YIL: 13

SAYI: 152

AĞUSTOS 2010

 

önceki

yazdır

 

 

 Doç. Dr. Mustafa CAN

 

YARGI REFORMU ÜZERİNE DÜŞÜNCELER


Bu makale hakem değerlendirmesine tabi tutulmaksızın Uzman Görüşü niteliğindedir!

GİRİŞ

Ülke gündemine son dönemde damgasını vuran iki önemli dosya, Türk Yargı Sistemiyle ilgili eleştirilerin dozunu artırmıştır. Kamuoyunda Ergenokon ve Deniz Feneri olarak adlandırılan dosyalar, aslında uzun zamandır yargı sistemimizde yaşanan sorunların gün yüzüne çıkmasına sebebiyet vermiştir. Özellikle kamuoyunda Ergenekon olarak adlandırılan dosyanın açılmasından itibaren, sanık sıfatıyla elit ve seçkin kadronun iddianamede isimlerine yer verilmesi sorunların iyice su yüzüne çıkmasına sebebiyet vermiştir. Gerek Ergenekon gerekse Deniz Feneri dosyası yakın gelecekte yargı sistemimizin gelişimine önemli katkı sağlayacak, değişimin ve gelişimin başlangıcı olacaktır.

Türk Yargı Sisteminde mevcut çözüm bekleyen sorunlar kronik hale gelmiştir. Acil çözüm bekleyen sorunların ötelenmiş olması, ciddi kişisel, ailevi ve toplumsal travmalara sebebiyet vermektedir.

Mevcut siyasi iktidar yargı alanında yaşanan sorunları çözmede, 2002 yılı sonrası eline geçen tarihi fırsatı değerlendirememiştir. 2002 yılı sonrasında Avrupa Birliği rüzgarını arkasına alan ve reformlar konusunda muhalefet partileriyle mutabakat sağlayan siyasi iktidar söz konusu krediyi boşa harcamıştır. Avrupa Birliğine reform çalışmaları kapsamında çıkarılan paketler, kronik hale gelmiş yargısal sorunları temelden çözme yerine, makyaj ve süsleme niteliğinde düzenlemeler ihtiva etmektedir. Nitekim Avrupa Birliğine uyum çerçevesinde sayısız düzenleme yapılmış olmasına rağmen, yargı alanında yaşanan kronik sorunların devam etmesi, bu tespitimizi haklı çıkarmaktadır.

Adalet Bakanlığı tarafından son yıllarda hazırlanan ve kamuoyu ile paylaşılan kısa adı strateji belgesi olan çalışma, ciddi eksiklikleri ve soruna yönelik yanlış teşhisler içermesine rağmen, bu alanda yapılan ilk ve kapsamlı bir çalışma olması sebebiyle önem arz etmektedir. Ülkemizde başta TUBİTAK, Türkiye Adalet Akademisi gibi ar-ge kurumları başta olmak üzere, sayısız hukuk fakültelerinin, sivil toplum kuruluşlarının soruna yönelik ciddi nitelendirilebilecek bir çalışma ve proje üretememesi de üzerinde düşünülmesi gereken konular arasındadır.

Ülkemizde adaletle ilgili olarak yaşanan temel birinci sorun, adaletin geç tecelli etmesi, ikinci sorun ise geç tecelli eden adaletin tarafları tatmin etmemesidir. Ülkemizde bir davanın yıllarca devam etmesi, uzaması birinci soruna, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinde hakkında en çok dava açılan ikinci ülke olma unvanına sahip olmamız da ikinci soruna işaret etmektedir.

Bir başka deyişle, Adalet Bakanlığınca hazırlanan Strateji Taslağında ifade edilenin aksine, ne Hakimler ve Savcılar Kurulunun yapısının değiştirilmesi, ne de istinaf mahkemelerinin kurulması iki temel sorunun çözümüne doğrudan katkı sağlamayacaktır.

Ülkemizde yargı reformuyla ilgili yapılan çalışmaları ve önerileri iki ana grup halinde toplamak ve değerlendirmek mümkündür. Birinci grup adalet bakanlığının başı çektiği ve strateji belgesiyle ortaya koyduğu çalışmalardır. İkinci grup ise, Barolar Birliğinin öncülük ettiği ve 2008 yılında yaptığı panelle somutlaştırdığı çalışmalardır. Her iki çalışma göz önünde bulundurulduğunda, iki temel yaklaşımın çalışmalarda rol oynadığı görülmektedir. Bunlardan birincisi her iki çalışmada da farklı grupların nüfus ve etkinlik alanlarını artırmaya çalıştıkları görülmektedir. Örneğin Bakanlık, Kurulun yapısını kendi lehine değiştirmek ve dönüştürmek isterken, Barolar birliği ise Kuruldan bakan ve müsteşarın çıkarılmasını talep etmektedir. İkincisi ise yargıda kronik hale gelmiş sorunlar olan; adaletin geç işlemesi, geç işleyen adalet sonucunda verilen kararın tarafları tatmin etmemesi konularına kısa, orta ve uzun vadeli gerçekçi çözüm önerileri getirilememiş olmasıdır. Ülkemiz hızla bu kısır, verimsiz tartışmalardan uzaklaşmak, tüm toplumu kucaklayacak, kronik hale gelmiş sorunları çözümüne katkı sağlayacak yapıcı ve radikal projeler üretmek durumundadır.

Ülke aydınları ve akil adamları olarak bunu gerçekleştirmememiz halinde, tanzimattan bu tarafa devam eden sosyo-ekonomik sorunlar da dahil olmak üzere hiçbir temel sorunu çözmemiz mümkün değildir. Zira, ‘Bir toplumda adalet olmazsa ne huzur ne de barış olur, huzur ve barış olmayan bir toplumda sosyo-ekonomik kalkınma olamaz’.

Bu çalışmada gerçek manada yargı reformunun nasıl olması gerektiği, adaletin nasıl hızlandırılıp, uluslararası standartlara kavuşturulabileceği konusunda çözüm önerilerini tartışılacaktır.

 

I. TÜRK YARGI SİSTEMİNDE YAŞANAN TEMEL SORUNLAR

 

Türk Yargı Sisteminde tanzimattan bu tarafa yaşanan ve kronik hale gelmiş olan iki temel sorun bulunmaktadır. Bu sorunlardan birincisi, adaletin yavaş işlemesi, ikincisi ise geç işleyen adalet sonucu verilen hükmün tarafları tatmin etmemesidir. Türk Yargı Sisteminde yaşanan diğer sorunlar, bu iki temel sorun kaynaklıdır. Bir başka deyişle, iki temel sorunun göz ardı edilmesi, diğer ikincil sorunların çıkmasına sebebiyet vermektedir.

Bu noktada hastalığa doğru tedavi metodu uygulamak için, doğru teşhis koymak gerekmektedir. Başta Adalet Bakanlığınca hazırlanan Strateji Belgesi olmak üzere, bugüne kadar yapılan çalışmaların yanlış teşhis kaynaklı olduğu ve hayata geçirilmesi halinde çok ciddi komplikasyonlara sebebiyet vereceğini şimdiden işaret etmek isterim.

 

A. Birinci Temel Sorun: Adaletin Yavaş Tecelli Etmesi

 

Ülkemizde tanzimattan bu tarafa adaletin geç tecelli ettiği, hızlandırılması gerektiği hep ifade edile gelmiştir. Adalet Bakanlığı İstatistik Genel Müdürlüğünün yapmış olduğu çalışmalar ve kamuoyu ile paylaşmış olduğu veriler bu konuda uluslararası  standartların ne kadar altında olduğumuz göstermektedir.

Ülkemizde adaletin yavaş tecelli etmesi sorunu, aslında bir sonuçtur. Bu sonucun doğmasına sebebiyet veren hususlar tespit edilir ve ortadan kaldırılırsa, adaletin yavaş işlemesi sorunu da ortadan kalkmış olacaktır.

O halde adaletin yavaş işlemesine sebep olan unsurlar nelerdir, bunların tespiti çözüm açısından önem arz etmektir. Bunları sıralayacak olursak; Yargı Sistemi Kaynaklı, Yargı Çalışanları Kaynaklı ve Mevzuat Kaynaklı olmak üzere üç temel alt başlık halinde sorunları ortaya koyabiliriz. Sorunlara yönelik, bilim, akılcılık ve verimlilik temelinde çözüm üretmek işimiz kolaylaştıracaktır.

 

1. Yargı Sisteminden Kaynaklanan Sorunlar

 

Türk Yargı Sistemi denilence akla yargılama merci olarak adli, idari, askeri, anayasa yargısının, idari merci olarak Adalet Bakanlığı ve Hakimler ve Savcılar Kurulunun, baro olarak, avukatlar ve noterlerin, eğitim kurumu olarak Türkiye Adalet Akademisinin, bilirkişilik olarak Adli Tıp Kurumunun yer aldığı geniş bir topluluk gelmektedir. Sistemin mevcut yapısından kaynaklanan başlıca sorunları sıralayacak olursak;

-   Yargı sisteminde çok başlılık,

-   Liyakat ve objektif atama sisteminin olmayışı,

-   Bakanlığın hantal yapısı ve meslek taassup anlayışı,

-   Kısa adı UYAP olan ulusal yargı ağı projesinin hayata geçirilememesi,

-   HSYK’nun temsil kabiliyetini yitirmesi,

-   Barolarda yaşanan sorunlar,

-   Adli Tıp Kurumunda yaşanan skandallar,

-   Türkiye Adalet Akademisinde bilimsel, idari, mali özerkliğin sağlanamamasıdır.

 

Tüm bu sorunlara yönelik bilimsel, akılcı ve verimlilik temeline dayalı çözüm yolları üretilmesi  gerekmektedir. Tüm bu sorunların, çalışmamızda ayrıntılı olarak incelenmesi ve çözüm üretilmesi mümkün değildir. Bu açıdan yargı sisteminde çok başlılık’ altında ilgi kurumlar incelenirken, sorunların çözümüne yönelik öneriler sunulacaktır. Temel çözüm DEĞİŞİM ve YENİDEN YAPILANDIRMADIR.

 

a. Yargı Sisteminde Çok Başlılık

 

aa. Üst Derece Mahkemelerine Yönelik Olarak Yapılması Gerekenler

 

Türk yargı sistemi çok başlı olarak yapılandırılmıştır. Adli, idari, askeri yargı ilk derece mahkemelerinden ve üst derece mahkemelerinden oluşmaktadır. Danıştay idari yargının, Yargıtay adli yargının, askeri Yargıtay ve askeri yüksek idare mahkemesi askeri yargının, anayasa mahkemesi ise anayasal yargının üst derece mahkemesidir. Üst derece mahkemeleri arasında altlık üstlük ilişkisi söz konusu değildir. Bu durum yargıda çok başlılığa sebebiyet vermektedir. Yargı sistemi içerisinde istinaf mahkemelerinin de dahil edilmesi, sistemi daha  da işlemez hale getirecek, adaletin daha da geç tecelli etmesine sebebiyet verecektir. Yeniden yapılandırmada öncelikle;

-   Askeri Yargıtay ve askeri yüksek idare mahkemesi, Yüksek Askeri Mahkeme adı altında tek çatı halinde toplanmalıdır.

-   Yargı sistemi üst derece mahkemesi olarak Anayasa Mahkemesi çatısı altında, hemen altında Yargıtay, Danıştay, Yüksek Askeri Mahkemenin yer aldığı şekilde olmalıdır. İlk derece mahkemelerinin kararları temyiz yoluyla konusuna göre Yargıtay, Danıştay ve Yüksek Askeri Mahkeme tarafından temyiz yoluyla incelenmelidir. Temyiz Mahkemeleri olarak Yargıtay, Danıştay ve Yüksek İdare Mahkemesi dosyaları beş üye ile değil, üç üye ile yapmalıdır. Bu yüzden yargıtay, Danıştay ve Yüksek Askeri Mahkemeler yeniden yapılandırmalı, üç üyeden ve iki yedek üyeden oluşan yeni daireler oluşturulmalıdır. Tetkik hakimliği kaldırılmalı raportörlük adı altında kadro ihsas edilmelidir. Her daireye yeterince raportör görevlendirilmelidir. Karar düzeltmeler Anayasa Mahkemesince incelenmelidir. Anayasa Mahkemesi içerinde yeterince savcının görev yaptığı başsavcılık, yeterince hukuk, ceza, idare, askeri dairenin bulunduğu başkanlıklar oluşturulmalıdır. Her başkanlıkta üç üye, iki yedek üye ve yeterince raportör bulunmalıdır. Anayasa Mahkemesinde kişisel başvuruları inceleyen ayrı bir daire oluşturulmalıdır.

