarına yaklaşımları belirlenmeye çalışılmıştır. Bu toplantıda, koruma kavramının, “mimari miras” deyimi ile çevresiyle uyumlu ve kent planlama politikaları ile bütünleşmiş bir kavram olarak kabulüne karar verilmiştir. Savaş sonrası gerçekleştirilen imar faaliyetlerinin sosyo-ekonomik ihtiyaçlarının önceliği nedeni ile yaşam standardı düşük yerleşmelerin oluşmasına neden olduğu belirtilmiştir. Eski merkezlerinde bu gelişmelere paralel olarak nüfus kaybına uğradığı ve iş yerlerine ya da düşük gelir gruplarının kullanımına terk edilmesi nedeni ile yok olduğu ifade edilmiştir. Bunu önlemek için “bütünleşik koruma” kavramı ortaya atılmıştır. Bütünleşik koruma da tarihî dokunun çevresi ile birlikte güncelliğinin arttırılarak korunması beklenmektedir. Bu kavram uyarınca herhangi bir prestij önceliği olmaksızın Avrupa tarihî, peyzaj ve yaşam tarzını yansıtan her türlü doku, mimari miras deyimi içinde değerlendirilmiştir (Çelik-Yazgan, 2007:4).

Avrupa Konseyi tarafından ilan edilen 1975 “Avrupa Mimari Miras Yılı” kapsamında gerçekleştirilen çalışmalar sonucunda, “Avrupa Mimari Miras Tüzüğü” hazırlanmış ve 26 Eylül 1975 tarihînde Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi tarafından kabul edilmiştir. Venedik Tüzüğü metnindeki “anıt”tan “mimari miras” kavramına geçiş, genişletilmiş, bir “tarihî çevre” kavramı, tarihî çevrenin evrensel değeri, koruma-ekonomi ve toplumsal yapı arasındaki doğru ilişkileri kurmaya çalışan “bütünleşik koruma” yaklaşımı ve bunun uygulanması için araçlar gibi önemli yeni yaklaşımlara yer verilmiştir. 1975’in Avrupa Mimari Miras Yılı ilan edilmesi ile başlayan kampanya sonunda yayınlanan “Amsterdam Bildirgesi”nde mimari mirasın korunması kentsel ve bölgesel planlamanın hedeflerinden biri olarak belirlenmiştir. Bu bildirgeyle de, hedefin bütünleşik koruma olduğu belirtilmiş ve ekonomik, sosyal, yönetimsel ve yasal yönleri gözeten bir koruma modeli olarak tanımlanan bu yaklaşımın gerçekleşmesi için gerek duyulan araçlar tanımlanmaya çalışılmıştır. Geleceğe umutla bakan ve yerel yönetimlerin, merkezi hükümetlerin desteğini, halkın katılımını öngören bütünleşik koruma düşüncesi koruma uygulamaları için gerekli onarım, teknik ve yöntemlerinin, uygulama yapacak ustaların yetiştirilmesini de öngörmektedir (Çelik-Yazgan, 2007:4).

Günümüzde de özellikle Avrupa Konseyi, Uluslar Arası Anıtlar ve Sitler Konseyi (International Council on Monuments and Sites-ICOMOS) ve Kültürel Varlıkların Korunması ve Onarımı Araştırma Merkezi (International Centre fort he Study of the Preservation and Restoration of Cultural Property-ICCROM) tarafından tarihî çevreleri korumaya yönelik çalışmalar devam etmektedir.

2.2. Tarihî Çevre Korumanın Türkiye’deki Gelişim Süreci

Türkiye’de tarihî çevreye yönelik yapılan çalışmalar Osmanlı İmparatorluğu Dönemi ve Cumhuriyet Dönemi olmak üzere ikiye ayrılabilir. Osmanlı İmparatorluğu zamanında daha çok taşınır kültür ve varlıklarının korunması amaçlanmış, yani müze anlayışıyla koruma yapılmıştır. Cumhuriyet döneminde hem taşınır hem de taşınmaz kültür varlıklarının korunması gündeme gelmiş, ilerleyen zaman ile birlikte fizikî koruma yanında sosyo-kültürel yapının da korunduğu bütünleşik koruma anlayışına geçiş olmuştur. XIX. yüzyılın ilk yarısında müzecilik anlayışıyla korumada ana ilke, geçmiş kültürlerin bıraktığı mirasın olduğu gibi saklanması ve gelecek kuşaklara bozulmadan aktarılmasını sağlamıştır. Bu amaçla, öncelikle eski eserlerin ya da tarihî mirasın tespit ve tescili yapılmış; daha sonra sergilenmek üzere müzelere taşınmıştır.

Osmanlı İmparatorluğu’nda müze kurmakla başlayan ilk koruma hareketinden yaklaşık 20 yıl sonra koruma mevzuatı 1869 yılında “I. Asar-ı Atika Nizamnamesi” olarak hazırlanmıştır. Dolayısı ile, eski eserler mevzuatı taşınmaz eski eserlerden çok, taşınır eski eserlerin korunması amacına yöneliktir. Bu ilk yasanın getirdiği en önemli sınırlama, yabancı araştırmacıların yapacakları arkeolojik kazıların izne bağlanması ve buluntuların yurt dışına çıkarılmasının yasaklanmasını öngörmüştür. Değişen koşullar çerçevesinde yasa aynı isimler altında 1874, 1884 ve 1906 yıllarında değiştirilerek uygulanmaya devam edilmiştir. 1906 yılında yürürlüğe konan “Asar-ı Atika Nizamnamesi” Cumhuriyet Dönemi’nde de 50 yıl kullanılmıştır. Bu nizamname gerek taşınır, gerekse taşınmaz eski eserleri tespit edecek ve tescil edecek kurumları içermemiştir. Bu nedenle 1951 yılına kadar saptama görevini Milli Eğitim Bakanlığı Uzmanları, belgeleme görevini de İstanbul Eski Eserleri Encümeni yürütmüştür (Çelik-Yazgan, 2007:5).

