YIL: 13

SAYI: 148

NİSAN 2010

 

 

önceki

yazdır

 

 

  Dr.Tan Baykal

 

   

KÜRESELLEŞME VE BAŞLICA KÜRESEL ÇEVRE KİRLİLİKLERİ


Özet

 

Dünya gündemini meşgul eden en önemli konulardan biri de çevre kirliliği sorunudur. Hızlı nüfus artışı ve enerji kullanımının hızla artması, kirliliği tetikleyen unsurları oluşturmaktadır.  Hızla gelişen teknolojik yenilenme, insan yaşamını da değiştirmektedir. Bu da çevreye olan insan etkisinin artarak ve çeşitlenerek sürmesine yol açmaktadır. Küreselleşme dünya ölçeğinde büyük bir değişim ve dönüşümün yaşanmasına neden olmaktadır. Çağımızın en önemli problemlerinden sayılabilecek çevre kirliliği, küresel veya yerel boyutlarda gelişebilmektedir. Küresel boyutta olan çevre kirlilikleri,  tüm insanlığı etkileyen sorunlardandır. Bu çalışmada Küresel kirliliği oluşturan sorunlardan,  Asit yağmurları, Sera Etkisi,  Ozon Tabakasının Delinmesi,  Ötrofikasyon, Erozyondan bahsedilmektedir.

 

Anahtar Kelimeler: Küreselleşme, Çevre Kirliliği, Küresel Kirlilik.

 

 

GLOBALIZATION AND MAJOR GLOBAL ENVIRONMENTAL POLLUTION

 

Abstract

One of the most important issues occupying the world’s agenda is environmental pollution. Rapid population growth and rapidly increasing energy use constitutes some of the elements that trigger pollution. Quickly evolving technological innovation also changes human lifestyles. This leads to an increased and diversified impact on the environment by humans. Globalization has led to large-scale changes and transformations throughout the world.  Environmental pollution, which can be considered one of the most important problems of our age, can be developed globally or locally. Global environmental pollution is one of the problems affecting humanity as a whole.  In this study, the problems that create global pollution including Acid Rain, Greenhouse Effect, Ozone Layer Depletion, Eutrophication, and Erosion are discussed.

          

Key Words: Globalization, Environmental Pollution, Global Pollution

 

 

KÜRESELLEŞME VE BAŞLICA KÜRESEL ÇEVRE KİRLİLİKLERİ

 

1.               GİRİŞ

 

Çevre insanlar da dahil olmak üzere organizmanın  etrafındaki bir şey veya koşulların toplamı olarak tanımlanır (Bortman vd., 2003b:2). Çevre, canlının gelişmesine, insan davranışlarına ve topluma etki edebilecek çok yönlü bir ortamdır. İnsanların ekonomik faaliyette bulunmaları,  doğal kaynakları kullanmalarına bağlıdır (Borgetta ve Montgomery, 2000: 3). Çevre sorunlarının oluşumu ve boyutu, kirleticilerin dozuna, sürekliliğine, ekosistemin kirleticileri özümleme kapasitesine, kirleticilere karşı gösterilen duyarlılığa bağlı olarak artar. Çevre koruma kaygıları temiz hava, su kalitesi, kimyasal güvenlik, enerji, ulaşım, temizlik gibi geniş bir yelpazeye yayılmaktadır. (Fletcher vd., 2006, 4)

Hızlı nüfus artışı ve ilerleyen teknoloji ile,  insan çevreyi yoğun bir şekilde etkisi altına almıştır. Çevre sorunları hem sayı olarak ve hem de şiddeti açısından artış göstermektedir (Plankis ve Klein, 2010: 47)  İnsanların çevreye bıraktıkları zararlı maddeler ve bunların her birinin taşıdığı değişik özellikler, doğal kuvvetler tarafından yok edilememekte ve ortaya büyük sorunlar çıkmaktadır. Yaşam seviyesinin yükselmesi, teknolojinin ilerlemesi ile sanayi kuruluşlarından ve taşıtlardan çıkan, katı, sıvı, gaz halinde atıklar ile ev ekonomisine ait çöp adı altında toplanan organik ve inorganik atık ve artıklar günümüzün en büyük sorunu haline gelmiştir (Lerner, ve Lerner, 2003b:3).

Çevre kirliliği, ekosistemin unsurları olan hava, su ve toprakta yaptığı etkilere göre ele alınabilir. Bu etkiler sonucunda hava kirliliği, su kirliliği, toprak kirliliği ve gürültü kirliliği olguları ortaya çıkar. (Dusheck, 2002: 7-10)

 Kirlilikle gelen olumsuzluk, tabii çevre üzerinde de sürekli bir bozulma, tahrip etme gibi oluşumları hazırlar. Tabii çevreyle ilgili olumsuz gelişmeler için bazı kriterler vardır (Caldwell, 1984:16). Bu kriterler içinde ekosistemin bozulması ve yok edilmesi,  çevrenin kirletilmesi, su kaynaklarının kirletilmesi, genetik bozulma, ormansızlaşma, tarihi eserlerin tahribi bulunmaktadır. Bunlardan başka yüksek nüfus, atmosferin kalitesinin ve kimyasal yapısının değişmesi, enerji kaynaklarının aşırı kullanımı ve tüketilmesi,  biyo-kimyasal dönüşümlerin imkânsızlaşması ve bozulması, toprak erozyonu gibi daha tehlikeli ve zaman içinde daha büyük boyutlara varan kriterler vardır. Bu kriterler her ülkede görülebilen değişik şiddet ve olasılıkta olan kriterlerdir. Ancak bu kriterlerin bütün dünyayı ilgilendiren global boyutta olanları vardır ki, bunlar küresel boyutta çevre kirlilikleridir.

 

 

2.               KÜRESELLEŞME

 

Küreselleşme dünya ölçeğinde büyük bir değişim ve dönüşüm sürecinin bir sonucudur. Küreselleşme gelişmiş ülkelerden, gelişmekte olan ülkelere ve oradan da az gelişmiş ülkelere doğru yaşamın her alanına dalgalar halinde yayılmaktadır. Bu yayılma sosyal ve kültürel yaşam biçimlerini etkilemekte, üretim ve tüketim anlayışlarında homojenleşmeye doğru gidilmekte, siyasal ve ekonomik örgütlenme biçimlerinde köklü değişiklikler yaratmaktadır. Küreselleşme oldukça yenidir. İlk olarak 1960’larda ortaya çıkan küreselleşme kavramı, 1980’lerde sıkça kullanılmaya başlanmıştır (Baykal vd., 2005: 5-8).

