|
|||||
|
TÜRKİYE’DE SÜRDÜRÜLEBİLİR KALKINMA BAĞLAMINDA ÇEVRE, KALKINMA VE TİCARET |
ÖZET
Çevre ve kalkınma arasındaki etkileşim, geleceğe geçiş aşamasında tüm ülkelerin ortak sorunu haline gelmiştir. Bu sorun dünyanın gündemine, sürdürülemez olan şeyler, “sürdürülebilir” kavramı etrafında şekil almaya başlamasıyla değişime uğramıştır. Popüler hale getirilen sürdürülebilir kalkınmanın başarısı çevrenin korunması ve nasıl kullanılması gerektiği hakkında geleceğe yönelik hedefleri ortaya koymuştur. Gelişmiş AB ülkeleri ve gelişmekte olan Türkiye tarafından bakıldığında ise çevre boyutunda meydana gelen olumsuzluklar en aza indirgenmeye çalışılmıştır. Bu bağlamda, çalışmanın amacı; dünya, AB ve Türkiye’de çevre-kalkınma ve ticaret ilişkisini sürdürülebilirlik çerçevesinde irdelemektir.
Anahtar Kelimeler: Çevre, Ticaret, Sürdürülebilir Kalkınma ve Türkiye
Environment, Growth and Trade in Turkey; as a Part of Sustainable Development
ABSTRACT
The mutual interaction between environment and development has become a common problem for all countries in the process of future. This problem changed when which previously perceived unsustainable things had formed around the concept of “sustainability”. The achievement of sustainable development, which has become popular, has introduced the futuristic objectives of protection and utilization of nature. From the points of view of developed EU countries and developing Turkey; negation over the environment tried to be minimized. In this regard; this study aimed to examine environment – development and trade in EU and Turkey with in the frame of sustainability.
Key Words: Environment, Trade, Sustainable Development and Turkey
1. GİRİŞ
Günümüzde çevre sorunları artık tüm insanlığın ortak sorunları olarak gündeme gelmektedir. Ülkelerin kalkınma ayağını oluşturan koşullardan biri de çevredir. Çevre sorunlarının boyutu ve bunlara nasıl bir çözüm bulunacağı, bütün ülkelerin en önemli gündem maddelerinden birisini oluşturmaktadır. Kalkınmakta olan ülkeler açısından çevreye olan duyarlılığın artması beraberinde ekonominin hızlı bir şekilde gelişmesi anlamında geçerlilik kazandırmıştır. Dünyanın gündeminde yerini alan çevre sorunsalının anahtarını da sürdürülebilir kalkınma kavramı üstlenmiştir. AB düzeyinde, sürdürülebilir bir kalkınma modelinin hayata geçirilmesi yönündeki istek ve çağrılar artmıştır. Türkiye ise ekonomik büyüme yarışı içerisinde geleceğe bırakacağı çevresini koruyup, gözeten bir ülke olarak yerini almaya başlamıştır.
Çevre, dünya ekonomisine global bir mesele olarak ortaya çıkarken, bir yandan da kalkınmakta olan ülkelerin ticaretini etkiler hale getirmiştir. Özellikle sürdürülebilir büyüme açısından az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin dış ticaretinde çevre ile hem aynı hem zıt doğrultuda yaşanan gelişmeler birbirinden bağımsız olarak ortaya atılmıştır. Çevre-ticaret ilişkisinde ticaretin çevre amaçlı kullanılması yaklaşımı güç kazanmaya başlamıştır.
Bu çalışma sürdürülebilir bir kalkınma etrafında çözüm bulan çevre-kalkınma ve ticaret etkileşiminin önemini ortaya koymayı amaçlamaktadır.
Çalışmada, çevre ve kalkınma ilişkisi kapsamında; çevre, ekonomik kalkınma, çevre ve ekonomik kalkınma bağları hakkında bilgi verilecektir. Çevre ve ticaret ilişkisi yanı sıra dünya ve AB’de çevre- kalkınma ve ticaret ve son olarak Türkiye’de çevre-kalkınma ve ticaretin sürdürülebilirliliği konusu anlatılacaktır.
2. ÇEVRE VE KALKINMA İLİŞKİSİ
İnsan ve çevresi arasındaki ilişki, yaşamın sürdürülebilirliği açısından taşıdığı önem nedeniyle her zaman ilgi uyandırmıştır farklı disiplinlerin bu ilişkiye kendi bakış açılarına uygun anlam yüklemeye bağlı olarak da çevre kavramı geniş bir tanım aralığında kullanılır olmuştur (Dağdemir, 2003:5).
Çevre kavramının günlük kullanıma girmesi henüz çeyrek yüzyılı doldurmuştur. Konunun boyutlarının derinliği, yayıldığı alanın sınırlarının belirsizliği, konunun bütüncül algılama güçlüğü, kavramı kolay tanımlanır olmaktan uzaklaştırmıştır. Bu nedenlerle çevre, bu sözcüğü kullanan kimse, çevreyi nasıl görmek istiyorsa o anlama bürünmüştür (Keleş, 2005:31).
Çevrenin sayılamayacak kadar çok tanımı yapılmıştır. “Bir organizmanın yaşama ve gelişmesini etkileyen tüm dış şart ve faktörler toplamı” olarak tanımlanmaktadır. Ayrıca, “Bir nesnenin performansını etkileyen tüm dış şartlardır” (Görmez, 2003: 15) şeklinde de tanımlanmaktadır.
Gerek ulusal gerekse uluslararası düzeylerde toplumların çevreye olan ilgilerindeki artış devam etmektedir. Çevre bir yandan günümüz insanının yaşam biçimini, diğer yandan gelecek kuşakların haklarını kapsayan bir kavram haline dönüşmüştür. Bu bağlamda çevre, insanlığın paylaştığı en önemli ortak değerlerden biri olmuştur (Ertürk, 1998:5).
Daha az yeşil, suları ve kıyıları daha çok kirli, havası giderek solunamayacak, eksilen kaynaklarını tamamlayamadığımız bir dünya bırakmamak için; İnsanın ve onun tamamlayıcı unsurları olan öteki canlı varlıkların ve çeşitli ekosistemleri oluşturduğu çevrenin, içinde barındığı topluma daha iyi, daha güzel, daha gelişmiş ve daha anlamlı bir hayat düzeyi sağlayabilmesi, yaşamakta olduğumuz çağın bir gereğidir. Bu nedenle insanoğlunun geçmişten bugüne doğayı kontrol altına almaya çalışmıştır. Doğa-insan ilişkilerine yapılan bu iradi müdahale kalkınmayı gerekli kılmıştır.
Ekonomik kalkınma, bir ülkede üretim ve gelir artışlarının yanı sıra ekonomik, sosyal, kültürel ve politik alanlarda yaşanan yapısal değişim süreci olarak tanımlanabilir. Kalkınma, maddi refahın arttırılması, yoksulluğun kökünün kurutulması, üretimde kullanılan girdiler ve elde edilen çıktıların kompozisyonunun değiştirilmesi gibi süreçleri içerir (Berber, 2006: 9).
Böyle bir kalkınmaya ülkenin insani ve doğal kaynakları ile kurumlarının yönetimini geliştirerek erişilir. Gelişmenin gözle görülür ölçüsünü de Gayri Safi Milli Hasıla gösterir. Ancak günümüz koşullarında kalkınmayı tanımlayabilmek için bundan daha fazla belirleyici özelliklere ihtiyaç vardır. En geniş anlamıyla kalkınma, toplumu iyileştirmek demektir.
Toplumun iyileştirilmesi demek refah toplumu yaratmak anlamına gelir. Refah toplumuna ulaşmak ise ancak kalkınma ile olanaklıdır. Kalkınma ise insan ve insanın mutluluğu için gereklidir. Bu anlamda kalkınma ile refah arasına üçüncü bir faktör olan çevre faktörü eklenmiştir.
Kalkınma atılımları uzun yıllar boyunca doğa ve çevreyi göz ardı ederek yapılmıştır. Kaynakların giderek tükenmeye başlaması ve çevrenin tahribatının göz ardı edilemeyecek boyutlara erişmesi sonucu, yapılan yanlışın farkına varılmıştır. Örneğin; daha fazla ürün elde etmek için gübre kullanımının hızla artmasının doğada yarattığı tahribat üzerinde fazla durulmadığı gibi tarımda gübre kullanımı kalkınmışlık göstergelerden biri olarak değerlendirilmiştir. Diğer yandan, kişi başına yüksek kağıt kullanımı kalkınmışlık göstergesi olarak alınırken, bunun yarattığı çevre kirliliği ve doğaya verdiği zarar, ancak ormanlar yok olmaya, sular kirlenmeye başlayınca anlaşılmıştır (TUGİAD, 1986: 3).
Ekonomik kalkınma ve çevre arasındaki ilişki çelişkilidir ve muhtemelen de hep öyle kalacaktır. Bazı ekonomistler, yeni kirlilik problemlerinin aciliyetini, global ısınmayla ilgili başarı eksikliğini ve üçüncü dünyada hala artan kirliliğinden bahsederken, diğerleri ise halk sağlığını sağlamada gerçekleştirilen büyük ilerleme, büyük şehirlerdeki hava kalitesindeki iyileşme ve teknolojik gelişme ile birlikte insan yaşamında var olan iyileşmeler üzerinde yoğunlaşmaktadır. İlk grup günlük, genellikle ciddi çevre problemleri üzerinde yoğunlaşırken: ikinci grup hayat standartlarındaki bazen düzensiz ve uzun gelişim tarihi üzerinde yoğunlaşmışlardır(Alagöz, 2007:2).
Kalkınma sağlam bir ekolojik tabana oturtulmadığı sürece refah seviyesinin yakalanması, dünya uluslarının gelişmişliklerinin artması ve buna bağlı olarak ekonomik büyümenin gerçekleşmesi sağlanamaz.
Ekonomik kalkınmanın hızlandırılması için doğal zenginliklerin korunması ve doğal kaynaklardan elde edilen faydaların arttırılması gerekmektedir. Ekonomik politikalar sürdürülebilirliliğin başarılması doğrultusunda geliştirilmelidir. Örneğin, “kirleten öder” ve “kullanan öder” prensipleri ile vergilerin teşvik ve sübvansiyonların dikkatli kullanımı çevre yönetimi açısından başvurulabilecek temel yöntemlerin yalnızca birkaçıdır (DPT, 1994: 171).