Özellikle 1950’lerden sonra hızlı kentleşme sonucu yıkıma uğrayan eski eserleri koruma çabaları gündeme gelmiş, imar faaliyetleri sırasında ortaya çıkabilecek imar ve eski eserler sorunlarını çözmek ve gündeme gelmiş, imar faaliyetleri sırasında ortaya çıkabilecek imar ve eski eserler sorunlarını çözmek ve korunmalarını denetlemek üzere 02.07.1951 tarihinde 5805 sayılı yasanın yürürlüğe girmesi ile Gayrimenkul Eski Eserler ve Anıtlar Yüksek Kurulu (GEEAYK) kurulmuştur. Yüksek Kurulun kuruluş amacı, yurt içindeki kültür varlıklarının korunması, bakımında uyulacak ilkeleri, bunlarla ilgili programları saptamak, uygulanmasını izlemek, denetlemek, anıtlarla ilgili her türlü konu ve anlaşmazlıklar üzerinde bilimsel görüş bildirmektedir. Kurul beş doğal üye ve üç bakanlık temsilcisi ile bunların seçtiği on üç üyeden oluşmaktadır. Üyelerin tarih, arkeoloji, sanat tarihî, mimarlık, estetik, kent planlaması alanlarından biri ya da birkaçında uzmanlaşmış, bu konuda yapıt ya da inceleme ortaya koymuş kişiler arasından seçilmesi yasada ön görülmüştür. Bu kurula verilen geniş yetkilere karşın kararlarını uygulayacak ve denetleyecek bir yardımcı örgütün olmaması, yetersiz ve eskimiş bir eski eser mevzuatı ile çalışma zorunluluğu etkili bir politika geliştirilmemesine sebep olmuştur. Bütün bunlara karşın sorumsuz imar çabalarına karşı koyan ve taşınmaz eski eserleri belgelemekle görevlendirilen tek kurum olarak Türkiye’de koruma tarihinin en önemli kuruluşu olmuştur ( Kejanlı vd., 2007:184).

1710 sayılı ‘Eski Eserler’ yasası ile tarihi eserlerin korunmasına ciddi ilk adım atılmıştır. Bu kanunun yürürlüğe girmesiyle birlikte, kültürel miras ve kültürel çevremizin korunması ile ilgili çalışmalar 5805 ve 1710 sayılı yasalar kapsamında sürdürülmüştür. Bu kanunla, taşınır ve taşınmaz eski eserlerin ayrıca, anıt, külliye, tarihi sit, arkolojik sit, tabii sit kavramlarının ilk defa ayrıntılı tanımları ve kapsamları belirtilmiştir. Bu yasanın 15. maddesiyle tarihi yapıt sahiplerine parasal ve teknik destek sağlanabileceğine söz verilmesine karşın, bunu destekleyecek kaynak işlerliğe kavuşturulamamıştır Kejanlı vd., 2007:187) .

1710 sayılı yasa, 1983 tarihinde yürürlüğe giren 2863 sayılı KTVK Kanunu’nun uygulamaya konulmasıyla yürürlükten kaldırılmıştır. 2863 sayılı bu yasa, korunması gerekli taşınır ve taşınmaz kültür ve doğa varlıklarıyla ilgili tanımlamaları yapmak ve etkinliklerini düzenlemek, bunlara ilişkin ilke ve uygulama kararlarını almak ve teşkilat kurmak ve görevlerini tespit etmek amacındadır. Yasa, korunması gerekli taşınmaz kültür ve doğa varlıklarına her türlü inşai ve fizikî müdahalede bulunmayı yasaklamıştır. Sit kavramı yeniden tanımlanmış, kentsel sit koruma planlamasıyla ilgili olarak önemli bir adım daha atılmış ve “koruma amaçlı imar planı” kavramı yeni bir planlama türü olarak kabul edilmiştir (Çelik-Yazgan, 2007:6).

3. TARİHİ ÇEVRE KORUMAYA İLİŞKİN SORUNLAR

Tarihi çevre korumaya ilişkin birinci sorun, ülkenin ekonomik kalkınma modelidir. İkincisi ise iktidarların yönettikleri ekonomik politikalardır. Örneğin bir sanayi, eğer İstanbul’da sanayileşmeyi teşvik ediyor ise ve o sanayiye egemen olan güçlerin en kolay yoldan büyük karlar elde etmesini sağlayacak bir politika ise; sadece teşvik tedbirleri dolayısıyla elbette ki, İstanbul’daki bu sanayileşme, dengesiz bir sanayileşme olacaktır. Kültürel mirasa bakış sorunu, toplumsal bir bütünlük içinde, belli sınıfların bakış açılarından oluşan bir bütündür. Ama bu heterojen bir bütündür. Kültürel olaylara bakarken, bunun toplumsal boyutları içinde farklı kesimlerin farklı tavırlarını da değerlendirmek zorundayız. Bunlardan, egemen olan bir tanesi konunun tek etkeni olarak kabul ettiğimizde, konunun çözümünü doğal olarak inkar etmiş oluruz (Gürsel, 1992:99).