         Başlangıcından bu yana, küreselleşme kavramı beraberinde pek çok tanımları ve yorumları getirmiştir (Hopkins, 2004:4). Genel manada küreselleşme insanlar, şirketler ve farklı ülkelerin hükümetleri arasında uluslararası ticaret, yatırım ve bilgi teknolojisi yardımıyla oluşan etkileşim ve bütünleşme süreci olarak değerlendirilebilir.

Küreselleşme kavramının toplumsal değişimi simgelediğini bilmekteyiz. Bu kavram yaşadığımız dünyanın, toplumun ve günlük yaşamın genişleyen, derinleşen ve hızlanan bir değişim içinde olduğunu göstermektedir. Ekonomik, siyasal, kültürel alanlarda küreselleşme süreçleri yaşadığımız dünyayı hem genişletmekte, hem de küçültmektedir (Hillstrom  ve Hillstrom, 2002:540-542).

 Bu değişim ve dönüşüm sürecini oluşturan gelişmelerle, uluslararası ilişkilerin, ticaretin ve insanların güncel yaşamının boyutları değişmiştir. Artık hiçbir şey eskisi gibi değildir. Küreselleşme olgusu birçok alanda mesafeleri, sınırları anlamsız kılmıştır. Dünya artık bir küresel köy olarak kabul edilmektedir. Dünya yeni bir dönüşüm sürecine girmiş bulunuyor. Küreselleşme diye adlandırdığımız bu süreçte, ülkelerin sahip olduğu birikim ve kapasite farklılıkları, hem bu süreci, hem de sorunların çözümünü iyice karmaşıklaştırmaktadır.

Son yıllarda akıl almaz biçimde gelişen bilgi ve iletişim teknolojileri sayesinde artık dünyada talepler aynılaşmaya başlamıştır (The Kiplinger Washington Editors, Inc., 2001: 41). Ekonomik, teknolojik ve sosyal çevre kökten değişirken, çevresel değişikliklere daha hızlı ve değişken tepkiler göstermek gerekmiştir.  Küreselleşme, gelişen süreçte örgütsel ve yönetsel faaliyetleri yapısal anlamda yenilikler yapmaya zorlamış, çevresel değişiklikleri algılayabilecek bir duyarlılığı da mecbur kılmıştır.   Bunun için değişimin hızla yaşandığı bilgi toplumunda kullanılan araçlar, yöntemler ve teknikler değişimin hızına ayak uydurmayı sağlayacak nitelikte ve değişimler eş zamanlı olmuştur  (Baykal ve Baykal, 2008:2-3).

          Dünya nüfusunun hızla artışı karşısında doğa zorlanırken, insanlar daha çok yiyeceğe, suya ve enerjiye gereksinim duymuşlardır. Artan insan sayısı ile doğanın kendini yenileme gücü de o nispette zayıflamıştır. Batılı toplumlar, bugün kirlenmeye daha az yol açan hizmet ekonomisine geçerlerken, üçüncü dünya ülkeleri batıdaki tüketicilerin ihtiyaçlarını karşılamak için kirlenmeyi arttıran imalat ekonomisine yönelmişlerdir. Bunun doğal sonucu olarak endüstrileşmiş ülkeler kirlenmeyi azaltırken, üçüncü dünya ülkelerinde kirlenme artmıştır.   Yetersiz ve ilkel yaşam alanları, mikroplu sular, azalan maden, enerji ve yiyecek kaynakları ve kamu sağlığı yönünden büyük sorunlar yaşayan üçüncü dünya ülkeleri, fakirliğin hem nedeni, hem de sonucu olarak sorunlar içinde yaşamlarını sürdürmektedirler. Su ve hava kirliliği, ekim alanlarının giderek azalması, yağmur ormanlarının yok olması gibi sorunlar üçüncü dünya ülkelerinin karşılaştığı çevre sorunlarıdır  (Giritli, 1993:  ii).

 

 

3.               BAŞLICA KÜRESEL ÇEVRE KİRLİLİKLERİ

 

Çağımızın en önemli problemlerinden sayılabilecek çevre kirliliği, küresel  veya yerel boyutlarda gelişebilmektedir. Küresel boyutta olan çevre kirlilikleri, yerel boyutlarda olan çevre kirliliklerinden, tüm insanlığı bir bütünde ilgilendiren sorunlardandır.  Küresel kirliliği oluşturan bu sorunlardan Asit yağmurları, Sera Etkisi,  Ozon Tabakasının Delinmesi,  Ötrofikasyon, Erozyon başlıcalarıdır. 

 

3.1. ASİT YAĞMURLARI

 

Asit yağmuru atmosfere fosil yakıtların yakılması sonucunda oluşan kimyasalların su kombinasyonu   ile ortaya çıkar (The New Dictionary of Cultural Literacy 2002: 13) Normalde yağmur suyunun içindeki karbonik ve sülfürik asit nedeniyle-atmosferde biriken karbonun temizlenmesi karbonik asite dönüştürülerek, kükürdün temizlenmesi ise sülfürik asite dönüştürülerek sağlanır. Atmosferde kükürt birikmesi sonucunda bu asit oluşumu çok artmış ve yer yer yağmur suyunun pH’ı 4’e kadar inmiştir(Akdur, 2005: 18,19) .

Asit yağmuru, yağmur, kar, sis gibi pH asit seviyesi  7,0'dan daha az olan durumları tanımlamak için kullanılan bir kavramdır. Asit yağmuru genellikle 3,5-6,5 pH aralığında seyretmektedir (Nagel, 2007:11). Asit yağmurları sonucunda yağmur suyunun asitliğinin kaynağını ve insan etkinliklerinin asit yağmuruna nasıl sebep olduğunu değerlendirecek olursak, burada önemli faktörlerden birinin insan olduğunu hemen değerlendirmek gerekir. İnsan etkinliklerinin asit yağmuruna sebep verdiği bilinmektedir.

