YIL: 13

SAYI: 151

TEMMUZ 2010

 

önceki

yazdır

 

 

 Doç. Dr. Mustafa CAN

 

SOSYO-EKONOMİK SORUNLAR ÜZERİNE DÜŞÜNCELER


Bu makale hakem değerlendirmesine tabi tutulmaksızın Uzman Görüşü niteliğindedir!

 

Giriş

Ülkemizin en önemli sorunu yoksullukla, işsizlikle ve cehaletle mücadele etmektir. Ülkemizi kısa dönem içerisinde dünyanın 10 büyük ekonomisi içerisinde görmek, daha çok üretmek ve daha çok zenginleşmekle mümkündür. Ülkemizin kronik hale gelmiş ekonomik ve toplumsal sorunlarını ancak daha çok üretmekle ve zenginleşmekle çözebiliriz. Zenginlik olmadan ne insanlarımızı yoksulluktan ve işsizlikten kurtarabiliriz, ne de toplumsal sorunlarımızı çözebiliriz. Zenginleşmek ise daha fazla üretim daha fazla ticaret demektir.

Dünyada ve bölgemizde yaşanan ekonomik ve siyasal gelişmeler, önümüzdeki dönemin Türkiye için zor bir yıl olacağına işaret etmektedir. İçinde bulunduğumuz bu çalkantılı döneme bir de ülke içinde yaşadığımız yapay ve sanal sorunlar eklenenince karşımıza daha da olumsuz bir tablo çıkmaktadır.

Ülke gündemimizde yapay ve sanal sorunlar değil, gerçek gündem yer almalıdır. Bu çalışmamızda, Türkiye’nin gerçek gündemini tartışmaya açacağız.  Bu amaçla önce ülke olarak ne durumda olduğumuzu ortaya koyacağız, sonrada ne yapmalıyız sorusuna cevap bulmaya çalışacağız. Ülke olarak ne durumda olduğumuzu, ülkemizde yaşanan sosyo-ekonomik ve siyasal sorunları, dünyada ve bölgemizde son dönemde yaşanan küresel gelişmeler ışığında değerlendirmeye çalışacağız.

 

I.          Küresel Gelişmeler ve Ülkemize Olası Etkileri

 

21. yüzyıl başında tüm dünyayı etkileyecek dört küresel gelişme olmuştur. Bu gelişmelerden birincisi, Çin, Hindistan ve Rusya’nın ekonomik olarak büyümeleri ve küresel güç haline gelmeleridir. İkincisi, küresel ısınma ve iklim değişikliği ile enerji, su ve temel gıda fiyatlarının hızla artmaya başlamasıdır. Üçüncüsü, inovasyon ekonomisi adı verilen ve içerisinde bilişim, çevre, biyoteknoloji ve nanoteknoloji gibi alanların yer aldığı yenilikçi bilim ve teknoloji çağına girilmiş olmasıdır. Nihayet dördüncüsü, tek kutupluluktan çok kutupluluğa geçiş sürecinin başlamasıdır.

Bu dört önemli küresel gelişme ülkemizin geleceğini yakından ilgilendirmektedir. Tahminlerimize göre, bu dört küresel değişim ülkemiz üzerinde dört temel etki gerçekleştirecektir. Birincisi,  Çin, Hindistan ve Rusya’nın küresel ekonomik güç haline gelmesi ile rekabet gücümüz ve istihdam politikamız derinden etkilenecektir. İkincisi, ülkemizin enerji faturasının daha da artması, su kaynaklarımızın giderek azalması ve tarım arazilerimizin gittikçe çölleşmesi sonucu ortaya çıkacaktır. Üçüncüsü, inovasyon ekonomisine geçişle birlikte, mal ve hizmet üretiminde yeni, çeşitli ve ucuz süreçler ve teknolojiler devreye girecek, klasik usullerle üretim yapan şirketlerimiz kepenk kapatmak durumunda kalacaktır. Dördüncüsü, tek kutupluluktan çok kutupluluğa geçişle birlikte küresel dengelerde değişim kaçınılmaz olmaktadır. Ülkemizin başta enerji olmak üzere pek çok alanda geçiş güzergâhı oluşturması, küresel kutuplar arasında coğrafi olarak merkezi konumda bulunması, başta su, bor ve toryum olmak üzere ciddi hammadde ve enerji potansiyeline sahip olması, küresel ve bölgesel güçlerin karşılıklı olarak yarıştığı ve çekiştiği bir mücadele alanı olmasına neden olmaktadır. Bu durum, ülkemiz açısından karmaşık stratejik sorunlara, jeopolitik belirsizliklere, kontrol dışı güçlerin tehdit ve eylemlerine sebep olmaktadır.