Sorun büyük ölçüde dinamik kentlerde belirgin duruma gelmektedir. Bu tür kentlerde nüfus ve işlev alanlarının, yerleşme niteliklerine göre farklı boyutlarda, kullanma alanı baskısı söz konusu olduğunda farklı rantlar oluşmaktadır. Bu bağlamda yeni gelişen ve oluşan işlev alanları, eski toplumsal yapının mekan organizasyonundan farklıdır. Bu organizasyonda, alanı kullanmadaki ekonomi faktörü daha önceki dönemlerden değişiktir. Örneğin; parseli yatay ve düşey olarak kullanma koşulları, parseli ya da mekanı alternatif işlevlerde kullanma olanakları değişik ve çok yönlüdür.Üçüncü Dünya Ülkelerinde genel kalkınma çerçevesinde bir ‘öncelik sorunu’ olduğudur.Temelde bu görüş doğrudur ve yadsınamaz, çünkü geri kalmış ve gelişmekte olan ülkeler işsizlikten başlayarak,sağlık,eğitim,konut vb. ciddi sorunlarla karşı kaşıya oldular ve bunlar tarihsel çevrenin korunması ve yenilenmesi gibi sorunlara oranla daha büyük bir öncelik taşımaktadır( Gürel, 1993:67).

Ülkemizde bu güne kadar ne yazık ki böyle yasaklamaya dayanan pasif ve kısır bir koruma yaklaşımı izlenmiştir bunun sonucunda korumanın getirdiği ekonomik kayıpların tümü omuzlarına yıkılan tarihi çevreler içindeki taşınmaz mal sahipleri uğramış oldukları bu ekonomik adaletsizlik nedeniyle yaşadıkları tarihsel çevreye düşman kesilmişler ve ondan kurtulmak için türlü yollar aramışlardır. Türkiye’de koruma olayının temelinde yatan başlıca sorunlardan biri fakir bir ülkenin zengin tarihsel mirası nasıl koruyabileceği sorunudur(Sökmen, 1989:64).

Bugünün kentleşme hızı karşısında yeni yaşantı biçiminin talep ve baskıları ile kentlerde yenilenmiş olan ve değişmeyen (fiziki, sosyal, ekonomik) unsurlar arasında sorunlar çıkmaktadır. Değişmeyen unsurlara tutucu, eski köhne, harap, ekonomik olmayan, gelişmeyi köstekleyen, üretimi pahalılaştıran, imarı engelleyen faktörler olarak bakılmaktadır. Eski harap, geleneksel kent dokusu içinde yaşayanlar o yörenin eski sakinleri değildirler veya eski sakinlerinden o çevrede çok az kişi kalmıştır. Bugün genlikle tarihi doku içinde yaşayanlar kente yeni göç etmiş fakir ve genç ailelerle eskiden kalan ve hareket etme kabiliyetini kaybetmiş kimseler ve gene toplumun dışladığı kimseler veya burada yaşayanları sömürmeye gelmiş fırsatçılardır (Çubuk, 1989:70; Örnek Özden-Görgülü, 2006:238).

Kentsel gelişme, sit alanı yakın çevresinde günün koşullarına göre oluşurken, sit alanı  içinde kentsel gelişme alanı ile bütünleşmemesi, yakın çevreye yabancılaşan yapı ve doku özellikleri kullanıcı tarafından benimsenmemesi gibi sit alanı sorunları oluşmaktadır. Kent topraklarının devlete ve yönetici sınıfa ait olduğu dönemlerde, rantın düşük olması nedeniyle yapılar geniş kullanım alanlarında, komşu yapılarından bağımsız bir şekilde gelişmişlerdir. Bugün çoğunlukla kamu yapılarının dışındaki yapılar özel mülkiyettedir. İşte; koruma amacı ile bu alanlara girildiğinde, amacı gerçekleştirmek için getirilen sınırlamalar, uygulamada tepki ve sorunlarla karşılaşmaktadır.

 

4. TARİHİ ÇEVREYİ ETKİLEYEN ETKENLER

4.1. SOSYO-EKONOMİK FAKTÖRLER

Tarihi çevreler kültürel ve duygusal değerlerin yanı sıra işlevsel, ekonomik, sosyal ve siyasal yönden de önemli ölçüde kullanım değerine sahiptirler. Tarihi çevreler, çevresel kullanım ve sosyal denge yönünden de insan ölçeğindeki mekanlarla ve süreklilik etkisiyle o yörede yaşayan halkın birbirleriyle sosyal bağlantısını sağlamlaştıran, insan ve çevresiyle olan sosyal bağlantısını sağlayan ve devam ettiren en önemli değerlerdir(Özen-Kadıoğulları, 2006:3).

Tarihi, doğal ve kültürel çevrenin korunması, ya da bu değerlerin gelecek kuşaklara aktarılması artık; tarihsel mirasın sosyal yaşama katılarak onunla bütünleşmesi ve süreç içerisinde farklılaşan toplumsal değer ile yargıları da gözeterek bu alanlardaki yaşam kalitesini arttırmak ve yaşanabilir çevreler yaratmak ile eş anlam taşımaktadır[1].

Sosyo-ekonomik değişme, daha önceki dönemlerin toplumsal yapısının biçimlendirdiği mekan organizasyonu içinde yer alan kent parçalarını giderek işlev dışı bırakmaktadır. Bu dışarıda kalış şüphesiz her yapı ve her kent parçası için geçerli değildir (Arslan, 1989:43).

Bir kentte yapılı çevrenin kimliği, bir yandan kent kimliğinin önemli bir parçasını oluştururken, diğer yanda da o kentteki toplumsal ve kültürel yaşama ilişkin ipuçları verir. Yapılı çevrenin kimliğini oluşturan değerlerin zenginliği, kentteki sosyal ve kültürel yaşantı zenginliğinin de ifadesidir. Çünkü, kolektif kimlikler, sosyal yaşamın mekansallaşması aracılığıyla kurulan sosyal yapılardır. Ayrıca, yapılı çevrenin kimliği ile toplumun sosyal ve kültürel kimliği karşılıklı olarak birbirini etkile. Bu nedenle, bir kentte tüm yaşamı organize eden fiziksel çevrenin kimliğini oluşturan değerler büyük önem taşır.(Birol, 2007:2).