Asit yağmuru kirli gazlar bulutlar içinde sıkıştığı zaman oluşur. Bulutlar asidik yağış bırakmadan önce yüzlerce ve hatta binlerce mil sürüklenebilirler. Ağaçlar, göller, hayvanlar, hatta binalar dahi asit yağmurlarının yavaş korozif etkilerine açıktır (Lerner  ve  Lerner, 2003a : 1-2).

Asit yağmurları göl ve akarsuları toksik hale getirdiği için, bu durum hiçbir canlının yaşamasına elverişli değildir. Asit, suda yaşayan bitkileri de öldürmektedir. Asit yağmuru yavaş yavaş toprak ve kaya içindeki toksik metalleri eriterek bütün ormanları öldürebilir. Bu metaller çözünmüş formunda ağaç köklerine zarar verirler (Tanacredi ve  Loret, 2000a:10).

Hava, atmosferi meydana getiren gazların bir karışımı olarak tanımlanabilir. Hava, karışımının içinde dengesini bozacak maddelerin artmasıyla, canlılar için zararlı hale gelir. Hava kirliliği genelde, toz, duman, çeşitli gazlar, su buharı, kurum şeklindeki maddelerin, atmosferde canlı ve cansız varlıklara zarar verecek halde birikmesiyle oluşur.  Kirleticiler, belirli bir kaynaktan atmosfere bırakılan birinci derecede kirleticiler ve atmosferdeki kimyasal reaksiyonlar sonucu meydana gelen ikinci derecede kirleticiler olmak üzere ikiye ayrılır ( Türkiye Çevre Sorunları Vakfı,  1984: 39).

Enerji istasyonlarının ve sanayinin etrafa yaydığı sülfür oksit, endüstriden ve ulaşım araçlarından kaynaklanan nitrojen oksit, ulaşım araçlarının yol açtığı karbon monoksit ve fosil gazların yanmasından oluşan ve her tarafa yayılan ve havadaki kirliliğin daha da artmasına yol açan havada biriken çeşitli zehirli zerrecikler,  hava kirliliğini meydana getirmektedir.

Uluslararası kuruluşlar havadaki zararlı maddelerin ne kadarının zararlı olduğunu Hava Kirliliği Standartları ile belirlerler. Bu standartlara uymayan değerler sonucu ortaya çıkan hava kirliliği ile havadaki oksijen miktarı azalmaktadır. Bu miktar %11den aşağıya düştüğü taktirde rahatsızlık vericidir.

         Petrolun taşınması, işlenmesi ve tüketimi sırasında önemli çevre kirlenmeleri meydana gelmektedir.   Bunlardan petrolün yanması sonucu ortaya çıkan ekzos ve baca gazları içindeki kükürt ve kurşunun varlığı ile hava kirliliği gerçekleşmektedir.  Endüstriden kaynaklanan kirliliğin de, hava kirlenmesinde etkisi büyüktür. Yani teknolojik gelişme sonucu hava kirliliği de paralel bir yol izlemektedir Türkiye Çevre Sorunları Vakfı,  1984: 40).

Atmosfere atılan SO2 (Kükürt Di Oksit), NOx (Azot Mono Oksit), HF (Hidrojen Florür) ve HN03 Nitrat Asidi(Nitrik Asit)   atmosferde su ile birleşerek, bunların ikincil kirlilik ürünleri olan asitlere dönüşürler. Atmosfere bırakılan zararlı gazlar çevrenin bitki örtüsünü olumsuz yönde etkilemektedir. Burada bitki örtüsünün zarar görmesine sebebiyet veren, havaya bırakılan kükürt dioksit gazıdır. Kükürt dioksit gazı havada uzun süre asılı kalamaz.  Bu asitler yağmur suları ile yeryüzüne inerek canlılara ve cansızlara zarar verirler. Bunlardan, SO2’nin ürünleri olan H2SO4 (Sülfürik asit- Sülfat Asidi Hidrojen sülfat)   ve  H2SO3 (Hidrojen Sülfür),   güçlü birer asitdir. Havada kısmı bir oksidasyon ile sülfat asidi oluşturduğundan, asit yağmurlarının nedeni olur (Gale Encyclopedia of Science, 2001a: 43).

H2SO3 (Hidrojen Sülfür),   doğada sülfür içeren organik maddelerin çürümesi sonucu ortaya çıkan ve yine endüstride bir takım işlemler sırasında oluşan gazdır. Bu gazla zehirlenmelerin tamamına yakını kazadır. Doğada özellikle lağımlarda, mahzenlerde, mağaralarda, kömür madenlerinde, kuyularda ve petrol yataklarında bulunur. Yine petrolün rafinesi ve plastiğin eritilmesi esnasında oluşabilmektedir. Kimyasal laboratuarda çalışanlar, şeker pancarı işleyicileri, kuyu kazıcılar, tabakhanede çalışanlar H2SO3 zehirlenmesi riski olan kişilerdir (Türkiye Çevre Sorunları Vakfı,  1984: 40).    

Başta enerji santrallerinde kullanılan kalitesi düşük ve enerjisi zayıf linyit kömüründen, termik santrallerden, nikel ve bakır cevheri işleyen fabrikalardan, fosil yakıtlardan enerji elde eden tüm sanayi tesislerinden ve fosil yakıtlarla yapılan ısıtmadan, atmosfere bol miktarda SO2 atılmaktadır.  Kükürt dioksit(SO2), asit yağmuruna en önemli katkıda bulunan bir gazdır (Gale Encyclopedia of Science, 2001e: 24).

Bu durum dünyanın kükürt çevrim kapasitesinin aşılmasına ve atmosferde SO2 birikerek olağan konsantrasyonlarının çok üzerine çıkılmasına sebep vermektedir.  Atmosferde biriken SO2,  havanın suyu ile birleşerek sülfürik asit  H2SO4 haline dönüşmekte ve tekrar yeryüzüne dönmektedir. Sülfür dioksit ve Nitrojen Oksit üreten kahverengi kömür, asit yağmuruna, kesif dumana, ozon tabakasının incelmesine ve küresel ısınmaya sebebiyet vermektedir (Giritli, 1993: 28).