- Yargı Sistemi üç aşamalı olmalıdır. İlk derece mahkemeleri, üst derece mahkemeler(yargıtay, Danıştay ve Yüksek Askeri Mahkemesinde oluşan) ve en üst derece mahkemesi (Anayasa Mahkemesi) olarak.

Üst derece mahkemelerinin Anayasa Mahkemesi çatısı altında toplanmasıyla birlikte, çok başlılıkla ilgili bir çok sorun çözüme kavuşturulacak, her şeyden önce içtihat ve uygulama birliği temin edilmiş olacaktır. Ayrıca dairelerin beş üyeyle değil üç üyeyle karar alması, Yargıtay ve danıştayda bulunan yüzlerce tetkik hakiminin yedek üye olarak mevcut dairelerinde görevlendirilmelerinin temin edilmesiyle ve daire sayısının artırılmasıyla birlikte, dairelerde mevcut iş yükü daha da azalacak, temyiz süreleri kısalmış olacaktır. Raportörlük kadrosunun tahsisiyle, daireler daha da rahatlamış olacaktır. Şu anda yargıtayda ve danıştayda görev yapan üyelere, yedek üye olarak tetkik hakimlerinin eklenmesi, temyizin üç üyeyle incelenmesi imkanıyla birlikte, her dairenin üçe bölünmesi mümkün hale gelecektir. Bu husus yeterince yargı çalışanıyla desteklenmesiyle birlikte, mevcut iş yükü otomatik olarak üçte bire, temyiz süresine yine otomatik olarak üçte iki azalacaktır.

Karar düzeltme aşamasının Anayasa Mahkemesinde tesis edilecek ayrı bir dairede incelenecek olması da, adaletin tesisi ve içtihat birliğinin sağlanmasına katkı sağlayacaktır.

 

bb. Adli Yargı Sisteminde

 

Adli yargı sistemi denilince akla çok geniş bir alan gelmektedir. Mahkeme yapısı olarak, ilk derece mahkemeleri, istinaf mahkemeleri ve Yargıtay, yargılama olarak hukuk, ceza  ve icra yargılaması, yargıçlar, savcılar, avukatlar, noterler, adli personel, bilirkişiler ilk akla gelen kurumlardır. Elbette bu kurumları da kendi içinde değerlendirmek ve incelemek mümkündür. Örneğin ilk derece mahkemesi denilince sulh hukuk mahkemesi, asliye hukuk mahkemesi gibi genel, aile mahkemesi, fikri ve sınai haklar mahkemesi, iş mahkemesi ve ticaret mahkemesi gibi özel mahkemeler sıralanabilir. 

Adli yargı sisteminde, ceza, hukuk ve icra yargılaması olarak karşılaşılan sorunları ortaya koymaya çalışacağız.

Avrupa ülkeleri genel mahkeme sayısı açısından değerlendirildiğinde;  Türkiye en fazla genel mahkemeye sahip ülke konumundadır. Toplam 2.508 genel mahkeme vardır. Almanyada 828, Fransada 657, İspanyada 2249 dur.  Türkiye de 28 000 kişiye bir mahkeme düşerken, Almanyada 99 bin kişiye bir mahkeme düşmektedir. İhtisas mahkemeleri açısından 1.440 adet ihtisas mahkemesi vardır. Bir milyon nüfusa böldüğünüzde % 56.26 tekabül etmektedir. Almanya da bu oran %13 yani bir milyon kişiye düşen mahkeme sayısı 13 dür. İstatistiki verilerden de anlaşılacağı üzere,  Türkiye genelinde mahkeme sayısıyla iş yükü arasında oranlı bir dağılım bulunmamaktadır. Türkiye genelinde orantılı bir iş dağılımı gerçekleştirildiğinde gerçekten fazla iş yükü olmayacağı görülecektir. Bir başka deyişle Adalet Bakanlığınca yapılacak küçük çaplı bir çalışmayla, mahkeme sayısı azaltılabilir. Kaldırılan mahkemeler iş yoğunluğu çok olan büyük şehirlere ya da ihtisas mahkemelerine dönüştürülmelidir. Örnek verecek olursak, Almanyada 99 bin kişiye bir mahkeme düşmektedir. Türkiyede ise bu oran 28 bindir. İyi bir planlamayla, ülkemizde mahkeme sayısı 2508 den 1250 ye düşürülse, 60 bin kişiye bir mahkeme düşecektir. Bu durum gerek insan kaynaklarının gerekse parasal kaynakların daha verimli kullanılması sonucunu doğuracaktır. Ülkemizde genel mahkeme sayısının azaltılmasıyla birlikte, kapatılan mahkeme hakim ve personeli yeni kurulacak ihtisas mahkemelerinde görevlendirilmelidir.Ülkemizde 1440 adet ihtisas mahkemesi sayısına, kapatılan 1250 genel mahkemenin eklenmesiyle birlikte 3000 adete yaklaşacaktır. Bununla birlikte bir milyon kişiye düşen ihtisas mahkemesi sayısı 56 dan 28’e düşecektir.

Türkiyede ilk derece mahkemeleri 2002 yılında 2.499.456 adet karar vermiştir. Bunun 528.620 tanesi yani % 21.3 temyize konu olmuştur. İhtisas mahkeme sayısındaki artışla birlikte, bu oranın % 17 lere düşmesi muhtemeldir.

Sonuç olarak, Adalet Bakanlığınca yapılacak bir planlamayla mevcut genel mahkeme sayısında yarı yarıya yapılacak azaltma ve ihtisas mahkemelerinde buna paralel artış sonucunda, ilk derece mahkemelerinden temyiz mahkemesi yargıtaya gidecek dosya sayısı % 4 civarında azaltacaktır. 

 Almanyada ise 3.446.516 adet karar çıkmış bunların 273.878 tanesi yani % 7.9 istinafa konu olmuştur. Fransada ise 3.474.163 adet kararın 250.603 adeti yani 7.2 istinafa konu olmuştur. Ülkemizde genel mahkeme sayısının azaltılması, ihtisas mahkeme sayısının artırılmasıyla birlikte, temyize konu olan dosya oranı % 17 lere düşmesi muhtemel olduğundan, Almanya ve Fransa tecrübesi de nazara alındığında, istinaf mahkemelerinin kurulması akılcılıktan uzak olup, insan kaynaklarının ve parasal kaynakların israfından başka bir sonuç doğurmayacaktır.  

Almanya 2004 yılı verilerine göre, mahalli mahkemelerdeki davaların % 50 den fazlası üç ay içinde, Bölge mahkemeleri davaların % 35 üç ay içinde, % 25 altı ay içinde sonuçlanmıştır. 2002 yılı rakamlarına göre Almanyada 20.901 hakim, 60 bin yardımcı personel varken Türkiyede bu oran 9639 hakim 27.529 yardımcı personeldir. Ülkemizde ciddi anlamda hakim - savcı ve yardımcı personel açığı bulunmaktadır. Bu açığın en kısa süre da kapatılması gerekmektedir. Bu yüzden öncelikle savcıların tamamının hakimliğe kaydırılması, boşalan savcılık kadrolarına avukatlıktan geçmek isteyenlerden atama yapılmalıdır. Hızlı bir şekilde yardımcı personel alımı gerçekleştirilmelidir.  

 

 aaa. Ceza Yargılaması

 

Ceza yargılamasında 2006 yılı verilerine göre, yargılama süresi; cumhuriyet savcılıklarında ortalama 333 gün, ceza mahkemelerinde 326 gün, Yargıtay cumhuriyet başsavcılıklarında 232 gündür. Bir başka deyişle Yargıtay aşamasına bir ceza davası 891 gün sonra gelmektedir. Yargıtay ceza daireleri bu dosyaların yüzde 61 ini bozmaktadır. Yani 100 dosyadan sadece 39 tanesi yargıtayca onanmakta, 61 tanesi tekrar görüşülmek üzere ilk derece ceza mahkemesine gönderilmektedir. Süreler açısından değerlendirildiğinde yargıtayca onanan kararlar kamu davasının açılması ve yargıtayca onanması arasında 3.3 yıl, bozulan kararlar için ortalama 5.2 yıldır.

Bu süreler ceza yargılama sistemimizin çok ağır işlediğini göstermektedir. Ceza yargılamasının bu kadar uzun sürmesi hem sanık hem mağdur açısından hem de bu kişilerin aile ve sosyal çevresi açısından olumsuz sonuçlar doğurmaktadır. Bu süreçte ifadeler alınmakta, gözetim altına alınmalar, tutuklanmalar yaşanmakta, özel hayata ve gizliliğe müdahale edilmekte, sanık ve mağdurlar sürekli adliyeye gelip gitmekte, ceza yargılama süreci  sanık ve mağduru adete bir tür cezalandırma yöntemine dönüşmektedir.

O halde ceza yargılamasının başlangıç  noktası olan cumhuriyet savcılığı işlemlerinden hareket ederek, süreci gözden geçirmek gerekir.

 

i. Cumhuriyet Savcılığı Süreci

 

İstatistikler Cumhuriyet Savcılarımızın iddianameleri özensiz ve gelişi güzel hazırladığını göstermektedir. Ülkemizde Cumhuriyet Savcılarımız tarafından hazırlanan her yüz iddianameden yetmişi mahkumiyetle sonuçlanmaktadır. İstatistiki rakamlara baktığımızda[1] Almanya da Cumhuriyet Savcılarınca hazırlanan her 100 iddianamenin 97’si, Çinde 99, Fransada 99, Japonyada 99, Korede 99 mahkumiyetle sonuçlanmaktadır.

Söz konusu veriler ceza sistemimizin  yüzde otuz boşa çalıştığını göstermektedir. Yani her dört dosyadan biri ceza yargılaması açısından boşa harcanan zaman, emek ve masraf demektir. Ceza  yargılaması bu yönüyle, çözüm üretmekten ziyade sorun üretmektedir. Buradan hareketle, Türk Ceza yargılama sisteminde görülmekte olan davaların yüzde otuzunu hukuki mesnedi olmayan, somut delillere dayanmayan yani gerçek olmayan sorunlar, yüzde yetmişini ise gerçek sorunlar olarak ikiye ayırabiliriz.

Gerçek olmayan sorunların içeriğine ilişkin olarak elimizde net bir veri olmadığından, yüzde otuzluk grup içinde kaç tane gözetim altına alınma kararı, tutuklama kararı, arama kararı, teknik dinleme kararı, teknik takip kararı, mühürleme kararı, adli tıp, bilirkişi raporu  vs. olduğunu bilmiyoruz. Bir başka deyişle, yüzde otuz gerçek olmayan sorunların içerdiği dosyaların en az yarısında bu kararlardan yalnız biri veya bir kaçı olduğu farz edilecek olursa, kendi lüzumsuzluğu dışında ayrıca toplamda % on beş oranında yargıda lüzumsuz iş ve işlemlere sebebiyet verdiği sonucuna varılabilir. Ayrıca gerçek olmayan sorunları içeren yüzde otuzluk grup içinde yer alan dosyaların içinde başta emniyet, Jandarma,  PTT yi, bilirkişileri ve diğer ilgili resmi kurum ve kuruluşların da işlemlerinin ve yazışmalarının bulunduğu da düşünülecek olursa, özensizliğin sonuçlarının diğer ilgili kurum ve kuruluşlarda da lüzumsuz iş yüküne sebebiyet verdiği sonucuna varabiliriz.

Gerçek olmayan sorunlara yönelik olarak hazırlanan iddianameler ve dosyalar sadece yargıyı ve diğer resmi kurumları olumsuz yönde etkilemekle kalmamakta, ayrıca emek ve maddi zarara da sebebiyet vermektedir. Bir başka deyişle, işin devlete mali külfeti ayrı bir araştırma konusudur.

Özensizliğin neden olduğu iş yükü, zaman, emek, maliyet ve kırtasiye israfından ziyade, insani boyutu göz önünde bulundurulması gerekir. Zira gerçek olmayan sorunların konu olduğu yüzde otuzluk dilim içerisinde en az bir kişi sanık olarak yargılandığı düşünülecek olursa, ceza yargılamasında sanık olarak nitelendirilen her yüz kişiden otuzunun masum olduğu sonucuna ulaşabiliriz. Cumhuriyet Savcıları tarafından sanık olarak nitelendirilen ancak gerçekte masum olan kişiler önce emniyette ifade vermekteler, sonra savcı huzurunda ifade vermekteler, bazı hallerde evleri, işyerleri, üstleri, araçları aranmakta, telefonları dinlenmekte, teknik takibe alınmaktalar, adli tıpa gönderilmekteler, parmak izi, dna tespiti vs adli işlemlere tabi tutulmaktalar. Ayrıca bu kişilerle ilgili olarak yargıtayın onama kararı vermesi durumunda 3.2 yıl, bozma kararı vermesi durumunda 5.2 yıl devam eden süreci şahsı, ailesi ve sosyal çevresiyle birlikte yaşadığı da göz ardı edilmemelidir. Sonuç adalete güvensizlik olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu süreçte gözetim altına alınanlar olduğu gibi tutuklananlar da vardır. Bu kişilerin yaşadığı travma hiçbir şeyle ölçülemez.