Temelde kentleşmemiz, bunun içindede tarihi doğal çevrenin, giderek tüm kültürel mirasın korunması olayının gerçekleşmesini belirleyecek olan şey ekonomidir; üretim ilişkileridir. Eğer ekonomi ve ekonomi politikası, dengesiz bir gelişme politikası içinde sürdürülme durumunda kalınıyorsa, bu hiçbir yasanın engelleyemeyeceği bir kentleşmeyi zorunlu hale getirecektir. Eğer sanayileşme, Türkiye’de gerçekten dengesiz bir kalkınmanın aracı ise, en kolay kar etmenin yolu, devlet politikası ile en güçlü teşviklerin aracı olarak gelişmekse,böyle bir gelişme içinde,tarihi mirası korumak bir yana ülkenin altından kalkamayacağı sosyal maliyetlerde getirecektir (Gürsel, 1992:99).

Tarihsel çevrenin restorasyon, bakım ve iyileştirme çalışmaları için gerekli meblağ ülkenin ekonomik durumunun iyi ya da kötü olmasından çok yetkililerin(siyasal gücün)arzu ve niyetine bağlıdır.

Bizim toplumun içinde yaşadığı ikilemleri de göz önüne almamız gerekir. Bir yandan geçmiş tarımsal toplum davranışlarının egemen olduğu bir sosyal yaşam, öte yanda bu davranışların düşünce düzeyinde hiçbir zaman karşılığı olmayan bir fiziksel ortamda yaşama isteği (Kuban, 1989:39).

Tarihi kentlerin konut alanlarında mülkiyet, çoğunlukla el değiştirmiştir. Yeni malikler genellikle düşük gelirli toplum katlarıdır. Bu nedenle rantı düşürücü sınırlamalar ve özel mülkiyet korunması çerçevesinde yatırımın geri dönüşümü ve karlılık motifinden hareket edildiğinde, koruma için gerekli kaynağın yaratılması ve kullanılması olanaklı gözükmemektedir.(Arslan, 1989:44)

Tarihi kentlerde, eski mekanların oluşumu, temsil ettikleri dönemin toplumsal ve ekonomik koşullarının gereklerine göre yapılan tercihlerle oluşmuştur (Tankut, 1994:187). Şüphesiz bu gereklilik kentin o döneminde yüklendiği ekonomik işlevle yakından ilgilidir. Özellikle kent merkezinin biçimlenmesinde bu faktör daha da geçerlidir.

Kentlerde tarih boyunca süregelen sosyal-kültürel-ekonomik değişim / dönüşümler, fiziki mekanlarında da sürekli farklılaşmalara neden oluşturmaktadır. Bu oluşum bir anlamda bir yeniden üretim sürecidir. Toplumsal ve mekansal olarak ortaya çıkan bu yeniden üretim ise bir müdahaleler süreci olarak ele alınabilir. Yeniden üretim genel anlamda içsel ve dışsal müdahaleler olmak üzere ikiye ayrılabilir. İçsel müdahale, doku içerisinde yaşayan kullanıcıların, değişen gereksinim, istem ve ilişkileri bağlamında ortaya çıkan müdahalelerdir. Kullanıcı, çoğu zaman bilinçsiz olarak dokudaki yapıları ve çevreyi bozucu müdahalelerde bulunmaktadır. Dokunun yakın çevresindeki yeni yapılaşmalara benzer yapılar oluşturarak ya da alanı terk ederek, sonuçta dokunun bozulmasına veya çöküntü alanı haline gelmesine neden olmaktadır. Dışsal müdahale ise kendi içinde ikiye ayrılır. Bunların ilki, dokunun çevresinde bulunan alanlarda ortaya çıkan rant taleplerinin etkisidir. Bu alanlardaki rant taleplerinin çoğu zaman yerel yönetimlerce kabulü ve buna yönelik yapılan yeni düzenlemeler sonucu, alanın yakınındaki tarihi kentsel dokuda bir baskı oluşmaktadır. Doku dışındaki alanlarda artan rant, dokuda yaşayanlarda da birtakım rant beklentilerini ortaya çıkartmakta ve çoğu zaman kaçak müdahaleler sonucu tarihi kentsel dokuda bozulmalar meydana gelmektedir. İkinci tip dışsal müdahale ise, plan ile yapılan müdahalelerdir. Eğer doku sit alanı kapsamı içine alınmışsa, dokuya müdahale,  koruma – geliştirme – yenileme kapsamında yeniden işlevlendirme ya da mevcut işlevi devam ettirme yönünde bir düzenlemedir. Yeniden işlevlendirme ise çoğunlukla turizm amaçlı olmaktadır. Ancak doku  sit alanı dışında kalıyorsa, imar planı kararları doğrultusunda bir müdahale söz konusudur[2].