Hava kirliliğini yaratan belli başlı endüstri dalları içinde gübre endüstrisi,  demir çelik endüstrisi, kağıt ve selüloz endüstrisi, şeker endüstrisi, çimento endüstrisi,  tekstil endüstrisi, petro kimya endüstrisi, tarımsal mücadele ilaçları endüstrisi,   deri endüstrisi,  enerji üretimi sayılabilir.

Atmosfere zararlı madde bırakan, havayı kirleten kirleticilerden biri de egzoz dumanlarıdır. Egzoz dumanında bulunan zararlı maddelerden biri de kurşundur (Gürpınar, 1990: 86).

Atmosfere bırakılan zararlı gazlar, çevreyi olumsuz yönde etkilemektedir. Zira gökten adeta asit yağmaktadır. Atmosferde kükürt birikmesi sonucunda , bu asit oluşumunun artmasına sebebiyet vermiştir. Asitli yağmurlar, ormanlar ve bitki örtüsünü yakar, toprağın pH’ı değişerek, toprağın canlılığını sağlayan bakterilerin ölmesi nedeniyle toprağın verimliliği azalır, topraktaki tuzlar hızla eriyerek sularla sürüklenerek toprağın verimliliği başka bir nedenle ikinci kez azalır, toprak parçalanarak otsuzlaşarak erozyon artar, her türlü yapı ve malzemenin ömrü kısalır, kişilerde solunum bozukluğuna neden olur (Akdur, 2005: 18-19).

 

3.2. SERA ETKİSİ

 

Sera etkisi atmosferin dünyanın yüzey sıcaklığını korumaya yardımcı olan, organizmaların ve çevreyle ilgili süreçlerin devamını sağlayan fiziksel mekanizmadır (Lerner  ve  Lerner, 2003c : 269-272).

Dünyanın sera etkisi, iyi şekilde anlaşılmış bir fiziksel oluşumdur. Bilim adamları sera etkisinin olmadığı bir durumda, dünyanın ortalama yüzey sıcaklığının -0.4 derece olacağını belirtmiştir. Bu ısı suyun donma noktasından daha soğuk olan bir durumun ifadesi olarak görülebilmekte ve uzun vadede tahammül edilebilmesi zor ilkim şartları anlamına gelmektedir (Gale Encyclopedia of Science, 2001c: 76).

  İnsan faaliyetlerinin atmosferdeki karbon dioksiti giderek arttırması ve bunu devam ettirmesi, sera etkisini ciddi bir tehdit haline getirmiştir (Asimov, 1994:387). Son yıllarda CO2 seviyesi, geçmiş 400.000 yıla kıyasla en yüksek seviyesine ulaşmıştır (World Almanac and Book of Facts, 2007:283).

Dünya atmosferinde karbondioksit miktarı dünya ısısı için önemlidir. Sanayileşme ile birlikte dünyada karbondioksit oranı da artmaktadır. Güneş ışınları dünyaya ulaştığında ısı haline dönüşmektedir.  Bununla beraber dünyamızda bulunan karbondioksit,  güneş ısısının geriye yansımasını önler. Bu durum yeryüzünün giderek ısınmasına sebep olur. Bu duruma sera etkisi denilir (Çepel,1992:43-44).
   Hava kirliliği sadece kuruluşların çıkardığı zararlı gaz ve atıklarla oluşmaz. Tabii kirliliklerden de kaynaklandığını söylemek gerekir. Atmosferden gelen ışınlar sonucunda da hava kirliliği oluşmaktadır. Güneş ışınlarının atmosferde yeterince tutulamaması, zararlı ısınların dünyayı etkilemesine sebebiyet verir. Güneşten gelen ışınların  %57'si atmosferde tutulur, %43’ü de direkt veya kırılmış olarak dünyamıza gelir (Gürpınar, 1990: 86).  Atmosferden geçen güneş ışınlarının bir kısmı bulutlar tarafından tutulur. Atmosferden geçerek dünyamıza ulaşan bu ışınların olumlu ve olumsuz etkileri, bu ışınların dalga boylarına bağlıdır. Son yıllarda ortaya çıkan ozon tabakasının incelmesi konusu da, bu açıdan çok önemlidir.

Güneşten dünyaya gelen enerjinin bir kısmı iklim sistemini oluşturan ana bileşenlerce (atmos­fer, hidrosfer, litosfer ve biyosfer) kullanıldıktan sonra atmosfere geri verilir.  Bu geriye dönen ısıyı, infrared radyasyonlar taşır. Bazı gazlar vardır ki; bu infrared radyasyonunu tutarak ısının uzaya dönüşünü engeller. Antropojenik gazlar denilen bu gazların en başında su buharı ve önemli bir sera gazı olan CO2 gelir.  (The New Dictionary of Cultural Literacy, 2002b: 98) Atmosferde biriken CO2, güneş ışınlarının yer kabuğuna geçmesine fırsat verir, buna karşılık ısının atmosfer dışına yayılmasına engel olur. Bunu takiben güneş ışınları yerkabuğunda soğurularak ısıya dönüşür ve buradan uzaklaşamadığı için atmosferin yerkabuğuna yakın kısımlarında ısı depolanması oluşur. Bu da ısı ile kirlenme olarak adlandırılır. Bu mekanizmaya CO2’nin sera etkisi denilir. Fosil yakıtlar nedeniyle, her yıl atmosfere yaklaşık yedi milyar ton CO2 atılmaktadır. Böylece dünyanın CO2 bağlama kapasitesi üç milyar ton aşılmış durumdadır (Akdur, 2005: 19-20).

Yeryüzünün doğal sera etkisinin artan oranda kuvvetlenmesi sonucunda ortaya çıkan küresel ısınmanın etkisini zayıflatacak bir hava aralığı yoktur. Bu nedenle, insan kaynaklı sera gazlarının salımlarının kontrol altına alınması ve  azaltılması, iklim değişikliği ile mücadelenin en önemli adımlarını oluşturur (Gale Encyclopedia of Science, 2001b: 108).