Uluslararası ekonomik alışverişlerin buna katılan herkes için kârlı hale gelebilmesi, iki şartın sağlanmasına bağlıdır. Birincisi ekosistemin sürdürülebilirliliği; çünkü global ekonomi buna bağlıdır ve bunun garanti altına alınması gerekir. İkincisi de ekonomik ilişkilerde tarafların o alışverişlerin adil olduğu konusunda tatmin olmalarıdır. Eşitlik içermeyen, şu ya da bu tür tahakküme dayalı ilişkiler, karşılıklı bağımlılık açısından sağlam ve dayanıklı bir taban oluşturmaz (DÇKK, 1989: 103).Ulusal ekonomilerin hızla küresel ekonomilere eklemlendiği günümüzde kalkınmanın sağladığı avantajların uluslar arasında hiç de eşit biçimde paylaşılmadığı görülmektedir (Palabıyık, 2004: 250). Çünkü dünyanın birbirinden ayrılmayan, bir bütün olan doğasının (ekosisteminin) korunması ve iyileştirilmesi devletlerin küresel ortaklık içinde işbirliği yapmalarına bağlıdır. Fakat küresel bazda yarattıkları çevre sorunlarına karşı eşit biçimde sorumluluk üstlenmemeleri birbirinden ayrılmaz olan çevre ve kalkınmanın sürdürülebilirliliğini yok etmektedir.
Çevre sorunları yapısal özellikleri sebebiyle ülkelerin hudutları içinde kalmayıp, öncelikle komşu ülkeleri, hatta zincirleme olarak birçok ülkeyi ilgilendirmektedir (Keten, 1992:2).
Çevre sorunlarının bazı kaynakları; göçler ve düzensiz şehirleşme, kişi başına kullanılan enerji, su, kağıt, kömür vb. artışı, çevre kirliliği (hava, toprak, su kirliliği), kuraklık ve açlık, silahlanma ve savaşlar, sağlık sorunları ve uyuşturucu, nükleer enerji, nüfus artışı, atmosferik özelliklerden kaynaklanan problemler (ozon, asit yağmuru, sera etkisi), şeklinde tasnif etmek mümkündür (Milli Emlak, 1998:5).
Ekonomik kalkınma durdurulamaz, ancak çevreye daha az zarar veren niteliğe kavuşturulabilir. İnsanlık kalkınmayı sürdürmelidir, ancak bunu gelecek kuşakların kendi gereksinimlerini karşılama olanaklarını tehlikeye atmadan yapmalıdır (Akdur, 2005:30). Ekonomik sistemin korunması isteniyorsa, önce ekonomiyi besleyen çevre değerlerini korumak gerekmektedir (TÇSV, 1990: 14).
Çevre korumacılıktaki en rasyonel yaklaşım, kalkınma hareketi ile çevre değerleri arasında uzun vadede kurulması gereken koruma-kullanma dengesi teşkil etmektedir. Yani kalkınma çevre korumanın bağımlı faktörüdür (Keten, 1992:5). Bunun için yapılması gerekenler:
● Doğal dengeyi en çok bozan, hava ve su kirlenmesinde en büyük kaynak olan ve dünyanın birikimini en hızlı tüketen sanayileşme, ulaşım, ısınma ve tüm alanlarda ihtiyaç duyulan enerjiyi yenilenebilir enerji kaynaklarından karşılamaya çalışmak,
● Sanayinin ihtiyaç duyduğu hammaddeyi atıklardan ve yenilebilir kaynaklardan sağlamak,
● Nüfus artış hızını azaltmak,
● Değişmez ve sabit üretim teknikleri yerine doğaya zarar vermeyen üretim süreçleri geliştirmek,
● Çevreden aldığımızı yeniden çevreye tekrar kazandırmak, şeklinde özetlenebilir.
Çevre ve kalkınma sorunlarının tüm dünyada gündemin üst sıralarında yer almaya başladığı, insanlık için oldukça karamsar ve ürkütücü bir geleceğin resmedilmeye başlandığı dönem içerisinde yeni bir yaklaşım olarak kabul gören, “sürdürülebilir kalkınma” anlayışı gündeme gelmektedir.
Giderek kirlenen, doğal kaynakları hesapsızca tüketilen bir dünyada sürekli artan çevresel bozulmaya ve bu bağlamda çölleşme, ormansızlaşma, canlı türlerindeki azalma, su ve toprak kirliliği, atıklar, asit yağmurları, küresel ısınma, ozon tabakasının aşınması gibi gelişmelere dikkat çekilirken, çevre sorunlarının, dünyadaki nüfus patlaması, giderek artan yoksulluk ve işsizlik, sağlıksız kentleşme, silahlanma yarışı, derinleşen uluslararası eşitsizlik gibi sorunlara da yönelecek şekilde, yeni ve geniş bir bakış açısı ile ele alınması zorunluluğu da vurgulanmaya başlanmıştır. İnsanlığın çıkış yolu ise, çevre ile kalkınma arasındaki yaşamsal köprünün güçlendirilmesine ve kalkınmanın “sürdürülebilir” olmasına bağlanmıştır (Emrealp, 2005: 13).
Bu itibarla ekonomik, sosyal ve siyasi gelişmeler sebebiyle 21. yüzyılda insanların refahı ve sağlıklı geleceği için, mevcut kaynakların ülkelerce rasyonel, karşılıklı fedakarlık ve denge esasına dayanan bir şekilde kullanılması gereğini ortaya çıkarmıştır. İşte bu çerçevede “sürdürülebilir kalkınma” anlayışının önemi ve gereği dünyanın en öncelikli konusu haline gelmesinin nedeni olmuştur.
Sürdürülebilir kalkınma, insan ile doğa arasında denge kurarak doğal kaynakların yarının yaşamını ve kalkınmasını programlama anlamını taşımaktadır. Sürdürülebilir kalkınma sosyal, ekolojik, ekonomik, mekansal ve kültürel boyutları olan bir kavramdır. Sürdürülebilir kalkınma, insan açısından düşünüldüğünde sosyal, toplum için düşünüldüğünde ekonomik ve kültürel, doğal kaynaklar kapsamında ise ekolojik açıdan önem taşımaktadır.
Literatür özeti: Munasinghe (2001) tarafından sürdürülebilir kalkınma, ekonomik, sosyal ve çevresel açılardan ele alınmış; Esty ve Diğ. (2008); Goodland, (1999) ise sürdürülebilir kalkınmanın ekonomik boyutu, özellikle de kıt kaynak kullanımı ile ilgilenmiş, Flening (2000) ve Piet (2000) sürdürülebilir kalkınma, sosyo-ekonomi bileşenleri arasındaki ilişkiyi, Moffatt (1996) ise sürdürülebilir kalkınmanın sosyal boyutunu çalışma konusu yapmıştır. Tietenberg’e (2006) göre sürdürülebilir kalkınma, bütün kaynakların gelecek kuşakların ihtiyaçlarını karşılayacak şekilde kullanıldığı kalkınma şeklidir, Repetto’ya (1992) göre sürdürülebilir kalkınma, doğal kaynakları, insan kaynağını, fiziksel ve finansal servetimizi, uzun dönem refahı ve insanlık için yöneten bir kalkınma stratejisidir. Gürlük’e (2010) göre sürdürülebilir kalkınma; insanoğlunun birim aileden geniş toplumlara kadar refah düzeyinin arttırılabilmesi için gerekli kalkınma çabalarını, ekonomik, sosyal ve çevresel boyutlarıyla dikkate alıp, gerekli kalkınma stratejilerini takip etmektir. Bunu yaparken gelecek kuşakların da en az bugünkü toplumlarla eşit kaynaklara sahip bir şekilde kalkınmasının sağlanabileceği koşulların yaratılmasına çalışmaktır.
Kaynak bir çevredir. Nitekim çevreyi oluşturan bütün öğeler değişik nitelikleriyle insan için birer kaynaktır (Gültekin ve Akıncı Kesim, 1994:4).
Güneş enerjisi, hava, su, toprak, flora (bitki örtüsü), fauna (hayvan grupları), madenler, taşlar, petrol, kömür, dağlar ve ovalar doğal kaynaklardan bazılarıdır. Doğal varlıklara kaynak özelliğini ve kıymetini kazandıran, kendisi de bir doğal kaynak olan insandır. Doğal kaynaklar, canlıların yaşamsal ihtiyaçlarının (beslenme, üreme, korunma) karşılanmasını sağlayan, yaşamlarını kolaylaştıran ve yönlendiren varlıkların tamamıdır. Genellikle ülkelerin gelişmişlik durumu, doğal kaynakların miktarına göre bunların bilinçli bir biçimde kullanılmasıyla yakından ilgilidir (Yıldız ve Sipahioğlu ve Yılmaz, 2000:76).
Dünyanın doğal kaynakları sınırlıdır. Bunlar aşırı ve bilinçsizce kullanıldığı takdirde zamanla azalacak ve mutlaka bir gün tükenecektir. Doğal kaynakların sürekli bir biçimde kullanılabilmesi için ondan alınanın karşılığında, onun da özelliğini koruyabilmesi, varlığını sürdürebilmesi için gerekli önlemleri almak gerekir.
2.2.1. Tüketmeden Kullanım
Doğal kaynağı yıllık artış, üreyiş hızından (miktarından) daha çok tüketiyorsanız, yani daha çok kullanıyorsanız bu "canlı doğal kaynak" tükenir.
Bundan dolayı, doğal kaynaktan elde edilebilecek yıllık verimin, o doğal kaynağın yıllık doğal artış oranını geçmemesi “tüketmeden kullanım” düşüncesini içermektedir. “Cansız doğal kaynakların“ kendilerini yenilemesine ve “canlı doğal kaynaklar”ın çoğalmasına izin vermemiz halinde onlardan sonsuza dek yararlanmamızın mümkün olduğu anlamına gelmektedir.
Sürdürülebilir kalkınmayı; doğayı tüketmeden kullanarak elde edilecek kalkınma şeklinde tanımlamak mümkündür. Tüketmeden kullanım, doğal sermayenin kullanımında önemli bir tasarrufa yol açmaktadır. Çünkü tüm doğal kaynakların kullanımı birbirine bağlıdır. Yeniden ya da tüketmeden kullanım yoluyla hammadde ve enerji girdilerinde sağlanacak tasarruflar, yerel yönetimlerin daha küçük çöp toplama alanına gereksinim duymasını sağlayabilir. Bu durum ise toprak hava ve suyun daha az kirlenmesi anlamına gelmektedir (Karabıçak ve Altuntepe, 2007:30).