Yukarıda açıklanmağa çalışıldığı üzere, yargılanma süreci zaten tek başına ülkemiz şartlarında cezalandırma niteliği taşıyan unsurları ihtiva etmektedir. Kişi masum olduğunu bilerek, sanık sıfatıyla yıllarca o mahkemeden bu mahkemeye gitmekte, bu zulüm yıllarca devam etmektedir. Bu zulme sadece masum olduğunu bilen sanık değil, ailesi ve çevresi de etkilenmektedir. Bu husus ayrı bir inceleme ve araştırma konusudur.

O halde Cumhuriyet Savcıları tarafından hazırlanan 100 iddianameden en az otuz tanesinin ortada suç olmadığı halde delillere değil de kanaate dayalı olarak hazırlandığı sonucuna varabiliriz. Bu tespit ülkemiz açısından endişe verici ve ürkütücü nitelik arz etmektedir. Adalet Bakanlığının acil olarak çözümlenmesi gereken sorunların başında gelmektedir.

Öneri

1. Adım; öncelikle Adalet Bakanlığı tüm cumhuriyet başsavcılıklara yazı göndererek, hazırlanan iddianamelerin yüzde otuzunun beraatle sonuçlandığını, bu durumunun yargının iş yükünü artırdığını, zaman, emek, maddi israfa ve kayıplara sebebiyet verdiğini, özellikle sanık olarak yargılanan ancak sonradan masum olan vatandaşlarımızın kişisel, ailevi, akrabalık ve çevre ilişkilerini olumsuz yönde etkilediğini, toplumsal sorunlara sebebiyet verdiğini, sorunun birinci elden giderilmesinin cumhuriyet savcılarına ait bir görev olduğu işaret edilmelidir. Somut ve hukuka uygun bir delil olmadan iddianame hazırlanmaması yönünde yazılı talimat vermelidir.

2. Adım: UYAP projesini yürüten Bilgi İşlem Daire Başkanlığı İddianame formu hazırlamalıdır. Bu formda temel olarak; Sanık hakkında iddia olunan suç nedir? Sanığın suçu işlediğine ilişkin HUKUKİ DELİLLER nelerdir? yer almalıdır. Cumhuriyet savcıları sanığın suçu işlediğine ilişkin somut yasal deliller ortaya koyamamışlarsa, işin doğası gereği, işin tabiatı gereği gibi uçuk, saçma, yersiz ifadelere ve gerekçelere dayanarak iddianame hazırlamamalıdırlar. UYAP tarafından hazırlanacak iddianame formunda bu iki temel soru üzerinde durulmalıdır. Eğer iddia edilen suç somut bir delile dayanmıyorsa kesinlikle takipsizlik kararı verilmelidir.

3. Adım; Hakimler ve Savcılar Kurulu, Cumhuriyet Savcılarının hazırlamış oldukları iddianamelerin kaçta kaçının mahkumiyetle sonuçlandığını baz alan bir değerlendirme yapmak durumundadır. Eğer bir savcının hazırlamış olduğu yüz iddianameden beş ve daha fazlası beraatle sonuçlanmışsa, savcı hemen değerlendirmeye alınmalıdır. Nedenler üzerinde ayrıntılı olarak durulmalıdır. Eğitimsizlikten mi, bilgisizlikten mi, dikkatsizlikten mi, kin ve nefretten mi kaynaklandığı üzerinde durulmalıdır. Yapılan tespit sonucu elde edilen bulgulara göre, savcılar Türkiye Adalet Akademisinde meslek içi eğitimi alınmalıdır. Eğer kin ve nefrete dayalı bir değerlendirme yapmışsa, savcı görevden el çektirilmelidir.

Orta ve uzun vadede Hakimler ve Savcılar Kurulunun birbirinden ayrılması, Savcıları sadece Savcılar Kuruluna bağlanması disiplin, terfi, özlük işlemlerinin ayrı olarak bu kurulca yapılması faydalı olacaktır. Yine mesleğe girişte, hakim ve savcı ayrı sınavlar açılarak yapılmalı, Türkiye Adalet Akademisinde hakim ve savcı eğitimi hem meslek öncesi, hem meslek içi hem de uzmanlı eğitimi açısından ayrı ayrı olmalıdır. Savcılıktan, hakimliğe ya da hakimlikten savcılığa geçiş Türkiye Adalet Akademisince yapılacak sınavla mümkün olmalıdır. Bu istisna dışında mesleğe savcı giren savcı olarak, hakim giren hakim olarak emekli olmalıdır.

4. Adım: Türkiye Adalet Akademisi savcılara yönelik özel meslek öncesi ve meslek içi eğitim programları hazırlamalıdır. Bu programlara sadece savcılar katılmalıdır. Özellikle savcıların suçu delillendirmesi, etik kurallar, hukuki veya yasal deliller, sanık psikolojisi, masumiyet karinesi, adil yargılanma hakkı, sorgulama teknikleri üzerinde derslere evrensel hukuk ve mukayeseli hukuk göz önünde bulundurularak verilmelidir.

5. Adım. Cumhuriyet savcıların idari ve mali konulardaki yetkileri tamamıyla yazı işleri müdürlerine aktarılmalıdır. Cumhuriyet Savcılarının harcama yetkilisi ve idari amir olmaları engellenmelidir. Savcılar salt yargılama işi yapmalıdırlar.

Bu adımlar atıldığında, ceza yargılamasında yüzde otuzlara varan verimsizlik kısa vadede yüzde beşlere düşebilir. Yargıda iş yükü azalır, yargıda kalite artar sonuçta yargıya güven duygusu da artar. Bunun sonucu olarak, ağır iş yüküyle karşı karşıya kalan yargı sistemimizde her yıl en azından 250-300 bin arasında davanın, zamanaşımından düşmesi de engellenmiş olur[2]

Özetle buraya kadar yapmış olduğumuz değerlendirmeden anlaşılacağı üzere alınacak çok basit tedbirlerle, ceza yargılamasında iddianame aşamasında en az yüzde yirmi beş iş yükü başlangıçta azaltılabilecektir. Bu durum ceza yargılamasının toplamda yüzde yirmi beş rahatlamasına dolayısıyla da yargının hızlanmasına sebebiyet verecektir. 

 

ii. Ceza Mahkemesi Süreci

 

Ceza yargılamasındaki süreç iddianamenin kabulüyle başlamaktadır. Ceza mahkemelerine intikal eden iddianamelerin hemen hemen tamamı mahkemelerce kabul edilmektedir. Yani iddianamenin reddi kurumu uygulamada işletilememektedir. Bu durum savcılık tarafından özensiz olarak hazırlanan ve ilerde beratla sonuçlanacak % 30 luk kısmında ayıklanamaması sonucunu doğurmaktadır. Bu durum yargının iş yükünün artmasına sebebiyet vermektedir. İddianamenin kabul ve reddine ilişkin olarak gerekli incelemeyi yapacak ihtisas mahkemesi oluşturulmalıdır.  

İkinci olarak ceza yargılamasında ilk duruşmada yetkisizlik ve görevsizlik itirazları ilk itiraz olarak sunulmaktadır. İstatistiki veriler ceza davalarında % 7 yetkisizlik ve görevsizlik kararı verildiğini göstermektedir. Ceza mahkemelerinde her yüz davadan yedi tanesi görevsizlik ve yetkisizlik kararına konu olmaktadır. İddianamelerin kabul ve reddini inceleyecek ihtisas mahkemesi, dosyaları görev ve yetki açısından da incelemeli, gerekli düzeltmeler daha başlangıç aşamasında yapılmalıdır. Kurulacak ihtisas mahkemeleri sayesinde, savcılıktan gelen ve özensiz olarak hazırlandığı tahmin edilen % 30 iddianamenin bu aşamada ayıklanması ve % 7 olan görevsizlik ve yetkisizlik itirazlarının bu aşamada azaltılması dolayısıyla da ceza yargılamasında ciddi anlamda iş yükünün azalmasına sebebiyet verecektir.

Üçüncü olarak ceza yargılamasında 2006 yılı verilerine göre, yargılama süresi; ceza mahkemelerinde 326 gündür. İddianameleri, yetki ve görevi incelemek üzere kurulan ihtisas mahkemesiyle birlikte, ceza mahkemeleri salt ceza yargılama işlemleri yürütecek, dolayısıyla 326 günlük yargılama süresi de otomatik olarak düşecektir. Savcılıktan gelen ve özensiz olarak hazırlandığı tahmin edilene % 30 luk kısım ile, yetki ve görev itirazına konu olan % 7 lık kısmın yani toplam % 37 lik kısmın, kurulacak ihtisas mahkemelerince ayıklanarak ceza yargılamasına ve sonrasında Yargıtay aşamasına geçmesi engellenmiş olacaktır. İhtisas mahkemesi toplam % 37 lik kısmı % 25 düşürse bile, yani ceza yargılamasına gelen mevcut 100 dosyadan 25 tanesini ayıklarsa, bu durum ceza yargılamasının iş yükünün % 25 azalmasına, 326 günlük yargılama sürecinin en az % 25 azalmasına yani ortalamanın 240 güne düşmesi sonucunu doğuracaktır. Ancak burada % 25 lik azalmanın yargının hızlanmasına sağlayacağı katma değer göz önünde bulundurulmamıştır.

Dördüncü olarak, mevcut iş yükü en az % 25 azalacak olan ve salt ceza yargılaması yapacak olan ceza mahkemeleri, daha adilane ve isabetli karar vereceklerdir. Dolayısıyla yargıtaya giden dosya sayısında da ciddi azalma olacaktır. Yukarıda arz ettiğimiz üzere yargıtaya temyiz yoluyla gelen 100 dosyadan 61 tanesi bozulmaktadır. Aslında yargıtayca bozulan % 61 lik kısım içerisinde, kurulacak olan ihtisas mahkemeleriyle ayıklanacak en % 25 lik kısım olmayacağından, ihtisas mahkemelerinin (iddianamenin reddi, yetkisizlik ve görevsizliği inceleyecek olan mahkeme) kurulmasıyla birlikte yargıtayca bozulan dosya % 61 den % 36 ya düşecektir. İhtisas mahkemelerinin kurulmasıyla birlikte, salt ceza yargılaması yapacak ceza mahkemelerinin iş yükü azalacağından ve sonuçta daha isabetli kararlar verileceğinden % 36 lık oranın % 25 lere düşme ihtimali yüksektir. Sonuçta yeni yapılanma, yargılama sürelerine ilişkin mevcut ortalamaları aşağıya çekecektir.

Ceza davaları sulh, asliye ve ağır ceza mahkemelerinde görülmeye devam etmelidir. Ceza kanununda kabahatlerin alanı genişletilecek, bunlar sadece sulh ceza mahkemesinde incelenecektir. Diğer suçlar asliye ve ağır ceza mahkemelerinde görülecektir. Sulh ceza mahkemesi kararları aleyhine sadece yargıtaya gidilebilecektir. Asliye Ceza mahkemesi ve ağır ceza mahkemesi kararları aleyhine sırasıyla yargıtaya ve karar düzeltme yoluyla anayasa mahkemesine gidilebilecektir.

 

iii. Yargıtay Ceza Daireleri Aşamasında

 

Yukarıda açıklanmaya çalışıldığı üzere, ilk derece ceza yargılaması alanında alınacak tedbirler sonucu mevcut dava sayısı otomatik olarak % 25 azalacağından, bu azalmayla birlikte ceza mahkemeleri daha isabetli karar verecektir. Ceza yargılamasında ilk derece mahkemelerinde söz konusu olan % 25 lik azalma yargıtaya giden dosyaların da % 25 azalmasına sebebiyet verecektir. Bu oranda azalma yargıtayın rahatlamasına sebebiyet verecektir.

Yargıtay dairelerinde görevli tetkik hakimlerinin yedek Yargıtay üyesi olarak kadrolara alınması, yeterince raportörlerin atanması,  kararların üç üyeyle alınması ve daire sayısının artırılmasıyla birlikte, iş yükü % 25 olarak azalan Yargıtay daha çabuk karar alabilecektir.

Söz konusu tedbirlerin alınmasıyla birlikte, hem Yargıtay daha isabetli kararlar verebilecek ve hem de karar düzeltmeye gidecek karar sayısı daha da azalacaktır.

Bu halde istinaf mahkemelerinin kurulmasına gerek yoktur. Zira alınacak tedbirlerle ve yeniden yapılandırmayla, ceza yargılaması daha süratlenecektir. İstinaf mahkemelerinin kurulması hem yargılama sürecini uzatacak hem de insan ve parasal kaynakların israfına sebebiyet verecektir. 