Sera etkisiyle dünyanın sıcaklığı her yirmi yılda bir ya da bir buçuk derece artmakta ve dünya ısınmaktadır. Bu ısınma devam eder ise, buzullar eriyecek ve denizlerdeki su seviyesi 3-4 metre yükselecektir. BM İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi (İDÇS) ve onun Kyoto Protokolü başlıca altı sera gazının (CO2, CH4, N2O, hidrofluorokarbonlar (HFC’ler), perfluorokarbonlar (PFC’ler) ve sülfür heksafluorid (SF6), kontrol altına alınmasını öngörmektedir. Stratosferdeki ozon tabakasının incelmesine neden olan klorofluorokarbonlar (CFC’ler) ise Montreal Protokolü’nce denetlenmektedir   (Baykal, 2009, 228-237).

 

 

 

3.3. OZON TABAKASININ DELİNMESİ

 

Ozon tabakası yerden 30 ve 90 km arasındaki atmosferin bir parçasıdır. Ozon tabakası potansiyel zararlı ultraviyole radyasyonların toprak yüzeyine ulaşmasını engeller (Lerner  ve  Lerner, 2003d : 420-421).

Ozon’un tükenmesi Antarktika üzerinde kışın oluşur. Yaz aylarında ise ozon normal seviyelerine döner ve tükenmesi miktarı yıldan yıla değişmektedir (The New Dictionary of Cultural Literacy, 2002c: 183). Ozon, hayvanların ve bitkilerin yaşam dokularına zarar veren ultraviyole radyasyonlarını bloke eder. Stratosfer içinde ozon olmadan, dünyada yaşam neredeyse imkansızdır (Molina,2002: 264).

California Üniversitesi Atmosfer Kimyagerleri olan Sherwood Rowland ve Mario Molina 1973 yılında ilk defa, ozon tabakasındaki incelemenin kloro floro karbon (CFC2) gazları ile ilgili olduğunu ortaya koymuştur.  Ozon tabakasının azalması küresel iklim değişikliklerine yol açtığı gibi,  atmosferin yeryüzüne yakın kısımlarında biriken hidrokarbon gazları,  kuvvetli güneş ışınları altında uğradığı kimyasal değişme sonucu atmosferde kirlilik oranını arttırmaktadır.   Sayısı milyarları aşan püskürtücülerde, soğutma sistemlerinde, plastik köpüklerde, eritici sıvılarda, klimalarda kullanılan bu renksiz ve kokusuz CFC gazları zaman içinde atmosferin üst tabakalarında (Stratosfer) de birikmekte ve güneşten gelen radyoaktif ışınlara karşı dünya yaşamını koruyan ozon tabakasında uğradıkları kimyasal değişme sonucunda ozon gazlarını yok etmektedir (Giritli, 1993: 17-18).

Küremizi saran ve kilometrelerce yüksekliğe çıkan hava tabakasına atmosfer denir.  Atmosfer çeşitli gaz kümelerinden oluşmakta olup, bu kümeler yoğunluğuna göre kat kat dizilmiştir. Bu katlardan bahsedecek olursak, yerden 17-50 km yükseklikte stratosfer tabakası yer almaktadır. Bu tabakanın 25-35 km’si Ozonosfer’den oluşmaktadır.  Troposfer yerden 10-17 km,  Mezosfer 50-80 km, Iyonesfer ise 80-400 km de bulunmaktadır. Ozonosfer tabakasının en önemli görevi güneşten gelen ultraviyole ışınlarına (morötesi-gözle görülmeyen ışınlara) süzgeç vazifesi gormektir. Güneşten gelen ışınların dalga boyları çok kısa olduğu için gözle görülememektedir (Akdur, 2005: 20-21).

Güneş enerjisinin % 9’unu oluşturan bu çok kuvvetli ultraviole ışınları ozon tabakasındaki süzgeçleme sonucunda tutularak, bu ışınların ancak yüzde 2-4 oranında yeryüzüne gelmeleri sağlanmaktadır. Bu oranda yeryüzüne varan ultraviyole ışınları, yeryüzü yaşamı bakımından tüm canlılar üzerinde çok önemli bir rol oynamaktadır.  İnsan teninin esmerleşmesine, D vitaminin oluşumuna, bitkilerde bazı hormonların gelişmesine,  bitkilerde ışığa yönelime yardımcı olur. Dalga boyları 2600 angström olan ultraviyole ışınları bakterileri öldürür veya aktivitelerini ortadan kaldırır. Bu sebeple mikropsuz olması gereken üretim ünitelerinde ultraviyole lambaları kullanılmaktadır (Giritli, 1993: 21).

Ultraviyole ışınlarının zararlı etkilerinin en başında, kalıtımsal değişikliliklerin yaratılması gelmektedir. Yüksek dozda ultraviyole ışınlarının normalin üzerinde absorbe edilmesi sonucunda, canlı hücrelerinde bulunan  DNA (deoksiribonükleik asit) kalıtım maddelerinde tahribat meydana gelir, bunun sonucunda gen değişimiyle mutasyon olayı ortaya çıkar.   Güneş radyasyonuyla organizmalar arasındaki denge bozulunca ortaya çıkan genetik değişim, bu canlılardan dünyaya gelecek yeni kuşakların tamamen değişik karakterde olabilmesine sebebiyet verebileceği gibi,  sonu belli olmayan kalıtım değişiklikleri de meydana gelebilir (Çepel, 1992:47).  

Çok güçlü jet motorlarına sahip olan uçakların motorlarının ozonu parçalayarak ozon tabakasının incelmesine neden olan diğer bir mekanizmayı oluşturduğu bilinmektedir. Güçlü motorlara sahip olan ve çok yükseklerden uçan uçakların ozon tabakasında %12’lik bir incelme oluşturacağı hesaplanmıştır. Ozon tabakasının incelmesine neden olan diğer bir mekanizma da azot oksit gazlarıdır. Atmosferdeki azot oksit gazı miktarı, günümüzdeki miktara göre, %20 artar ise, ozon tabakasının kalınlığı %4 azalacaktır (Akdur, 2005: 20-21). Motorlu araçların egzozlarından savrularak etrafa yayılan zehirli gazlar, Freon gazı, spreylerden ve soğutma sistemlerinden atmosfere yayılan CFC (kloro floro karbon)   gazının,  atmosferde yükselerek, ozon tabakasının bozulmasına ve incelmesine neden olacağı bilinmektedir (Gale Encyclopedia of Science, 2001d: 124).