2.2.2. Kaynaktan Kısma/ Kaynağında Azaltmak
Atıkları ortadan kaldırma gereksinimini asgari düzeyde duyuran, hammaddelerin doğadan çıkarılıp işlenmesini sınırlandıran hatta daha az enerji kullanımına ve kirliliğe enden olan bir çözüm olarak yeniden işlemeye bile gerek bırakmayan seçeneklerden biri olarak görülmektedir. Bunda gözetilen en genel amaç; ekonomiye giren ve çıkan malzemelerin miktarını azaltmak böylelikle hammadde çıkarımı ve işlenmesiyle atık madde imhasının yol açtığı çevresel maliyetlerden kaçınmaktır. Hepsi birlikte ele alındığında, kaynak kullanımının kısılması, atık maddelerin yeniden kullanımı ve yeniden işlenmesi, yalnızca atıkları azaltmakla kalmayıp, kaynak kullanımında verimliliğin gözetilmesine yol açmakta ve daha esnek, kendini dengeleyebilen, sağlam temelli ve sürdürülebilir ekonominin oluşturulmasına da katkıda bulunmaktadır (Demir, 1995:72).
3. ÇEVRE VE TİCARET İLİŞKİSİ
Kalkınmanın hızlandırılması için çevreye verilen değer artarken diğer yandan kalkınmanın olmazsa olmaz koşulu ticaret faktörü tüm dünyada çevreyle birlikte ele alınması gereken bir hazırlık çalışmasına bürünmüştür. Buna bağlı olarak çevreyi korumaya yönelik tedbirlerin ticaret ekseninde şekillenmeye başlaması giderek artan ölçüde, istenen ve beklenen bir durum haline gelmeye başlamıştır.
Sürdürülebilir bir kalkınmanın sağlanması amacıyla dünyada çevre açısından meydana gelen olumsuzlukların giderilmesi vb. konular, son yıllarda üzerinde yoğun olarak durulur hale gelmiştir. Ülkeler, söz konusu olumsuzlukları bertaraf etmek amacıyla her alanda olduğu gibi ticarî alanda da birtakım tedbirler almaya çalışmaktadırlar. Ancak, bu bazen iyi niyetli bazen de art niyetli şekillerde gerçekleştirilebilmektedir. Bununla birlikte, bu alanda yoğun bir sürece girildiği bir gerçektir (www.dtm.gov.tr).
Uluslararası ticaretin, çevre kaynaklarının daha etkin bir biçimde kullanılması çabasında öncülük etmesi beklenmektedir. Temel kuram ve yaklaşım, kabaca şu şekilde özetlenebilir: Eğer yurtiçi ekonomik faaliyetler çevre bozulmasına yol açıyor ve bu faaliyetler bir kaynak maliyeti olarak algılanıyorsa ve eğer hükümetler bu kaynak maliyetlerini üreticiler tarafından karşılanan kaynak maliyetleri biçiminde topluma yüklüyorsa, dış ticaretin dünya üretiminin herhangi bir noktasında ve düzeyinde çevre bozulmasını önlemede etkili bir rol oynamasının beklenmesi doğaldır. Başka bir söyleyişle, dünya ekonomisi çerçevesinde, etkili çevre politikaları oluşturulabilmesi ve uygulanabilmesi için dış ticaretle ilgili uygulamalar gereklidir (Aruoba, 1993:37-38).
Günümüzde ticaret politikalarının çevre amaçlı kullanılması, aynı şekilde çevrenin de ticari amaçlarla kullanılması yaklaşımı güç kazanmaya başlamıştır. Özellikle de serbest dünya ticaretinin çevresel açıdan sürdürülebilir bir büyüme ve gelişme düşüncesi ile uyumlu olup olmadığı düşüncesi gündeme gelmiştir.
Burada ticaret ve çevre tartışmasında, “çevreciler” arasında kesin bir görüş birliği olduğu söylenemez. Bir bölüm çevreci, serbest ticaretin çevrenin ve toplum çıkarlarının en büyük tahripçisi ve düşmanı olduğu ileri sürmektedirler (Aruoba, 1995:19).
Ekonomik faaliyetlerde en basit çerçevede, girdi anlamında doğal kaynaklar ve bunların işlenmesi sürecinde enerji kullanılmakta, sonuçta belli miktar atık ve emisyon çevreye bırakılmaktadır. Çoğu ekonomik faaliyetin çevresel bozulmaya neden olduğu, çevresel olumsuzlukların etkileri ortaya çıktıkça uluslararası ticaretin de bunda önemli payı olduğu kabul edilmektedir (Palabıyık, 2004: 255).
Çevreci görüş ve grupların bir başka bölümü, çevre bozulmasının nedenlerinden birinin doğrudan doğruya serbest ticaret olduğu görüşüne katılmamaktadır. Bunlara göre, uluslararası ticaretin çevre üzerinde olumsuz etkiler yaratmasının nedeni ticarete, çevre ile ilgili koşulların, kısıtlamaların ve kuralların yeterince katılmamış olmasıdır. Başka bir söyleyişle, dünya ticaretinin yönetimi ve yönlendirilmesi, çevre kuralları çerçevesinde gerçekleştirilirse söz konusu olumsuzluklar ortadan kalkacaktır (Aruoba, 1995: 20).
Diğer yandan farklı görüşler ortaya konarak, azgelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler açısından çevre ve dış ticaret ilişkisinden bahsedilmiştir.
Bazılarına göre, ticaretin genişlemesi gelirlerin artmasına ve teknolojinin yaygınlaşmasına neden olduğu için, gerek gelir artışı ve gerekse teknolojik gelişme, toplumların çevreyi koruma ve geliştirme kapasitelerini arttırır. İktisadi büyüme çevresel problemlerin çözümü için gerekli olan kaynağı ve isteği sağlar. Yüksek gelir grubundaki ülkelerin halkı, düşük gelir grubundaki ülkelere nazaran çevrenin korunması konusunda daha eğitimli, daha duyarlı ve kaynakların bu yönde harcanması konusunda daha istekli olmaktadırlar. Bu nedenle, dış ticarette liberalleşme ile sağlanan iktisadi büyüme ve gelir artışı çevre üzerinde olumlu etkiler yaratır. Buna karşılık diğer görüş sahiplerine göre ise, özellikle çevresel politikaların zayıf olduğu veya hiç olmadığı ülkelerde kısıtlanmamış bir dış ticaret, çevresel değerlerin daha fazla istismar edilmesine yol açacağından çevre üzerinde olumsuz etkiler yaratır. Şöyle ki, dış ticarette liberalleşme beraberinde ekonomik büyümeyi getirir. Ekonomik büyüme de daha fazla üretim ve dolayısıyla daha fazla kirlilik ve doğal kaynak istismarı demektir. Dışsallıkların olduğu bir ekonomide, sosyal maliyetlerle özel maliyetler eşitlenmediği için piyasa başarısızlığı söz konusudur. Yani mal ve hizmetlerin fiyatları çevresel değerleri yansıtmaz. Bu durumda, çevresel dışsallıkların var olduğu bir ekonomide, ticaretin genişlemesi ve artan talep, çevre sorunlarının da artmasına neden olur. Sonuçta, çevresel değerler fiyatlara yansıtılmadığında ticaretteki liberalleşme ülkenin toplam refahı üzerinde azaltıcı etkide bulunur (Gül, 2003: 9).
Çevre ile ilgili düzenlemeler ticareti etkilediği gibi, ticaret ve ticaretle ilgili düzenlemeler de çevreyi etkilemektedir. Ticaret politikası ile gelişmekte olan ülkelerin sürdürülebilir kalkınmasını teşvik etmekle; gelişmekte olan ülkelerin kalkınmasını, rekabet gücü kazanmasını, uluslararası ticaret sistemine entegrasyonunun sağlanması, GOÜ’lerin ticaret politikaları ile yoksulluğun azaltılması ve stratejilerinin bütünleştirilmesi, ticaret ile bağlantılı yardımlarının her ülkenin koşullarına uyarlanması, çevre ile ilgili kriterlerin ortaya konmasındaki amacın hayatın sürdürülebilir halde olmasının sağlanması, bu çerçevede iktisadi kalkınmanın gerçekleştirilmesi olduğu belirtilmektedir.
4. DÜNYA VE AB EKSENİNDE ÇEVRE, KALKINMA VE TİCARET
Globalleşen dünya arenasında üç ana evreden söz edilmektedir. Bunlardan birincisi; çevrenin yerel ve ulusal bir sorun olmaktan çıkıp küresel bir boyut kazanması, ikincisi; dünya ekonomisinde rekabet üstünlüğü yaratan ticaret ve son olarak üçüncü değişkenimiz olan kalkınmanın hem ticaret hem de çevre boyutu olarak ele alınması gerçeğidir.
Çevre konusunun dış dünyada güncel hale gelmesi ve özellikle ulus devletleri bu konuda önlemler almaya zorlayan anlaşma ve konferanslar çevre odaklı tartışmaların başlangıcını oluşturmuştur. Çevre ve kalkınma konuları çevre tartışmalarının her aşamasında doğrudan ve dolaylı olarak ilgilidir. İlk aşamada kalkınma ile çevrenin korunması iki karşıt süreç olarak ele alınırken, daha sonraki dönemlerde çevre ile kalkınmanın bağdaştırılması üzerine çalışmalar yoğunlaştırılmıştır.
5 Haziran 1972 tarihinde, Birleşmiş Milletler tarafından ilk defa toplanan Çevre Konferansı 113 ülkenin katılımıyla gerçekleşmiş ve çevre-insan kavramları toplantıların temelini oluşturmuştu. 5 Haziran Dünya Çevre Günü de bu toplantıda ilan edilmiştir. Stockholm’de başlayan toplantılar serisi ufak çaplı konferanslarla birçok ülkede gerçekleştirilmiş, bilim çevreleri ve hükümetler çevre sorunlarını doğa-insan temelinde tartışmaya devam etmiştir. 20 yıl sonra, iki kutuplu dünyanın sona erdiği, soğuk savaşın kısmen kapandığı, dünya siyasetinin tek kutup ekonomi-politikalarıyla şekillendirildiği bir süreçte, 3-14 Haziran 1992 tarihlerinde Birleşmiş Milletler, Brezilya’nın Rio kentinde “Çevre ve Kalkınma” Konferansını gerçekleştirdi. Bu konferansın en önemli özelliği kalkınma temelinde şekillenmesiydi. Yapılan toplantılarda, ülkelerin çevre ve kalkınma alanlarındaki sorumlulukları, Gündem 21 ve ormanların sürdürülebilir yönetimi gibi konularda ilkesel kararlar alınmıştır. Bu gibi temel konuların yanında, somut olarak, İklim Değişikliği Sözleşmesi ve Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi imzaya açılmıştır (Bozoğlu, 2008:1).