Eğer ülke olarak ortak akıl, ortak strateji ve toplumsal uzlaşı etrafında bir araya gelebilir ve küresel rüzgârı arkamıza alabilirsek, bu gelişmeleri lehimize dönüştürebiliriz. Aksi halde, küresel değişim ülkemiz açısından çok ciddi sorunlara ve felaketlere sebebiyet verebilir. Bu açıdan ülkemizin yeni bir vizyona ve yeni stratejilere ihtiyacı vardır. Ülke olarak daha çok üretmemiz ve zenginleşmemiz, küresel değişiklikleri iyi algılamamıza ve bunlara yönelik ayakları yere basan eylem planlarını hayata geçirmemize bağlıdır. Ekonomik ve toplumsal kalkınmada sıçrama dünyayı iyi algılamaya, ticaret ve sanayinin rekabet gücünün artırılmasına bağlıdır. Bu ise küresel gelişmeleri esas alan stratejilere yeni bir vizyon kazandırmakla mümkün olabilir.

 

II.        Türkiye’deki Genel Durum

 

Ülkemiz ekonomisi geçtiğimiz yedi yıllık dönemde, her ne kadar 2007, 2008 ve 2009 yılında düşmede olsa büyüme alanında önemli başarılar göstermiştir. 2002-2006 yılları arasında ortalama % 7.4 oranına ulaşan büyüme hızı ile Türkiye dünyanın en hızlı büyüyen ekonomilerinden biri olmuştur. Lizbon Stratejisine rağmen AB ülkelerinde 2000-2007 döneminde bu oranın yıllık ortalama % 1.2 olduğu göz önünde bulundurulduğunda, aldığımız mesafe son derece önemlidir.

Son yıllarda yakalamış olduğumuz ekonomik büyüme performansının yanı sıra, enflasyonun tek haneli rakamlara inmiş olması, ihracatta 100 milyar doların aşılması, yabancı sermaye girişinin 20 milyar doların üstüne çıkması, özelleştirme ve kamu maliyesi alanında yaşanan gelişmeler ülke olarak başarı hanemize yazılmıştır.

Bu olumlu veriler hem siyası istikrarın hem de Türk özel sektörünün azim ve gayretinin sonucudur. Hükümetlerimizin özel sektörümüze yönelik olarak yapmış olduğu çalışmalar ve küresel ekonomiyle bütünleşme çabaları takdire şayandır. Tüm bu hususlar, Türk özel sektörü ile siyasilerimizin, bürokratlarımızın ortak akıl ve sinerji ile neleri başarabildiğini göstermektedir. Aynı sinerjinin yeni stratejilerle devam ettirilmesi ülkemiz geleceği açısından hayati öneme sahiptir.

Tüm bu güzel ve olumlu gelişmelerin yanı sıra, ne var ki, sevincimizi gölgeleyen bir takım olgular da yok değildir. Amerika Birleşik Devletlerinde ortaya çıkan tüm dünyayı ve ülkemizi etkileyen küresel mali krize, siyaset ağırlıklı tartışmalarımızın eklenmesi ile 2007 ve sonraki yılların iyi değerlendirilememesi sonucunu doğurmuştur. Eğer içine sokulmaya çalışıldığımız yapay ve sanal gündemi hızlı bir şekilde terk etmezsek, kayıp yıllarla bundan sonra da karşılaşmamız muhtemeldir.

Türkiye yıllık ortalama nüfus artış hızı dikkate alındığında % 1.7 ile Hindistan’la birlikte üst sırada yer almaktadır. Türkiye hızlı nüfus artışına paralel olarak, hızlı ve sürdürülebilir ekonomik büyüme ile birlikte artan nüfusuna iş ve aş sağlamak zorundadır.

Ülke olarak sosyo-ekonomik açıdan bir çok sorun yaşadığımız bugünlerde önceliğimizi acil tedbirlere vereceğimiz yerde, hala istikrardan, sağduyudan, ortak akıldan, toplumsal uzlaşmadan bahsediyor olmamız ülkemiz açısından büyük bir talihsizliktir.