Bunun için 1981 yılında UNEP’in öncülüğünde  “Ozon Tabakasının Korunması” hakkında bir taslak hazırlanmış, 1987 yılında endüstrileşmiş ülkeler CFC2 ve Halon gazları ile diğer Ozon tabakasını tahrip eden gazların 1991 yılına kadar yarıya indirilmesinin de değerlendirildiği Montreal Protokolü imzalanarak yürürlüğe girmiş, 1990 yılında toplanan 2. Londra Konferansında CFC ve Halon gazlarının kullanımının 2000 yılına kadar azaltılarak ortadan kaldırılması konusu üçüncü dünya ülkelerine kolaylık sağlanmak üzere kararlaştırılmış,   1992 yılının Ekim ayında Kopenhag’da CFC2 ve Halon,  1,1,1 trikloroetan ve karbon tetraklorid gibi diğer gazların 1995 yılına kadar yavaş yavaş kullanımdan kaldırilması kararlaştırılmış ve daha az zararlı gazların alternatif olarak kullanılması çalışmaları yapılmıştır.  Her geçen gün bu çalışmalara paralel olmak üzere bazı üretimlerden de vazgeçilmesi, sanayiden azot oksit gazı atımının kontrol altına alınması gibi önlemler öngörülmektedir (Nagel, 2007c: 23).

 

3.4. ÖTROFİKASYON

 

Suda artan biyolojik verimlilik süreci, Ötrofikasyon olarak tanımlanır (Gale Encyclopedia of Science, 2001f:36). Zenginleşme, zenginleştirme anlamına gelen Ötrofikasyon, yerüstü sularının azot ve fosforla zenginleşmesidir.  Ötrofikasyon, azot ve fosfor   bakımından zengin olan   sularda bulunan  yeşil bitkiler için gübre etkisi gösterme  olayıdır. Bu zengin besin ortamında sulardaki yeşil bitkiler sulardan bol miktarda oksijen alırlar. Ancak Oksijen açısından suyun belli bir kapasitesi bulunmaktadır.  Yeşil bitkilerin büyümesi, bu kapasiteyi aşacak düzeylere ulaşınca, sudaki oksijen tükeneceğinden su ölü bir su haline gelir. Sudaki erimiş oksijenden yararlanamayan bitkiler, oksijene ihtiyaç duyarlar. Aksi taktirde oksijensizlikten ölürler.  Bu bitkilerin ölümleri sonucunda, ortaya çıkan organik maddelerin yıkımı için,  ayrıca oksijene ihtiyaç duyulmaktadır.

Bunun yanında, toprak erozyonu ve kıyı aşınmaları ile gelen maddelerle birlikte, çürümüş bitki ve hayvan kalıntılarının da akarsularla taşınarak çevre kirliliğine sebebiyet verdiği bilinmektedir. Sulara bırakılan bu kirlilik,  su yüzeyinde bir tabaka oluşturmakta ve bu durumda suya oksijen akışı engellenmektedir.

Oksijen olmadığı veya yetersiz oldugu taktirde bu artıklar tam oksitlenemez ve tamamen ayrışamazlar. Dolayısı ile suda yarı ayrılmış artıklar  olarak kalırlar.  Zehirli ve kötü kokulu gazlar ve bileşikler içeren bu yarı ayrılmış  artıkların  miktarı artar. Sonuçta, sudaki tüm canlılar ölür ve geriye tam ölü bir su kalır (Somersan, 1993: 161,228).  Suyun tekrar canlanması ve oksijenlenmesi uzun zaman alır,  oksijenlendikten sonra da, suda hayat yeniden başlar. 

Doğada ötrofikasyon, tatlı su ekosistemleri için ortak bir olgu olup, birçok göl ve göletlerin normal yaşlanma sürecinin bir parçasıdır (Nagel, 2007b: 47). Genç bir gölde su soğuk ve temizdir ve göller küçük bir yaşamı desteklemektedir. Zamanla, akarsular göle azot ve fosfor gibi suda yaşayan organizmaların büyümesini teşvik eden besinleri taşımaktadır (The Columbia Encyclopedia,2000,13032).

Araştırmalar göllerin,  Asya’da % 54'ünün, Avrupa’da,% 53'ünün, Kuzey Amerika’da,% 48'inin, Güney Amerika da,% 41'inin ve Afrika'da ise,% 28'inin ötrofik olduğunu göstermiştir. (ILEC/Lake Biwa Research Institute,1988-1993)

Ötrofikasyon ile savaşta, bir başarı öyküsüne örnek vermek gerekirse, İngiltere'deki Thames Nehri örnek verilebilir. Thames Nehri yüzyıllardır su yaşamından yoksun olmuştur. Büyük bir temizleme çabalarıyla nehire canlı yaşamının tekrar döndüğü ve birçok balık ve özellikle Londra'da 300 yıl boyunca görülmeyen ve kirliliğe duyarlı somon balığının geri geldiği görülmüştür (Bortman vd., 2003a:27).

Tarımsal çalışmalar ile ortaya çıkan su kirliliği,  drenaj sistemleri ve yağmur sularından kaynaklanır. Drenaj sistemleri tarımda kullanılan kimyasal madde içeren sızıntı sularının yer altı su kaynaklarına karışması ile oluşur. Tarımda kullanılan gübredeki azot ve fosfor ile deterjanlardan gelen azot ve fosforun, akarsu aracılığıyla taşınması ve suyun azot ve fosfor çevirim kapasitesinin aşılması sonucu oluşan birikimin, kendi kendini temizleme kapasitesini aştığında,  su kirliliği oluşmaktadır.

Su kirliliğini önlemek için azot ve fosfor içeren sanayi atıklarının kontrol altına alınması, deterjanlara fosfor katılmaması ve tarımda kullanılan gübrelerin bilinçli kullanılması gerekmektedir.

 

3.5. EROZYON 

 

         Erozyon, toprağın aşınmasını önleyen bitki örtüsünün yok edilmesi sonucu koruyucu örtüden yoksun kalan toprağın su ve rüzgarın etkisiyle aşınması ve taşınması olayıdır. Toprak erozyonu,  toprağın üst tabakasının su, rüzgar, ya da buz tarafından sürüklenmesini anlatan bir süreçtir (Tanacredi ve Loret, 2000b:46).