Kyoto Protokolü İklim Değişikliği ve Çerçeve Sözleşme mekanizması altında yer alır ve günümüzde uluslararası iklim politikası mekanizmaları Kyoto süreci halini almıştır. Dünyanın en büyük sera gazı üreticisi ABD ise, Kyoto’ya katılmamakta ısrar etmektedir. AB, toplamda yüzde 8 oranında bir azaltma hedefi belirlemiştir. Greenpeace, Kyoto’nun tek başına yetmeyeceği, ancak tüm ülkeler buna imza atarsa, o zaman sonuç alınabileği görüşündedir. ABD dahil tüm gelişmiş ülkelerin sözleşme şartlarına uyması durumunda, sera gazı emisyonlarının yüzde 55’i en azından düşürülme yoluna girecektir (www.ntvmsnbc.com).
26 Ağustos - 4 Eylül 2002 tarihleri arasında Johannesburg’da yapılan Dünya Sürdürülebilir Kalkınma Zirvesi de Rio Konferansı’ndan sonraki 10 yılı sürdürülebilir kalkınma bakış açısıyla değerlendirmeye almayı amaçlamıştır. Zirve’de, 100 den fazla devlet ve hükümet başkanının yanında, “paydaş” olarak nitelenen ve ağırlıklı olarak kamu, sivil toplum, iş dünyası, yerel yönetim ve bilim çevreleri temsilcilerinin oluşturduğu 20.000’den fazla katılımcı da aktif olarak resmi toplantı ve yan etkinlikleri takip etmiştir (Yüksel, 2009:1).
BM’in bu çabaları yanında, AB de birlik üyeleri arasında bir çevre politikası oluşturmuştur. Bu politika, ilkini 1973 yılında oluşturduğu Çevre Eylem Planları doğrultusunda çevre problemleri ile mücadele yoluna gitmektedir. NATO, kendi içinde 1969 yılında “Modern Toplumun Sorunları” adlı bir komite oluşturmuştur. Komite, üyelerin çevre sorunlarına yönelik yasa oluşturmalarına yardımcı olmak, bilimsel ve teknik projeler üretilmek ve pilot bölgelerde uygulanmak gibi konularında çalışmalar yapmaktadır (Özsabuncuoğlu ve Uğur, 2005: 278).
Çevresel değerlerin giderek öneminin artması ülkelerin işbirliği ve birlikte yer alacağı antlaşmaları, kuruluşları ve toplulukları oluşturmaya davet etmiştir. Uluslararası kuruluşlara ve Birleşmiş Milletler sistemine bakıldığında, UNEP (Birleşmiş Milletler Çevre Programı) yanında, UNDP (Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı)’nin, FAO (Gıda ve Tarım Teşkilatı)’nun, Dünya Meteoroloji Teşkilatı’nın, NATO’nun, OECD’nin, Avrupa Topluluğu’nun, Avrupa Konseyi’nin, Uluslararası Ticaret Odası’nın, Dünya Bankası’nın ve hemen sıralanması mümkün olmayacak çok sayıda uluslararası kuruluşun çevre ile ilgilendiği görülmektedir. IMF’in de, özellikle Dünya Bankası’nın gayretlerine paralel olarak bu kervana katılmış olmasıdır (Ural, 1990:279). Bunun yanında Birleşmiş Milletler Sınai Kalkınma Örgütü (UNIDO), UNESCO, HABITAT gibi kuruluşlar da çevre problemlerinin çözümüne yönelik çalışmalar yürütmektedir (Özsabuncuoğlu ve Uğur, 2005: 279).
Hızla artan dünya nüfusu ve doğal çevrenin yok edilmesi tehlikesi, uluslararası ortamda çevre kirliliğinin çözümüne ilişkin artan endişeler ulusları çözüm yolunda örgütlenmeye yönlendirmiştir. 20. Yüzyılın ikinci yarısından itibaren ulusların gündeminde sürdürülebilir kalkınma kavramı yer almaya başlamıştır.
Sürdürülebilir kalkınma kavramı, çevreci dünya görüşünün kalkınmacı görüş ile bir uzlaşısı temeline dayanmaktadır. Bu görüşün kalkınma etrafında şekillenebilmesi için çevresel sorunlarla aynı paralelde yer alan çevre ve ticaret ilişkisini de yakından ilgilendirmektedir. Bunun nedeni ise, çevresel bozulmayla ilgili kavrayış ve anlayışlar dünya ekseninde giderek artmaya başlamasıdır. Çevre bilinci küresel ölçekte gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde ön plana çıkmaya başlamıştır. Bu da çevre politikasının kısıtlayıcı şartlarını da beraberinde getirmesi ve sonucunda ticarete engeller koyması demek olmaktadır.
Çevre ve Ticaret tartışmasının önemli çıkış noktası ise, serbest dünya ticaretinin çevresel açıdan sürdürülebilir bir büyüme ve gelişme düşüncesi ile uyumlu olup olmadığı, başka açıdan bakılınca, çevre kökenli kısıtlamaların serbest ticaret düşüncesi ile uyumlu olup olmadığıdır.
Serbest ticaret yanlılarına göre, ticaret ve ticaretin liberalleştirilmesi daha iyi bir çevre ile beraber gelişme ve kalkınmaya neden olur. Serbest ticaret refahı arttırır, artan refah da temiz bir çevreyi getirir. Teknoloji ve teknolojinin transferinin çevrenin korunması ve sürdürülebilir kalkınmanın sağlanmasında çok önemli rolü vardır. Çevre ile ilgili düzenlemeler ticareti etkilediği gibi, ticaret ve ticaretle ilgili düzenlemeler de çevreyi etkilemektedir. Çevre ile ilgili düzenlemelerde, ve çevre ile ticaret arasındaki anlaşmazlıklarda, ticari politikaların mı, yoksa çevre politikalarının mı düzeltilmesi gündeme geldiğinde çevre, ticaret ve kârın gerisinde kalmaktadır. Çevresel önlemler rekabet kaygıları nedeniyle sekteye uğramaktadır. Çevre politikalarının dolaylı ve dolaysız biçimde belirlendiği, BM, IMF-DB ve DTÖ’nün politikalarında paralellik yanında, çelişkili olan politikaları da vardır. BM’nin yaptırım gücü sınırlı olup, IMF-DB ve özellikle de DTÖ’nün elinde birçok etkili araç olup, araçlarla ülkelerin sosyo-ekonomik yapılarına müdahale etmekte ve çevreyi yönlendirmektedir. Ticaret ve ticaretin liberalleştirilmesi bazı çevre sorunlarını çözerken, aynı zamanda kaynak dağılımını olumsuz etkileyerek yoksulluğa ve azgelişmiş ülkelerin doğal kaynakları üzerindeki baskıyı arttırarak ve atık sorununu tetikleyerek çevre sorunlarına neden olmaktadır (http://www.sav.org.tr).
Küresel düzeyde ticaretin serbestleşmesi ve çevre korumacılığın gelişmesine paralel olarak, uluslararası ticarette çevre koruma kaynaklı tarife dışı teknik engel uygulamaları da giderek önem kazanmaktadır. Gümrük vergileri ile ithalat kesinti ve fonları dışında kalan, uluslararası ticareti kısıtlayıcı her türlü uygulama, tarife dışı ticaret engeli olarak düşünülebilir ise de, giderek artmakta olan çevre koruma kaynaklı tarife dışı engellerin çoğu, ürün bazında çevre, sağlık ve güvenlik standartlarına dayandırılmaktadır (Zanbak, 2002:1).
Bu tür engellerin, gelişmiş ülke standartlarının diğer ülkelere empoze edilmesi ve çevre görüntüsü altında gizlenmiş korumacılığa dönüştürülmesi durumu ortaya çıkmıştır. Bundan dolayı çevre-ticaret ilişkisi, GATT’ın Uruguay Görüşme Turu’nda tarife dışı engel tartışmalarının esas konusu olmuştur. GATT’taki çevre vurgusunun belirginleştirdiği Uruguay Görüşme Turu’nun çevre ile ilgili en temel hükmü, DTÖ (WTO)’nun kuruluş safhasının giriş kısmında şu şekilde yer almıştır: “WTO’nun amacı, hem çevreyi korumaya hem de koruma yöntemlerini, farklı ekonomik gelişme seviyelerindeki tarafların ihtiyaçlarıyla tutarlı bir şekilde geliştirmeye özen göstererek, dünya kaynaklarının, sürdürülebilir kalkınma hedefi ile uyumlu olarak optimum kullanımına izin verecek şekilde, mal ve hizmetlerin üretim ve ticaretini genişletmek için taraflara maksimum imkânları sağlamaktır”. WTO’nun yaklaşımında, mal ve hizmetlerin üretim ve ticaretinin genişletilmesi hedefi, çevreyi koruma ve dünya kaynaklarını sürdürülebilir kalkınma anlayışıyla kullanma amacıyla birlikte ele alınmaktadır. Tabii ki bu şekilde hareket etmek gereklidir ve zaten bu, gelecek açısından düşünüldüğünde uygun olan hareket tarzıdır. Bununla birlikte, şu da ilave edilmelidir: Her ülke kendi içinde, istediği sıkılıkta çevre standartları uygulayabilir; ancak, bunların maliyetinin, dış ticarete yönelik tedbirlerle desteklenmesi, serbest dünya ticareti açısından sakınca arz etmektedir (http://www.ekocerceve.com).
Uluslararası ticaretle yakından ilgilenen DTÖ, direkt olarak çevre ile ilgili bir antlaşmaya sahip olmamakla beraber, bünyesinde konuya ilişkin birtakım oluşumlara gitmektedir. 1994 Uruguay Turu sonrasında DTÖ Ticaret ve Çevre Komitesi kurulmuştur. Komite, ulusal çevre tedbirlerinin ticarete ilişkin uygulamaları üzerinde çalışmalarını yürütmektedir. Bu kapsamda şu konular ele alınmaktadır.