Ülke olarak daha fazla geç kalmadan en kısa zamanda sosyo-ekonomik sorunların çözümüne yönelik yeni stratejiler ve bu stratejilere uygun eylem planlarını içerir acil bir gündem hazırlamak, yapay ve sanal gündemi terk etmek zorundayız. İstatistikî rakamlar gündemimizde öncelikli olarak yer alması gereken sorunlara işaret etmektedir. Bunları önem sırasına göre şu şekilde sıralayabiliriz;

1. TÜİK tarafından açıklanan verilere göre, ekonomik büyüme hızımız son iki yıldır yavaşlamış, 2010 yılı itibarıyla yeniden ivme kazanmıştır.

2. TÜİK tarafından açıklanan verilere göre, istihdam sorununun çözümüne yönelik mesafe alamamaktayız.  2006 da % 10,5 olan işsizlik 2009 itibarıyla % 14 lere yükselmiştir. Genç işsizlik oranı ise aynı dönemde % 20,3 ten % 27 lere yükselmiştir. Bir başka deyişle, ülkemizde her beş kişiden biri işsizdir. Her yıl 800.000 gencimize iş ve aş vermek durumundayız.

3. Cari işlem ve dış ticaret verilerinde olumsuz artış devam etmektedir. İthalat artış hızındaki trend ve cari açık hepimizi endişelendirmektedir.

4. Cari işlem açığının finansmanında ağırlıklı olan borçlanma dışı kaynaklar olarak adlandırılan yabancı yatırımlarda da azalma eğilimi olduğunu görmekteyiz. 2008 ve 2009 yıllarında doğrudan yabancı yatırımlarda azalmalar olduğunu görmekteyiz.

5. Enflasyon tahminlerimizde sapmalar söz konusudur: 2007 yılında % 4 enflasyon hedefine karşılık, enflasyon gerçekleşme oranı iki kattan fazla bir artışla % 8,4 olmuştur. 2008 ve 2009 yıllarında da benzer tablo söz konusudur.

6. İstihdam üzerindeki vergi, özellikle sigorta pirimi ve diğer yükler, ağır şekilci bürokratik formaliteler ve eğitim sisteminin istihdamla bağlantısının sağlanamaması kronik sorun olmaya devam etmektedir.

7. Kısa adı IMD olan Dünya Rekabet Gücü Endeksinde Türkiye 2007 yılı itibariyle 55 ülke içerisinde 48. sırada yer almıştır. Düşüş devam edecek gibi gözükmektedir.

8. Reel sektörde karlılık azalmaya devam etmiş, özel sektörümüzün dış borcu 2004’e göre iki kat artarak 126 milyar dolara yükselmiştir.

9. İşletmelerin gerek iç gerek dış piyasalarda uğradığı rekabet baskısı çok artmış, başta geleneksel iş kolları olmak üzere işyeri kapanmaları ve istihdam kayıpları yaşanmaktadır.

 

III.         AB – Türkiye İlişkileri

 

2007 yılından bu tarafa yapısal reformların ve AB müzakere sürecinin askıya alındığını görüyoruz. AB ülkelerine ihracat yapan firmalarımızın temel sorunları da hala çözüm beklemektedir.  Bu sorunları önem sırasına göre ifade edecek olursak;

1. Gümrük Birliğinin 12. yılında "Nakliye Kotaları" uygulamaları ile giderek büyük bir haksız rekabete yol açan vize uygulamaları hala devam etmektedir. Dünya Bankası verilerine göre, mal taşımacılığındaki 1 günlük gecikme ticaret hacmini yüzde bir oranında azaltmaktadır. Ülkemizin 100 milyar dolarlık ihracat rakamlarına ulaştığı düşünülecek olursa, yıllık kaybımız en az 5 milyar dolar seviyesindedir.

2. İş adamlarımızın AB ülkelerine vize almakta karşılaştığı güçlükler, muhatapları ile iş bağlantıları kurmalarını, uluslararası fuarlara katılmalarını ve uluslararası ticarette aktif bir şekilde yer almalarını zorlaştırmaktadır.

3. Avrupa Birliğinde menşe etiketlemesi konusunda farklı uygulamalar bulunması, ihracatçı firmalarımız açısından sorunlar oluşturmaktadır.

4. Avrupa Birliğinin tercihli anlaşma imzaladığı ülkelerin Türkiye’ye yönelik benzeri yükümlülükleri bulanmamaktadır. Bir başka deyişle, Türkiye, Avrupa Birliği’nin söz konusu ülkelere karşı üstlendiği yükümlülükleri Gümrük Birliği ile üstlenmekte, ancak onların AB’ye sağladığı imtiyazlardan yararlanamamaktadır.