Tarihsel korumanın aynı zamanda, toplumsal kalkınmanın etkin bir aracı olduğu kabul edilmektedir. Koruma, kente yeni bir ekonomik canlılık getirmektedir. Günümüzde birçok toplum korumayı ekonomik gelişme stratejisi olarak uygulamaktadır. Tarihi-kültürel çevreler, doğru değerlendirildiğinde, yerel ekonomileri canlandırır, yeni iş alanları açar, vergi gelirlerini artırır, yeni iş kolları yaratabilirler. Eski bölgelerin ve kent merkezlerinin yenilenmesine yönelik olarak yapılacak koruma uygulamaları ile yeni vergi geliri ve istihdam yaratılıp; büro, ticaret, barınma ve dinlence için iyileştirilmiş özgün mekanlar sunulabilmektedir. Tarihsel kent merkezleri orada yaşayanlara yaşam destek sistemi sunarlar. Bir bakıma psikolojik destek sağlarlar. Tarihi kentler, kuşaklar arasında, anılarla dolu bir tiyatro sahnesi görevini görmektedirler. Diğer yandan; tarihsel, kültürel değerlerin koruması, kentlerde mevcut yapı stoğunun değerlendirilmesi sonucunu da yaratarak, sürdürebilirlik ilkesi çerçevesinde, gelecekte kentlerin yapılı çevrelerinin, bir bakıma geri dönüşümünü de sağlayacaktır (Kiper, 2004:19)

4.2. KENTLEŞME

Kentlerimizde izlenen hızlı değişim süreci, fiziksel kent mekanı görüntüsünün olumsuz yönde etkilenmesinin yanı sıra, doğadan uzaklaşarak yaşamak zorunda kalan kentlinin çeşitli çevre sorunlarıyla karşı karşıya gelmesine neden olmaktadır. Doğal ve kültürel değerleri korunmuş sağlıklı kentsel çevrelerde yaşama hakkına sahip kent halkının, tekdüze beton yığınları arasında yaşamaya mahkum edilmesi, bu sorunun çözümü için yeni yöntemler geliştirilmesi konusunu gündeme getirmiştir.( Zafer, 1998:1)

Geride bıraktığımız yüzyıl içinde karşılaştığımız dikkat çekici gelişmelerden biri de dünya kentli nüfusundaki artıştır. 2020 yılına kadar dünya nüfusunun %60’ının yaklaşık 4.4 milyar insanın kentlerde yaşayacağı tahmin edilmektedir. 1990’lü yılların sonuna kadar nüfusu 1 milyonun üstündeki büyük kentlerin sayısı 80 iken, 2000 yılında bu sayı 365’e ulaşmıştır. 1995 ile 2015 yılları arasında nüfusu 10 milyonun üzerinde olan mega kentlerin sayısı ikiye katlanarak 26’ya ulaşacağı tahmin edilmektedir(World Bank Annual Report 2000, 2000:7).

Kentleşme, insanoğlunun ilk yerleşmelerinden itibaren günümüze değin bir süreç içerisinde gelişerek gelen bir olgudur. Bu oluşum Dünyada Sanayi Devrimi ile hız kazanmış olup, kentlerde aşırı nüfus artışına sebep olmuştur. Sanayileşme sonucu hızlı kentleşme oluşumundaki nüfus artışı mevcut kentsel alanlarda bilindiği gibi konut arsa sorunu oluşturmuştur. Konut ve arsa sorunu mevcut kentlerde yapılaşmayı etkileyerek, değişim baskısı altına almıştır. Kentlerde sanayileşme ve kentleşme olgusunun yarattığı demografik hareketler ilk etkilerini eski kent parçalarında göstermeye başlamıştır. Bu etkileşim, çok kısa bir geçmişte kentsel mekanlarda, yapısal yepyeni bir doku doğurdu.Dolayısıyla hızlı kentsel gelişme,kentsel sit alanlarında ilgili değerlerin korunması ve yaşatılmasında güçlüklere neden olmaktadır.Kentsel gelişme,kentsel sit alanına baskı yapar niteliğini rant değerler nedeniyle oluşturmaktadır.Bu çerçevede kentsel alan gelişimi ile kentsel sit alanı planlamada bir bütün olarak çözümlenemediğinde;

Kat artışı yapı adalarında yapı yoğunluğu artışı,

Rant değerlerinin artışı,

İfraz işlemlerinin artışı, geleneksel parsel özelliğinin olumsuz etkilemesi,

Yapılarda işlev dönüşümü ile plan tipolojinin bütünleşememesi,

Yapı yoğunluğu artışı ile alt yapının olumsuz etkilenmesi, ve

Hijyenik koşuların azalması (Doğal havalandırma, ışık vs.) sağlıklı yaşamın olumsuz etkilenmesi şeklinde kentsel alana yansıması kaçınılmazdır. Bu etkileşimde genel olarak kentsel sit alanlarının yakın çevresinde etki alanının saptanması bir tampon bölge kavramını zorunlu hale getirmesi kaçınılmazdır (Ergen, 1994:89). Artan nüfusun kentleri vahşi bir biçimde büyüttüğü gibi kentlerin eski tarihsel yapısını tehdit ettiği de bir başka gerçektir. Oysa kentlerin eski yapısı, kimi yerlerde ve örneklerde görüldüğü gibi, bir kültür uygarlık anıtı oluşturmakta. Dolayısıyla böyle kentlerde gerçekleştirilen yıkım yoluyla imar etkinliği aslında, kültüre karşı işlenen bir cinayet sayılır (Kökden, 1996:38). Bütün bu nedenlerle yeni kent oluşumu, eski kent oluşumu ile bazı konular dışında çatışma halindedir. Eski kent mekanlarının yeni kent oluşumuna entegre edilmesi, işlevsel hale getirilmesi; Bu alanların hangi toplum katlarına mal edilerek yaşatılacağına ve ne ölçüde kullanım ve yaşam koşulları açısından belirli bir düzeye getirileceğine bağlıdır. Başka bir deyişle yeni toplum katlarıyla eski mekan organizasyonu belirli; bir çizgide uyuşturulacaktır. Konuyu tek tek binalardan soyutlarsak, bu çaba hem konut alanları hem de merkezleri için söz konusudur. Durağan kentlerde henüz nüfus baskısı ve kullanılacak alan kıtlığından kaynaklanan rant baskısı minimum düzeyde olduğundan, toplumsal değişme ve ekonomik gelişme ile,buna bağlı iş alanları kullanışındaki işlevsel değişme,henüz iş merkezleri ve konut alanlarında hissedilir düzeye varmamıştır.Bu nedenle geleneksel merkez fonksiyonları ile konutların aile ile olan işlevsek birlikteliği devam eder.Çöküntü alanlarına rastlanmaz.Olsa olsa yeni yapılarla eskiler arasında farklılaşmalar gözlenebilir(Arslan,1989:44)