Adalet Bakanlığı Bilgi İşlem Daire Başkanlığı, Yargıtay ceza dairelerinin kararlarını UYAP aracılığıyla aynı gün bilgisayara aktarıp tüm ilgililerin bilgisine sunmalıdır. Ayrıca ceza genel kurullarının, içtihadı birleştirme kurullarının sesli ve görüntülü olarak ilgililerin hizmetine sunulması da faydalı olacaktır.

 

iv. Genel Olarak

 

Yukarıda arz edilmeye çalışılan tedbirler alınsa bile, ülkemizde suç oranları ve uyuşmazlıklar hızla artmaktadır. Uyuşmazlıkları ve suçları önleyici tedbirleri süratle hayata geçirmek durumundayız. Dünya ekonomik ve çevresel kriz eşiğindedir.  Gıda ve petrol fiyatlarının arttığı bir zamanda, yargıya daha büyük iş yükü düşecektir. Mala karşı suç sayısında artış yaşanacaktır. 2008 yılı mart ayının rakamlarına göre, Türkiye 70 milyon nüfusa göre 100.000 kişideki cezaevi nüfusu 135; ülke cezaevleri nüfusu korkunç bir artışa tanık olmaktadır. Cezaevleri bu basınca dayanamayacağından, aflar yeniden gündeme gelecektir.

Cinsel suç sayısı ülkemizde 14 000 bulmaktadır. Cinsel suçlarda özellikle çocuklara cinsel saldırı, tecavüz olaylarında mağdurlar açısından soruşturma/kovuşturma evrelerinde yaşanan travma mağdur haklarının ne derece önemli olduğuna işaret etmektedir.

Öneri:

1. Adım. Bu konuda başta Türkiye Adalet Akademisi olmak üzere, Milli Eğitim Bakanlığına ve Sivil toplum kuruluşlarına önemli görevler düşmektedir. Suç ve uyuşmazlıkların neler olduğu, nelerin sebep olduğu, bunların marjinalleştirilmesi için neler yapılması gerektiği somut verilerle ortaya konulmalıdır. Bunun için ar-ge faaliyetlerine önem verilmelidir. Ayrıca bu konuda yapılacak proje ve klinik çalışmalara adalet bakanlığınca maddi destek sağlanmalıdır.

2. Adım. 2005 yılı öncesi Ülkemizde özel yasaların oranı 4/5 idi. Dekriminalizasyon çalışmaları sonucu, bir takım eylemler suç olmaktan çıkarılmış, depenalizasyon dediğimiz idari para cezalarına dönüştürme çalışmaları başlatılmıştır. Kabahatler Kanunu ile Ceza Kanununa ait iş yükü azaltılmaya çalışılmıştır. Özel yasaların oranı % 56 iken, TCK oranı % 44 tür. Bu tür çalışmalar devam ettirilmelidir.

3. Adım: Sadece dışarı çıkarılmaları halinde yeniden suç işleme ihtimali olan ya da diğer kişilere zarar verme ihtimali olan kişiler cezaevinde tutulmalıdır. Bunlar hırsızlık, gasp, adam öldürme, tehdit, terör faaliyetleri vs. Bunların dışındaki suçluların denetim sistemi içerisinde cezalarını çekmelerine müsaade eden yasal düzenlemeler yapılmalıdır.

 

bbb. Hukuk Yargılaması

 

Hukuk yargılamasında, 1997-2006 yılları arasında dava yoğunluğunu gösteren verilere baktığımızda on dava türünün öne çıktığını görüyoruz. Her yüz davadan ortalama 22 tanesi verasete, 11 tanesi boşanmaya, 7 tanesi tazminata, 6 tanesi alacağa, 5 tanesi itirazın iptaline, 4 tanesi nüfusa, 4 tanesi tahliyeye(bu tür davalar ingilterede belediyelerce çözülmektedir), 4 tanesi tapu iptaline 2 tanesi kadastro tespitine itiraza, 2 tanesi kamulaştırmaya ilişkin olduğu görülmektedir.

Adalete ve yargıya olan inancın ve güvenin korunabilmesi, yargılamanın basit, çabuk ve en az giderle gerçekleştirilmesine bağlıdır. Ülkemizde çekişmesiz yargılamaya ilişkin ayrı bir yargılama usulü bulunmaması önemli bir eksikliktir. Anayasamızın  9. maddesinde yer alan husus, çekişmeli yargıya ilişkindir. Çekişmesiz yargı adli sistem dışına çıkarılmalı, daha basit bir usul öngörülmelidir. Örneğin noterlere bırakılması düşünülmelidir. Ülkemizde noter sayısı artırılarak bir taraftan istihdama katkı sağlanırken, diğer taraftan çekişmesiz yargılamaya konu olan işlemlerin yargı sistemi dışında bir başka organ tarafından hızlı ve basit bir şekilde çözümlenmesi sağlanır. Sonuçta hukuk yargılama sistemi de önemli bir iş yükünden kurtularak, çekişmeli yargıya odaklaşma fırsatı bulmuş olur. Bu durum ayrıca yargıtayın da iş yükünün hafifletilmesi sonucunu doğuracaktır.

Şahıs varlığı haklarını konu alan uyuşmazlıkların büyük çoğunluğunu oluşturan ve vesayet dışında kalan aile hukuku uyuşmazlıklarında, adeta genel görevli mahkeme gibi işlev üstlenen aile mahkemeleri yaygınlaştırılmalıdır. Kadastro işlemleri bir an önce tamamlanarak kadastro mahkemelerinin sayısı azaltılmalıdır.

Karar sürelerine bakıldığında, asliye ticaret mahkemelerinde en uzun dava yoğunluğuna tanık olunmaktadır. 2006 yılı verilerine göre ilk derece mahkemesi olarak asliye ticaret mahkemesinde görülen yüz davadan altısında, yargılama süresi 5 yıl ve ötesi olmuştur. Yine benzer oranlama üzerinden(yüz davadan ortalama beşi) tazminat davaları, tapu iptali davaları, kadastro davaları 5 yıl ve ötesine uzamaktadır. Bu sürelere Yargıtay evresini de eklediğimizde ortaya çıkan toplam süre yargıtaydan bozma üzerine bu süreçlerin yeniden çalışmasıyla süre ikiye katlamaktadır. Sonuçta AİHM ce makul süre aşımları nedeniyle ülkemiz tazminata mahkum edilmektedir. Ülkemizde ilk derece mahkemelerinde 1986 yılında ortalama yargılama süresi 252 gün iken, 2006 yılında bu oran 191 e düşmüştür. Asliye ticaret mahkemesinde ve iş mahkemesinde durum tersine işlemiştir. Örneğin 1986 da asliye ticaret mahkemesi için 252 gün olan ortalama 2006 yılında 406 ya çıkmıştır. İş mahkemeleri için 1986 yılı için 285 olan ortalama 2006 yılı için 397 ye çıkmıştır. (hakim sayısındaki artış ve UYAP göz önünde bulundurulduğunda olumsuz bir tablodur). 2002 yılında tüketici mahkemelerinde ortalama 43 gün olan rakam 2006 yılında 262 ye çıkmıştır.

Yargıtayda işçi ve işveren ilişkilerinden doğan uyuşmazlıklara bakan 9 hukuk dairesi, 2008 yılında 35 bin 552 dosyayı karara bağlamıştır. Bir yılda 220 iş günü olduğu düşünülecek olursa, bir dosyanın (35552/220=161.6 bir günde bakılan dosya sayısıdır. 8 saatlik mesai süresi x 60 dakika=480 dakikadır. 480/161.6 = 3 dakikadır.) bu performansa rağmen 2009 yılına 22 bin 346 dosya devretmiştir[3].

Dünyada hem işsizlik sigortası ve iş güvencesi hükümlerini uygulayan, hem de hizmet akdinin devamı süresince her geçen tam yıl için işçiye 30 günlük ücret tutarında kıdem tazminatı ödeyen başka bir ülke yoktur. İş mahkemelerinde uyuşmazlıkların büyük çoğunluğu bu konulara ilişkindir.  Bu hususa ilişkin yasal değişiklik yapılması halinde sorun rahatlıkla çözülebilir.

Ülkemizde hukuk mahkemeleri alanında en yavaş işleyen mahkemeler, asliye ticaret mahkemeleri ve  iş mahkemeleridir. Bu mahkemelerde ortalama yargılama süresi 400 gündür. Bu durum ülkemizin ekonomik ve ticaret hayatı için ciddi sorun teşkil etmektedir. Zira gerek işçi-işveren ilişkileri gerekse tacirler arasındaki uyuşmazlıkların süratle çözümlenememesi iflaslara sebebiyet vermekte, işsizlik başta olmak üzere diğer ciddi sorunlar doğurmaktadır. Üstelik ülkemizin yabancı sermaye çekiminde uluslararası standartların gerisinde kalması, uyuşmazlıkların zamanında süratle çözülememesi kaynaklıdır. Bu yüzden Türk Yargısında iş mahkemeleri ve ticaret mahkemeleri kanayan birer yara olarak kalmaya devam etmektedir. Bu açıdan öncelikli çözüm bekleyen sorunlar arasındadır.

Ülkemizde iş mahkemeleri ve ticaret mahkemeleri yeniden yapılandırılmalıdır. İş mahkemelerinde ve ticaret mahkemelerinde görülen davalar, parasal olarak yüksek meblağları içermektedirler. Bir başka deyişle, bu davaların konu olduğu kişiler diğer hukuk davalarındaki kişilere göre daha varlıklı ve zengin kimselerdir. Bu açıdan belli miktar üzerindeki meblağa konu olan uyuşmazlıkların tahkim yoluyla çözümü yasal zorunluluk haline getirilmelidir. TOBB nezdindeki tahkim kurulları daha aktif hale getirilmelidir. İlk derece mahkemesinde hukuk davaları sulh hukuk ve asliye hukuk mahkemelerinde görülmeye devam etmeli, ancak alacak davaları özellikle 40.000 TL üzerindekiler TOBB nezdinde organize edilecek tahkim kuruluna havale edilmelidir. Böylece bir taraftan asliye hukuk mahkemelerinin iş yükü azalacaktır. Diğer taraftan alacak davaları daha hızlı sonuçlanacaktır. Tahkim kurulu tarafından verilecek kararlar sadece üst tahkim kurulu tarafından incelenecek, bunlara karşı sadece Anayasa mahkemesinin ilgili dairesine gidilebilmelidir. Sulh hukuk mahkemesi kararları aleyhine sadece yargıtaya gidilebilmelidir. Asliye hukuk mahkemesi kararları aleyhine yargıtaya ve sonrasında anayasa mahkemesine gidilebilmelidir.

Ulusal tahkimle, uluslararası tahkim arasında oluşturulan kodifikasyon farklılığı kaldırılmalı veya iç tahkim bağlamında, tarafların tahkim sözleşmesinde uygulanacak maddi hukuku tespit etmiş olmaları halinde, İçtihadı Birleştirme Kararları ile oluşturulan hakem kararlarının denetimini, Devlet mahkemelerinin kararlarının denetimine yaklaştıran uygulamayı dengelemeye yönelik olarak, hakemlere de direnme hakkı tanınmalıdır.

HUMK ile ilgili olarak, seri ve sözlü yargılama usulleri ortadan kaldırılmalı, yazılı ve basit yargılama yoluna gidilmelidir. Hukuku aykırı yollardan elde edilen delillerin hükme esas alınmayacağı açıkça kanunlaştırılmalıdır. Hukuki sorunlarda bilirkişiye gidilemeyeceği açık hükme bağlanmalıdır. Bilirkişinin seçimi, statüsü, hakları, yetkileri, yüküm ve sorumlulukları yasal çerçeveyle belirlenmelidir. Hakimin bilirkişi raporunun yanlış olduğunu tespit etmesi halinde, rapora aykırı olarak hüküm verebileceği hükme bağlanmalıdır. Video ve telekonferans yoluyla taraf ve tanık dinlenmesine olanak tanınmalıdır.

Yargılama faaliyetinin hızlı ve sağlıklı işlemesi açısından, hakimlerin ve savcıların, Yargıtay üyelerinin sorumluluğunu ortadan kaldırıcı ve keyfiliğe yol açan uygulamalara son verilebilmesi için, sorumluluk davasına ilişkin hükümlerin yeniden yapılandırılması pozitif hukuk bağlamında gerçekleştirilmelidir. Yargıtay başkan ve üyeleri hakkında görevden doğan tazminat davası açılmasını, Yüce Divanda görev suçundan ötürü mahkum edilmiş olma koşuluna bağlayan, sorumluluk bağlamında adeta  bir zırh görevi gören, hukuk devletiyle de asla bağdaştırılamayacak olan içtihadı birleştirme kararı[4] ortadan kaldırılmalıdır. 