5. Küresel gelişmeler, Avrupa Birliği pazarındaki payımızı da tehdit etmektedir. Avrupa Birliği küresel ticaretin gerekleri doğrultusunda yeni ve rekabetçi piyasalara yönelmektedir. Çin, Hindistan gibi ülkeler, genellikle Türkiye ile aynı veya benzer sektörlerde faaliyette bulunmaktadırlar. Avrupa Birliği piyasasına bu ülkelerin girmesi ile birlikte, başta otomotiv ve elektronik sektörleri olmak üzere ciddi rekabet ortamı ile karşılaşılacaktır.

Tüm bu veriler ve çözüm bekleyen sorunlar Türk özel sektörünün, nasıl bir hayatta kalma mücadelesi içinde olduğunu bizlere göstermektedir. Türk özel sektör temsilcileri uluslararası alanda rekabet gücümüzü korumak ve geliştirmek için Avrupa Birliğinin dinamik yapısına ayak uydurmak zorundadır. Bu açıdan müteşebbislerimizin Avrupa Birliğindeki gelişmeleri çok yakından izlemesi, bir kaç aşama sonrası yaşanabilecekleri öngörmek suretiyle stratejiler geliştirmesi kaçınılmaz hale gelmiştir.

AB müktesebatına uyum, zaman içinde şirketlerimize ilave mali yükler getirecek, bu da yükselen enerji fiyatları, artan istihdam maliyetleri ile birlikte daha da zorlayıcı bir rekabete maruz kalmamıza sebebiyet verecektir.

 

IV.      Çözüm Önerileri

 

Buraya kadar olan açıklamalarımızda özetle, ne durumda olduğumuzu istatistikî verilerle izah etmeye çalıştık. Çalışmamızın bundan sonraki kısmında, ülke olarak rekabet gücümüzü, üretim ve istihdamımızı nasıl artırmamız gerektiğine, kısaca nasıl zenginleşeceğimize, toplumsal ve ekonomik sorunlarımıza nasıl çözüm bulabileceğimize cevap bulmaya çalışacağım. 

Öncelikle, Türkiye, ekonomik sorunlarını ve toplumsal sorunlarını çözmek, daha çok üretmek ve zenginleşmek istiyorsa, küresel gelişmeleri dikkate alan vizyonla, ayakları yer basan yeni stratejiler hazırlamak durumundadır. Hazırlanacak yeni stratejiler aynı zamanda eğitim,  kamu personeli ve hukuk alanında toplumsal transformasyonu sağlamaya yönelik eylem planları içermelidir.

 

A.        Eğitimle İlgili Olarak Yapılması Gerekenler;

 

Bunları sıralayacak olursak;

 

1. Ülkemiz plansız, kalitesiz ve ucuz eğitim ile atıl ve niteliksiz iş gücü oluşturmaya devam etmektedir. Eğitim sistemi iş gücü piyasasının ihtiyacına göre yeniden yapılandırılmak durumundadır.

2. Plansız programsız açılan üniversiteler, bölümler, artırılan kontenjanlar yetmezmiş gibi ikinci öğretime öğrenci alınmasının hiç bir mantıklı ve rasyonel açıklaması bulunmamaktadır.

3. YÖK kısır çekişmeleri bırakıp, ülkemizin gelecekte ihtiyaç duyacağı iş gücüne yönelik planlı programlı hesaplamalar yapmak durumundadır. Yabancı dil hazırlık eğitimi tüm bölümlerde zorunlu hale getirilmelidir. Mezun olacak gençlerimiz dünyanın her yanında çalışabilecek donanımla yetiştirilmelidir.

4. Üniversitelerimizce yapılan yayınların neye yaradığını, bir ürüne dönüşüp dönüşmediğini izlemek durumundayız. Yayın sayısından ziyade, teknolojiye dönüşüp dönüşmediği, toplumun gelişmesine katkı sağlayıp sağlamadığı gibi hususlar esas alınmalıdır.

5. Üniversitelerimiz eğitim programlarında 21. yüzyıl ürünlerine, inovasyon ekonomisine, yani bilişim, iletişim, nano-teknoloji, biyo-teknoloji, uydu/uzay teknolojisi, nükleer teknoloji, yenilenebilir enerji teknolojileri, ilaç ve gen mühendisliği, organik tarım, akıllı tekstil, çevre teknolojileri gibi programlara yer vermelidirler.