Kent Yönetim süreci içinde sosyal ve ekonomik öncelikler kadar, hızlı ve kontrolsüz kentleşmenin tarihi çevre üzerinde yarattığı ya da yaratması muhtemel olumsuz etkileri irdeleyen ve bunları ortadan çıkmadan engelleme, mevcutları ortadan kaldırma ya da en aza indirme yolundaki etkinlikleri içeren sürdürülebilir bir çevre yönetimi büyük önem taşımaktadır. 1992 yılında yapılan Rio Konferansından sonra yayınlanan sonuç bildirisinde bu anlamda önemli noktaların altı çizilmektedir. Sürdürülebilir kalkınmayı sağlarken çevre korumanın bu sürecin ayrılmaz bir parçası olması gereği vurgulanmıştır (madde 4). Habitat II İnsan Yerleşimleri Konferansında, kültürel, tarihsel ve doğal mirasın korunmasını hedefleyen kentlerde sürdürülebilir br çevre yönetimine yönelik yaklaşımlar konusunda halkın daha özenli hale gelmesi de vurgulanan konular arasındadır[3].

4.3. GÖÇ

Eski geleneksel kent parçalarında, korunan ve korunacak dokularda çok daha farklı bir tutum sergileyen göçler, bir taraftan sosyal çevrede aksaklıkları, istenmeyen sonuçları ve diğer taraftan da fiziksel çevrede meydana gelen eskime-eskitme, bakımsızlık-bakmama, yıkım-yıkma veya kaderine terk etme gibi olumsuzlukları da beraberinde getirmektedirler. Eski dokulardaki göçler, taşınmalar çok yönlü değişmeleri ortaya çıkarmaktadır. İş nedeniyle taşınmalar, yaşlanma nedeniyle çocukların yanına taşınma, yaşlıların ölümünden sonra genç kuşağın terk etmesi, tutumu, yeni konforlu fiziksel çevre tercihleri nedeniyle oluşan zorunlu ve isteğe bağlı göçler değişimlere zemin hazırlamaktadır.

Fiziksel çevre, bir taraftan zamana bağlı eskimeler, onaramama, değişiklik yapamama, gerekli ekonomik durumun olmayışı, korumaya alınan çevre ve çevre elamanlarının korunmaması, koruma politikalarındaki kopukluklar ile ortaya çıkan eskime bakımsızlık, terk etme, boş bırakma, kiraya verme, önemsememe gibi nedenlerle oradan kaçışı, konfor sebepli, tercihli arayışı getiren göçlere sebep alanı oluşturmakta, diğer taraftan göçlerle gelen yeni sakinlerin, yeni kiracıların yani oralı olamayan ve orada uzun süre kalmamış ve kalmayacak olan yaşayanların çevreyi umursamaması, iyi bakmaması, yalnızca ucuz kirası olan yerler olarak görülmesiyle gelen gerekli ilgiyi göstermemeleri, kısacası sahiplenmemeleri ile önemli bir etkileme ve etkilenme alanı olarak ortaya çıkmaktadır. Fiziksel çevre nedenli oluşan veya fiziksel çevreye kötü yönde etkileri de getiren göçler, fiziksel çevrenin sosyal çevreye de önemli etkiler, olumsuzluklar getirmektedir. Göçlerle yaş grubu dağılımında büyük farklar ortaya çıkmaktadır. Yaşlı, yerli nüfus artmaktadır. Gençler gitmekte, gerektiğinde yaşlıları da yanlarına almaktadırlar. Bu durum yeni sakinleri, kiracıları devreye sokmaktadır. Yaşlı nüfusa sahip fiziksel çevre gerekli ve yeterli bakımı görememektedir (Keleş,1989:31). Bu durum aynı zamanda aile büyüklerini de etkilemekte, ora kökenli ailelerin yaşlı nüfustan oluşan küçük aile görünüşüne karşılık göçle gelen ailelerin farklı yaş gruplarından bireyleri bulunduran daha büyük aile tipi sergiledikleri gözlenmektedir. Genç nüfus kendine yakın arkadaş ve komşu çevresi bulamamaktadır. Çocukların yanına giden yaşlılardan sonra evler boş kalmakta, yıkılmaya terk edilmekte(pasif yıkılma),kiracıya devredilmesi veya ölümler ve mirasçıların devreye girmesiyle de aynı sonuçlar(aktif yıkılma-yıkma) gözlenmektedir. Eskilerin sözü edilen nedenlerle gitmelerinin, yenilerin gelmesini hazırlayan ortam, değerlendirilmesi ve kabullenmede olumsuzluklar hafif veya kuvvetli olarak farklı derecelerde ifade edilmektedir. Eskilerle hala süren iyi ilişkilerin, yeni gelenlerle az olan veya olmayan ilişkilerin yanında sonradan gelenlerin arasında güzel bir diyalogun kurulduğu sokak sakinleri ve sonradan gelenler tarafından açıklanırken, yeni gelenler eskiler konusundaki değerlendirmelerinde olumsuz ifadelere rastlanmaktadır. Bu değerlendirmeler önemli bir faktör olan zaman boyutunun sonucu olarak veya olmayarak ortaya çıkmaktadır. Zaman boyutu bir taraftan insanları çevreye bağlamada, benimsemede, duygusal bağlar oluşturmada, diğer taraftan orada yaşayanlara birlikte yaşamayla duygusal bağları, olumlu ilişkiler geliştirmede pek çok olguda izlendiği gibi çok önemli bir boyut olarak gündeme gelmektedir. Çevreye duygusal bağların oluşması, benimseme ile birlikte çevreyi korumaya, kollamaya, onarmaya, savunmaya yönelmekte ve insanların yakın, sıcak, güvenilir, istenen ilişkileri geliştirmektedir. İşte gerek yenilerle eskiler arasında gerek yenilerle yeni çevreleri arasında bu gerekli, yeterli bağın kurulamaması bu zaman boyutunun sonucu olarak ortaya çıkmaktadır (Çevik, 1993:110).