Mahkeme masrafların avans şeklinde alınması, ilamın tebliğe çıkartılması ve infazı için, bakiye harcın tamamlanması esası kaldırılmalı, mahkeme kararlarının taraflara resen tebliğ edilmesi esası kabul edilmelidir.

 

ccc. İcra Yargılaması

 

İcra müdürlüklerinin iş yüküyle ilgili verilere bakıldığında, 1986 yılında 481 bine yakın ilamlı, 2.417 bine yakın ilamsız takip sayısının 2006 yılı için ilamlıda 687 bine, ilamsızda 8.781 bine ulaştığını görüyoruz.  Yani yüzde olarak ilamlı takiplerde yüzde 42, ilamsız takiplerde yüzde 263 artış olduğu görülmektedir. İlamlı takiplerde ortalama bekleme süresi 494 gündür.

İcra mahkemelerinin hukuk kararlarının temyizi için parasal sınır 3.600 TL dir. İlk derece mahkemelerinin nihai kararlarının temyizinde aranan parasal sınır ise 1.250 TL dir.

Öneri:

1. Adım: İcra sistemi yeniden yapılandırılmalıdır. 

2. Adım: Tebligat işlemleriyle ilgili olarak, özel kargo şirketlerinden faydalanılmalıdır.

3. Adım: İcra mahkemelerinin hukuk kararlarının temyizi için parasal sınır 3.600 TL dir. İlk derece mahkemelerinin nihai kararlarının temyizinde aranan parasal sınır ise 1.250 TL dir. Bu durum hakkaniyete aykırılık teşkil etmektedir.

4. Adım: İcra işlemlerinin özel şirketler marifetiyle yapılması yönünde yasal düzenlemeler yapılmalıdır.

 

bb. İdari Yargı Sistemi

 

İdari yargı sistemi denilence de akla vergi ve idari uyuşmazlıkların konu olduğu geniş ve dağınık bir alan gelmektedir. İdari yargı içerisinde ilk derece mahkemesi olarak idare ve vergi mahkemeleri, itiraz mercii olarak bölge idare mahkemesi ve temyiz mahkemesi olarak Danıştay ilk akla gelenlerdir. İdari yargı sisteminde iki tür yargılama alanı vardır. Bunlar idari yargılaması ve vergi yargılamasıdır.

 

aaa. İdari Yargılama

 

İdari yargıda iş yükü %58 idare mahkemeleri, %24 vergi mahkemeler, ve %18 bölge idare mahkemelerine aittir. İdare mahkemelerinin iş yükü mercek altına alındığında işin genel toplamının % 51 inin yani % 58 ‘in aşağı yukarı yarısına tekabül eden % 27’nin kamu görevlilerine ait mevzuattan kaynakladığı görülmektedir. Kısaca idari yargının toplam iş yükünün % 27 si kamu görevlileriyle ilgili uyuşmazlıklardır. Bu husus devlet ile kamu görevlilerinin kavga halinde olduğunu göstermektedir. 2006 yılı verilerine göre, kamu görevlilerine ait mevzuattan kaynaklanan ve iptali istenen 100 davadan 32 tanesi iptal edilmiş, 18 tanesi kabul, feragat vs nedenlerle karar verilmesine gerek olmadığı yönünde hüküm tesis edilmiş, sadece 18 tanesinde idare haklı bulunmuştur. 3 tanesi ise kısmen kabul kısmen ret edilmiştir.

Adli istatistiklere göre idari yargıda her yüz davadan yüzde 29 ilk inceleme nedenleriyle ret edilmektedir[5]. Bu durum ceza yargılamasındaki durumla benzerlik göstermektedir. İlk inceleme aşamasının(ehliyet, süre, idari merci tecavüzü (danıştaya göre dava açılmadan önce zorunlu olarak idareye başvurulması gerekir) vs) tekrar gözden geçirilmesi gerekir. Bu durum idari yargıda iş yükünün artmasına sebebiyet vermektedir.

Yukarıda verilen istatistiki rakamlardan anlaşılacağı üzere, 2006 yılı verilerine göre, kamu görevlilerine ait mevzuattan kaynaklanan ve iptali istenen 100 davadan 32 tanesi iptal edilmiş, 18 tanesi kabul, feragat vs nedenlerle karar verilmesine gerek olmadığı yönünde hüküm tesis edilmiş, sadece 18 tanesinde idare haklı bulunmuştur. 3 tanesi ise kısmen kabul kısmen ret edilmiştir. İdari yargıya konu olan  ve kamu görevlilerine ait mevzuattan kaynaklanarak iptali istenen 100 davadan sadece 18 tanesinde idarenin haklı bulunması, üzerinde durulması gereken bir konudur. Bir başka deyişle, idari yargıya intikal eden ve kamu görevlileriyle ilgili mevzuattan kaynaklanan genel toplamda % 27 lik iş yükün oluşturan kısmın % 18 yani aşağı   % 5 idare lehine sonuçlanmakta, kalan % 22 lık kısım şöyle veya böyle  idari işlem mağduru olanların lehine sonuçlanmaktadır. Bu oranda oldukça ürkütücüdür. Bu açıklamalardan anlaşılacağı üzere, idare hukuka ve mevzuata uygun hareket etmiş olsa, yürütmüş olduğu idari işlemlerde daha dikkatli ve tutarlı davranabilse, idare mahkemelerinde kamu görevlilerine ilişkin uyuşmazlıkların konu olduğu % 27 lik kısmın azaltılması mümkün gözükmektedir.  İdari yargıya intikal eden uyuşmazlıkların % 27 kamu görevlileriyle ilgili olduğunu, bu kısımla ilgili olarak alınacak tedbirlerle birlikte en az % 50 lik azalma yapılması halinde, toplam idari yargıya intikal eden uyuşmazlıkları ortalama  % 14 azaltacağı tahmin edilmektedir. İş yükünde en az % 14 lük azalmayla birlikte mevcut davaların daha kısa sürede sonuçlanmasına sebebiyet verecektir. Ayrıca en az % 14 kaynak, zaman tasarrufu sağlanmış olacaktır.

İdari yargıya konu olan ve toplamda % 27 olan kamu görevlilerine ilişkin mevzuattan kaynaklanan uyuşmazlıkların % 40 azaltılabilmesi,  sonuçta idari yargının iş yükün en az % 14 azaltılması için;

1.Adım: Danıştayın web sayfasına girildiğinde ve kamu görevlilerine verilen disiplin cezalarına ilişkin emsal kararlara göz atıldığında, uyuşmazlıkların yıllarca aynı konulara ilişkin olarak verildiğini görmekteyiz. Örneğin yetkisiz disiplin amiri sıfatıyla verilen disiplin cezalarının iptaline ilişkin Danıştay kararlarına son 30 yıldır yer verildiğini görmekteyiz. Yine disiplin kurulu kararı olmadan kademe ilerlemesinin durdurulması cezasının verilemeyeceği kanunla sabit olmasına rağmen, uygulamada yöneticiler tarafından disiplin kurulu kararı olmadan kademe ilerlemesinin durdurulması cezasının verildiğini son 30 yıldır Danıştay kararlarında görmekteyiz. Bunların örneklerini artırmak mümkündür. Tüm bu hususların benzer işlemlerin dava konusu edilmesi iki sebepten kaynaklanmaktadır. Birincisi ya yöneticiler bilgisiz ve tecrübesizdir. İkincisi ya da yöneticiler kasıtlı olarak kötü niyetli hareket etmektedirler. Bir başka deyişle, idari yargının önüne hala disiplin kurulu kararı olmadan kademe ilerlemesinin durdurulması işleminin konu olduğu disiplin cezasına yönelik işlemler gelmemelidir. Yetkisiz disiplin amiri marifetiyle verilen disiplin cezalarının konu olduğu idari işlemler artık idari yargı önüne gelmemelidir. Savunma hakkı verilmeden bir kimseye disiplin cezası verilmesine konu olan idari bir işlem yargı önüne gelmemelidir. 30 yıldır idare mahkemeleri hep aynı gerekçelerle idari işlemleri iptal ediyor, buna rağmen idare hala aynı işlemleri tesis ediyorsa, bu durumda bir gariplik var demektir. Yıllardan beri kamuda çalışan birisi olarak, yargı kararlarının ve mevzuatın bu kadar açık olmasına rağmen, idarecilerin bazılarının hala ‘ben yapayım, yargı iptal etsin’ anlayışıyla, yani işlemin yargıdan döneceğini bile bile idari işlemler yürüttüğüne şahit olmuşumdur. Buradan hareketle, idari yargıda uyuşmazlıkların üreticisinin idarenin kendisi olduğu sonucuna varılabilir. Sorunun çözümü için;

A. Üniversiteler bünyesinde idarecilik sertifika programı açılmasının teşvik edilmesi ve idareci olarak atanacak veya görevlendirilecek kişilerin bu sertifikaya sahip olmaları şartı aranmalıdır. Üniversiteler sertifika programı açarlarken Danıştayın, Devlet Personel Başkanlığının, memur sendikalarının görüş ve düşüncelerini esas almalıdırlar.

B. İdari yargı sonucunda devletin mahkum olması halinde, yargı giderlerinin kusur derecesine göre işlemi yapan kişi veya kişilerden karşılanacağı yönünde yasal düzenleme yapılmalıdır.

C. Kötü niyetle ya da ağır kusurla idari işlem yürütülmesi halinde devlet aleyhine değil, idari işlemi yürüten kişi aleyhine tazminat davası açılacağına ilişkin yasal düzenleme yapılmalıdır.

2. Adım: Devlet Personel Dairesi Başkanlığı daha aktif hale getirilmelidir. Disiplin, özlük ve sicil işlemleri açıkça yasal prosedüre aykırı olarak yürütülmüşse, kişi doğrudan Başkanlığa müracaat edip, işlemi ortadan kaldırabilmelidir. Kınama ve uyarma cezaları Başkanlık tarafından incelenebilmesine imkan tanınmalıdır.

3. Adım: İdare hukuk müşavirliklerini daha etkin hale getirilmeli ve idari işlemlere hukuk müşavirlerinin katılımı sağlanmalı, onların yazılı görüş ve düşüncelerine yer verilmelidir. Dava açmadan önce 60 günlük idarenin cevap verme süresi, idarenin değil de, hukuk müşavirliğinin cevap vermesi şeklinde değiştirilmelidir. Bir yıl içinde hukuk müşavirlerince verilen cevaplara karşı açılan davaların  % 10’nun idari yargı tarafından iptal edilmesi halinde ve hukuk müşavirinin kusuru ağır olması halinde yönetim görevinden ayrılması cezası verilmesi, kusuru ağır değilse Türkiye Adalet Akademisinde eğitime alınması gerekeceği yönünde yasal düzenlemeler yapılmalıdır.

 4. Adım: Kasten veya ağır kusurla idari işlemin tesisine sebebiyet veren kamu görevlilerinin disiplin yönünden cezalandırılması için disiplin yönetmeliğine hüküm konulmalı, ayrıca bu tür eylemlerde bulunarak işlem tesis edenlerin görevi kötüye kullanma ya da görevi ihmal suçları kapsamında cezai yargılanmaları süreci başlatılması için düzenlemeler yapılmalıdır. Kötü niyetle ya da ağır kusurla idari işlem yürüten kamu görevlilerinin yönetici olamayacağı, yönetim görevinden ayırma cezası verileceği hükme bağlanmalıdır.

5. Adım: Bilgi Edinme Kanunu ve Etik Kurulu Kanununda kapsam dışı bırakılan üniversite, yargı ve askeri personeli yasamanın da kapsam içerisinde alınması gerekir.

6. Adım. İlgili kamu kuruluşları haksız olduklarını bildikleri halde veya kazanılmış bir dava sebebiyle haksız olduğunu öğrendiği halde, vatandaşların ve kamu görevlilerinin haklarını vermemekte direnerek onları mutlaka dava açmaya zorlamamalı; aksine ilgililere haklarını ödeyeceğini bildirerek onların gereksiz yere dava açmalarını ve dolayısıyla mahkemelerdeki dava sayısını artırmalarını önlemelidir.

7. Adım: Yürütmeyi durdurma kararı için işlemin hukuka açıkça aykırı olması yeterli sayılmalıdır.

8. Adım: Kamu görevlilerinin(meslek birlik ve oda, dernek, vakıf, sendika yöneticileri de dahil) tamamını kapsayan disiplin suçları ve ceza kovuşturma tek bir mevzuatı hazırlanacak, ülkemizde söz konusu olan kast sistemine son verilecektir.