6. Üniversiteler sadece bilimsel bir yayının sayfalarında kalan araştırmalar yaparken, sanayimiz yabancı know-how ve patentlerle teknolojik gelişmenin yolunu seçmiştir. Eğitim sistemi, üniversite-devlet-sanayi işbirliğini gerçekleştirmeyi hedeflemelidir.

7. Eğitim sistemi "teknoloji üreten ve dışarıya ihraç eden" konuma gelmeyi hedefleyen ulusal bir vizyon oluşturmak durumundadır. Bunun için eğitimde, ekonomide, ar-ge çalışmalarında inovasyon ekonomisine yönelik yeni bir model oluşturulması zorunluluk arz etmektedir.

8. Ülke bilgi düzeyini artırmak için örgün eğitim ve iş başında/işyerinde eğitimi geliştirmemiz zorunludur. Singapur bu sistemle son 45 yılda kişi başına milli gelirini 300 dolardan 30,000 dolara çıkarmıştır.

9. Yabancı üniversitelerin, şirketlerimizin üniversite açmaları önündeki mevzuat engeli ortadan kaldırılmalıdır.

 

B.       Kamu Personeli İle İlgili Yapılması Gerekenler

 

Ülkemizde kamu personeli alanında gerçek anlamda işleyen bir liyakat sistemi oluşturmalıdır. Ülkemizi yapay gündemlere mahkûm eden, kısır çekişmeler içine çeken, sorun çözmekten ziyade sorun üreten ağır, hantal, kendisini yenileyemeyen bürokratik yapı, ancak liyakat sistemi ile düzeltilebilir.

Önerimiz Devlet Personel Başkanlığının yeniden yapılandırılması, kamu görevlilerinin eğitim, tecrübe, sicil, başarı ve üretkenliğini gösterir bilgi bankasının oluşturulması, şube müdürlüğünden müsteşarlığa kadar olan hiyerarşik düzen içinde yapılacak atamalarda bilgi bankasından istifade edilerek, Başkanlığın görüşü doğrultusunda atamaların liyakat esas alınarak yapılmasıdır.

Kamuda yönetici olarak atanacaklarda liyakat aranması, beyin göçünün de önüne geçecektir. Zira yarışmaya ve rekabete dayalı sistem içersinde, başarılı olanlar, kimsenin himmetine gerek duymadan hak ettiği yere ulaşabilecektir.  Yetenekli ve ehil bürokratların yetkisi dâhilinde birçok sorun rahatlıkla çözüme kavuşturulacağı gibi, kamuda verimlilik ve tasarruf sağlanacak, sorunlar ve yapay gündemlerden ziyade yeni projelerin tartışıldığı bir ortama kavuşulacaktır.

 

C.       Hukuk Alanında Yapılması Gerekenler

 

Türkiye'nin çok kapsamlı bir adalet ve yargı reformuna ihtiyacı vardır. Bu amaçla başta Anayasamız olmak üzere yürürlükteki iç hukukun yenileştirilmesi ve taraf olduğumuz uluslararası sözleşmelerin içselleştirilmesi gerekmektedir. Ayrıca, adaletin önündeki biçimsel engellerin kaldırılmasını esas alan yargı reformunun yapılması gereklidir.

Gelişmiş bir ekonominin, siyasi ve ekonomik istikrarın, demokratik bir hukuk devleti olmaksızın tam anlamıyla tesis edilemeyeceği gerçeği herkesçe bilinmelidir.

Son zamanlarda yargıya ilişkin meselelerin gündemimizi giderek daha fazla meşgul etmesi, yargı sistemimizin ihtiyaç duyduğu reformun bir türlü yapılamamış olmasından kaynaklanmaktadır. Hukuksal altyapımızı çağdaş demokrasinin gerektirdiği normlara kavuşturamamış ve reform adı altındaki değişiklikleri uygulamaya yansıtamamış olmamız bu sorunların başlıca nedenleri arasında yer almaktadır. Mevcut durum, hem yargının siyasallaştığı görünümünü vermekte, hem de Türkiye’nin uluslararası itibarını olumsuz etkilemektedir.

Süratli, adil ve istikrarlı bir yargı sisteminin hayata geçirilmesi için önceliklerimizi şu şekilde sıralayabiliriz;

1. Türk yargısının en başta gelen sorunlarından biri “Yargı Birliği” ilkesine aykırı bir yapılanma içinde bulunmasıdır. Halbuki, yargı birliği hukuk devleti olmanın olmazsa olmaz şartlarından biridir. Hukukun üstünlüğü ilkesini esas alan Avrupa ülkelerinde 'Yüksek Mahkeme' sıfatlı tek bir mahkeme bulunmakta, bu mahkeme anayasa yargısını, idari yargıyı, adli yargıyı ve askeri yargıyı tek başına temsil etmektedir.