· Ticaret ve DTÖ hükümleri üzerinde önemli etkileri olan çevreyle ilgili tedbirler; çevre ile ilgili düzenlemelerde süreç ve üretim metotlarının kullanımı, paketleme şartları, çevreye uygunluk etiketlemeleri, çevre ile ilgili amaçlar için konulan tüketim vergileri ve diğer vergiler.
· Çevre ile ilgili çok taraflı antlaşmalardaki ticaret hükümleri
· Ticari liberalizasyonunun çevre ile ilgili faydaları (Ekinci, 2009:1).
Çevrenin korunması günümüz ve gelecek nesillerin yaşam kalitesi için temel şarttır. Ancak zor olan, bunu ekonomik büyüme ile paralel olarak uzun dönemde sürdürebilmektir. AB çevre politikası yenilik ve iş fırsatlarını teşvik eden yüksek çevre standartları inancı üzerine oturtulmuştur.
Bugün, 21. yüzyılda yeşil değerlerin iş dünyasına dahil edilmesinin kalkınamamanın bir göstergesi olduğu düşüncesi halâ akıllardadır. Çevresel bakış açısının aleyhine işleyen en inatçı önyargılardan biri, çevre değerlerinin dahil edilmesinin yüksek maliyete ve az kâra neden olduğuna yönelik inançtır. Bu eski düşünce tarzı, sürdürülebilirlik için yapılan harcamaları şirketin kaynaklarını boşa harcama olarak görüp fonların da verimsiz işler için kullanıldığını düşünmektedir. Oysa yapılan son araştırmalar, olumsuz iddiaların geçmişte çok fazla ön plana çıktığını ve yararların farkına varılamadığını göstererek bunun tam aksini ortaya koymaktadır. Daha modern bir bakış açısı başka bir tablo çizmektedir. Örneğin, bazı akademik çalışmalar, kirliliği önlemenin ve buna bağlı olarak bir şirketin üretim sürecinin yeniden değerlendirilmesinin, şirket için üretimi yeniden düzenleme ve bu yeniliği bir rekabet avantajına dönüştürmede stratejik bir yaklaşım kazanması için bir fırsat olduğunu göstermektedir. Diğer araştırmalar da, çevre sicilleri daha iyi olan şirketlerin, maliyet ve yükümlülükler konusunda daha az zorluk çıkaracakları düşüncesiyle yatırım için daha çekici olduğunu vurgulamaktadır (ABÇÖ, 2005-2006: 1).
Bugünün eylemleri yarının çevre kalitesini ve ekonomik sürdürülebilirliği belirleyecektir. Avrupa Birliği 1992 yılında Rio de Janerio’da toplanan Birleşmiş Milletler Çevre ve Kalkınma Konferansı’nda sürdürülebilir gelişmenin küresel gündemi olan Gündem 21’i onaylamıştır. Rio’dan bu yana Birlik Avrupa’da ve dünyada siyasal öncelikler listesinde sürdürülebilirlik konusunu üst sıralarda tutmaya çaba göstermiştir. Hiçbir ülke kendi başına sürdürülebilirliği elde edemez, ancak Avrupa Birliği dünyanın diğer bölgelerinde devletlerarası işbirliği için yararlı olabilecek sürdürülebilir davranış modelleri uygulamayı ummaktadır. 1992-2000 dönemi için Avrupa Birliği’nin çevre ve sürdürülebilir gelişme ile ilgili politika ve eylem programı olan ‘Sürdürülebilirliğe Doğru’ Gündem 21’e paralel olarak geliştirilmiştir. Bu program politika, yasa ve projeleri tek bir hedefe - sürdürülebilir gelişme hedefine- yönelik kapsamlı bir reform programı içinde bütünleştiren yeni bir yol çizmiştir. Beşinci program, ayrıca bugün Birliğin karşı karşıya olduğu en önemli çevre sorunlarından bazılarını da ele almaktadır: İklim değişikliği, asitleşme ve hava kirliliği, doğal kaynakların ve biyo-çeşitliliğin tükenmesi, su kaynakları, kentsel çevrenin bozulması, kıyı bölgeleri, atıklar ve endüstriyel riskler (www.cevreciyiz.com).
Avrupa Birliği’nin çevre alanındaki on yıllık (2000-2010) politikasının çerçevesini çizen “Altıncı Çevre Eylem Programı”nda ise, piyasanın çevre için çalışmasını teşvik etmek amacıyla izlenecek adımları ortaya koymaktadır.
2001’de oluşturulan “Çevre 2010: Geleceğimiz, Tercihimiz” başlıklı 6. Çevre Eylem Planı ile 10 yıllık sürede, iklim değişikliği, doğa ve biyolojik çeşitlilik, çevre ve sağlık ile doğa kaynaklar ve atıklar öncelikli hedef olarak belirlenmiştir (Özsabuncuoğlu ve Uğur, 2005: 278).
AB çevre müzakerelerinde olayın hem “çevre” hem de “ticaret” yönünü birlikte ele almaya başlaması çevreye olan duyarlılığın ticareti de içine almaya başlaması ile gündeme gelmiştir.
Bu yüzden, Sürdürülebilir Kalkınma anlayışı; dış ticaret ve serbestleştirilmesi konularında da yeni değerlendirmelerde bulunmuştur. Buna göre, dış ticaret ile çevre arasında, en azından dolaylı bir ilişki vardır, fakat çevresel etkiler içselleştirildiği sürece, ticaretin serbestleştirilmesi, sürdürülebilir kalkınma ile uyum içerisinde olacaktır.
AB’nin çevre-ticaret ilişkisindeki genel tutumu; çevre önlemlerinin uygulanmasında tek yanlı tedbirler yerine çok taraflı düzenlemelerin tercih edilmesinin önemine değinerek, DTÖ kurallarının da bunu destekler şekilde yorumlanması gerektiğini savunmaktadır (http://www.dtm.gov.tr).
Birlik, en başta DTÖ, ve Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü (OECD) olmak üzere çeşitli uluslararası kuruluşlar ile bölgesel ve ikili işbirliği anlaşmaları aracılığıyla sanayileşmiş devletlerle yakın bir işbirliği içinde çalışmaktadır. Ticaret ve çevre politikalarının gerek DTÖ, gerek bölgesel ve bölgeler arası ticaret anlaşmaları bağlamında birbirini destekler nitelikte olmasını sağlayacak ortak konumlar geliştirmeye çalışmaktadır. Çevrenin korunması ile ilgili gerekler de Birliğin ticaret ve kalkınma yardımı politikaları ile resmi olarak bütünleştirilmektedir. Örneğin, çevresel hükümler sistematik olarak ticaret anlaşmalarına dahil edilmekte ve gelişmekte olan ülkelerde sürdürülebilir üretimi teşvik etmek üzere yeni ticaret araçları hazırlanmaktadır. Avrupa Birliği’nin genelleştirilmiş tercihler sistemi, sürdürülebilir biçimde yönetilen ormanlardan elde edilen ağaç ürünlerine uygulanmaktadır (www.cevreciyiz.com).
5. TÜRKİYE’DE ÇEVRE, KALKINMA VE TİCARETİN SÜRDÜRÜLEBİLİRLİLİĞİ
Türkiye, gelişmekte olan ülkeler gibi gelecek nesillere bırakacağı çevresini korur ve gözetirken aynı zamanda ekonomik büyüme yarışı içerisinde yerini almak durumundadır.
Türkiye’de bu süreçte çevre bilincinin artmasıyla birlikte çevreyle ilgili politikalara yer verilmeye ve çevre konusu her yaklaşım ve her strateji içerisine alınmaya başlamıştır. Öte yandan, çevrenin korunması, doğal kaynakların eşit biçimde tüketilmesi, gelecek kuşakların haklarının savunulması ve çevre maliyetinin aynı kuşağa mal edilmemesi için “sürdürülebilir” kavramı Türkiye’nin gündemine girmeye başlamıştır.
Çevre konusunun Türkiye'de dört ayrı çevrecilik anlayışı ve oluşumu içinde şekillendiğini tespit etmek mümkündür. Bu noktadan hareketle Türkiye'de dört çeşit çevreciliğin geliştiğini söyleyebiliriz. Birincisi "Bürokratik çevrecilik" olarak isimlendirdiğimiz ve devlet elinde şekillenen çevrecilik anlayışı ve oluşumudur. Bu konuda başlangıç noktasını Beş Yıllık Kalkınma Planları oluşturdu (Çaha, 1995: 2).
Birinci (1963-1967) ve İkinci (1968-1972) Beş Yıllık Kalkınma Planları'nda doğrudan bir çevre koruma bölümü yoktur. Dolaylı olarak çevreye değinen bölümler var ise de bunlar da çok yetersizdir. Çevre konusuna ayrı ve yeterince bir yer veren ilk kalkınma planı, Üçüncü Beş Yıllık Kalkınma Planı’dır (1973-1977). Bu metin aynı zamanda Türkiye’deki ilk ulusal ölçekli çevre politikası metni olma özelliğine de sahiptir. Plandaki bu bölüm hazırlanırken, hazırlayanların hem Stockholm Çevre Konferansı'ndan hem de Avrupa Birliği Çevre Eylem Programları’ndan etkilenmiş oldukları anlaşılmaktadır. Bu nedenle de, bu planda öngörülen / çizilen çevre politikasının genel hatları ile AB çevre politikası ile uyumlu olduğu da söylenebilir. Ancak, bu planda tanımlanan çevre koruma politikasının “kirliliği giderme / azaltma mantığı” üzerine oturtulmuş olduğu hemen dikkati çekmektedir. Dördüncü Beş Yıllık Kalkınma Planı’nda da (1979-1983) konu hem anlayış olarak hem de biçim olarak aynı şekilde ele alınmıştır. Beşinci Beş Yıllık Kalkınma Planı'nda (1985-1989), “doğal kaynakların etkin kullanımı / çevre kirliliğinin önlenmesi ve çevrenin gelecek kuşaklara sağlıklı bir biçimde aktarımı” ve “çevre kirliliğini önlemenin, en az kirliliği ortadan kaldırmak kadar önemli olduğu” görüşlerinden söz edilmiş ve bu görüşler genel kabul görmüştür. 1992 yılında Rio Zirvesi'nde kabul edilen “sürdürülebilir kalkınma” yaklaşımı, ilk kez Altıncı Beş Yıllık Kalkınma Planı’nda (1990-1995) benimsenmiştir. 1996 yılında uygulanmaya başlayan Yedinci Beş Yıllık Kalkınma Planı’ndaki (1996- 2000) "Çevrenin Korunması ve Geliştirilmesi" başlığını taşıyan üçüncü bölümü, bu bağlamdaki en geniş ve çağdaş metinlerden biridir (Akdur, 2005: 135).