                     Erozyon doğal bir süreç olmasına karşın, son zamanlarda büyük ölçüde insanların arazi kullanımı ve özellikle endüstriyel tarım, ormansızlaşma ve kentsel yayılma sebebi ile artmıştır (Montgomery, 2008: 34).

 Dünyada hemen hemen toprakların büyük bir kısmı erozyon tehlikesiyle karşı karşıyadır. Toprakların üst tabakasının, özellikle yağmur suları ile derelere, oradan da denizlere akması olayına erozyon denmektedir.

 Doğal olarak meydana gelen oranlara göre, 100-250 yıl içinde toprağın üst tabakasının yaklaşık olarak 2.5 cm azaldığı görülmektedir.  Tolere edilebilir bir toprak erozyonun oranı her yıl için hektar başına 55-91 kg olarak kabul edilir (Gale Encyclopedia of Science, 2001g:123).

Erozyonun başlıca nedeni, toprağı koruyan bitki örtüsünün yok olmasıdır. Arazinin topografik yapısı ve eğimi, toprak yapısı, iklim özellikleri, yıllık yağış miktarı, bitki örtüsü, toprak ve bitkiye yapılan çeşitli müdahaleler, erozyonun şiddetini belirleyen öğelerdir.

Doğal nedenlerin yanında insan faaliyetlerinden de kaynaklanan nedenler vardır. Yanlış arazi kullanımı, yerinden kopup giden topraklar, çiftçinin zirai bilgi noksanlığı, meyilli yerlerde ziraat yapma alışkanlığı, yanlış nadas, orman yangınları, usulsüz ağaç kesimi, çayır ve mera alanlarının yanlış kullanımı,  tarla açmalar, yanlış yerleşimler erozyona sebep olmakta,   topraklar denize kaymakta,  toprağın verimliliği azalmakta ve çölleşmeye sebep olmaktadır.  (Plaster, 2003: 295)

         Yağmur sularının kontrolsüz akışı sonucu kopan topraklar çukurları, dereleri ve denizleri,  baraj göllerini doldurarak su depolama hacimlerini azaltmaktadır. Toprağın su tutma kapasitesi de azalarak, sel sayı ve debisi daha da artmaktadır.

               Erozyon sonucunda, toprağın altındaki cansız tabaka ortaya çıkmakta, sertleşen toprak nedeniyle, tarım alanlarını işleme masrafı artmaktadır. Faydalı toprak katmanlarını kaybeden arazilerde çölleşme başlamaktadır.   İçme kullanma suyu elde etme masraflarının artması,  işlenebilir arazi ve mera kaybı gibi birçok ekonomik kaybı da beraberinde getirmektedir. Erozyonun şiddetlenerek devam etmesi halinde toprakların büyük bir bölümü yakın bir gelecekte çöl olacaktır. (Soil and Water Conservation Engineering, 2006:459-467)

Dünyanın güncel sorunlarından biri olan toprağın, yağmur suları ve rüzgarla taşınması olgusu erozyon sorununa tek çare, ortamın bitki örtüsüyle kaplı olmasıdır. Taşınan toprak ve oluşan yüzeysel akış miktarları, arazi kullanımında daha dikkatli haraket etmeyi mecburi kılmıştır.

        

 

4.               SONUÇ

 

Tabii çevrenin istismarından ve kirletilmesinden kaynaklanan problemler içinde ekosistemin bozulması ve yok edilmesi,  ormansızlaşma,   çevrenin kirletilmesi, tarihi eserlerin tahribi,  temiz su kaynaklarının azalması ve kalitesinin düşmesi,  genetik bozulma gibi kriterler mevcuttur. Bu kriterlerle birlikte ayrıca gün geçtikçe daha tehlikeli boyutlara yaklaşan kriterler içinde yüksek nüfus, üst toprak tabakasının bozulması ve erozyonu, atmosferin kalitesinin ve kimyasal yapısının değişmesi, enerji kaynaklarının aşırı kullanımı ve tüketilmesi, biyo-kimyasal dönüşümlerin imkansızlaşması ve bozulması, insan tarafından inşa edilen fiziki yapılar gibi diğer kriterler bulunmaktadır.

Ülkeden ülkeye değişmekle birlikte bu kriterler genellikle her ülkenin özel şartlarına göre farklı boyutlarda ve şiddette olmak üzere hemen her ülkede görülen tabii çevreyle ilgili problemlerin başlıcalarını oluştururlar.

Bütün bu kriterlerden başka, bir de bütün dünyayı tehdit eden global boyutlarda kirlilik kriterleri vardır.  Bunlar; ozon tabakasının delinmesi ve tahribi,  flora-fauna’nın ısınması,  büyük denizlerin
              ve okyanusların kirlenmesi, asit yağmuru, radyasyon bulutları gibi kirliliklerdir (Caldwell,1984,16).

İlk iki grupta yer alan kriterler esas itibariyle dünya genelinde bir eğilimin göstergeleri olmakla birlikte, her ülkenin büyük ölçüde milli sınırları içinde yer alan ve tedbirlerini de kendi başına yürütebileceği tipte problemlerdir. Üçüncü grupta yer alanlar ise, doğrudan doğruya dünya için bir tehdit oluşturmaktadır. Ayrıca çözümü de, bütün dünya milletlerinin işbirliğini gerektirmektedir.

 Küresel çevre kirliliği dünya sorunudur, ortak bilinç, ortak çözüm, ortak sorum gerektirir.

 


Kaynakça:
Akdur, R.,  (2005) , Avrupa Birliği ve Türkiye’de Çevre Koruma Politikaları 

Türkiye’nin Avrupa Birliğine Uyumu , Ankara Üniversitesi Basımevi .

Asimov, I. ,(1994), Greenhouse effect.  Asimov's Chronology of Science &

Discovery, HarperCollins Publishers, p.387.  

Baykal, H. ve Baykal, T., (2008), “Küresellesen Dünya’da Çevre Sorunları”,

Mustafa Kemal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, cilt 5, sayı 9, s.2-3.