2. Hâkimler Savcılar Yüksek Kurulunun yapısı değiştirilmeli, Kurul’un sekretaryası Adalet Bakanlığı’ndan ayrılmalı ve atama taslakları Adalet Bakanlığı tarafından değil, Kurul tarafından hazırlanmalıdır. Kurul kararlarına karşı yargı yolu açılmalıdır.

3. Müktesep hakların ihlali, hukuki güvenlik ilkesini zedelemektedir. Devletin tek taraflı geçmişe yönelik sonuç doğuran işlemleri, yerli ve yabancı sermayeyi yatırımdan uzaklaştırdığı gibi, toplumda da güvensizlik duygusu yaratmaktadır. Bu bağlamda, Anayasa’daki kamu yararı ilkesi ile hukuk güvenliği ilkesi yeniden düzenlenmelidir.

4. Ülkemizde yargılama süresinin uzunluğu, adil yargılanma hakkını ihlal eder niteliktedir. Dosya sayısının çokluğu kadar, ceza davalarında hazırlık soruşturmasının iyi yapılmamasının, hukuk davalarında ise bilirkişilik kurumunun ve tebligat sisteminin bu süreye olumsuz etkileri vardır.

5. Avrupa Birliğine uyum kapsamında yapılan reformlar uygulamaya yansımadıkça amacına ulaşmayacaktır. Özellikle düşünce ve ifade özgürlüğü ile kültürel haklar gibi hassas konularda, yargının adeta kanunlar değişmemiş gibi yorum yapması, olumsuz sonuçlar doğurmaktadır. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) bir gün içerisinde 11 ayrı davada düşünce özgürlüğü ihlal edildiği için Türkiye’yi mahkûm etmiştir.

6. Tutukluluk hali çok istisnai durumlarda başvurulması gerekli olan bir tedbirdir. Tutuklama kararının verilmesi ve uzatılmasında hassas davranılmalı ve bu kararlar gerekçeli olmalıdır.

7. Sanık haklarına saygılı olunmalı ve bu hakların etkin olarak kullanılmasına müsaade edilmelidir. Türkiye’nin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesini (AİHS) ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararlarını ihlal etmesinin özellikle uluslararası kamuoyunda yarattığı etkiler olumsuz sonuçlar doğurmaktadır.

8. “Yargı ve infaz sürecinde hata yada kusur" soruşturulması gereken temel bir sorun olarak ele alınmalıdır. 21. yüzyıl Türkiye’sinde hiç bir istisna öngörülmeden kurumlar, makamlar, seçilmişler, atanmışlar verdikleri kararlarında veya icraatlarından hata ve kusurları varsa bunun hesabını vermek durumundadırlar. Yargı ve infaz sürecinde yapılan hatalı ve kusurlu işlemlerden dolayı, AİHM kararlarıyla bugüne kadar ülkemiz milyonlarca dolar tazminat ödemeye mahkûm edilmiştir.

9. Mevcut Siyasi Partiler Kanunu kesinlikle değiştirilmelidir. Siyasi Partiler Kanunu Türkiye'nin başına bela olmuştur ve mevcut haliyle de bela olmaya devam edecektir. Bu konuda AB kriterleri esas alınmalıdır.

10. 2007 yılın AB müzakere sürecinin duraksadığı bir yıl olmuştur. Nisan 2007 tarihinde Türkiye’nin Avrupa Birliğine katılım sürecinin yol haritası niteliğindeki "Türkiye’nin AB Müktesebatına Uyum Programı (2007-2013)" başlıklı belgede, AB müktesebatına uyum amacıyla çıkartılması gereken mevzuat ile ilgili program ve standartlara yönelik çalışmalar sürdürülmelidir.

 

Sonuç

 

Ülkemizde halen yaşanmakta olan sosyo-ekonomik sorunların bir anda çözüme kavuşturulması mümkün gözükmemektedir. Ancak, ülkemizin insan kaynaklarının dünyadaki gelişmeler esas alınarak oluşturulacak orta ve uzun vadeli stratejilere dayalı olarak yetiştirilmesi, sorunların köklü çözümüne katkı sağlayacaktır.