9. Adım: Haksız yere disiplin cezası verdiği, kötü muamele yürüttüğü, bilgi edinme kanunu, etik kurulu kanununa aykırı davrandığı mahkeme kararıyla tespit edilen yöneticilere disiplin ve ceza soruşturması açılacaktır. Aleyhe hüküm doğması halinde yöneticilik görevinden alınmaları sağlanacaktır.

10. Adım: Yargı mensuplarının tamamı, yüksek öğretim mensupları, milletvekilleri de diğer kamu görevlilerinin tabi olduğu hukuki, cezai ve idari mevzuata göre yargılanmaları sağlanmalı, ayrıcalık ve dokunulmalıklara son verilmelidir.

11. Adım: Yargının yapılandırılmasında hakim-savcı-avukat dengesi eşit temel üzere oturtulmalıdır.

İdari yargıya konu olan ve kamu görevlilerine ait mevzuattan kaynaklanan toplam % 27 lik iş yükünün, yukarıda açıklanan tedbirlerin alınmasıyla birlikte % 14 lere düşmesi muhtemeldir. Ayrıca en az 14 lük kaynak ve zaman tasarrufu sağlanmış olacak, bürokratik işlemlerde azaltılacaktır. İş yükünde bu azalmayla birlikte idari yargı içerisinde idare mahkemelerinin, bölge idare mahkemelerinin ve danıştayın iş yükünde de otomatik olarak % 15 azalma olacaktır.   Söz konusu azalmanın idari yargıya intikal eden ve  kamu görevlileriyle ilgili uyuşmazlıkların konu olduğu % 27 lik kısma yönelik tedbirlerden kaynaklandığını bir kez daha ifade etmek isterim. Bir başka deyişle, idari yargıya konu olan ve  kamu görevlileriyle ilgisi olmayan toplam % 73 lük kısma tedbirler paketinde yer verilmemiştir. Adli Sicil İstatistiklerinden % 73 lük kısma ilişkin detaylı açıklamalara ulaşamadığımızdan, söz konusu kısmın azaltılmasına yönelik tedbirler içeren detaylı çalışma yapamadığımızı belirtmek isterim.

 

bbb. Vergi Yargılaması

 

Vergi davalarında da durum farklı değildir. Vatandaşlar tarafından açılan vergi davalarının yüzde sekseni devlet aleyhine sonuçlanmaktadır[6]. Devlet aleyhine sonuçlanan davaları temyiz etmekte, sonrasında karar düzeltme yoluna gitmektedir Yargının iş yükünü artırmak bir tarafa, masraflar da devlet bütçesinden ödenmektedir. Birde yargı yoluna gitmeden sadece uzlaşma yoluyla vergi uyuşmazlıklarını karara bağlatan vatandaşlarımız vardır. Bunlarda yargıya gitse, durumun vehameti daha açık anlaşılır.

Öneri:

Yukarıda idari yargı için önerilen hususlar vergi yargısı içinde esas alınmalıdır.

 

ccc. Bölge İdare Mahkemeleri

 

Tek cümleyle yargısal bürokrasiyi artıran bölge idare mahkemeleri lağvedilmelidir. Bölge idare mahkemeleri, yargı sistemimizde kendisinden beklenen performansı gösterememiştir. İdare mahkemelerinin vermiş olduğu kararları onaylamaktan öteye gidememiştir. Ülkemizde bölge idare mahkemelerinin uygulamadaki işlevi ortada iken, hala istinaf mahkemeleri oluşturma gayreti anlaşılır gibi değildir. İstinaf mahkemelerinin kurulmasıyla birlikte, ülkemizde geciken adalet daha da gecikecektir. Bu açıdan yapılması gereken istinaf mahkemesi kurmak değil, bölge idare mahkemelerini kaldırmak, üst derece mahkemesi olarak danıştayın üye sayısını, daire sayısını artırmak, karar düzeltme yolu için anayasa mahkemesini yeniden yapılandırmak faydalı olacaktır.

 

ddd. Danıştay

 

Danıştayda bekleme süresi bir dava için ortalama 1984 yılında 330 gün iken, 2006 yılında 400 gün olmuştur.  Adalet Bakanlığının 2006 yılı faaliyet raporuna göre, Danıştay dahil, idari yargıda hakim sayısı 2004 yılında 716 iken, 2006 yılında 1113 tür. Bir başka deyişle adalet bakanlığınca hakim sayısının artırılmış olmasına rağmen, iş yükü artışı durdurulamadığı için, yargı süresi kısaltılamamaktadır. Danıştayın baktığı dava sayısı 2006 yılında 89 bine yakındı. Bu oran 2007 yılında 111 bine yaklaşmıştır.

İdari yargıda karar düzeltme yoluna ilişkin olarak 2006 yılında ortalama verilen kararların yüzde onu bu yolu tercih etmiş, bunların da ancak yüzde otuzu düzeltilmiş. Yani toplamda yüzde bire tekabül ediyor. Bu sonuç her şeyden önce temyizi inceleyen kurulun karar düzeltmeyi de incelemesinden kaynaklanmaktadır. Hukuk camiasında karar düzeltme yoluyla sonuç alınamayacağı görüşü hakimdir. Bu durum adil yargılanma hakkını ihlal etmektedir.

Öneriler:

1. Adım: Danıştayda görev yapan tetkik hakimlerinin yedek danıştay üyesi olarak bulundukları göreve atanmaları, yeterince raportör kadrosu tahsis edilmesi, üç üyeyle karar alınmasına imkan tanınması, bununla birlikte daire sayısının artırılmasıyla birlikte, yargılama süresi otomatik olarak düşecektir. Bunun sonucu olarak, istinaf mahkemelerinin kurulmasına gerek kalmayacaktır. Karar düzeltmeler ise, anayasa mahkemesi nezdinde kurulacak idari yargı bölümünde görüleceğinden, adil yargılanma ilkesine işlerlik kazandırılmış olacaktır.

2. Adım: Kamuda görev yapan avukat, hukuk müşavirlerine insiyatif tanınmalı dava açıp açmamakta takdir yetkisi tanınmalı ve her dava mutlaka temyize götürülmemelidir.

3. Adım: Mali ve idari yönden özerk bir kurum olarak Kamu Avukatlığı Yüksek Kurulu oluşturulmalı tüm kamu avukatlarının bu kurula bağlanmasının sağlanmalıdır.

Avukatlarında memur statüsünden çıkarılarak, bağımsız ve özerk kılınmasının sağlanması gerekir.

 4. Adım: Hukuk fakültesi mezunu olmayanların idari yargıda hakim ve savcı olmalarının önü kapatılmalıdır. Danıştay üyeleri de hukukçular arasından seçilmelidir.

 

 

 

cc. Anayasal Yargı Sistemi

 

Anayasa yargısı açısından da benzer sıkıntılar söz konusudur. 1962-2006 yılları arasını kapsayan verilere göre[7] her yüz davadan 21 iptal, 29 ret, 16 noksanlıktan iade, 9 tanesi yeniden karara gerek olmadığı yönünde verilmiştir. Bu veriler ışığında, Anayasa mahkemesinin yüzde 16 noksanlıktan iade ile 9 tane yeniden karara gerek olmadığı yönündeki kararları göz önünde bulundurduğumuzda, toplam yüzde 25 yapay iş yükü karşımıza çıkmaktadır.

Yargıtay Cumhuriyet Savcılığınca 1962-2007 yılları arasında açılan 116 siyasi parti kapatma davalarından, 18 tanesi kapatma, 25 tanesi ret, 55 tanesi ihtar, 10 tanesi karar verilmesine yer olmadığı şeklindedir[8].

Dokunulmazlık konusunda ise, 62 karardan 26 tanesi ret, 15 tanesi iptal, 2 tanesi yeni karara gerek olmadığı yönündedir. Söz konusu veriler ışığında, iade kararlarının fazla olduğu, eksiklik nedeniyle Anayasa Mahkemesi tarafından iade edilen ya da inceleme de reddedilen dosyaların önemli iş yükü oluşturduğu sonucu ortaya çıkmaktadır. Anayasa mahkemesi yeniden yapılandırılmalıdır. Yukarıda açıklandığı üzere, anayasa mahkemesi yargının tepesinde yer alan en üst yargı organı konumuna getirilmeli, Yargıtay, Danıştay, Yüksek Askeri Mahkeme kararları, karar düzeltme yoluyla anayasa mahkemesinde incelenmelidir.

Öneri:

1. Adım:Anayasa mahkemesine bireysel başvuru hakkı tanınmalıdır.

2. Adım: Anayasa mahkemesi üye sayısı artırılmalı, hukukçu olmayan kişilerin üye olmasının önü kapatılmalıdır.

3. Adım: Anayasa mahkemesi Başsavcılık kurumu oluşturulmalıdır. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcıları sadece yargıtayla ilgili çalışmaları yürütmelidir.

4. Adım: Danıştay üyelerinin, Yargıtay üyelerinin, Yargıtay cumhuriyet başsavcısının, kuvvet komutanlarının, genel kurmay başkanının ve meclis başkanının adli, idari ve cezai soruşturmaları Anayasa Mahkemesi Başsavcılığınca yürütülmeli ve yargılanmaları Anayasa Mahkemesince yapılmalıdır.

5. Adım: Anayasa Mahkemesi Başsavcısı ve üyelerinin adli, idari ve cezai sorumluluklarına ilişkin hukuksal prosedür, Anayasa Mahkemesi Başkanı veya Başkanvekili tarafından görevlendirilecek bir üye tarafından başlatılmalı, yargılama Anayasa mahkemesi tarafından gerçekleştirilmelidir.    

 

dd. Askeri Yargı Sistemi

 

Askeri yargı sistemi de yeniden yapılandırılmalıdır. Çünkü;

- Sivil kişilerin askeri mahkemelerce yargılanması ancak sivil kişi asker kişiyle birlikte müştereken suç işlemişse bu suç Askeri Ceza Kanununda yazılı bir suç ise mümkündür (5530 sayılı kanunun 12. maddesine göre).

- AİHM askeri mahkemelerin bağımsız olmadıkları sonucuna varmıştır. Zira  askeri mahkemelerin kuruluşunda bulunan subay üyenin askeri hiyerarşi içinde yer alması ve hiçbir güvenceye sahip olmaması askeri mahkemelerin bağımsız olmadığını ortaya koymaktadır.

- Sadece askeri Yargıtay değil, idari yargı ve anayasa yargısı da yargı birliğini bozmaktadır. Yargının kolları var ancak başı yoktur.

- Askeri hakimlerin ve savcıların sivilleştirilerek, yeniden yapılandırılacak hakimler kuruluna ve savcılar kuruluna bağlanması gerekir.

 İlk derece askeri mahkemelerin tamamı disiplin suçlarına ve askeri suçlara bakmalıdır. Askerlerin sivillere karşı işlemiş olduğu suçlarda dahil olmak üzere diğer tüm suçlara genel mahkemeler bakmalıdır. Askeri Yargıtay ve Askeri Yüksek İdare Mahkemesi tek çatı altında Yüksek Askeri Mahkeme adı altında yeniden yapılandırılmalıdır. İlk derece mahkemelerinin vermiş olduğu kararlar temyiz yoluyla Yüksek Askeri Mahkemede, karar düzeltme yoluyla anayasa mahkemesinde incelenmelidir.  

 

 

ee. Türkiye Adalet Akademisi Başkanlığı

 

Yargıyla ilgili olarak yukarıda önerilen değişiklikler yapılsa bile, temel sorunların çözümlenmesi mümkün değildir. Yargıda hukuki düzenlemelere paralel olarak hatta daha da önemlisi zihniyet değişimine gereksinim duyulmaktadır. Bir başka deyişle, Türk yargı Sisteminde mevcut anlayışı ve yorumlayışı AB ve uluslararası standartlara çıkarmak durumundayız. Gelişmiş ülkelerde yargı vermiş olduğu kararlarla, yasamanın ve yürütmenin önündedir. Bir başka deyişle, yargı olaya uygulayacağı mevzuatı amaçsal yorum metoduyla yorumlamakta, mevzuatın çizdiği sınırları zorlamaktadır. Mahkeme vermiş olduğu kararla toplumun önünü açmakta, değişim ve gelişmeye öncülük etmektedir. Bizim ülkemizde ise tam tersine yargı amaçsal yorumdan ziyade metne bağlı yorum yapmakta, mevzuatın çizdiği sınırları daraltmak için elinden geleni yapmaktadır. Bunun sonucu olarak yargı, yasamanın ve yürütmenin, değişim ve gelişimin arkasında kalmaktadır. Ülkemizde son dönemde yasama organı tarafından yapılan ve reform niteliğinde addedilen yasaların, mahkeme içtihatlarının ötesine gitmesi bu tespitimizi doğrulamaktadır. Halbuki tam tersi olması yani, mahkeme içtihatlarının reform niteliğinde olması gerekir.