Baykal, H., Baykal, T. ve Baykal, C., (2005), “Küreselleşme ve Türkiye'nin

Avrupa Birliğine Uyum Yönetimi" , Mustafa Kemal Üniversitesi Sosyal

Bilimler Enstitüsü Dergisi, cilt 2, sayı 4, s.5-8

Baykal, T., (2009), “Kyoto Protokolü ve Amerika Birleşik Devletleri’ndeki

Değerlendirme”, Erkul, H. & Baykal, T. (edts), Kamu Yönetimi Araştırmaları: Türkiye ve ABD’den Örneklerle Çevre, Kent ve Kent Yönetimi, (228-237), Ankara,  Detay Yayıncılık.

Borgetta, E. F., Montgomery , M.,  (2000), Environmental Sociology,

Encyclopedia of Sociology, 2nd ed., New York, Macmillan Reference USA.

Bortman, M,  Brimblecombe, P.  and Cunningham, M. A., (2003a), Cultural

Eutrophication,   Environmental Encyclopedia,3rd ed., Detroit, Gale.

Bortman, M,  Brimblecombe, P.  and Cunningham, M. A., (2003b),

Environment,   Environmental Encyclopedia,3rd ed., Detroit, Gale.

Caldwell L.K. (1984),  “International Environmental Policy”, North Carolina,

Duke University Press, p16.

Çepel, N.  (1992), Doğa, Çevre, Ekoloji ve Insanlığın Ekolojik Sorunları, 

İstanbul, Altın Kitaplar Yayınevi.

Dusheck, J. (2002), Ecosystem, R. Robinson (Ed.)Biology, Vol. 2 ( 7-10), New

York: Macmillan Reference.

Fletcher, S R, Isler, M., Bearden, D. M, Copeland, C., Esworthy, R., Luther, L.,

McCarthy, J E, Ramseur, J. L, Reisch, M., Schierow, L.J., Tiemann, M.,  and  Yacobucci, B. D.,  (2006), Environmental Protection Issues In The 109th Congress,  Congressional Research Service (CRS) Reports and Issue Briefs.

Gale Encyclopedia of Science, (2001a) , Acid rain, Thomson Gale.

Gale Encyclopedia of Science, (2001b) , Global warming, Thomson Gale.

Gale Encyclopedia of Science, (2001c) , Greenhouse effect, Thomson Gale.

Gale Encyclopedia of Science, (2001d) , Ozone layer depletion, Thomson Gale.

Gale Encyclopedia of Science, (2001e) , Sulfur dioxide, Thomson Gale.

Gale Encyclopedia of Science, (2001f) Eutrophication, Thomson Gale.

Gale Encyclopedia of Science, (2001g), Soil conservation, Thomson Gale.

Giritli, S. (1993),  Çevre Sorunları,  İstanbul, IU Basımevi

Gürpinar, E., (1990)  Çevre Sorunları, İstanbul, Der Yayınları.

Hillstrom, K.  and Hillstrom, L. C. (Edt.), (2002), Globalization, Encyclopedia

of Small Business, Vol. 1, 2nd ed., pp. 540-542

Hopkins, A.G.  (edt.) , (2004),  Globalization in World History,  Norton, p. 4

ILEC/Lake Biwa Research Institute (Edt.), (1988-1993), Survey of the State of

the World's Lakes, Volumes I-IV,  International Lake Environment Committee, Otsu and United Nations Environment Programme, Nairobi.

Lerner, K. L.  and Lerner, B. W.  (Edt.), (2003a),  Acid Rain,  World of Earth Science, Vol. 1,  Detroit.

Lerner, K. L.  and Lerner, B. W.  (Edt.), (2003b), Environmental Pollution,  World of Earth Science, Vol. 1, pp. 200-201

Lerner, K. L.  and Lerner, B. W.  (Edt.), (2003c), Greenhouse Gases and Greenhouse Effect, World of Earth Science, Vol. 1, Detroit.

Lerner, K. L.  and Lerner, B. W.  (Edt.), (2003d), Ozone Layer Depletion, World of Earth Science, Vol. 2, Detroit.

Molina, M., (2002), 32. Ozone depletion, Risk: A Practical Guide for Deciding What's Really Safe and What's Really Dangerous in the World Around, p.264-270.

Montgomery, D., (2008), Dirt: The Erosion of Civilizations, University of California Press.

Nagel. R., (2007a), Acid rain , Encyclopedia of Science, 2nd ed.,Detroit.

Nagel. R., (2007b), Eutrophication, Encyclopedia of Science, 2nd ed.,Detroit.

Nagel. R., (2007c), Ozone, Encyclopedia of Science, 2nd ed.,Detroit.

Plankis, B., and Klein, C., (2010), “The Corals Connection: Building Personal

Connections To Environmental Issues”, The Science Teacher, 77, 2, p 47.

Plaster, E. J,(2003), Chapter 18: Soil conservation,   Soil Science & Management, p.295-319

Soil and Water Conservation Engineering, (2006), Chapter 20: Soil erosion by wind,  p.459-473

Somersan, S., (1993), Türkiye’de Çevre ve Siyaset,  İstanbul, Metis Yayınları. 

Tanacredi, J. T.  and  Loret, J., (2000a), Acid Rain,  Experiment Central, Detroit.

Tanacredi, J. T.  and  Loret, J., (2000b), Erosion,  Experiment Central, Detroit.

The Columbia Encyclopedia,  (2000), Eutrophication, The Columbia University Press, p.13032

The Kiplinger Washington Editors, Inc., (2001),  “Chapter three: the global frontier”,  Business 2010, p.41-56

The New Dictionary of Cultural Literacy , (2002a), Acid Rain, Houghton Mifflin Harcourt Publishing Company.

The New Dictionary of Cultural Literacy , (2002b), Greenhouse Effect, Houghton Mifflin Harcourt Publishing Company.

The New Dictionary of Cultural Literacy , (2002c), Ozone Hole, Houghton Mifflin Harcourt Publishing Company.

Türkiye Çevre Sorunları Vakfı, (1984),  Türkiye’nin Yeni ve Temiz Enerji

Kaynakları, Türkiye Çevre Sorunları Vakfı Yayınları, Ankara.

World Almanac and Book of Facts, (2007), Greenhouse effect and global warming, Facts on File, Inc., p.283.



[1] Cümlenin İngilizcesi; “The torturer of the soul brandishing a sharp scourge within” ve Latincesi ise yine İngilizcesinden farklı olarak; “"Occultum quatiens animo tortore flagellum." şeklindedir.