Çevre konusunun başlı başına bir yapısal değişim projesi olarak değerlendirilmiş olması, 7. Plan döneminde 1992 Rio Zirvesi ve sonrasındaki gelişmelerden etkilenilmiş olduğunu göstermektedir. Sürdürülebilir kalkınma dengesinin temel unsurunu oluşturan çevre konusunun üretim, istihdam ve ticaret alanlarında dikkate alınmasının önemi artmış ve bu yönde önemli gelişmeler kaydedilmiştir. Türkiye’de bu gelişmenin yansıması olarak, 7. Plan döneminde çevre politikalarının tespitine ve çözüm önerilerine yönelik dikkati çeken ve önemli bir çalışma olan Ulusal Çevre Stratejisi ve Eylem Planı (UÇEP) hazırlanmıştır (Bayındırlık, agis, 2009). Bu çalışma Türkiye’nin çevre bilincinin önemi ve bu uğurda çalışmasının en açık göstergesidir (Talu, 2007:1).
Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planı’nda da (2001- 2005) konuya eleştirel yaklaşılmaya devam edilmiş, temel politikalar Yedinci Plan’da çizilenin aynısı olmuştur (Akdur, 2005: 135).
Dokuzuncu Beş Yıllık Kalkınma Planı’na (2007 - 2013) baktığımızda ise, çevrenin korunması ve üretim sürecinin olumsuz etkilenmemesi açısından doğal kaynakların sürdürülebilir kullanımı konusunda kurum ve kuruluşlar arasındaki görev ve yetki dağılımındaki belirsizlikler yeterince giderilememiştir. AB’ye uyum sürecinde atık yönetimi, doğa koruma gibi konularda ilerleme kaydedilmesine rağmen mevzuata uyumluluk ve finansal desteğin sağlanmasında uzun bir zaman dilimine ihtiyaç vardır. Bunun yanında Kyoto Protokolü’ne taraf olunması ile iyi bir şeye imza atıldığı anlamına gelmemektedir, çünkü Türkiye sanayileşme yolunda yeni adım atan bir ülke iken bu sözleşmenin esprisi içinde bilinçli davranamamıştır. Bu protokole göre, sanayileşmiş ülkeler ile piyasa ekonomisine geçiş sürecindeki ülkeler atmosfere saldıkları sera gazı miktarlarında indirime gitmeyi kabul etmektedirler (Nişancıoğlu, 2005:1). Oysa ki Türkiye bu antlaşma ile kendi ülkesinde var olmayan sera gazının bile vergisine tabi olmaktadır.
Türkiye'de öncelikle devlet kendi üretim yerlerinde çevreyi korumaya yönelik tedbirler almalı ve böylelikle özel sektöre örnek olmalıdır. Ayrıca ekonomik kalkınmayı sağlamak için, sanayileşmiş ülkelerin tecrübelerinden yararlanmak gerekmektedir. Tarım arazilerinin sanayileşme amacıyla kullanılmaması, hem verimlilik hem de sağlık açısından çok büyük önem taşımaktadır. Çevreye doğrudan doğruya zarar veren kimyasal maddelerin kullanımı kontrol altına alınmalıdır. Hem ekonomik kalkınmayı hızlandırıcı hem de çevreyi koruyucu ileri teknolojileri üretimde kullanmak milli politika haline getirilmelidir. Kalkınmış ülkelerdeki çevre bilinci çok daha fazladır ve bizim de çevreye göstereceğimiz daha fazla özen, küresel ve bölgesel anlamda bizlerin kalkınmasına yardımda bulunacaktır.
Türkiye'de gelişen ikinci bir çevrecilik oluşumu ise "kurumsal" çevrecilik olarak isimlendirdiğimiz gönüllü kuruluşlar ekseninde gelişmekte olan bir çevrecilik anlayışı ve oluşumudur. Kurumsal çevrecilik teknik ve bilimsel gelişmeleri baz alarak çevre sorunlarını tespit etmeye ve bunları ilgili mercilere bildirmeye dönük bir çevrecilik anlayışı etrafında gelişmektedir (Çaha, 1995: 2).
Türkiye’de 1995-2007 yılları arasında kurulan çevre STK’larının (Sivil Toplum Kuruluşları) sayısının 1924-1995 arası kurulanlardan 3 kat fazla olduğunu görüyoruz. (Paker ve G. Baykan, 2008: 1).
Günümüzde faaliyet gösteren çevre kuruluşlarının başlıcaları: Çevre ve Kültür Değerlerini Koruma (ÇEKÜL), Doğal Hayatı Koruma Derneği (DHKD), Türkiye Çevre Vakfı (TÇV), Türkiye Erozyonla Mücadele Ağaçlandırma ve Doğal Kaynakları Koruma Vakfı (TEMA), Deniz Temiz Derneği (TURMEPA), Türkiye Çevre Koruma ve Yeşillendirme Kurumu (TÜRÇEK), Greenpeace (Yeşil Barış) vs.
Türkiye'de gelişmekte olan ve çevre politikalarının oluşumunda etkili olan bir başka çevrecilik oluşumu ise "reaksiyoner" çevrecilik olarak isimlendirdiğimiz ve yerel düzeyde yaygınlaşarak gelişen bir çevrecilik anlayışı ve oluşumudur. Bu tür çevrecilik, başta Yeşiller olmak üzere çok sayıda değişik kesimle birlikte çevre konusunda mağdur olan insanları da kapsayarak gelişmektedir. Çevre sorunlarını genel olarak kar ve rekabeti esas alan kapitalist üretim biçimine dayandıran bu çevrecilik akımı daha çok yanlış olan politikaları düzeltici olma yolunda ilerlemektedir. Son olarak "sosyal çevrecilik" olarak isimlendirdiğimiz, politik yönü olmayan ve yerel bazda gelişen çevreciliktir. Bu oluşumun Türk kültürü ile yakından bir ilişkisi vardır. Türk kültüründe İslam'ın da etkisiyle yeşile ve güzel çevreye karşı bir ilgi vardır. Bunun da etkisinde daha çok yeşil alanları korumak, geliştirmek ve şehirleri güzelleştirmek amacı ile kurulan "şehir güzelleştirme" dernekleri çevreyi siyasi bir konu olmanın ötesinde tutmuşlardır. Bu çevreci oluşum çevrenin hem Türkiye'de hem de uluslararası düzeyde ele alınmadan önce ortaya çıkmış ve giderek artan bir eğilimde gelişmiştir (Çaha, 1995: 2).
Sürdürülebilir büyüme ve gelişmenin var olan koşullarda, birinci öncelikleri “iktisadi gelişme” olan gelişmekte olan ülkeler, Türkiye için boş bir kavram olduğu düşüncesi artık yanlıştır. Zira, bu kavram dünya ekonomisinin ve politikasının önde gelen dinamikleri arasında ve önemli bir siyaset oluşturma temelli, olarak ortaya çıkmış bulunmaktadır (Aruoba, 1995:17).
Bu doğrultuda ülkemizde, TBMM Genel Kurulu'nda, 23 yıl önce değiştirilen ancak günün şartlarına ve AB mevzuatına uymayan Çevre Kanunu değiştirilmiş. Nisan 2006 tarihinde TBMM Genel Kurulu'nda kabul edilen Çevre Kanunu'nda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısında; başta idare, meslek odaları, birlikler ve sivil toplum kuruluşları olmak üzere herkes, çevrenin korunması ve kirliliğin önlenmesi ile görevli olacak, bu konuda alınacak tedbirlere ve belirlenen kurallara uymakla yükümlü olacak. Çevrenin korunması, bozulmasının önlenmesi ve kirliliğin giderilmesi alanlarındaki her türlü faaliyette, Çevre ve Orman Bakanlığı ve yerel yönetimler, gerekli hallerde meslek odaları, birlikler ve sivil toplum kuruluşlarıyla işbirliği yapmıştır (www.meclishaber.gov.tr).
Bugün dünyanın her tarafından üç bini aşkın sayıda şirket, uluslararası çalışma ve sivil toplum örgütünün katılımı ile “insan hakları, çalışma, çevre” ana başlıkları ve yolsuzluk karşıtı 10 evrensel prensip doğrultusunda BM merkezinde başlatılan bir uygulama ile Türkiye’nin iş ve çevre konusundaki sürdürülebilirliliğine destek sağlanmaktadır.
Bu uygulama, “Küresel İlkeler Sözleşmesi”, çevre ile olan hükümleri ise; iş dünyası, çevre sorunlarına karşı ihtiyati yaklaşımları desteklenmeli, çevresel sorumluluğu artıracak her türlü faaliyete ve oluşuma destek verilmeli, çevre dostu teknolojilerin gelişmesini ve yaygınlaşmasını desteklenmelidir (Talu, 2007:230). Ayrıca bu uygulama ile Türkiye’de yerel kalkınmanın harekete geçirilmesini sağlamak amacıyla “Adil Ticaret” uygulamaları başlatılmıştır. AB uyum sürecinde çevre mevzuatı ile eşgüdüm ilerlemenin sağlanmasında çevresel değerlerin iş dünyasına dahil edilmesi şartı ön plana çıkmıştır. Burada sağlanan bu değişimde işleyişin programlı ve bilinçli yürütülmesinde REC Türkiye yer almaktadır.
REC Türkiye çevre ve sürdürülebilir kalkınma alanındaki tüm paydaşlara özellikle Avrupa Birliği uyum sürecinde destek olmuştur. Kamu, yerel yönetimler, özel sektör, sivil toplum kuruluşları ve basın için hazırladığı yüzlerce eğitim programı, hibe programı kapsamında desteklenen 50 yerel yönetim ve sivil toplum projesi ve 50’ye yakın yayın ve 2004 yılından bu yana yayımlanan e-haber bülteni ile AB sürecinde kapasite artırılmasına önemli katkılar sağlamıştır (www.rec.org.tr).