5. DEĞERLENDİRME

Yaşanan hızlı gelişim değişim, bir yanda korunması gerekli alanları baskı altına alıp tahrip ederken, diğer yanda terk edilen alanlarda, köhneme sürecini yaşamaktadır. Başta ekonomik sürecin yönlendirdiği bu süreç, özellikle gelişmekte olan ülkelerin demografik özellikleri ve toplumsal öz değerleri ile birleşince, yüzlerce yıldan beri kültürel ve fiziki değerlerle örülen mekanların sonunu hazırlayabilmektedir. Tarihsel kent dokusu, o toplumun kültür mirasının önemli bir bileşeni demektir. Yıkılan, yok edilen her parçayla, insanlığın kültür mirası biraz daha yoksullaşmakta. UNESCO Bildirisi’nde de,’’Dünyadaki tüm eski kentler, yalnız o ulusun malı değil insanlığın ortak malıdır; bu nedenle korunması gerekir’’Bugün artık tarihi kent dokusunu müze gibi korumak yerine kentin yaşayan bir parçası olarak ele almak ve yaratmak için gösterilen gayretlerde buradaki mekan ve yaşam biçimini çok yönlü bir muhasebesini yapmak gerekmektedir.

Bugünün ve dünün sosyal yaşamı karıştırılmalıdır. Bugünün yerleşmelerinde genellikle homojen ekonomik grupların aynı yörelerde toplandığı görülmektedir. Kent bütününde belediye hizmetleri, ulaşım hizmetleri sosyal gruplara aynı nitelikte hizmet verecek biçimde şekillenmektedir. Bu yeni yaşantı biçimini tarihi kent dokusu yaşantısından farklı bir tarzı ortaya çıkarmaktadır. Yapılacak araştırmalar ile tarihi kent dokusunun sosyal yaşam değerleri ve toplum yaşamı belirlenmelidir. Kentsel sit alanlarının kentsel gelişme ile etkileşimde geleneksel yapı ve doku özelliklerinin bozulması olgusu oluşmaktadır. Bu oluşum, gerek planlamada kentin gelişmesinin, gerekse kentsel sit alanının ayrı ayrı planlamasının oluşturduğu bütünleşmeme sorunu yaratması ve rant değerlerinin baskısı ile oluşan bozulmaları gündeme getirmektedir. Bu sorunların çözümünde, bu özellikli alanların planlama bütünlüğünde ele alınarak yeni yöntemler geliştirmesi gereklidir. Bu nedenle tarihi mekanların kullanıcı tarafından dışlanmaması için;

 Kentsel sitler ve tarihi sitler içinde korunmuş bölgeler oluşturmak,

Sit alanları içinde özel mülkiyet ve kamu mülkiyetine ait alanlarda paket proje sistemleri ile dinamik plan olgusunu yaratmak,

Planlamada kentsel gelişme alanı ile sit alanlarının bir bütün olarak planlamasını yapmalıyız.

Koruma yalnızca fiziksel bir hedef olmayıp, korumak isteneni, varlığını nasıl sürdürmesi hedefleniyorsa o şekilde yeniden üretecek koşullarında sağlanması gerekir. Her yapılı çevre bir toplumsal ilişkiler ağının ekonomik yapının, değerler sisteminin ürünü olarak varlık kazanır ve varlığını sürdürür. Tarihin temsili olarak ele alındığı, yalnızca binalarıyla korunan bir çevre sonunda bir tiyatro dekoru, bir yanılsama olmaktan öteye geçmez. Oysa bir kent onu üreten kültürel, toplumsal ve ekonomik yapıyla bir bütündür, onlardan soyutlanamaz.

 

 


KAYNAKÇA
Arslan Rıfkı (1989), ‘Tarihi Kentlerde Tarihsel Kesimlerin Ekonomik Açıdan Değerlendirilmesi’, Tarihi Kentlerde Planlama/Düzenleme Sorunları, Bayındırlık ve İskan Bakanlığı Matbaası, Ankara.

Birol, Gaye (2007), ‘Bir Kentin Kimliği ve Kervansaray Oteli Üzerine Bir Değerlendirme’, Arkitekt Dergisi, , Sayı:514, s. 46-54.

Çelik, Deniz, Murat E. Yazgan, (2007), ‘Kentsek Peyzaj Tasarımı Kapsamında Tarihi Çevre Korumaya Yönelik Yasa ve Yönetmeliklerin İrdelenmesi’, ZKÜ Bartın Orman Fakültesi Dergisi, Cilt:9, Sayı:11, s.1-10.

Çevik, Şenay (1993), ‘Korunan-Korunacak Eski Kent Dokularında Bir Sorun Alanı Olarak Göçler’’, Kentsel Koruma Ve Uygulamalar Kolokyumu, MSÜ Matbaası, İstanbul.