İşte bu noktada Türkiye Adalet Akademisi Başkanlığına büyük bir görev ve sorumluluk düşmektedir. Akademi, yargıda zihniyet değişimini gerçekleştirecek yegane organ konumundadır. Akademi vizyonunu buna göre oluşturmak durumundadır.

 

Öneriler:

 

1. Adım: Vizyon belirlemektir.  Akademinin vizyonu ‘Liberal anlayışa dayalı, Evrensel hukuk ve adalet değerlerini esas almış bir adli eğitim hizmeti sunmak’ olmalıdır.

2. Adım: Misyon belirlemektir. Yani vizyona uygun bir misyon oluşturmaktır. Bu da ancak, akademideki eğitim seviyesini AB ve uluslararası standartlara yükseltmekle olur. Akademideki eğitim seviyesini uluslar arası standartla kavuşturmak, öncelikle eğiticilerin ve eğitim program ve içeriğinin söz konusu standartlara ulaştırılmasıyla mümkündür.

3. Adım: O halde öncelikle vizyonumuza uygun olarak, AB ve uluslararası yargı standartlarına nasıl ulaşabiliriz, bunun tespitini yapmalıyız. Bunun için üç yol vardır;

Birincisi Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kararlarının Türkçeye tercüme edilmesi, akademi web sayfasında Yargıtay ve Danıştay kararlarının yayınlandığı formatta yayınlanması, ayrıca karar özetlerinin Yargıtay ve Danıştay kararlar dergisi formatında yayınlanmasıdır.  Yine İnsan Hakları Araştırma Merkezi oluşturulması, bu merkez aracılığıyla bilimsel faaliyetlerin düzenlenmesi, AB ile birlikte ortak projelerin gerçekleştirilmesi, akademide derse girecek eğiticilerin bu merkez aracılığıyla eğitilmesi faydalı olacaktır. Eğitim program ve içeriği bu merkezce tespit edilmeli ve ders notları oluşturulmalıdır. Burada temel felsefe hem eğiticiler hem de kursiyerler açısından, ‘hakim ve savcılar önlerine gelen uyuşmazlıkla ilgili olarak önce Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarına ve ilgili mevzuata bakacaklar ve çözümde birinci derecede söz konusu değerleri göz önünde bulunduracaklardır’, anlayışını hakim kılmak olacaktır. Bu temel felsefe hem akademi tarafından eğitim programına, ders içeriklerine, eğiticilere ve kursiyerlere verilecektir. Program sonunda ölçme ve değerlendirme yoluyla eğiticilerin ve kursiyerlerin akademinin söz konusu vizyonunu benimseyip benimsemedikleri ölçülecek, bu vizyondan yoksun eğiticiler ve kursiyerlerin yeniden eğitime alınmaları sağlanacaktır.

İkincisi uluslar arası anlaşmalardır. Anayasamıza göre usulüne uygun olarak yürürlüğe giren uluslararası anlaşmaların anayasaya aykırılığı iddia olunamaz. Bunun için akademi başkanlığınca Uluslararası Anlaşmalar Araştırma Merkezi oluşturulmalıdır. Merkez bu zamana kadar yürürlüğe girmiş uluslar arası anlaşmaları tespit etmeli ve bunları web sayfasında uygulayıcıların kolaylıkla ulaşabileceği formatta yayınlamalıdır. Ayrıca uyuşmazlıklar açısından önem arz eden, ulusal hukukun üstünde hak ve özgürlük tanıyan anlaşma metinlerine yer veren bir dergi de yayınlanmalıdır. Uluslararası anlaşmalara atıf yapan mahkeme başkan ve üyelerine bu konuda konferans vermek üzere, akademiye davet edilmelidir. Eğitim program ve içeriği bu merkezce tespit edilmeli ve ders notları oluşturulmalıdır. Burada temel felsefe hem eğiticiler hem de kursiyerler açısından, ‘hakim ve savcılar önlerine gelen uyuşmazlıkla ilgili olarak uluslararası anlaşmalara atıf yapmalarının sağlanmasıdır’. Bu temel felsefe hem akademi tarafından eğitim programına, ders içeriklerine, hem de eğiticilere ve kursiyerlere verilecektir. Program sonunda ölçme ve değerlendirme yoluyla eğiticilerin ve kursiyerlerin akademinin söz konusu vizyonunu benimseyip benimsemedikleri ölçülecek, bu vizyondan yoksun eğiticiler ve kursiyerlerin yeniden eğitime alınmaları sağlanacaktır.

Üçüncüsü entegrasyondur. Akademi bir taraftan eğiticilerini ve yöneticilerini yurt dışında özellikle ABD ve AB ülkelerine göndermeli, diğer taraftan bu birikimleri kendi kursiyerleri ve akademide kurs görecek yabancı uyruklu kişilerle paylaşmalıdır. Akademi Başkanlığınca her yıl sınav yapılarak, yurt dışına gönderilecek hakim, savcı, avukat, noter ve diğer adli personel belirlenmelidir. Adaleti Güçlendirme Vakfı, bakanlık, barolar bu konuda akademiye maddi destek sağlamalıdır.

4. Adım: Akademi bilimsel, idari ve mali yapı açısından bu vizyona göre şekillendirilmelidir.

5. Adım: Akademi söz konusu vizyonu avukatlara, noterlere, diğer adli personele de aktarmak için eğitim programları düzenlemelidir.

6. Adım: Akademi UYAP dışına çıkmalı, vizyonuna uygun kendine ait bir platform oluşturmalıdır. Söz konusu platform aracılığıyla, E-Akademi projesini hayata geçirmelidir. Meslek içi ve hizmet içi eğitim programları söz konusu platform aracılığıyla yürütülmelidir.

7. Adım: Oluşturulan vizyona uygun kursiyerleri seçmek ve yetiştirmek için hakim ve savcı adayları sınavları Akademi tarafından yapılmalıdır.

8. Adım: Oluşturulan vizyona uygun olarak Yargıtaya, Danıştaya, Yüksek Askeri Mahkemeye ve üst derece mahkemesi olarak Anayasa Mahkemesine atanacak hakim ve savcıları seçmek üzere, meslekte beş yılını dolduran hakim, savcı, avukat, hukukçu akademisyenlerin katılabileceği bir sınav yapmak. Sınavda başarılı olanların akademide kurmaylık benzeri bir programdan geçirilmesi, program sonunda alınacak puana ve performans durumuna göre atamaların yapılmasının sağlanması sağlanmalıdır.  

9. Adım:  Eğitim programları ve ders içerikleri vizyona göre yeniden oluşturulmalıdır.

10. Adım: Akademi başkanlığı yurt içinden ve yurt dışından üniversitelerden hizmet alımı yapmak suretiyle, yüksek lisans ve doktora programları açmalıdır.

11. Adım: Akademi başkanlığı bünyesinde vizyona uygun ar-ge yapmak üzere, araştırma merkezi ve proje ofisi merkezi oluşturulmalıdır.

12. Adım: Akademi yönetim kurulu üyelerinin akademi de çalışma odalarının bulunması, sadece toplantıdan toplantıya gelme alışkanlığı sona erdirilmelidir. Akademi yönetim kurulunda avukatlardan, noterlerden ve diğer adli personelden birer temsilci bulunmalıdır.

13. Adım: Türkiye adalet akademisinin yeniden yapılandırılması, meslek öncesi, meslek içi eğitimlerin, hizmet öncesi ve hizmet içi eğitimlerin daha profesyonelce yürütülmesi gerekir. Meslek öncesi eğitim tamamlandıktan sonra, en az iki yıl süreyle, savcı ve hakim yardımcılığı görevi yürütülmelidir.

14. Adım: Uygulamada çok uzun süre ceza hakimi ve savcı olarak görev yapmış bir kişinin hukuk hakimliğine ya da tersine bir atama işlemine son verilmelidir. Meslek öncesi eğitimden itibaren savcı, ceza hakimi, hukuk hakimi şeklinde ayrım yapılmalı tüm eğitimler, atamalar ve nakil işlemleri bu doğrultuda yapılmalıdır.

15. Adım: Akademi Başkanı hakimler ve savcılar kurulunun, Adaleti Güçlendirme Vakfının doğal üyesi olmalıdır.

16. Adım:Akademi de avukat, noter ve diğer adli personel eğitim bölüm başkanlıkları oluşturulmalıdır. Avukatlar hukuk ve ceza avukatı olarak ayrılmalı eğitimleri bu ayrıma göre yapılmalıdır.

17. Adım: Akademinin uluslararası alanda adaletle ilgili eğitim ihalelerine girmesi, eğitim verebilmesi için yasal alt yapı hazırlanmalıdır.

 

ff. Adalet Bakanlığı

 

Ülkemizde yargı reformu denilince ilk akla gelen hakim ve savcılardır. Yargı reform çalışmaları nedense hep hakim ve savcılar esas alınarak çözümlenmeye çalışılır. Bu yaklaşım tarzı yakında zamanda Adalet Bakanlığınca hazırlanan ‘Yargı Reformu Stratejisinde’ de görülmektedir. Ülkemizin adaletle ilgili tek bakanlığı olan Adalet Bakanlığında görevli bürokratların tamamının hakim ve savcı sınıfından olması, yine ülkemizin tek adli eğitim kurumu olan Adalet Akademisinin yöneticilerinin tamamının hakim ve savcı sınıfından olması, adalet ve yargıyla ilgili reform çalışmalarında hakim ve savcılara yönelik düzenlemelerin ağırlıklı olmasına sebebiyet vermektedir.

Adalet ve yargı reformuyla ilgili çalışmalar sadece hakim ve savcılara bırakılmayacak kadar önem arz eden, hatta multi-disipliner anlayışla ele alınması gereken bir sorundur. Ülkemizde yargı denilince ilk akla gelen hakim ve savcılar  olsa da, yargı camiası içinde savunmayı temsil eden avukatların, noterlerin, bilirkişilerin, adli personelin, adli tıp kurumunun, ceza ve tevfik evlerinin, hukuk fakültelerinin, ilgili sivil toplum kuruluşlarının yer aldığı gerçeği gözardı edilemez. O halde yargı reformu denilince tüm katılımcıları içine alan bir çalışmanın söz konusu olması gerekir. Bu açıdan Adalet Bakanlığınca hazırlanan ‘Yargı Reformu Stratejisinin’ adının Hakim ve Savcılar Reformu Stratejisi olarak değiştirilmesi daha faydalı olacaktır.

Adalet Bakanlığı yeniden yapılandırılmalıdır. Adalet Bakanlığında üst düzey bürokrasiye sadece hakim ve savcı mesleğinden gelenler değil, işin ehli profesyonel yöneticiler atanmalıdır. Özellikle İstatistik Genel Müdürlüğüne, Bilgi İşleme Daire Başkanlığına, Avrupa Birliği Genel Müdürlüğüne, Ceza ve Tevfik Evleri Genel Müdürlüğüne, Kanunlar Genel Müdürlüğüne, Uluslararası  Hukuk Genel Müdürlüğüne profesyonel yöneticiler atanmalıdır. Müsteşar yardımcılarından Barolar birliğinin göstereceği avukat adaylar arasından, biri noterler birliğinin göstereceği adaylar arasından atanmalıdır. Bir başka deyişle, bakanlık adalet ve hukukla ilgili tüm kesimleri kucaklayacak ve dengeli şekilde temsil edecek şekilde yeniden yapılandırılmalıdır.

 

gg. Hakimler ve Savcılar Kurulu

 

Hakimler ve Savcılar Kurulu yeniden yapılandırılmalıdır. Kurul hakimler kurulu ve savcılar kurulu olarak ikiye ayrılmalıdır. Her iki kurulda da üst derece mahkeme üyeleri yer almamalıdır. Yargıtaya, Danıştaya, Yüksek Askeri Mahkemesine ve Anayasa Mahkemesine üye seçimi ve ataması Akademi Başkanlığınca yapılacak kurmaylık sınavına benzer bir sınavla olacağından, bu şekilde ataması yapılan üst derece mahkemesi üyelerinin özlük hakları ve işlemleri ilgili üst derece mahkemesi tarafından yapılabilir.

İlk derece mahkemelerinde görev yapan hakim ve savcıların mesleğe atanmaları hakim ve savcı olarak belirlenmelidir. Mesleğe hakim olarak başlayan hakim olarak, savcı olarak başlayan savcı olarak emekli olmalıdır. Savcılardan hakimliğe geçmek isteyenlere yönelik olarak, Adalet Akademisinde meslek içi eğitim kursu açılmalı, bu kursu başarıyla tamamlayanlar hakim olarak atanabilmelidir.  Başsavcı, ağır ceza başkanı, ticaret mahkemesi başkanı ve diğer özel mahkeme başkanları Adalet Akademisi Başkanlığınca yapılacak sınavla belirlenmeli, sınavı kazananlar akademide meslek içi kursa alınmalıdır. Kursu başarıyla tamamlayanlar başarı derecelerine göre, başsavcılar Savcılar Kurulunca, mahkeme başkanları ise Hakimler Kurulunca atanmalıdır. Hakimler Kuruluna ve Savcılar Kuruluna birer genel sekreter atanmalı, işlemler sekreterya aracılığıyla yürütülmelidir.