Sürdürülebilir bir kalkınmanın sağlanması amacıyla Türkiye’de çevre açısından meydana gelen olumsuzlukların giderilmesi vb. konular, son yıllarda üzerinde yoğun olarak durulur hale gelmiştir. Söz konusu olumsuzlukları bertaraf etmek amacıyla her alanda olduğu gibi ticarî alanda da birtakım tedbirler alınmaya çalışılmaktadır. Ancak, bu bazen iyi niyetli bazen de art niyetli şekillerde gerçekleştirilebilmektedir. Bununla birlikte, bu alanda yoğun bir sürece girildiği bir gerçektir.
Türkiye’nin uluslararası ticaretteki çevre koruma uygulamaları ile iki yönden ilişkisi bulunmaktadır. Bunlardan ilki, Türkiye’nin çevre mevzuatı çerçevesinde Türkiye’ye giren mallara uyguladığı çevre koruma kaynaklı engellerdir. Bu bağlamda Türkiye, uluslararası ticaretteki çevre koruma uygulamalarının bir kısmını halihazırdaki ithalat rejimine uygulamaktadır. İlişkinin ikinci boyutu ise ihracat noktasındadır. Türkiye’de faaliyet gösteren sektörler uluslararası ticaretteki çevre koruma uygulamalarına ihracat aktivitelerinde muhatap olmaktadır. Türkiye’de tarım ve sanayi sektörlerinin ihracatta karşılaşılan çevre koruma uygulamalarına uyum çabaları neticesinde çevreye duyarlı ürün üretimi ve üretim süreci noktalarında önemli bir mesafe kat ettikleri görülmektedir (Yılmaz, 2007:72).
Kısaca, çevre kriterleri öne sürülerek ticaret politikaları uygulanmaktadır. Bunlara bağlı olarak da çeşitli ürün ve üretim standartları belirlenmektedir. Ürün standartları, ürünün kullanımı ve sonrasında çevreye olan etkileri ile ilgilidir. Ambalaj yapımında kullanılan maddeler, geri dönüşümlü şişeler, tarımsal ürünlerdeki kimyasal madde oranı gibi konular ürün standartlarına örnek olabilir. Üretim standartlarında ise, ürünü üretirken kullanılan yöntemler ve üretimin çevreye zarar verici nitelikte olup olmadığı dikkate alınmaktadır.
Türkiye’de dış ticarete ilişkin mevzuatın uygulanması yönetmelik ve tebliğler marifetiyle sağlanmaktadır. Bunlar Dış Ticaret Müsteşarlığı tarafından ithalat ve ihracat rejimi bağlamında çıkarılan düzenlemelerdir. Bununla beraber, başta Çevre ve Orman Bakanlığı olmak üzere Tarım ve Köy isleri Bakanlığı, Sanayi ve Ticaret Bakanlığı ve Sağlık Bakanlığı tarafından da çıkarılan mevzuatta dış ticarete ilişkin çevresel uygulama zorunlulukları bulunmaktadır (Yılmaz, 2007: 83-84).
Türkiye, 1980’lerin ikinci yarısından bu yana ekonomisi büyük bir ivme kazanarak sürekli büyüme gösteren sayılı dünya ülkeleri arasında yer almaktadır. Özellikle dış piyasalarda rekabet gücü artan ve dış ticaret hacmi büyüyen tekstil ve gıda gibi sektörlerde çevre koruma gerekçeli tarife dışı ticaret engelleriyle sıkça karşılaşacağının işaretleri şimdiden ortaya çıkmaya başlamıştır (www.tubitak.gov.tr).
Malların ülkeler arasındaki serbest dolaşımını kısıtlayan her türlü kural veya uygulama olarak tanımlanan tarife dışı engel örnekleri, Türkiye tarafından, tekstil/konfeksiyonun yanı sıra deri sektörü ve hatta acı pul biber için de yaşanmıştır.
Hatta o derece engelleyici hale gelmektedirler ki bu amaçla söz konusu engellerin giderilmesine yönelik uluslararası çapta organizasyonlar düzenlenmektedir. Amaç, bu tür engelleri ortadan kaldırmak ve ticarî ilişkileri saydam hale getirmektir. Sonuçta bu yollarla ortaya çıkan haksız rekabet ortamının giderilmesi hedeflenmektedir. Çevre ile ilgili engellerin başlıcaları ise ürün ve üretimle ilgili standartlardan ve kamu ve özel birtakım kuruluşların faaliyetlerinden kaynaklanmaktadır. Çevre ile ilgili kriterlerin ortaya konmasındaki amacın hayatın sürdürülebilir halde olmasının sağlanması bu çerçevede iktisadi kalkınmanın gerçekleştirilmesi olduğu belirtilmektedir (www.ekocerceve.com).
Tarife dışı engeller tek taraflı ticaret korumacılığına geri dönmek için çeşitli yollar sağlamaktadır. Bu engeller ürün spesifikasyonlarındaki farklılıklar, kamu sektörünün ayrımcı satın alma politikaları, sınırlayıcı fiyatlandırma veya dağıtım anlaşmaları, patent ve lisans zorlukları ve vergilendirme politikaları gibi çeşitli nedenlerden kaynaklanabilmektedir (TÜSİAD, 1998: 35).
Uluslararası ticaret sisteminin işleyişine dair kuralların belirlendiği DTÖ bünyesinde, 2001 yılının Kasım ayında Doha Kalkınma Gündemi olarak adlandırılan yeni bir çok taraflı müzakere turu başlatılmıştır (Tüzmen, K. 2009).
Doha Müzakere Gündemi çerçevesinde ticaret ve çevre başlığı altında görüşülen çevre konusu içinde, çevresel mal ve hizmetlere yönelik tarifelerin ve tarife dışı engellerin azaltılması veya uygun bulunan durumlarda kaldırılmasıdır. Bu konuda halen çevresel ürünlerin belirlenmesine yönelik çalışmalar yürütülmektedir. Somut olarak atılan ilk adım ise, ticaret ve çevre müzakerelerinde tarife indirimleri ve tarife dışı engellerin azaltılmasında esas alınacak bir çevresel ürün listesinin oluşturulmasıdır (www.dtm.gov.tr).
Türkiye’nin, çevresel varlıklarını ve değerlerini sürdürülebilir kalkınma bağlamında koruyucu, öngelen (pro-aktif) çevresel politika ve stratejilerine gereksinimi vardır. Bu yüzden, mal ve hizmetlerin üretim ve ticaretinin genişletilmesi hedefi, çevreyi koruma ve ülkemizde hali hazırda bulunan kaynakların sürdürülebilir kalkınma anlayışıyla kullanma amacıyla birlikte ele alınması, hem oluşturulan çevre hukukunda hem de çevre mevzuatımızda belirtilmeye başlanmıştır. Gelecek aşamalarda ilerleyen AB uyum süreci, sanayileşmede beklenen yükselme bunun getireceği kirlilik, rekabet ile birlikte pazar payından yararlanma gibi yaşanacak olan süreçte Türkiye’yi yeni çevre müzakerelerinin yanında yeni teknik engeller ve keyfi uygulamalar da beklemektedir.
6. SONUÇ
Günümüzde çevre, çevrenin korunması ve çevreyle uyum konusu tüm insanlığın ortak sorunu haline gelmiştir. Yeryüzündeki hayatın kaynağını oluşturan çevre boyutu; bugünkü kuşağın ihtiyaçlarını gelecek kuşakların ihtiyaçlarını bozmadan karşılama olan sürdürülebilir kalkınma anlayışı ekseninde ele alınmıştır.
Ülkeler, ekonomik gelişmelerini sağlamaya çalışırken gelecek nesillerin nasıl bir tehlike içine sürdüklerinin farkına varmaları ile kalkınmanın çevreden geçtiği düşüncesine kanaat getirmeye başlamıştır. Her ne kadar çevre sorunları kalkınmanın bir yan ürünü gibi görülürse de, çevreyi korumak amacıyla kalkınmayı durdurmak ne kadar arzu edilmeyen bir durum ise, kalkınıyoruz diye çevreyi umursamamak bir o kadar istenmeyen bir sonuçtur. Bu esas itibariyle çevreyle ilgili araştırmalar, arayışlar ve uygulamalar yapılmıştır.
Çevre bilincinin giderek artmasına paralel ticaret boyutu da ortaya çıkmıştır. Son yıllarda, çevre korunması ve politikaları ile ilgili standartların, kısıtlamaların, kriterlerin ticarette teknik engellerin ağırlıklı bir parçasını oluşturmaya başladığını görmekteyiz. Özellikle dünya ülkelerinde çevre amaçlı ticaret kısıtlayıcı modellerin uygulanabilirliliği büyük tepkilere yol açıp, zıt görüşlerin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Fakat AB’de ise bu model tartışma konusu olmaktan çıkıp acilen uygulanmaya konması gereken bir model haline dönüşerek, çevre kalitesi ön plana çıkarılmıştır. Türkiye’nin genel tavrı ise sürdürülebilir kalkınmanın temini için, çevresel amaçlı çok taraflı ve bölgesel platformda çevrenin korunmasına yönelik pek çok anlaşmaya taraf olmakla birlikte, ticarette; tarife dışı engellerin azaltılması yönünde bir gidişat izlenmiştir.
Türkiye’de, Sürdürülebilir Kalkınma yaklaşımı doğrultusunda, insan sağlığı ve doğal dengeyi koruyarak ekonomik kalkınmaya imkan verecek, doğal kaynakların yönetimini sağlayacak, gelecek kuşaklara daha sağlıklı bir doğal, fiziki ve sosyal çevre bırakacak yönde arzulanan nitelikte yeterli bir gelişme kaydedilememesine rağmen çevre politikalarının ekonomik ve sosyal politikalarla entegrasyonun sağlanması ve bu konuda ekonomik araçlardan yeterince faydalanma çabaları sürdürülmektedir.
KAYNAKÇA
AKDUR, R. (2005), “Türkiye’nin Avrupa
Birliğine Uyumu”, Avrupa Birliği ve Türkiye’de Çevre Koruma Politikaları,
Ankara Üniversitesi, Avrupa Topluluğu Araştırma Ve Uygulama Merkezi Araştırma
Dizisi: 23, Ankara, s.30.
ALAGÖZ, M. (2007), “Sürdürülebilir Kalkınmada Çevre Faktörü: Teorik Bir Bakış”, www.akademikbakis.org, (Erişim Tarihi: 17.03.2009).