Çubuk, Mehmet (1989), ‘Türkiye’de Tarihi Kent Dokusuna İmar Müdahalesi(Kastamonu Örneği)Ve Tarihi Kentlere Kamu Müdahalesi (Fransa Örneği)’, Türkiye 11.Dünya Şehircilik Günü Kolokyumu, Bayındırlık Ve İskan Bakanlığı Yayınları, Ankara.

Erder, Cevat (1999), Tarihi Çevre Kaygısı, OTTÜ Mimarlık Fakültesi Yayınları, Ankara.

Ergen, Yaşar B (1994), ‘Kentsel sit alanlarının kentsel gelişmeden olumsuz etkilenmesi ve yöntem araştırması’, Kentsel koruma yenileme ve uygulamalar kolokyumu, MSÜ Matbaası.

Fitch, James Marston (1988), Historic Preservation Curatorial management of The Built World, University Pres of Virginia.

Görgülü, Zekai (2009), Kültür Varlıklarının Korunması ve Planlama, http://www.tarihikentlerbirligi.org/doc/zekai_gorgulu.doc Erişim tarihi: 25.03.2009.

Gürel, Sümer (1993), ‘Kentsel koruma ve Üçüncü Dünya’, Kentsel koruma ve yenileme uygulamalar kolokyumu, MSÜ Matbaası, İstanbul.

Gürsel, Yücel (1992), Mimarlık ve çevre, Anahtar kitaplar Yayınevi, İstanbul.

Hepcan, Şerif (2009), Kentsel Çevre Yönetimine Entegre Yaklaşım, http://www.mu.edu.tr/sbe/sbedergi/dosya/3_7.pdf Erişim Tarihi: 28.03.2009.

Kejanlı, Türkan, Can Tuncay Akın, Aysel Yılmaz (2007), ‘Türkiye’de Koruma Yasalarının Tarihsel Gelişimi Üzerine Bir İnceleme’, Elektronik Sosyal Bilimler Dergisi, c.6, S.19,s.179-196.

Keleş, Ruşen (1989) ‘Planlamanın Meşruiyeti ve Plancıların Konumları’, TMMOB Şehir Plancıları Odası 1.Planlama Kongresi, Ankara.

Keleş, Ruşen, Can Hamamcı (1997), Çevrebilim, Ankara, İmge Yayınevi.

Kiper, Perihan (2004), Küreselleşme Sürecinde Kentlerin Tarihsel-Kültürel Değerlerinin Korunması-Türkiye-Bodrum Örneği, Doktora Tezi, Ankara.

Kökden,Uğur (1996), Kentler Üreten Tarih, Tarih Üreten Kentler’’,Cogito,Yapı Kredi Yayınları,İstanbul.

Kuban, Doğan (1989), Türkiye’de Tarihi Çevre Korumanın Kültürel Boyutları, Tarihi Kentlerde Planlama/Düzenleme Sorunları, Bayındırlık ve İskan Bakanlığı Matbaası, Ankara.

Örnek Ö, Elif, Zekai Görgülü (2006), ‘Planlama-Koruma İlişkisi Üzerine Yeni Bir sistem Önerisi’, YTÜ Mimarlık Fakültesi e-Dergisi, Cilt 1, Sayı 4, 234.

Özen, Sanem Lerzan (2006), Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma kurullarının CBS Yardımıyla saptama- Belgeleme Çalışmaları için Model önerisi, 4. Coğrafi Bilgi Sistemleri Bilişim Günleri, İstanbul.

Sökmen, Polat (1989), Tarihsel çevre korumasının kent planlaması içindeki yeri, Türkiye 11.dünya şehircilik günü kolokyumu, Bayındırlık ve İskan bakanlığı yayınları, Ankara.

Tankut, Gönül (1994), Koruma politikaları’’2.Kentsel Yenileme ve Uygulamalar Kolokyumu, MSÜ Matbaası, İstanbul.

Tekeli, İlhan (1988), ‘Kentsel Korumada Değişik Yaklaşımlar Üzerine Düşünceler’ Mimarlık, Sayı 88/2, s.57-58.

Yaşlıca, Erdoğan, Nihal Şenlier, Seda çalışır, Ozan Hovardaoğlu (2009), Tarihi Kentsel Dokularda Yaşam Kalitesinin Artırılmasında Ulaşım Sorunu İçin Çözüm Önerileri, http://www.trafik.gov.tr/icerik/bildiriler/A2-24.doc Erişim Tarihi:28.03.2009.

WorldBank, Annual Report 2000, The Worldbank http://www.worldbank.org/html/extpb/annrep2000/content.htm Erişim Tarihi: 25.03.2009.

Zafer, Bahar (1998), ‘Aydın Germencik Belediyesi Yaya Bölgesi Tasarımı Üzerine Bir Araştırma’, Ekoloji Çevre Dergisi, Sayı:26, s.27-30.

 



[1] Zekai Görgülü, Kültür Varlıklarının Korunması ve Planlama , s.1, http://www.tarihikentlerbirligi.org/doc/zekai_gorgulu.doc

[2] Erdoğan Yaşlıca, Nihal Şenlice ve Seda Çalışır, Ozan Hovardaoğlu ‘Tarihi Kentsel Dokularda Yaşam Kalitesinin artırılmasında Ulaşım Sorunu İçin Çözüm Önerileri, s.3, http://www.trafik.gov.tr/icerik/bildiriler/A2-24.doc

[3] Şerif Hepcan, Kentsel Çevre Yönetmine Entegre Yaklaşım, s 6, http://www.mu.edu.tr/sbe/sbedergi/dosya/3_7.pdf