Kamuda görevli avukatlar için de Kamu Avukatlar Kurulu oluşturulmalıdır. Kurul Avukatların atanmalarını ve özlük işlemlerini yürütmelidir. Kurulun işlemleri genel sekreterya aracılığıyla yürütülmelidir. Kamu avukatlarının disiplin işlemleri de bu kurul marifetiyle yürütülmelidir. İdare işlemlerini hukuka uygun olarak yürütmek için, kamu avukatlarının işlemlere katılımını sağlamalı, avukatların görüşleri doğrultusunda işlem tesis etmelidir. Avukatların görüşleri idareciler için bağlıcı olmalıdır. Bu halde yargının iş yükünde de ciddi azalmalar olacaktır.

Benzer kurul bilirkişiler için de oluşturulmalıdır. Bilirkişilik bir meslek haline getirilmelidir. Bilirkişiler ciddi bir eğitimden geçirilmelidir. Üniversitelerle işbirliği yapılarak bilirkişilik sertifika programı başlatılmalıdır. Programı başarıyla tamamlayanlar, bilirkişi olarak mahkemelerce görevlendirilebilmelidir. Bilirkişilerle ilgili tüm idari ve disiplin işlemleri, ücret tarifesi, mesleğe kabulleri, başarı ölçütleri Kurul tarafından yürütülmelidir. Kurulun sekreteryası olmalıdır.

Tüm Kurulların başkanlığını milletin temsilcisi olarak adalet bakanı yapmalıdır. Bakanın toplantılara katılamadığı durumlarda, toplantıya müsteşar başkanlık yapmalıdır. Kurullara sekiz asil üç yedek üye UYAP tarafından gerçekleştirilecek seçim platformu aracılığıyla dört yılda bir seçilmelidir. Tüm Kurul kararlarına karşı yargı yolu açık olmalıdır.   

 

2. Yargı Çalışanları Kaynaklı

 

Adaletin geç tesis edilmesinde ve yargılama sonucunda verilen hükmün tarafları tatmin etmemesinde, yargı çalışanlarının önemli payı bulunmaktadır. Yargı çalışanları denilince akla hakimler, savcılar, avukatlar, noterler, bilirkişiler ve diğer adli personel (yazı işleri müdürü, icra müdürü, psikolog, pedagog, zabıt katibi ve diğerleri) akla gelmektedir.

Yargı çalışanları gerek sayı olarak gerekse nitelik olarak Avrupa Birliği ortalamasının altındadır. Ancak yukarıda arz edilen yeniden yapılandırma projesiyle, mevcut iş yükünde ciddi bir azalma sağlanacağından ve istinaf mahkemelerinin kurulmasından vazgeçilmesiyle, mevcut insan kaynağı sorunun çözümüne yetecek sayıda olacaktır.

O halde önümüzde sadece nitelik sorunu bulunmaktadır. Yargı çalışanlarının nitelik sorunu Türkiye Adalet Akademisinin yeniden yapılandırılması ve liyakata dayalı sistemin geliştirilmesiyle birlikte orta ve uzun vadede çözümlenebilecektir.

 

3. Mevzuat Kaynaklı

 

Mevzuat kaynaklı sorunlar, hem mevzuatların oluşturulmasında izlenen yoldan kaynaklanmakta, hem de yıllarca biriken ve ayıklanma bekleyen mevzuat enflasyonundan kaynaklanmaktadır. Mevzuatlara ilişkin olarak takip edilen strateji, hem adaletin geç tesisine hem de yargılama sonucunda verilen hükmün tarafları tatmin etmemesine katkı sağlamaktadır.

Türk Hukuk Sistemi tabiri caizse mevzuat çöplüğüne dönüşmüştür. Uluslararası anlaşmalar, kanunlar, kanun hükmünde kararnameler, tüzükler, yönetmelikler sayısız ve karmaşık haldedir. Karmaşık hale gelmiş bulunan sayısız mevzuat içinde uygulayıcılar, hükme esas teşkil edecek mevzuatı bulmakta güçlük çekmeyeceklerdir. Bir başka deyişle, her türlü karara ve hükme hukuki mesnet teşkil edecek mevzuat bulmak hukuk sistemimizde her zaman mümkündür. Bu açıdan uygulayıcıların vermiş oldukları kararlar mevzuata uygundur, ancak hakkaniyete aykırıdır. Zaten bu yüzden yargı organlarınca verilen kararlar tarafları tatmin etmemektedir.

Ülkemizde mevzuatın oluşturulmasında takip edilen strateji malum olduğu üzere, kodifikasyona dayalıdır. Başta Medeni Kanun, Borçlar Kanunu, Ceza Kanunu ve Ticaret Kanunu olmak üzere tüm temel kanunlar bu şekilde hazırlanmıştır. Temel kanunlar hazırlanırken, model kanunlar tercüme edilir, sonrada gözden geçirilerek ve gerekli işlemler yürütülerek yürürlüğe konulur. Düşünülmeden, tartışılmadan hazırlandığından Ceza Kanununda olduğu gibi sürekli değiştirilir, temel kanunlar yamalı bohçaya dönüşür. Yasama organı bir taraftan gece gündüz kanun çıkarır, diğer taraftan yürürlüğe giren kanunlarda değişiklik yapmak için yeni teklif ve tasarıları gündemine alır. Bu kısır döngü Cumhuriyetin ilanından bu tarafa devam eder gider.  Zamanla sayısız ve karışık bir mevzuatla karşılaşırız. Tüm bu mevzuatın nasıl ayıklanacağı üzerinde kafa yormaya başlarız. Bu durum Türkiye özgü bir sorun olup, sonuçta hukukta güven sorununun doğmasına sebebiyet vermektedir.

Mevzuat kaynaklı sorunlar, bir taraftan adaletin geç tesisine ve yargılama sonucunda verilen kararın tarafları tatmin etmemesine sebebiyet vermekte, diğer taraftan da ciddi anlamda başta zaman, parasal ve insan kaynaklarının israfına da sebebiyet vermektedir.

Tüm bu sorunların asgariye indirilmesi için, ülkemize özgü yeni bir strateji geliştirilmelidir. Bunun için tanzimattan bu tarafa süregelen kodifike etme anlayışından vazgeçilmelidir. Örneğin Tasarı Ticaret Kanunu 1500 maddeden oluşmaktadır. Tasarının 1500 maddeden oluşması bir taraftan yasama faaliyetinin hızla sonuçlanmasını engellemekte, diğer taraftan yürürlüğe girdikten sonra değiştirilmesi de zorlaşmaktadır. Tasarı 1500 madde yerine 300 maddeye indirilmeli, Ticaret Komisyonu oluşturularak komisyona ikincil düzenleme çıkarma yetkisi verilmelidir. Böylece hem yasama faaliyeti hızlandırılır, hem de değişiklikler ikincil düzenlemelerle daha hızlı bir değişim gerçekleştirilebilir. Ticaret Komisyonu marifetiyle ikincil düzenlemelerin yürürlüğe girmesi ve kaldırılması daha basit hale gelebilir.   

     

B. İkinci Temel Sorun: Geç İşleyen Adalet Sonucu Verilen Hükmün Tarafları Tatmin Etmemesi

 

Ülkemizde adaletin geç tahakkuk etmesi, yargılama sürecinin tutuklu ve tutuksuz sanıklar için adeta cezalandırma şekline dönüşmesine sebebiyet vermektedir. Önümüzdeki dönemde ülkemizin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinde  davalı olarak en çok karşılaşacağı uyuşmazlıkların başında, yargılamaların uzaması sonucu insan hakları ihlalinden kaynaklanan tazminat davaları olacaktır. Ülkemizde tutuklanan bir sanığın 218 gün sonra hakim karşısına çıkarılması ciddi bir insan hakkı ihlalidir[9]. Bu açıdan yargılamanın hızlandırılması için yukarıdaki açıklanan tedbirlerin acil olarak alınması gerekir.

Ülkemizde yargılama aşamasının uzun sürmesi bir tarafa, yargılama sonucunda verilen kararlarda tarafları tatmin etmemektedir. Zira,  Türkiye’de ilk derece mahkemeleri 2002 yılında 2.499.456 adet karar vermiştir. Bunun 528.620 tanesi yani % 21.3 temyize konu olmuştur. Almanya’da ise 3.446.516 adet karar çıkmış bunların 273.878 tanesi yani % 7.9 istinafa konu olmuştur. Fransada ise 3.474.163 adet kararın 250.603 adeti yani 7.2 istinafa konu olmuştur. Benzer durum idari yargıda da söz konusudur. Temyize konu olan davaların %20 nin üzerinde olması, ülkemizde geç işleyen adalet sonucu verilen kararların tarafları tatmin etmediğini göstermektedir. Aynı durum Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinde ülkemiz aleyhine açılan davalar göz önünde bulundurulduğunda da söz konusudur. Türkiye, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinde aleyhine en çok dava açılan ikinci ülke konumundadır. Önümüzdeki beş yıl içinde ülkemizin birinciliği kimseye kaptırmayacağından kimsenin şüphesi olmasın. Bunun sonucunda ülke olarak ödeyeceğimiz tazminat tutarını hesaplamak oldukça güçtür.

Ülkemizde yargılama sonucunda verilen kararların tarafları tatmin etmesi, adalet eğitimiyle ilgili bir husustur. Bu açıdan gözler adalet eğitimi denilince akla Türkiye Adalet Akademisini getirmektedir. Türkiye Adalet Akademisinde verilmekte olan eğitimi uluslararası standartlara çıkarmak durumundayız. Bunun için akademide iki önemli projeyi hayata geçirmek durumundayız. Birinci proje, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarının Türkçeye çevrilmesi, akademi web sayfasında yayınlanması, İkinci proje ise, Uluslararası Anlaşmaların akademi web sayfasında yayınlanması, uygulayıcıların bunlara atıf yapması için ciddi bir eğitim müfredatı hazırlanmasına ilişkindir. Ayrıca Adalet Bakanlığınca ve Adaleti Güçlendirme Vakfınca, Barolarca her yıl belli sayıda hakim ve savcının, avukatın yurt dışına eğitim amaçlı olarak gönderilmesi gerekir. Akademi bütçesi güçlendirilmek suretiyle, stajer hakim ve savcıların en az bir yıl süreyle yurt dışına eğitim amaçlı olarak gönderilmeleri gerekir. Bu çerçevede yapılması gerekenler, yukarıda Türkiye Adalet Akademisi başlığı altında açıklanmıştır. Oraya atıf yapmakla yetinelim.

 

 

SONUÇ:

 

Ülkemizde yargıya güven temin edilemediği takdirde, ekonomik ortamın iyileştirilmesi ve toplumsal huzurun sağlanması mümkün değildir. Yargıya güven ise, yargı reformuyla temin edilebilir. Yargı hem sistem olarak yeniden yapılandırılmalı hem de liyakat sistemini esas alan bir anlayışla yönetilmelidir.

Hakim ve savcılar salt yargısal işlemler yürütmeli, başta Adalet Bakanlığında olmak üzere, idareci olarak görevlendirilmelerine son verilmelidir. Bakanlık profesyonel bir yaklaşımla yönetilmelidir.

Türkiye Adalet Akademisi sadece hakim ve savcı eğitiminden öte, tüm yargı camiasını içine alacak şekilde yeniden yapılandırılmalı, yargı reformunda daha aktif rol almalıdır. 





[1] Adli İstatistikler www.adli-sicil.gov.tr/istatistik.

[2] Milliyet Gazetesi 12.06.2008, s. 5.

[3] Hürriyet 10.05.2009 s.31.

[4] KURU, B., Hukuk Muhakemeleri Usulü, C.VI, B.6, İstanbul 2001, s.5859 vd.

[5] www. Adli-sicil.gov.tr/istatistik_2006/idari/idarigenel1.htm.

[6] Türkiye Barolar Birliği Başkanı tarafından 14 Haziran 2009 yılında star TV de Ruhan Mengiyle yapılan konuşmada ifade etmiştir.

[7] Ayrıntılı bilgi için bkz. Anayasa Mahkemesi web sayfası

[8] Ayrıntılı bilgi için bkz. Anayasa Mahkemesi web sayfası

[9] Sabah Gazetesi, 27 Eylül 2009, s. 20 Deniz Seki Davası.