ARUOBA, Ç. (1993), “Çevre Politikaları ve Uluslararası Ekonomik İlişkiler”, Orta Asya ve Karadeniz Çevre Konferansı, Ankara, Önder Matbaa, Türkiye Çevre Vakfı Yayını, ss.37-38.
ARUOBA, Ç. (1995), “Ticaret ve Çevre Politikaları”, GATT ve Çevre, Ankara, Önder Matbaa, Türkiye Çevre Vakfı Yayını, ss.17-20.
Avrupa Birliği Çevre Ödülleri Türkiye Programı Başvuru Rehberi, (2005-2006).
BERBER, M. (2006), İktisadi Büyüme ve Kalkınma, Trabzon, Derya Kitabevi.
BOZOĞLU, B. (2008), “Sürdürülebilir Kalkınma'nın Küresel Çöküşü”, www.sendika.org, (Erişim Tarihi: 15.03.2009).
ÇAHA, Ö. (1995), “Türkiye’de Çevre Politikalarının Oluşumunda Sivil Toplum Örgütlerinin Rolü”, Geleceğin Turizmi Olarak Soft Turizmin Rekabet Avantajları, Ören/Muğla, s.2.
DAĞDEMİR, Ö. (2003), Çevre Fonlarına Ekonomik Yaklaşımlar ve Optimal Politika Arayışları, Ankara, Gazi Kitabevi.
DEMİR, N. (1995), Seçilmiş Bazı Sektörlerde Kaynakların Verimli Kullanılmayışının Yarattığı Çevre Sorunları, Ankara, Mert Matbaası, Milli Prodüktivite Merkezi Yayınları, s. 72.
Dış Ticaret Müsteşarlığı Antlaşmalar Genel Müdürlüğü (2005), Dünya Ticaret Örgütünde Ticaret ve Çevre, Ankara, www.dtm.gov.tr, (Erişim Tarihi: 21.04.2009).
Dünya Çevre ve Kalkınma Komisyonu (1989), “Uluslararası Ekonominin Rolü”, Ortak Geleceğimiz, (Çev.: Belkıs ÇORAKÇI), Türkiye Çevre Sorunları Vakfı Yayınları Önder Matbaa, Ankara, s.103.
EKİNCİ, Mehmet B., Sanayileşme Stratejileri Çerçevesinde Çevre Boyutlu Sürdürülebilir Kalkınma Anlayışına İlişkin Değerlendirmeler, www.akademiktisat.net, (Erişim Tarihi: 20.04.2009).
EMREALP, Sadun (2005), Yerel Gündem 21 El Kitabı, IULA-EMME Yayını, İstanbul.
ERTÜRK, H., (1998), Çevre Bilimlerine Giriş, Bursa, Ceylan Matbaacılık.
ESTY, D.C. ve Diğ. (2008), Environmental Performence Index 2008. New Haven: Yale Center for Environmental Law and Policy.
FLENING, B. (2000), “Çevresel Sorunlarda ve Sürdürülebilir Kalkınmada Muhasebecinin Rolü I”, (Çev. Mehmet ÖZBİRECİKLİ), Muhasebe ve Finansman Dergisi, S.7, Temmuz, ss.41-43.
GOODLAND, R. (1999), “The Biophysical Basis of Environmental Sustainability”, içinde JEOREN, C.J. and M. van den BERGH (Editors), Handbook of Environmental and Resource Economics, Cheltenham, UK: Edward Elgar Publishing
GÖRMEZ, K. (2003), Çevre Sorunları ve Türkiye, Ankara, Gazi Kitabevi.
GÜL, E. (2003), “GATT/WTO Çerçevesinde Uluslararası Ticaret ve Çevre İlişkisi”, Dumlupınar Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, Kütahya, C.9, s.9.
GÜLTEKİN, E. ve AKINCI KESİM, G. (1994), Kaynak Analizi, Çukurova Üniversitesi Yayınları, Adana.
GÜRLÜK, S. (2010), “Sürdürülebilir Kalkınma Gelişmekte Olan Ülkelerde Uygulanabilir Mi?, Eskişehir Osmangazi Üniversitesi İİBF Dergisi, 5(2), Ekim, ss.85-99.
KARABIÇAK, M. ve ALTUNTEPE, N. (2007), “Sürdürülebilir Kentleşme ve Yerel Siyaset”, www.yerelsiyaset.com, (Erişim Tarihi: 17.03.2009).
KELEŞ, R. ve HAMAMCI, C. (2005), Çevre Politikası, Ankara, İmge Kitabevi.
KETEN, M. (1992), 21. Yüzyıla Girerken Çevre Korumacılık ve Türkiye, Özel Çevre Koruma Kurumu Başkanlığı, Ankara, Star Matbaacılık.
KÖKTÜRK, G., (2002), “Ekonomi-Çevre-Yönetim İlişkisi Bağlamında Bir 21.Yüzyıl Fenomeni: Sürdürülebilir Kalkınma”, www.isgucdergi.org, (Erişim Tarihi: 17.03.2009).
Maliye Bakanlığı Milli Emlak Genel Müdürlüğü (1998), Çevre ve Kıyılar, Ankara, Türk Tarih Kurumu Basımevi.
MOFFATT, I. (1996), Sustainable Development: Principles, Analysis and Policies, UK: The Parthenon Publishing Grouıp Limited.
MUNASINGHE, M. (2001), “Implementing Sustainable Development: A Practical Framework”, içinde CLEVELAND, C.J. and D.I. STERN and R. COSTANCA (Editors), The Economics of Nature and the Nature of Economics, Cheltenham, UK: Edward Elgar Publishing
NİŞANCIOĞLU, M. (2005), “Kyoto: Sorular-Yanıtlar”, www.bbc.co.uk, (Erişim Tarihi: 20.04.2009).
ÖZSABUNCUOĞLU, İ. ve UĞUR, A. (2005), Doğal Kaynaklar Ekonomi, Yönetim ve Politika, Ankara, İmaj Yayınevi.
PALABIYIK, H. (2004), “Uluslararası Ticaret ve Çevre: Dünya Ticaret Örgütü Üzerine Açıklamalar”, Çevre Sorunlarına Çağdaş Yaklaşımlar, (Ed.: M. C. MARİN ve U. YILDIRIM), İstanbul, Beta Yayınları, s.250.
PAKER, H. ve BAYKAN, B. G. (2008), “Türkiye’de Çevre ve Sivil Toplum: Örgütlenme ve Son Eğilimler”, Bahçeşehir Üniversitesi Ekonomik ve Toplumsal Araştırma Merkezi, s.1.
PIET, J. (2000), “Çevresel Sorunlarda ve Sürdürülebilir Kalkınmada Muhasebecinin Rolü II”, (Çev. Mehmet ÖZBİRECİKLİ), Muhasebe ve Finansman Dergisi, S.7, Temmuz, ss.44-45.
REPETTO, R. (1992), “Accounting for Environmental Assets”, Scientefic American, 266(6), ss.94-100.
SAATÇİOĞLU, C., “Dış Ticaretin Önündeki Engeller ve Çevresel Kriterler İle Ticaret İlişkisi”, www.dtm.gov.tr, (Erişim Tarihi: 09.03.2009).
TALU, N. (2007), Sürdürülebilir Kalkınma Durum Değerlendirme Raporu, Sürdürülebilir Kalkınmanın Sektörel Politikalara Entegrasyonu Projesi, www.bayindirlik.gov.tr, (Erişim Tarihi: 17.04.2009).
TBMM Genel Kurulu (2006), “Çevre Kanunu'nda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı, TBMM Genel Kurulu'nda kabul edildi.”, www.meclishaber.gov.tr, (Erişim Tarihi: 08.03.2009).
TIETENBERG, T. (2006), Environmental Naturel Resource Economics, US: Pearson Education Inc.
Türk Sanayicileri ve İşadamları Derneği (1998), Dış Ticarette Çevre Koruma Kaynaklı Tarife Dışı Teknik Engeller ve Türk Sanayi İçin Eylem Planı, İstanbul, TÜSİAD, s.35.
Türkiye Genç İşadamları Derneği (1986), Küreselleşme Çevresinde Çevre Sorunlarına Stratejik Bir Yaklaşım, İstanbul, TUGİAD Yayınları.
Türkiye Çevre Sorunları Vakfı (1990), Çevre ve Kalkınma İlişkilerinde Dünya Bankası, Ankara, Önder Matbaa, TÇSV Yayınları.
T.C. Başbakanlık Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarlığı (1994), Çevre Özel İhtisas Komisyou Raporu, DPT Yayını, s.171.
TÜZMEN, K. (2009), Doha Kalkınma Gündemi Müzakerelerinde Son Durum, www.turktrade.org.tr, (Erişim Tarihi: 21.04.2009).
URAL, E. (1990), “Çevre Alanında Uluslararası Gelişmeler”, Sürdürülebilir Kalkınma Konferansı, Ankara, Önder Matbaa, Türkiye Çevre Sorunları Vakfı (TÇSV) Yayınları, s.219.
www.cevreciyiz.com, “Avrupa Birliği ve Çevre”, (Erişim Tarihi: 11.04.2009).
www.ekocerceve.com, “Dış Ticaretin Önündeki Engeller ve Çevre İle İlgili Kriterlerin Dış Ticarete Etkisi”, (Erişim Tarihi: 10.04.2009).
www.ntvmsnbc.com, “Kyoto ABD’siz de Başarmalı”, (Erişim Tarihi: 10.04.2009).
www.rec.org.tr, REC Türkiye, (Erişim Tarihi: 07.06.2009).
www.sav.org.tr, Sosyal Araştırmalar Vakfı, “Yeni Dünya Düzeni ve Çevre”, (Erişim Tarihi: 10.04.2009).
YILDIZ, K. ve SİPAHİOĞLU Ş. ve YILMAZ, M. (2000), Çevre Bilimi, Ankara, Gündüz Eğitim ve Yayıncılık.
YILMAZ, S. (2007), Uluslararası Ticarette Çevre Koruma Uygulamaları ve Türkiye’nin Durumu, Yüksek Lisans Tezi, Ankara.
YÜKSEL, S., (2009), “Toplumsal Eşitlik Olmadan Sürdürülebilirlilik Olmaz”, www.ekolojistler.org, (Erişim Tarihi: 20.04.2009).
ZANBAK, C. (2002), “Türkiye’de Makro Düzey Sanayi Atıkları Yönetim Sorunları ve Çözüm Yaklaşımları”, www.tubitak.gov.tr, (Erişim Tarihi: 10.04.2009).